Son Posta'nın Alçak ve isli tavanlı küçücük odanm bir köşesinde Meryem ana ve Hündeki kandil, soluk ışıkla y Kandilin titrek ışıkları, odanın duvarla- rında, hiç durmadan kımıldayan ürkek gölgeler doğurmuştu.. Bu göl- yukarı çıkıyor, aşağı ini « yor, ve bu hareketlerile duvarda — asılı — duran <Mahkemel Kübra», «Günah İş- Teyenlerle sevab — işleyenlerin — âkıbeti> gibi, iy nların meziyetlerini ve fena insanların âkıbetlerini tasvır eden ucuz ginsinden korkunç bir takım- levhaları bazan aydınlatıyor, bazan da karartı - yorlardı. Kandilin soluk ışığından maada, oda- — Din içine, dışarıdan da, muşamba kaplı âlçak bir kapının üzerindeki dört köşe « — li camlı bir delikten uzun bir ışık çizgisi — giriyordu. Bu ışık çizgisi, muşamba kap- h odanın döşemeleri üzerinde, — ışıktan bir yol halinde uzanıyor, ve masanın al- — fina giriyordu. Oda zeytin yağı, ve daha buna benzer ağır bir takım kokular ko- kuyordu. Odanın içi tıklım tıklım eşya dolu idi. Odanın bir düvarı boyunca, iki kişilik geniş bir karyola vardı; karyola- nin Başı ucunda halı ile örtülmüş koca- Mman bir sandık ve daha ileride Meryem a. ise kaba ve acayib bir kamodin, onun 'yanında, gene kocaman bir sandık, onun | biraz ötesinde bir masa, masa ile kapı | arasındaki duvar parçasında da asılı bir | — Blbise yığını göze çarpmakta idi. İleri-| — de, geniş pencerenin önünde yanların - masa daha durmakta idi. Masanın üs - tünde bir lâmba, çerçeveli iki resim ve meşin kaplı bir kitab vardı. Pencereden, yaz gecesinin sessiz, me- — dankolik, ve altından benekler halinde - hiç durmadan titreşen yıldızlı, mavi, si- — yah göğü içeriye bakıyordu. Sokaktan Belip geçen arabaların - gü le za » man zaman pencerenin camları sarsılı - | yordu. Odanın içini dolduran eşya yığı- mı, buranın yarı karanlığını arttırıyor. - du. Gölgelerin sessiz kımıldanışlarından, odanın ortasındaki boşluk da bir takım /— hayalâtla işgal edilmiş gibi görünüyor « du.. Duvarda asılı duran ve parlak leke-| On, ön H — zebellâsının önünde durdular. Hay - ranlıkla seyredi - yor ve aralarında konuşuyorlardı: — Takvor be! Vapura kitaksel, Vay anam vay! Bu ne bu be? — He, mefret şeydir! — Bununla ne- reye gidilir aca - — Neree istersen gidersin. Amma, daha çok bunlar Ameriksa işlerler. ;ırikâyesı' ler halinde görünan levhalar, âdeta dört | si mırıldanarak, odanın ön kısmına ge -| saçlarının üzerini köşeli kocaman ve korkunç — gözler gibi - 'bakıyorlardı.. Bu dar odanın içindeki her şey, ağır, ölü bir koku ile ve sessizlikle dopdolu idi., Kapının üzerindeki dört köşeli ışık - h delik, önüne dikilen bir cisimle za man zaman kararıyordu. O zaman döşe- menin üzerindeki ışık çizgisi ürperiyor, ve bir saniye için kayboluyor, sonra ge- ne, karanlığın içinde uzanarak ve odayı dolduran gölgeleri korkutarak geniş bir kılıç halinde yeniden peyda oluyordu.. Fakat, odanın içindeki sessizlik ışığın bu hareketile canlanmıyordu... Sadece, hesab tahtasının — kendisine mahsus kemikli sesile, paranın karakte- ristik şıngırtısı ve tahtaya ağır bir ci - simle vurmaktan doğan bir sada, kâpı - nm ardından odanın boşluğuna — dolü -« yordu.. »«Kapı açılıyor, odaya, elinde limba olduğu halde, beyaz önlüklü, kocaman Rgözlüklü, gaga burunlu, sivri ve kır sa « kallı, yfak tefek, zayıf bir ihtiyar giri « yor. Bunun arkasında, kapının kenarla « larına tutunmuş bir halde, zamanla be -« li bükülmüş, başı yere eğili ihtiyar bir kadın duruyor. Bunların geçiriyorlar.. ihtiyar adam elindeki lâm- bayı masanın üstüne koyuyor, istavroz çıkarıyor, ve kısık bir sesle: — Allaha şükür, bugün de geçti!. di - yor. Kadın: — Allaha şükür!, Diye takrarlıyor ve soruyor: — Çay içecek misin? — Malüm!.. İhtiyar kadın, un çuvallarile, sandık . larla, şişelerle dolu dükkâna — dönüyor. Burası, şehrin kenar caddelerinden bi - rinde bulunan bir bakkal — dükkânıdır. Burada ufak tefek manifatura — eşya b Madalyonun iki ğ her ikisi de| -— Na resmi duruyordu. Diğer duvar boyunca | sür'atli bir bakışla odanın içini gözden | SON POSTA - 16 D tarafı h. Yezan: Maksim Gorki - Çeviren : H. Alaz .