* * Xx Buğday mahsulümüzün her yıl beşte biri sürme hastalığı yüzünden yok olmaktadır. Eldeki tohumluklarımızla zaten asgari verimi ılğ- ken bir de bu yüzden zarar görmek arzulanmıyacak bir - şeydir. Buna karşı tohumlukları temizleyip ilâçlamakla mücadele usulünü köylümüze yaymalıyız. 'Türkiyede ziraat edilen sahanın *& 46 gırı işgal eden buğday, köylümüzün belli başlı istinadgâhıdır. Hele orta Ana - doluda ziraatin temelini, buğday teşkil e- der. Oralar - evvelce de söylediğim gibi - daha çok uzun yıllar, geçim ve refahla- rını buğdaydan bekliyeceklerdir. Kaldı ki böyle bir mecburiyet olmasa da, dün- yanın buğday memleketleri arasındaki mümtaz mevkiimiz, bizi bu yoldan yü - rümiye teşvik edecek bir durumdadır. O- nun için buğday ziraatimizin inkişafı millt ekonomimizin belli başlı mevzula rından birini teşkil etmektedir. Memnuniyetle tekrarlanmıya değer ki; cumhuriyet hükümeti, kurulduğu gün - denberi bu mevzu üzerinde devamlı su - rette çalışıyor. Yıllarca köylünün belini doğrultmasına meydan bırakmıyan üşa- rın ilgasından sonra, buğday ziraatimizin günden güne iyileşen bir hasta gibi fe - rahladığı görülmüştür. Her geçen yıl, bu başarıya bir şey daha ekledi. Buğday ko- ruma kanunu ile Ziraat Bankasının mü- bayaata başlaması, memlekette bir çok silolar kurulması bu tedavinin en son - raki safhasında olanlardır. Diğer taraftan | soyları bozulmuş, kaliteleri aşağılaşmış, iklime, türlü hastalık ve haşerelere da - yanmak kabiliyeti tükenmiş, bir kelime | ile yozlaşmış olan buğdaylârımızın bu halini ıslah etmek üzere de bir çok is - tasyon ve enstitüler kurulmuştur. Öyle ki, buğday ziraatimiz bir taraflan ticaret yolunda ilerlemekte, bir taraflan da zi - raat sahasında tedrici, fakat mütezayid bir inkişafa mazhar olmaktadır. Yakın zamana kadar buğdayı idhal e - derken bugün tonlarla ihraç ettiğimiz bir göz önüne getirirsek, alınan tedbirlerin ve başarılan işlerin azametini daha iyi kavramış oluruz. Bununla beraber ya - pılan bütün bu işler; buğday ziraatimiz için ideal olan inkişaf derecesine bizi he- nüz ulaştırmış değildir. Bir defa mesele zamanla mukayyeddir. Buğdaylarımızın bilhassa tohumluğunu ıslah etmek yılla- ra bağlı bulunuyor. Sonra da elimizde en iyi bir tohumluk bulunduğunu farzetsek bile bunu gerektiği gibi çkip biçebilmek için elverişli hayvan, makine, bilgi ve salreyi de yeteri kadar yaymak, gene bir zamanın kaydı altındadır. Bu böyle olunca buğday ziraatimizi muhtelif bakımlardan geri bırakan se - beblerle boyuna mücadele etmekten geri kalmamak iktiza ediyor. İşte Ziraat Ve- kâletinin bu yakınlarda vilâyetlere gön- derdiği bir tamim; bu noktada dikkatimi- zi bir daha harekete getirmektedir; bu yazıda ezcümle deniyor ki: «Buğday mah- sulümüzün her yıl beşte biri «Sürme (— Tilletia Tritici) hastalığı yüzünden yok olmaktadır. Eldeki tohumluklarımız- la zaten asgart verimi alırken bir de bu yüzden zarar görmemiz arzulanmıyacak bir şeydir. Buna karşı tohumlukları te- mizleyip ilâçlamakla mücadele etmeyi köylümüze yaymalısınız.» Devlet ziraat teşkilâtimim — ötedenberi çalıştığı bu işe, bir kere daha alâkanın çekilmesi çok yerindedir. Muhtelif se - beblerle bire beşi geçmiyen buğday veri- mimizi, pek basit bir tedbirle bu zara - rından kurtarmak mümkün iken sırf köy- lümüzün alâkasızlığı yüzünden buna meydan vermek acı şeydir. 