10 Sayla «Son Postar ni tefrikası: — 24 rl; YA P Tercüme eden: Mebrure Sami SUN ruas Zaptiye Nazırının dedikoduları Fakat Mari ortaya çıkalıberi, casus- ların sayesinde her şeyi öğrenen ve hükümdarın duygusundaki esaslı de - Tinliği iyice görüp sezen zaptiye nazırı, zihninde başka bir plân tasarlıyor. İmparatorun sevgilisi ile dostluğu sıkı- lamak, onun harekâtını tanzim ve ida- ye ederek Napolyonun emniyetini, iti- madını büsbülün kanzanmak mı? Hayır! Bunlar ehemmiyetsiz düşün- celer, “kısa emeller... Fuşe'nin hedefi çok daha yukarılarda. Mari Valeyska- nın, Napolyonun kalbinde sarsılmaz bir yeri olduğunu biliyor. Sabırlı dav- ranmakla, kurnazca nasihatlar ver » mekle bu kadına tacı, tahtı kazandır- mak mümkün olabilir. Yalnız ne yazık ki şu Maride de hiç mevki, ünvan hırsı yok! Fuşe bunu hissediyor ama, Jozefinin aleyhine tu- arulabilecek nefret ve kinin saye- sinde, hem kimbilir; günün birinde ortaya bazı yeni menfaatler de çıkıve- Trirse, kadının Napolyona karşı duy - makta olduğu aşkın da yardımı ile... Evet işte n bu sebebler belki o - liği yapmasını temin eder.. e de ikisi birlik olup yaşlı ve düşmanı Jozefini -ki elini ça- tutmazsa, hiç de akılsız olmıyan buk bu kadın çok geçmeden onu sene' cektir! - bir devirebilirlerse elbette ki Napolyon da bu terbiyeli, genç, güzel, sessiz, mazisi tertemiz metresini imna- | tator'çelik mertebesine yükseltmeği ca- fa minnet sayacaktır... İşte ancak o zaman, bu kadar yıllık gayretlerden sonra Fuşe kendini em- hiyette hissedebilecek! Yeni imparato- riçenin adamı sayıldıkca da kudretli dehâsına dolu dizgin meydanı boş bı- rakacak! » Hem rejimin dayanabileceği varisler | de doğacağına göre, (Çünkü hekimbaşı Korvizar ne derse desin, akametin Na- polyonda olmadığını o öyle iyi biliyor ki...) imparatorluğun iç ve dış düş- manları ümidlerini kesecekler... Silâh- larını atacaklar we nihayet emniyet, sü- kün ve sulh doğabilecek... İşte bu sapsarı alnın içini, hep'bu dü- şünceler dolduruyor. Bütün bunları neticelendirmek için de, Fuşe hiçbir gayretten geri kalmıyor: eDaha fazla gecikmek tehlikeli olabilir» diye düşü nüyvor... Çünkü Jozefin de fırzat kolla- makta... Zaptiye nazırının kurduğu ağ- lar o kadar çok ki... Kötü bir tesadüfle kendi de bunlardan birinin içine düşe- bilir... İmnarator Pireneye hareket etmek üzere, Oradan, bemen icraata hazır bir halde «İspanva kovanını» gözliyecek. Fuse ise, hükümet işleri yüzünden Pa riste kalmıya mecbur iken, Jozefinin Napolvonla beraber gitmesi - kat'iyen doğru değil. 