ııuııuıııuâ çiyor ve lâmbayı oradaki masaya koyu - yor. Oda derhal canlanıyor; gimdi artık, «Mahkemei Kübra» levhasında — göste - rilen günahkârların, tasyiri güç atabla - rını açıkça görmek imkâni var. Gelirken oradaki hesab puslaları - nı getirsene, anne!. Kocakari çay takımlarını tıngırdata - rak, acele acele: — Biliyorum, biliyorum, diye veriyor. Ellerini arkasına bağlıyan ihtiyar, «Mahkemel Kübra» levhasının önünde duruyor; mırıldandığı ilâhiyı — keserek, kırmızı saman demetlerini andıran ce - hennem ateşinin yaktığı günahkârların nasıl kıvrandıklarını belki bin birinci de fa seyre dalıyor. Her günahkâr ayrı bir binada yakılıyor, ve ıztırabtan büzülmüş vücudlerinin yarısını kaplıyan ateşle bir likte, içinden sürpriz çıkan yarı kâğıda sarılmış yılbaşı hediyelerini andırıyor - dü.. İhtiyar yüksek bir sesle: — Allahım sen beni günahlarımdan halâs et!. duasını söylüyor ve derin de- rin göğüs geçirerek levhanın ayrılıyor. Anne, dükkânın içinden: — Baba, şu semaveri götürsenet, ku - mandasını voriyor. Baba, semaveri getirmek üzere dük - kâna yollanırken: — Hazır mı? Bu kadar çabuk?, Aferin sana!. diyor. Buna karşılık dükkânın içinden, gene cevab annenin sesi duyuluyor: — Bu da iş mi sanki?!. Dükkânlarını kapaytp şöyle başbaşa çay içmek arzusunu duydukları her ak- şam, bu, onlarda bu tarzda cereyan e - "dı—r. Hemen hemen her akşam, dükkânı kapadıktan sonra, ihtiyar, ilâhisini mı - v,'i rıldanmağa başlar, kocakarı ise semave- katran, iğne, kömür, ekmek, iplik, tü- Yi hazırlamağa giderdi. Sonra, çay içme- tün, turgu, ilâh gibi, paralarını kapik o- larak hesablıyan insanların gündelik ih- ğe otururlar ve çay masası başında o - günkü basılâtı ve kendi kârlarını hesab- tiyaçlarına lâzım olan her şey satılmak- | lamağa koyulurlardı. tadır. Kocakarı dükkânda meşgül — olduğu müddetçe ihtiyar adam, bir kilise ilâhi - | tutup oradan uzak- laştırmak istedi: Bu sırada mechul şahıs gelip karşısı » na dikildi ve Kara- Sen oraa gitli isen böylesine binme - din? — Yok be yahu! Bizim - bindiği Vvapur bunun yanında ispenç horozu — bi kalır. Acaba bu, denizin üstünde, fır- — tinalı havada göbek atar mı? — — Ka, ne doorsun? Bunu, Kalamiş — postasını eden Nefeser paporu sandın? Kaç yolcu alır bu? — Ne bileyim? Sen de iki bin, ben /— deeyim beş bin. — Yok, deve! — He! « Daha bilem fazlasını alır. Görmoorsun ne elamet şeydir? " — Acaba Fransaya da uğramaz mı? — Biz de buna binsek.. — Oğramasına oğrar ama, hambara Oturmak istesek, gene de paramız ki- fayet etmez. - — O kadar pahalı mıdir? — Tabil. Çingene palamutu ilen a'tı parmak, sarı kanad ilen kofana birdir? — Akıntıda badiheva avladığın — elliden aşağı alamazsın, Her bir şey de — böyledir. Paporun da küçüğü ucuz, bö- pahalıdır. Onlar böyle aralarında konuşup du-) acaib | demindenberi | — Truürlarken, yanlarına — sokulan kı ş bir adamın, . relerine kulak verdiğini farket- hav tiler. Torik bundan kocundu. Arkada » | — Ha, istavrit | — büyüyüp de örkinoz oluncaz, okkasını | deniz şivesile: — Ha, siz, paka - yum, nerelusunuz ? dedi. Torik cevap ver « di: İstanbulluyuz. sahiden İstanpollu mu? İs - tanpolun neresun « |den? Han onunden mu? Emin onunden |mu? Topaneden mu? Salipazarindan Mmu? Hayrettun isçelesinden mu? Yağ isçelesinden mu? Yemişten mu? Ayak- | kapisinden mu?, — Dur, be! Ulan, bıraksam, herif İs- tanbulun bütün semtlerini sayacak!. Ben, Aksaraylıyım... Efendi de Pan - | galtıdan. Sen nerelisin, ya? — Ha, pen mu? Pen, Karatenuz uşa- |ğiyum. Melmeçetum Oftur, Adum Te- mel, Soy adum: Garipoğlu. Papamın adu Ehmet, Onin papasunun adu İdris, — Süs, yahu! Sinsileni soran yok. Burada ne ariyorsun? çeldum benum takayla, çeturdum fun- İşte şimdi onlar, masanın başındadır- lar.. semaver cızırdıyor ve fokurduyor; «Anne», başındaki örtüyü — çıkardı, kır SON/' EDEPİ!ROMANI — Ta, Oftan buraya kadar nasıl gel- din yahu? Aşkolsun! , — Neye çelmeyum? Ha, açtum yel- çenu oturdum tumene, kiyi kiyi pas « tum, çeldum, — Pusulan var mı? — Ha, melmeçetten kaçarken elime vermedüler ne pusla, ne çat. — Bu limanı nasıl buldun? — Çok hoş.. cuzel pir liman. İlla dil pilmeyiler, pen da zorluk çekeyim. .. — Ben onu sormadım... — Ya ne soraysun, ya? Nasil çeldu- ğumu mu' — Evet, — Ha çeldum, da, Pizum Huzni Re- — Ha, ne mu arâyim burada? Ha,| yiz teyti ki: «Hey uşaklar! Pağdat bilem pulunur.» Ha, ra sora puldum burayu. önünden | Sora sara, pen da so- ki ipekli hotozu, dü - irmi senedenberi ken- ilerine h etmekte olan sapı kırık |bir çay bardağının içinde, — «Baba» ya l ay verdi. İhtiyar kadının önünde siyah çatlaklı kocaman mavi bir bardak, bal ve çörek var.. Her ikisinin — önünde de, hesablar, eğri, büğrü kocaman bir yazı ile ve kurşun kalemle yazılmış dar bir !detu—r var.. İhtiyar adam, — kırmızı göz |kapaklı küçücük gözlerini delterin üs - tünde sür'atle gezdiriyor, çengeli andı - İran esmer parmağını hesab — tahtasının üstünde dolaştırıyor: — Allahım, sen yardımcımız ol!, İhtiyar kadın, yalvaran gözlerle Mer- yem ana resmine bakıyor ve istavroz Çı- Wluarıyor. Sonra, yudüm yudum çay içe « rek, gözlerile kocasının parmağının ha « reketlerini takib ediyor. Beş dakika müd- |detince odada rakamları hesablayan ko- canın fısiltılarından ve çay İçen karının |yutkunmasından başka bir ses duyulmu- yor. Kocakarının buruşuk — bir eldiveni andıran dikkat dolu buruşuk — yüzü, ve bulanık siyah gözleri, biran bile, koca - | sının hesabından ayrılmıyor, İhtiyarın yüzünde, güç bir riyaziye | davası halleden bir riyazıyecinin dikkat ve gerginliği var.. — Sabun... Yarım funt 6 kapik., tü - |tün £ kapik... Etti on kapik... Evet.. Bu İgün topyekün borca verdiğimiz — malın kıymeti iki ruble altmış kapik, — işte | böyler, | — Kocakarı soruyor: — Kundüracı Mişka on sekiz — kapiği verdi mi?, — Kunduracı mı?, Eski borcuna ilâve edilmesini rica etti. ondan — hiç hayır yok.. sen ne diye yeniden bore verirsin? — Cumartesi günü bütün borelarını ö- deyeceğini vâdetti de... ; — Nasıl ödeyebilirmiş?. Karısı hasta, kendisi işsiz.. kızı Manka ize onları bil- mek bile istemiyor... Şununla bununla geziyor.. "akat elinde sened var? — Evet var... Fakat bundan ne çıkar? Bir alay eziyet.. parayı — alabilmek için sulh mahkemesine müracaat etmek lâ - zım. Halbuki bu da bir sürü masrafa ba, » Ve belki zeki STANIN - Alln)g., Allah! ortasında kimi bulup sordun? — BSortum, da! Paktum koca ela- met pampür geçe - Denizin yi İşaret verdum: durdi. Kaptan - tetu baa: «Ne isteysun'*» Tetum oa: «Habruk haçan pir Hman vardur, Piley musun — nerdedür?» Tetu baa: «Ha ora - teyiler, dadur'» «Sen, yoksam oraa mı giteysun? Tetum