927 den 933 e kadar olan altı yıllık va- şatiye göre yıllk buğday zeriyatımız 2.717.000 hektar idi. Bundan kaldırdığı - mız mahsul ise 2.297.000 ton kadardı. De- mek ki dönüm başına aldığımız mahsul 64.5 kilodan ibaretti. 933 den bü yana va- sati zeriyat sahamız 2.800000 hektara yükselmiş, aldığımız mahsul de 2.550.000 tona çıkmıştır. Dekar başına alınan mah- sul bu hesapça 90 kiloyu buluyor. Ziraat usüllerimizin gittikçe düzeltilmesi, hay- van Ve makinelerin çoğalması ve iyileş- mesi, bilhassa tohumluklarımızın ıslahı, devletçe selektörlenip ilâçlanması gibi tedbirlerin bir neticesi olan bu artış, mem -İnuniyeti mucip olmakla beraber henüz dünya çapından uzaktadır. Buna binaen önlenmesi yıllara bağlı olmıyan ârızaları hemen gidermek zorundayız. İşte sürme hastalığı bunlardan biri - dir. Mahsulün dörtte biri demek, her yıl yok yere 300,000 kilo buğday, yani 40 bin lira zarar demektir. Halbuki Ziraat Ve- kâletinin mütehassısı Profesör Gasner «bir çok yerlerde yıllık Ürünün yarısı, hattâ yarısından fazlası kayboluyore de- | mekte ve bizim tahminimizden çok yu - karı bir rakamı vermektedir. Bu sözlerden sonra ekim yılının ari - fesinde, sürme hakkında okuyucularımı | (azıcık uyarmayı faydalı. buldum: Buğ - dayların sürme (— Tilletta Tritici) has- talığını her köylü bilir. Başaklar daha ye- |şilken bir başka kılığa girerek tanelerini simsiyah bir tozla doldururlar. Hasta - hklı bir başağı parmağınızla eterseniz balık kokusunda bir. toz elinize bulaşır. Bittabi tarladaki bu başakların çokluğa nisbetinde de, harmanda mahsul eksilir. rastıklı başak vardı. Ve köylü bunu biç- mektense yakmayı tercih etmişti. Böyle yapmakla doğru hareket etmişti. Çünkü başakların içini dolduran bu tozlar sürme hastalığının tohumlarıdır. Buna karşı yapılacak tedbir pek ba - sittir: a) Tohumları temizlemeli, b) Son- ra ilâçlamalıdır. Tohumları temizleme - den ilâçlamak bir çoklarının sandığı gibi kâfi bir tedbir değildir. Çünkü temizlen- miyen buğdaylarda ezilmemiş sürmeli ta- neler bulunabilir. Bunlar ilâçla lâyikı veçhile temasa gelmediklerinden çuval- larda ezilip ilâçlanmış tohumu yeni baş- tan bulaştırırlar. Onun için ekilecek to- humluğu evvelâ kalburdan veya selektör den geçirip iyice bir temizlemelidir. Bu sayede muzir ot tohumlarından, ekilmiye elverişsiz tanelerden de ayrılmış olaca - fandan bir kat daha istifade edilmiş olur. Gerek kalbur makinelerinden, gerek se- lektörlerden bir çoğu şimdi devletçe her tarafa dağıtılmış bulunmaktadır. Köylü parasızca bunlardan faydalanabilir. 