'Tesra hayatının yalnızlığı ve sadeli- ği icinde tacdar karı kocanın böyle baş- basa kalması onun Kakkında hiç de ha- yırlı olmiyabilir. Demek ki Fuşe'nin ö- nünde bir ay var. Bu mühlet de Napol- yonu imparatoriçe aleyhine kışkırtma Ha, icini büsbütün ondan soğutmağa yeler de artar diye düşünüyor. Bir kere de, ikisini birbirinden uzak tutmağa muvaffak olursa üst tarafı ko- lay... Jozefinin yapmaktan geri kalm- yacndı — ihtiyatsızlıkları, müsriflikleri gündelik raporlarla şişirerek, büsbütün kötüliyerek Napolyona bi'dirmekle me- seleyi «nihal halle» doğru götürmenin yolunu bulmuş olacak... Ama her şeyden evvel Marinin de bütün bu işlere yardımını temin etmek Yâzım. Bu gaye ile de nazır cenabları bir sa- bah, genç kadın her zamanki gibi Bu- lony ormanma, atla gezmeğe çıkmak üzere iken Houssay sokağında «arzı en- dam> ediyor. (Arıklık yerlerde büyümüş olan Ma- Tinir. eskiden kalma yesâne zevki bu at gezintileri, Napolyon buna izin ve- Napolyon ve zaptiye .|tiyor ama içi pek de rahat değil, çün- kü Mariyi kıskanıyor.) Parlak bir mart güneşi kumlu bah- çe yollarını pul pul işildatıyor. Tarhlar, -| cimenler veşeriyor. Ağaçlar tomurcuk- lanmış. Bütün bu bahar havasında gü zükmez, elle tutulmaz bir neş'e bulutu uçuyor gibi... Ortalıkta öyle hoş bir tatlılık var ki... Mari soruyor: — Bir şey mi söyliyecektiniz bana Mösyö 18 Kont? (Zira sekiz gündenberi Fuşe cenah- ları bu «Kont» unvanım taşımaktadır.) Tekrar, bir başka saatte geleceğini |özürler dileyerek söyliyen ve çekilme- ğe kalkışan nazırı Mari dinlemiyor bi- le; atının yularını seyisin eline fırlata- rak misafirini yer katındaki salonlar- dan birine doğru götürüyor. Fazla ışıktan kırmızı göz kapakları yorulup kırpışan Fuşe, yüksek arkalıkl koltuklardan Hirini gölgeye çekerek (Baştarafı 9 ncu savfada) gümüşle dokunmuş elbise verecekti. Bun- dan başka dilediği gibi sarfetmek üzere senede üç bin altın göndermeyı taahhüd ediyordu. Bu arada murahhas Françes'e kızı almak için geldiği zaman bahşiş ola- rak dörli denk ince ipek kumaş vereceği- ni söylemişti. Bu kumaşların her dengi beş yüz altın ediyordu ve o zamana göre bu bahşiş gerçekten parlak bir şeydi. Françes Gürcü kralının elçisini de be- raberine alarak Bizansa döndü. Kostan- tin müstakbel kaynatasının sefirini büyük merasimle kabul etti. Şerait hakkında gö- rüştü, malümat aldı. Tarihçi Şlumberje diyor ki: «Kostantin bu elçiye imparatorun ev- İlenme şartlarını resmen tayin eden ken- di altın mühürü ile mühürlenmiş - bir mektub verdi. Bu vesikanın üst tarafına kendi elile ve imza yerine geçmek üzere | kırmızı renkte üç haç yaptı. Sonra Fran- | çesi elile güstererek ve aşağıdakı sözlerle (İberya — Gürcistan) seferine izin ver- di: - İşte bu adam, Allahın yardımile, ilkbaharda nişanlım olan bakıreyi almat | üzere bana mahsus kadirgs ile sizin tara- fa gidecektir.» O sırada, 1451 senesi eylül ayında bu- lunuyorlardı. 