HAFTA E ; : ; tzi en çok hayrette bırakan hi verden biri aşk ile vukubulan evlen- melerde bu derin ihtirasın devam etmeme sidir. Birbirlerini almak için ana, baba- nin pek kat'i ısrarlarına, dostların nasi- hatlerine meydan okuyarak hiç söz din- lemiyen, hattâ türlü çılgınlıkları, göze alan gençler, biraz geçince yaptıklarına kendileri de gülecek hale geliyorlar: Sevgileri uçmuştur ve artık birbirlerin- den soğutmuşlardır. Bu niçin oluyor, böyle? Aşkı bir has- talık addeden doktorlar, birçok hastalık- lJarın kendi kendiliklerinden iyileştikle- rini düşünerek, aşk hastalığının da böy- le iyileşmesini tabii görebilirler. Fakat, bununla, hastalık olsun, yahud olmasın, aşkın geçmesinin hikmeti izah edilmiş sayılamaz. Birçok zihinler için bir muamma ha- Jinde kalan bu sırtı (Sehopenhauer) pek orijinal bir surette izah ediyor. Bu gibi meselelerde «hakikat» i keşfe çalışmak beyhude bir yorgunluk teşkil edeceğini bilmelidir. Bu türlü hakikatleri ilmi bir kat'iyetle ortaya koymağa imkân yokk tur, Mütefekkirlerin ve feylezofların i- zahlarında nadide, işitilmemiş bir hal ve izah şekli bulursak, bir menfaat esi den zevk alır gibi, onu memnu: karşılıyabiliriz, hattâ kalbimizin içinden © mütalcalara iştirak etmesek bile. Bunun içindir ki (Sechopenhauer) in iBe- şünüşlerini - eserlerini tedkik ve tahlil eden mütefekkirlerden istifade ederek - anlatmayı faydah buluyorum., (Sehopenhauer) e göre, dünyada ye- gâne realite eirade» den ibarettir ve bu irada de bir yaşama iradesidir. H Tükta en mutlak ve kat'i sevki t şamaa irade , Fakat ölüm? Bu irade ölüme de çare bulmuş gibidir. Yal- niz, ebediyeti ferdlerde temin edememiş, ferdin mensub olduğu nevide temin et- meğe çalışmıştır. Teker teker birer in- san sıfatile ölüp gidiyoruz. Fakat insir nin mensub olduğu «nev'i beşer» payi- dar kalmmıyor mu7 Her canlı mahlükta da, ayni şey. Ferdler ölüyor, fakat nevi ya- şıyor ve ilelebed yaşamağa çalışıyor. İşte bu payidar kalma iradesi canlı mahlüklarda bir tenasül iradesi şeklini almıştır. Bu irade her türlü zekâ ve id- rakin, tsemmül ve mülâhazanın hüküm ve nüfuzundan hariç ve müstakildir. Ferdler tenasülü ve bunun neticesinde nev'in bakasını temin uğurunda kendi hayatlarını fedaya hazırdırlar. Örümcek- ler çiftleştikten sonra, dişi örümcek er- keği yiyip yutarmış. Eşek arılârı yüz- lerini görmiyecekleri yavruları için g- da toplamağa kısa hayatlarını vakfeder- Jermiş. Örümcek başına gelecek felâketi bilse, düşünebilse, muhakeme edebilse n yanma sokulur muydu, hiç? Bel- ki sokulurdu. Çünkü en akıllı zannettiği- miz mahlüklar, insanlar bile sevdikleri- ne nail olmak için hayatlarını fedaya ha- zır değil midirler? Sevdiklerinin bir ba- kışları için ölümiü seve seve kabul eden Aşıkların terennümleri ile dolu olan ede- biyat sayfalarına pek inanılmasa — bile (Ci&opatra) nın bir vuslat gecesi iğin ha- yatlarını fedaya razı olmuş âşıklarını ta- rih bize haber vermiyor mu? Demek oluyor ki kadınlar ve erkekler sevki tabiflerin en kuvvetlisi ve en hâki- mi tarafından birbirlerinin kucağına Iti- liyorlar. Fakat bizler ne çeşid kadınları, yahud erkekleri severiz? Bunu anlamak için tenasül sevki tabit. inin hizmet etliği gayeyi düşünmeli: ye