'Temizlenen tohum sonradan ilâçlan - malıdır. İlâç, sürmenin mantarını mah - vederek tohuma dokunmaz. Bunun için kullanılacak çeşitli ilâçlar vardır, Fakat köylümüz için şimdilik en pratik olanı bildiğimiz göztaşı mahlülüdürr. Şu kadar var ki bunun faydasını göstermesi ilâç - lamayı mutlaka usulünce yapmıya bağ- hdır, Ben vaktile şöyle bir usulle çok iyi bir nefice almıştım: Köyün meydan yerindeki çınarın altı- na iki büyük fıçı koyduk, Her ikisine al- tışar teneke su doldurarak birine 2 kilo göztaşı, diğerine de 6 kilo kireç kattık. İyice erittikten sonra köyün o gün ekile- vek ne kadar tohumluğu varsa erkenden bu ilâçlama yerine getirildi. Yükseleçe bir yere kocaman bir saat astık, Her gelen (Devamı 10 ncu sayfada) SUN Fuslra Sinema yıldızları arasında yeni evlenme ve boşanmalar. Sylvla Sydney Son ay içinde gene sinema yıldızları arasında bir hayli evlenme ve boşan- ma hâdiseleri vukua gelmiştir. Bu hâ- diseler Amerika ve Avrupada pek bü- yük dedikodulara yol açmıştır. Sylvia Sydney Amerikadan kaçlı Amerikalıların «Hollywood'un en kü- çük yıldızı» lâkabını taktıkları güzel Sylvia Sydney Lendraya gelmiştir. Yıldız, burada Luther Adler adında genç bir san'atkârla evlenecektir. İşin garib tarafı: Sylvia Sydney'ın tıbkı bir mekteb talebesi gibi izin al- maksızın stüdyosunu terkeylemesidir. Bu yıldızın stüdyodan ilk kaçışı deği- dir. Bundan birkaç sene evvel Maurice |Chevalier ile birlikte bir film çevire- cekti. Rolünü beğenmiyen Sylvia, hiç kimseye haber vermeden tayyare ile Nevyorka, oradan da vapurla Fransaya kaçmış idi.., Sylvia Sydney aslen Rus- tur. Büyük ihtilâlde memleketini ter- |kederek ebeveyni ile Amerikaya iltica eylemiştir. Tiyatroya intisab eylemiş ve büyük bir muvaffakiyet kazanmıştır. Tiyatro- dan sinemaya geçen bu yıldiız yeni mesleğinde dahi; hayli parlamıştır. Sylvia 1935 senesinde Nevyorkta bir tâbi ile evlenmiştir. Bir sene sonra ko- casından ayrılmağa karar vererek mah- kemeye müracaat eylemiştir. Şimdi bakalım ikinci kocası ile ne müddet geçinebilecek?... «Luise Rainer» in boşanması... Meşhur Viyanalı yıldız Luise Rainer de kocası Clifford Ödets'den ayrılıyor. Ayrılmağa talib olan erkektir. Ödets Nevyork sahnelerinde büyük bir şöhrete maliktir, Luise Raliner de hakikaten çok bü- yük bir san'atkârdır. Film akademisi- nin büyük mükâfatımı iki defa elde ey- lemiştir, Karısının kendinden fazla mevki sahibi olduğunu çekemiyen O- dets ona ya kendisini, ya film hayatını bırakmasını teklif eylemiştir. Mesele şimdi mahkemeye intikal eylemiştir... Luise Rainer'in san'ati terkeyıımeden. se kocasını terkeyliyeceği muhakkak sanılmaktadır. Danielle Darricux de kocasından ayrılıyor!.. Paris birkaç haftadanberi birbirine girmektedir, Fransız sainemasının şıma- rik yıldızı olan güzel Danielle Dar- rieux'nün kocası ile artık geçinemediği ve kocasından ayrılmak Üüzere bulun- duğu söylenmektedir. Bu rivayet yalan değildir... Tabakkuku bir gün mesele- sidir deniliyor... Küçük sinema haherleri * Meşhur İsveç patinaj ve sinema yıldızı BSonla Henje 7 eylülde Amerizaya avdet ede- cektir. * İtalyan sinema müdüriyeti umumiyesi İtalyanın en güzel yerlerini filme çektirmeğe karar vermiştir. Bu filmler diğer memleket- lere gönderilecektir. Bu suretle İtalyanın gü- zel yerlerinin her tarafta bilinmesine yardım edilecektir. * Frangız stüdyolarından biri tarafından hazırlanmakta olan (Yüzbaşı Benolt) adın- daki filmin baş rolleri: Mirellle Balin ile Jean Murat tarafından yapılacaktır. Tar!hten sayfalar : “Mete,, Mete bu kadarla da kalmadı. Bu