oa değe penum Ceylani Bahri'yi?».. — © da kim? — Pizum emektar.. — Emektar mı? yum da, kiça pağla penu!» O geno diğ nemetu da kaçti.. — Anladık. — Yok, anlamadun.. Haçan, pen.. — Anladık yahu! Bizim yiz, hemşerim, — Teğildur yilan hiçayesu.. taka hi - esu teyrum saa., Güzel, be babacığım, ama.. Çayı — Ha, pen senun papan neden olay- rum?. Anan hiç çeldu mu Ofa? — Buyur? Tetu baa: «Evet! Tetum oa: alur misün ye- — He ya, canum! Pizum takanın adu poyledur. İşte, tetum oa: eÇimayi ata- vaktimiz dar; böyle yılan hikâyesi dinleyeme - h., ruble başına ön kapik.. Daha bir çok rwur, Velhasıl beş ruble kırk ka - piklik borcuna karşılık eline ancak dört rüble para geçer,.. Bu eziyetlere ne di.- ye katlanasın?. Koca karı kocasına hatırlatıyor: — Onlarda gümüş çerçeveli bir Men yem ana tasviri var... Sekiz ruble kıyme- tinde... — Ben onu biliyorum.. fakat herge - le galiba bunu da rehine yatıracak.. — Varsın yatırsın!. Bizden başkasına yatıracak değil ya?.. — Tabii bize yatıracak.. fakat hun: karşılık hiç olmazsa ona elden bir rubla daha vermek lâzım, O zaman eski ala- cağımızla beraber borcu altı ruble kırk kapik edecek.. — Fakat gene biz kârlıyız!. — Biz her vakit kârlı olacağız, çünkü |biz —seninle ben— açık göz insanlarız... Fakat asıl mühim olanı kârımızın mik - darını bilmektir. | — Fakat insanın hor şeyi imkân yok ki... | — Bu da doğru... Bana biraz bal ver - sene', Odanın içinde, çay içmeden doğma bir sosle fasılaya uğrayan, iki dakikalık bir | sessizlik hüküm sürer. İki ihtiyar, duma: nı tüten çayı dikkatle üflüyor — ve açılı pencereden, gece karanlığında daha muh |teşem görünen gök yüzüne ve Onun par- |lak yıldızlarına bakıyorlar... | — İhtiyar, bardağındaki çayını bitire « rek | <a Gök yüzü, yıldızlı, yarın gene hai va açık olacak, diyor. | — Kocakarı izahata girişiyor: | — Yeni ayın başlangıcına kadar hava: | Jarın hep böyle açık gitmesi lâzım.. son- | ra, yeni ayın yıkanması icab edeceğin « den yağmurlar yağar, — Peki Zagarina hakkında sen ne dü: şünüyorsun?. Hani şu asılzade?.. — Ben öyle düşünüyorum ki, işi icra- ya havale etmek lâzım. Ne pılısı, pirtis. |varsa satılığa çıkarmalı. işi temizleme |li.. — Onu darülacezeye de kahul etme mişler.. (Devamı 13 ncti sa: zıyır. bilmesine fada) — Nereye hertetur? — Öf, bel Ne belâ şeymişin, sen? — Ha, neden belâ olayrum? Pen ge Mmiçiyum.. — Malüm. — Matem çi malumdur, daha ne $0- raysın? — Ben bir şey sormadım be adam! Haçan sen sormadun da, pen mu sordum? — Hayır, Hiç birimiz sormadık. Hay- di, git işine! Fitiz işte. — Kovay misin penu? — Tut ki öyle. — Sende utanup arlanmak yok mu? Niçe kovarsun — karşinda çikmiş pi :| hemşerinu? — Allah aşkına, Li artık! — Ha, penum pir şey mu? Hep sen laf eteysin! Bu aralık, Takvor, Toriğin kulağına eğildi. — Fikrime bir şey geloor,. dedi. Ve gibi? :| — Fransa dediğin yer şurasıdır. A - ceb birkaç guruş versek bu adam bızi götürmez? Nasıl olsa bundan boş dö - necek. — Burak, yahu! Ben bu geveze herif- le iki saat otursam deli olur, boğazına sarılırım. — Çenesinin makineleri belkim de karada gevşoordur. Denize — açılınca: sus pus olür. — Hem kim bilir, o daha burada ne kadar kalacak? Fındık getirmiş, sata: cakmış, baksan a! — Bakayım, olur ki şimdiye dek sut mıştir, Buna dair laf etmedi. — Kendine ve sinirlerine güveniyor- san. sör bakalım. Takvor, kalın nasırlı parmaklarile elinde tuttuğu siğarayı bir türlü sar - mağa muvaffak olamıyan Temele secs- lendi: — Bana bak, dayı! Senden — bir'şey sival edeceğim. (Arkası var) yum? Kumanyan âh — aşkına sus tetuğum var