1452 senesi martın yirmi hltısında he - nüz yirmi dört yaşındaki genç padişah Mehmed kuvvetli bir ordunun — başında Rumelihisarına gelmiş, oradaki kalenin inşaatına bizzat bakmıya başlamıştı. Bi - zansta telâş ve korku son derecede artı- yordu. Karadeniz yolu kaponmiştı've im- parator artık can ve taht kaygusuna düş- müştü. Bizanstan gelecek olan muhteşem ka- «Mari Valevska filminden» nazın Fuşe arkasını pencereye veriyor ve rahatca yerleştikten sanra: — Evet Kontes, diyor. Size söyliye- ceklerim var. Gezmenize mani olduğu- ma da bakarsanız, konuşacaklarımızın ne kadar acele bir ehemmiyeti olduğu- nu anlarsınız. Bu resmi başlangıçtan ürken Mari: — Sizi dinliyorum efendim... diye cevab verdi, — Fransaya ayak bastığınızdanberi, bana karşı göstermiş olduğunuz lütüf- kâr samimiyetiniz; ahlâkınızın benliği- me telkin ettiği hürmet ve sevgili hü-| T4 kümdarımıza beni bağlıyan ubudiyet, sadakat hisleri olmasa söyliyecekleri- min güçlüğü karşısında susmaktan baş- ka çare bulamazdım. Mesele imparato- riçeye ve sizin hakkınızda tasarladığı bazı mühim şeylere aiddir. — İmparatoriçe mi? Benim hakkım- da mı? (Arkası var) TARİHİ TEDKİKLER dirgayı bekliyen güzel *Gürcü prensesi Imparatorun ölümünü de şüphesiz duy- muştur. Bundan sonra Trabzon impara- torunun kızı Katrinin Fatihin rakibi U- zun Hasanla evlendiğini öğreniyoruz. Fakat Gürcü prensinin ne olduğunu bi - lemiyoruz. Kadircan Kaflı Köketci eczaneler Bu gece nöbetci olan eczaneler şunlardır: İstanbul cihetindekiler: Alemdarda: — (Abdülkadir). — Beyasıdda: (Cemil). Bamatyada: (Brofilos). Eminö- nünde: (Mehmed Kâzım). Eyübde: (Hik- met Allamaz), Fenerde: (Hüzameddin), Şehremininde (Hamdi). Şehzadebaşında: ” (Üniversite), Karagümrükte: (Arif). Kü- çükpazarda: (Necati Ahmed), Bakırkö- yünde: (Bilâl) Beyoğlu cihetindekiler: İstiklâl caddesinde: (Galatasaray). Tü- nelbaşında: (Matkoriç). Galatada; (İki- yol. Fındıklıda: (Mustafa Nall). Cum- huriyet caddesinde :(Kürkelyan). Kal- yoncuda; — (Zafiropulos). — Firuzağada: (Ertuğrab). Şişlide: (Asım). Beşiktaşta; CAH Riza), Boğaziçi, Kadıköy ve Adalardakiler; Üsküdarda: (İmrahor). Sarıyerde: (A- Bsaf). Kadıköyünde: (Moda - Merkez). Büyükadada: (Şinasi Rıza). Heybelide: (Tanaş) kelesi Ie Erenköy arasında içinde hüviyet varakası olan para cüzdanımi — kaybettim.. yenisini alacağımdan eskisinin hükmü olma- dığını Dân ederim. 'T. C. Nafın Vekâleti Elektrik işleri Maresi Kadıköy Fen kısmınmda 9318 (Baştarafı | inci sayfada) namaz... En güzel bahçeler sade meyha - nelerdir. Meyhaneler bu kadar çoğaldığına gö- re demek ki Türkiyede işret iptilâsı da artmış olacak. Muharrirlerimizin bu hu- susta telâş göstermeleri her halde bir tehlikenin işareti olsa gerek!.. Çünkü başka memleketlerde mevcud olan lo - kanta ve gazinoların yerini bile bizde meyhanelerin tuttuğu söyleniyor. Bu yazıları okuduktan sonra mesele hakkında lâzım gelen yerlerden malü - mat toplıyan muharririmiz topladığı ma- Tümatı çöylece hülâsa ediyor: 'Türkiye dünyada en az alkol istihlâk eden memlekettir. Dünyanın diğer bir çok memleketlerine nazaran Türkiyede nüfusa —göre insan başına düşen alkol mikdarını tesbit etmek bunu isbata kâ- fidir. Dünyanın muhtelif yetlerinde istihlâk edilen İspirtoyu aşağıda