vuran, yılmıyan, her emri yapan, ne ihtilâllerle karmakarışık olmuştu. Bu büyük imparatorluğun -Türklerden al- mış olduğu toprakların ve bu topraklar- daki Türk halkın kurtuluş saati gelmiş- ti. Türk hükümdarı Teoman ordularına «ileril» emrini verdi. Bu askerlerin baş- larında Teomanın oğlu Mete vardı. Kah- raman Mete ata binmekte, cirid ve ok at- makta, askerleri idare etmekte eşsizdi. Mukaddes ülkelerin kurtulması uğurun- da gösterdiği yararlıklar onun halkın kalbindeki yerini büsbütün yükseltti. «Kun> denilen Türk imparatorluğunun her tarafında onun adı anılıyor, ona o- lan sevgi her fırsatta açığa vuruluyordu. Harb bitti. Şahin bakışlı, kaplan saldı- rışlı, kurd yürekli Türk atlıları, zafer türküleri söyliyerek yurdlarına döndüler. Mete de döndü. Babasının sarayına çe- kildi. Orada ve bir köşede istirahate dal- dı. Vatana karşı yapılacak yeni fedakâr- hkları beklemeye başladı. Metenin annesi ölmüş, babası Teoman, başka ve daha genç bir kadınla evlen: mişti. Genç imparatoriçenin de bir oğlu doğmuştu. İstiyordu ki kocasının yerine onu geçirsin! Halbuki bu maksadına er- mesi için Metenin ortadan kalkması lâ- zımdı. Çünkü halk ve ordu şimdiden onu imparator gibi tanıyorlar, seviyorlardı. Kun ülkesinin cenubunda Yuşi deni- len bir millet oturuyordu. Bunlar şimal komşularile bir türlü anlaşamıyorlar, on- lardan korkuyorlardı. Halbuki Teoman onlarla barış içinde yaşamak istiyordu. Karısı bir entrika çevirdi: (Mete) yi re- hin olarak komşularına verdiler. Böyle- likle Teoman, oğlunun öldürülmesinden çekinerek Yuşilere harb açamıyacak; an- lar da bunu teminat sayarak rahat ve uslu oturacaklardı. Genç imparatoriçe kahraman Meteyi Teoman Yuşilere harb açarsa onlar da öldüreceklerdi. Böylelikle maksadına e- Tecekti. Genç imparatoriçe ihtiyar kocasını kandırdı. Komşu millete karşı harb aç- tırdı. Fakat halk arasında olduğu gibi saray- da da prens Meteyi sevenler pek çoktu. Bu entrikayı sezdiler, hemen haber ver- diler. Harb başlayıp ta Teomanın ordu- ları hududu geçtiği zaman Yuşilerin ilk işleri Meteyi aramak oldu. Fakat hiçbir tarafta bulamadılar. Mete, işin içyüzünü öğrenir öğrenmez kılıcını kuşanmış, tol- gasını giymiş, Yay ve savadını omuzuna almış, atına binerek dörtnal uzaklaşmıştı. Kun ülkesinde hakanın emrile esen bir harb havası yanında kâlkın yüreğin- den gelen bir de yas vardı. Hepsi de Me- tenin öldüğünü sanıyorlar, ağlıyorlardı. Fakat Mete birdenbire kendisine çok bağlı plan bir Türk kabilesinin çadırları arasında attan indi. Birkaç dakika içinde binlerce çadır halkının dışarı - fırladığı, bayram yaptığı görüldü. Onlar gene ağ- hyorlardı, fakat bu seferki ağlayış se- vinçtendi. Mete taht ve taca düşkün, eğlenceye esir bir adam değildi. Bu itibarla kendi yerini genç kraliçenin oğluna yani baba bir fakat anneleri ayrı olan kardeşine bı- rakabilirdi. Kendisi gene bir kumandan olarak pekâlâ vatanına hizmet ederdi. Lâkin ©o sırada Türk ülkesinin vaziyeti hiç te hoşa gidecek bir durum göstermi- yordu. Çinlilerin kargaşalığı hep böyle devam etmez ve toparlanarak yeniden Kun ülkesine hücum edebilirlerdi. Yu- gilerle harb halinde bulunuyordu. Diğer