nev'in bakasını temin etmek yani sağlam bir çocuk yetiştirmektir. Bu ço-) in bakası için elzem olan şart- ları azami surette haiz olmak icab eder, Bir erkek bazı kusurları ve noksanları haiz ise bu kusurları ikmal ve telâfi ede- cek hakikatte yalnız bu mülâhaza, yani nev'in bakasına en elverişli bir intihab yapma keyfiyeti hüküm sürer, Birleşme- lerinden en iyi çocuk doğabilecek kim- seler birbirlerini derin bir ihtiras ile se- verler. Fakat biz bu intihabı bilerek, dü- Aşka ve izdivaca dair Yazan: |şünerek yapmayız. Bu, içimizdeki sevki | tabillerin işidir. 3|Sevişen, birbirlerini tamamlıyan çiftleri MÜSAHABELERİ Hüseyin Cahid Yalçın ZL Ü AAA İşte aşkın temeli bu olunca, aşk ile ev- lenen gençlerin birbirlerile sonra iyi ge- çinememelerine pek hayret etmemek lâ- zımdır. Sevişmek başka, iyi imtizaç et- mek başka. Sevişen gençler birbirlerinin ahlâk ve tabiatlerini tedkik ve mütalca edip te ileride iyi iyi yaşıyacaklarına ka- naat getirdikten sonra sevişmezler ki. Seviştiler mi, tabiat yalnız nev'in bakası için en iyi bir çocuk yetişeceğini temin eder, Ondan ötesi tabiat için niçbir kıy- meti haiz değildir. (Sehopenhauer) bun- dan dolayıdır ki ana, babanın derin mü- lâhazalar neticesinde karar verdikleri izdivaçların daha iyi ve mes'ud neticeler tevlid ettiklerine hükmediyor. Fakat böy- le izdivaçlardan doğacak çocukların nev'in bakası hesabına en iyi bir ferd ol- malarına intizar etmemelidir. Hakikat büyle ise aşk bir tuzaktan iba- rettir, diyenler haklı olmalıdırlar. Sevdi- ğimiz kadında, yahud erkekte biz bütün faziletleri, bütün — meziyetleri mevcud zannederiz. Onlarla hayatımızı birleşti- Tirsek İlelebed mes'ud olacağımıza hük- mederiz. Bu kanaat sevkiledir ki bütün engelleri parçalıyarak birleşmek ve ev- lenmek gayesine doğru azim ve kuvvetle yürürüz. Arada aşk olmasaydı ufak bir zorluk karşısında emelimizden vazgeçer- dik; enev'i beşer» de iyi bir ferd kazan- maktan mahrum kalırdı ve bu - suretle nev'i beşer sönüp gitmek tehlikesine m: ruz bulunurdu. İşte aşk bizi böyle aliâat- tığı içindir ki büyük bir şevk ve toha- lükle evleniyoruz. Karşımızdakinde ü- mid ettiğimiz meziyetlerin birer hulya olduğunu sonra anlayınca, artık iş iş Beç , Tablat arzusuna nail birleştirmiştir. Bu çiftler sonra hayal su- kutlarma uğrıyacaklarmış; tabiat bunun farkında bile değil. O yalnız bir iradeden, yaşar ve baka bulma iradesinden iba- rettir. Bu izahat zihinleri ne dereceye kadar tatmin ediyor ve aşk ve izdivaç bahsinde karşılaştıfımız. meseleleri ne nisbette halleyliyor? Bilermem. Yalnız Sehopen- haver böyle düşünüyormuş İşte. Hüseyin Cahid Yalçın Amerikanın en güzel Kızı ayaksızdır genç kız, Amerikada gü- zellik müsabakasında birinciliği kazan - mış, dünyalar kendisinin olmuş. Saade- tin en yüksek noktalarında uçarken, gü- nün birinde bir kazaya uğramış, bir tre- nin altında kalarak iki bacağı birden ke- silmiş. Günde 14 saat | İçki içen İrlandalı güzel Delice sevdiği bir adamdan ayrılmak korkusunun verdiği dehşet ve çılgınlık ile kendisini içkiye veren ve günde bir İngtliz liralıktan fazla viski içen İrlan- dalı güzel Madelaine Spencor, başından |geçenleri, geçirdiği Ccehennem azablarını İngiliz gazetelerine