yazıyorum: İSPİRTO İSTİHLAÂKİ (Her nevi ihtiyacât Gahil olduğu halde litre hesabile) Fransada insan başına bir senede 2,60 İsviçrede insan başına bir senede 2,29 İsveçte insan başına bir senede — 2,10 Danimarkada insan başına bir senede 2,10. İngilterede insan başına bir senede 1,45 Felemenkte insan başına bir senede 1,15 Belçikada insan başına bir senede 1,18 Almanyada insan başına bir senede 0,6 Norveçte insan başına bir senede 0,39 Türkiyede insan başına bir senede 0,23 tür, İstanbulda içki ipti lâsı artıyor mu ? Türkiyede nüfus başına istihlâk edilen alkolün ne kadar az olduğunu işte rakam halinde görüyoruz, Alkolün en çok istihlâk edildiği mem- leketler büyük endüstri memleketleridir. Amele kalabalığı en çok içki istihlâk e- den kütledir. Türkiyede içki henüz köylere girme - miştir. Ve onu köylere sokmak için de çalışılmamaktadır. İçki büyük şehirleri - mizde ve makul bir şekilde kullanılmak- tadır. Ve vücud için faydalı, veya hiç olmaz- sa mazarratı az bir içki olan şarâp istih - lâkinin de günden güne arttığı ve rakı- nın henüz yerini tutmamışsa da tutmağa istidad gösterdiği farkedilmektedir. Memleketimizde: 1932 de 85,000 1933 de 241,000 1934 de 224,000 19385 de 242,000 1936 da 717,000 1937 de 912000 litre şarap istihlâk edilmiştir. * Bu gon iki sşenede şarabın bu suretle fazla istihlâkine âmil olan şey fiatlardaki tenezzüldür. Türkiyede 1936 senesinde nüfus başına. içilen rakının mikdarı: 0,375 dir. Yani bir hlnnm üçte biri kadar bir şeydir. Bu rakamlar da bize gösteriyor W memleketimizde içki iptilâsı henüz kor- kulacak bir dereceye yükselmemiştir. Kavgacı eşek kendısını Sahne san'atkârları ıırmak isti Yahudiyi yar, adı | (Baş tarafı 1 inci sayfamızda) şebbüs edilenlerin birer insan olmayıp eşek olmasıdır. Hayli garib mahiyet arzeden hâdise Buretle cereyan etmiştir: 8 Kuzguncukta Simideci Tahir sokağın- da oturan 56 yaşında Nesim, dün öğle üzeri evinden çıktığı zaman yan taraf- taki arsalardan birisinde otlamakta o- lan iki eşeğin birbirleri ile kavga ettik- lerini görmüştür. Birkaç dakika durup kavgayı seyreden Nesim, ha”vanların gittikce işi azıttıklarını ve dişleri ile birbirlerini didiklemeğe başladıklarını görünce dayanamamış ve bunları ayır- mak için yanlarına sokulmuştur. Nesim tam hayvanlardan birisini yularından yakalayıp kavgayı nihayet- lendireceği sırada birdenbire gözleri- nin önünde âdeta bir şimşek çakmış, başıboş bulunan ikinci eşek, onun tam burnu üzerine şiddetli bir çifte yapış- tırmıştır. Darbenin tesirile elindeki yu- ları bırakan Nesim ağzından burnun- dan kan gelerek yere düşmüştür, Mey- danı boş bulan hayvanlar da yeniden boğuşmaya başlamışlardır. Vak'ayı gö- ren komşular Nesimin imdadına koşa- rak bulunduğu yerden - kaldırdıkları zaman zavallının burnunun ezilmiş ol- duğunu görmüşlerdir. Biraz sonra vak- adan haberdar edilen zabıta yaralıyı Nümune hastanesine