tarafta Tatarlar vardı. Bu korkunç mil- let te hücum için fırsat bekliyordu. Eğer Kun devletinin başında, cesur, akıllı bir hükümdar olmazsa mahvolacağı şübhe- sizdi. Teoman ihtiyarlamış, karısının söz- lerine uyarak şimdiden büyük hatalar yapmıştı. Kardeşi henüz çocuk yaşta bu- lunuyordu. İşler hariş ve entrikacı impa- M c : 4 gok sevdikleri karılarının başları na birer levha koydurdu. Onlara oklarını bu levhalara attırdı. Ordusuna ancak bu müdhiş ve tehlikeli ümtihanı kazananları aldı. Böylece, attıkları okları herhalde hedefe lerini bile fedadan çekinm iyen on bin kişi topladı Yazan: Kadircan Kaflı Bundan 2158 sene evvel Çin ülkesi ge- | Eylül 2 Büyük Türk kahramanı kimdir? sefer askerlerin, atlarından daha maksad uğurunda en çok sevdik- kân bırakmak başlı başına en büyük iha- net olurdu. Mete kendi hakkını, kendi arzu ve ra- hatını bırakabilirdi. fakat vatanı tehlike- ye koymak hakkını kendinde bulamıyor, bu alçaklığa bir türlü razı olamıyordu. Epeyce düşündükten sonra kararını ver- di: Vatanını bırakmıyacak, bu uğurda icab ederse babasile de harbetmekten çe- kinmiyecekti. O istiyordu ki bütün millet kendi şahst haklarını vatan vazifesi uğurunda feda edebilecek hale gelsin, Buna da herkes. ten önce kendisi örnek olacaktı. Bulunduğu kabile içinde silâhını ka- pan ona geliyor: — Senin dilediğin yerde ölmeye hazı- rız! Diye haykırıyordu. Diğer kabileler de bunu duydular. Oradan da atlılar, elçiler gelmeye başladı. Diğer taraftan Teaman oğlunu çağırıyordu. Şübhesiz ona yeni bir tuzak kurulmuş, yahud kurulacaktı. Mete gitmedi: — Ben artık kendimin değilim! Yur- dumun kölesiyim! Diyordu. Düşmanları ezmek ve yurdu ayakta tutabilmek için her şeyden evvel kuv« vetli bir ordu lâzımdı. Öyle bir ordu ki «öl!» denilen yerde ölsün; ediril!; deni- len yerde dirilsin. Öyle bir ordu ki onun her ferdi her attığı oku hedefine vursun ve her savurduğu kılıç boşa gitmesin, Her şeyden evvel çok sert ve kullanış: h bir ok icad etti. Buna (tınlayan ok) a dını verdi. Bütün askerlerine dağıttı. Ön« dan sBonra talime başladı. Askerler bu okları havada uçan kuş lara atıyorlar, onları vürup vurup düşü- rüyorlardı. Mete ondan sonra: — Atlarınızın başına birer levha ko« yacak oraya atacaksınız! öldürtmek için sabırsızlanıyardu. Eğer | Dedi. At, Türkün en çok sevdiği mahlük, rehin olarak ellerinde bulunan Meteyi | hattâ bir kardeştir. Askerler Metenin em- rine boyun eğdiler ve dediğini yaptılar, Mete bu kadarla da kalmadı. Bu sefer askerlerin atlarından daha çok sevdikle- ri karılarının başlarına birer levha koy- durdu. Oklarını onlara attırdı. Ordüsü- na ancak bu müdhiş ve tehlikeli imtiha- nı kazananları aldı. Böylece, attıkları ök. ları herhalde hedefe vuran, yılmıyan, (Devamı 10 ncu sayfada) İi ae a T S A Londra sokaklarında Görülen kıyafetler Londra sayısız bir insan ıqherîdm Orada çeşid çeşid kılığa, kıyafete rastlar- sınız. Şehrin - meşhur Hyde Parkında dünyanın en şık insanlarını olduğu ka- dar en garib şekilde giyinmiş bulunan- larını da görürsünüz, Resmimiz bunlardan birini, melonlu, ratoriçenin elinde kalacaktı. Buna im- |frak kırmalı bir Çinliyi gösteriyor.