şöyle anlatıyor: — İki sene evvel deliee sevmiştim. Mes'uddum, Zira seviliyordum ve sevgi- lim ile de evlenecektik. Birden felâket baş gösterdi. Düğün tarihimizden üç ay evvel bir sabah, sevgilimden bir mektub geldi. Heyecanla açtım. Ne okusam beğe- nirsiniz?.. Bu mektubda sevgilim: «Biz birbirimizin dengi değiliz. Evle- nemiyeceğiz...» diyordu. Çıldıracaktım, aklımı kaybetmiştim. Az kalsın hayatıma “ihayet verecektim. Derken kız arkadaş- iazımdan biri beni panayırcılarla tanış tırdı. Panayır oyuncuları çok neş'eli a- damlardı. Artık her gece onlarla bera- berdim. Viski içmeğe başladım. İlkönce- leri azar azardan başladım ve - içkinin bana verdiği mübhem hislerle, kara di şüncelerimden kurtuldum diye sevindim. Yavaş yavaş geceleri içtiğim yetmiyor- muüş gibi, gündüzleri de içkiye başladım. ğleden sonra saatt dörtte kalkı- ye sarılıyor, arkasından koktey partilerine gidiyordum, İpin ucunu kaçırmıştım. İçkiden, vis- kiden başka bir şeyle #vunamıyordum. Uyanır uyanmaz, yarım bardak viskiyi susuz dikiveriyordum. Ayık olduğum za- manlar düştüğüm çukuru görüyor, fena halde korkuyordum ama beni doğru yo- la götürecek bir dostum yoktu. Babam çoktan ölmüş, annemle de kavgalı idim. Geçen hafta gene böyle bir partide, o ka- dar sarhoş olmuşum ki, bir polisi döv- müşüm. Bana bir ay hapis cezası verdi- ler. Ama halimi gördüler de acıyıp tecil ettiler. Şimdi tekrar İrlandaya giderek büyük babamın çiftliğinde, harab olan ciğerle- rimi todaviye çalışacağım.» Samsun kültür direktörü istanbul kültür direktör . Gi . ., ge muavinliğine tayin edildi Samsun vilâyet İndeli maiyet memurlu- Buna tayin edilen Siyasal — bilgiler mezunlarından P Ertür, buraya ge- lerek Işine başla- mıştır. Kültür di rektörü — Hamdi | Hızal da İstanbul kültür — direktör Mmuavinliğine ta- n yin olunmuştur. Hamdi Hızal Geldiği gündenberi muhite kendisi- ni çok sevdiren ve küllür işlerinde ve- rimli bir gayret gösteren Hamdi Hıza- lın şehrimizden ayrılması haberi tecs- Bür uyandırmıştır. Başka vilâyetlere nakledilmesi mukarrer öğretmenlerin İnakil listeleri de tasdik edilmek üzere |Kültür Bakanlığına gönderilmiştir, | İsparta öğretmenleri yurd gezisine çıktı Isparta (Husust) — Isparta öğret - menleri bugün 75 kişilik bir kaflle ha- linde İzmire hareket etmişlerdir. İz - mirde üç gön kalarak tedkiklerde bu - SEYAHAT MEKTUBLARI :31 haşeratı öldürdüm. Bizim kamyon sahiblerinin eksik bir |gümrük muamelesi yüzünden «Gürcü- |bulak» da kalınca, Trabzona telgraf çekmek ve anlaşmak için, telgrafha- nesi olan Sürbehan'a içimizden bir ;kamyon kalkıp gitti.. geri kalan bizler de ümidsiz ve bitkin bir halde şuraya buraya serilip kamyonun geri dönme- sini beklemeğe koyulduk. Ben gene, yüzü peçeli, ensesi örtülü ve eli eldi- venliydim. Buna rağmen karasinekle- rin hücumuna tam manasile mani ola- mıyordum.. Karadeniz uşaklarından bi- ri, buraya gelip yerli bir kadınla evlen- miş.. iş olsun diye çamurdan bir bara- kanın içinde ocak yakıp kahveciliğe *'başlamış.. gelen geçen kamyon şoför- lerile, oradaki memurların egazinocur- su olmuş.. — Bir çay içseniz, teskin eder. Dediler.. — Peki, Dedik.. ısmarlandı.. Gözünden rahat- sız, kara gözlüklü çaycı İbrahim, elin- de tepsinin