kaldırmış, hay- vanlarını başıboş bıraktığından dolayı esek sahibleri hakkında da tahkikata baslamıstır. Son Posta — İnsanlar arasındaki kavralarda kavgacıları ayırmak iste- venleri yaralıyanların kimlerden ders aldıkları anlaşılıyor. Limanımızdaki İngliz filosu neden birdenbire Akden'ze hareket etti? (Baş tarafı 1 inci sayfamızda) loya iltihak etmek üzere limanımızdan ayrılmışlardır. İngiliz filosunun İstanbulu ziyareti- ne aid hazırlanan resmi program mu- cibince gemiler dün ve bugün de lima- nımzıda kalacak, yarın Karadenize gi- derek Bulgar ve Rumen limanlarını ziyaret edeceklerdi. Ayrıca dün gemi- de bir çay ziv-*sti verilecek ve İngiliz sefarethanesi: bir resmi kabul ter- tib edilecektir. Gemilerin programı ya- rıda bırakarak Akdenize hareket etme- leri siyast vaziyetteki gerginlikle alâ- arasında hoş bir hâdise 'Türkiyenin (Lorel ile Hardi) si, ma- ruf sahne san'atkârlarımız Vasfi ve Hazım dün diğer Şehir Tiyatrosu san: atkârlarile birlikte İzmirden şehrimi ze gelmişlerdir. Kendilerini rıhtımda dostlarından mürekkeb bir kafile kar şılamış, san'atkârlara buketler veril- Miştir. Okuyucularımız — hatırlıyacaklardır; san'atkârlar İzmirde iken kendilerini çok seven dostlarından biri bir azizlik yapmış, bir banka vasıtasile kendileri- ne beşer kuruş göndermiştir. Vasfi ile Hazım bankaya kadar gitsinler, bütün muameleyi takib etsinler, neticede vez- neden kendilerine beşer kuruş uzatıl: dığını görsünler diye tertib edilen bu azizlik aldığımız malümata göre son safhasında akim kalmıştır. San'atkâr- lar bankaya kadar gitmişler, fakat pa: rayı almadan evvel mikdarını öğrene rek tersyüzü geri dönmüşlerdir, ban- ka da bir daha kendilerini bulamamış- tır. San'atkârların —hayranları — kadar dostları da boldur. Yalnız onların ta- lihsizliği bu dostların hep şakayı seven kimselerden mürekkeb bulunmasıdır. Nitekim Vasfi ile Hazım dün yeni bir azizlik ile karşılaşmışlardır. San'atkârlara verilen buketler bizim bildiğimiz gibi çiçeklerden değil, seb- zelerden müteşekkildir. Ancak kendi leri bu buketleri ambalâjlarını açma dan aldıkları için vaziyeti ancak evle rine varışlarında kavramışlardır. Bu azizliği yapan kimdir? Acaba ilk teşebbüsünde muvaffak olamıyan dost mu, yoksa bir başkası mı? Bunu san'atkârlar düşünsün de bif, gazete sayfalarının harb haberlerile bi- rer zehir çanağına döndükleri bugün- lerde iki san'atkârın evlerinde, suları" nı tazelettikleri vazolar önünde buket letini açınca takmacakları tavırları ta' hayyüle çalışarak bir lâhza olsun tasa mızı unutalım. Vasfi ile Hazım, san'at kabiliyetleri ve diğer meziyetlerinden sonra dostla” rının şakacılığı ile de şöhret bulmıyâ başlıyorlar. — —— kalı görülmektedir. Londra, 21 (Hususi) — İki günde©” beri İstanbul limanında bulunan Ül harb gemisinden mürekkeb İngiliz filo” tillâsı, teknik tatbikatta bulunmak Ü* zere bu sabah şarki Akdenize harek€t etmişlerdir.