bir tarafında çay kadehi, öbür tarafında şeker tabağı; geliyordu.. Yardbbi, sinekler tarafından çay ve şe- kere bü ne ihtiramdı!, Osmanlı padişah- uma selâmlık alayı gibi, tepsi- 1 irili ufaklı kapkara sineklerle çevrilmiş, âlayiyâlâ ile yızıldıyarak i- lerliyorlardı. Artık hastalık mefhumu yoktu.. buraya gelmiş ve kalmıştık... Herkes ne yapıyor, nasıl yaşıyorsa biz de hayalımızı onlara uyduracaktık... Öyle de yaptım.. tepsiyi kâhvecinin e- lnden aldım. Şekerlerin üstünde yapı- şık gibi duran karasinekleri birer birer kışkırtıp kovdum. Elimle de şöyle ova- lıyarak hafif tertib temizledikten san- ra çayın içine atıp, şifa niyetine lıkır likır içtim... e Akşam olmuş, giden kamyondan hiç- bir haber çıkmamıştı.. artık çare yok, geceyi burada geçirecek, sineklere vü- cudümün kanile bir ziyafet verecek- tim.. evet ama, başımı nereye koyacak, ayaklarımı ne tarafa uzatıp, sırtımı ne- ye dayıyacaktım?.. Ya bu karasinekler? Onlarla sabaha kadar nasıl mücadele edebilecektim?. Biri dedi ki: susuzluğunuzu — Merak etmeyin. Karanlık basınca | onların hiçbiri kalmaz, çekilir... Hakikaten dediği gibi oldu.. güneş batıp karanlık gelince karasineklerden ' Açık hav Sivrisinekten göz açmak kabil değildi. Şoför yerine girerek filit tulumbasını elime aldım ve içeri dolan Öldürdüm ama onları öldüren koku beni de bayıltacaktı. Dışarı fırladım Yazan: Vasfi Rıza Zobu a oteli bir mahlük... Bunların arasında uyu- mak şöyle dursun, oturmak bile iğneli fıçıya atılmaktan berbaddı,.. Mütema: diyen dolaşıyorum... Sönük mehtabın alaca karanlığında görünen, başlan a- şağı beyaz karlarla örtülü «Ağrı» dağı bütün heybetile karşımda duruyordu.. Gözüm; oanun eteklerinden bana doğru uzanan ince yolda, Belki giden Kanr yondan bir haber gelir ümidile kendi- mi avutmıya çalışıyorum.. yok.. ne bit gölge, ne bir ışık.. döndüm. Şoförler, memurlar hepsi bir araya oturmuşlar, Kör kandil bir ışık altında derdleşiyar. lar. Aralarında bana da yer verdiler.. oturdum. Söz; jandarma <er» inde » miş.. o anlatıyor, ötekiler dinliyorlar. Ben de kulak kabarttım. Allah Allah! Âdeta ders takrir eden bir mekteb mu- allimi gibi! Eski Türk akımlarından, Helâgü'dan, Timurdan, Beyazıdla olar çarpışmasından bahsediyor. Osmanl. saltanatı, Cumhuriyetin ilânı, her iki idarenin de memlekele yaptığı işler! anlatıyor., Şivesi bozuk genç jandarma nn böyle bilgili konuşmasına' hayrar. oldum. — Sen nerelisin? — Kayset — Teyekkeli değil... Memlekette mi okudun?. — Hayır. Asker olduktan sonra... — Nerede? — Erzincaândaki jandarma mekte binde.. şimdi de Aaskerlik müddetim dolduruyorum.. — Oradan her çıkan senin gibi bun- ları bilir mi? * —Elbette ya,, hepimiz beraber oku- duk... 'Teşkilâta bayıldım doğrusu!, Şura dan buradan toplanan okuması yarması olmıyan köylüler jandarma mektebine sokulunca, demek hepsi, bir iki sene- nin içinde hem askerliğini öğreniyor, hem de «orta tahsil» görmüş kadar bi? gili olarak tekrar köyüne dönebiliyor.. bu çok zevkli hâdise karşısında sivrisi- nekler tarafından sokulduğumu unuta- rak jJandarmanın gece dersini büyük bir dikkatle dinledim.. e Bunların heps! iyj ama, ben bu gece noerede yatacaktım, Kimseden «hayır» yok.. nasıl olsun ki; «hayır» yapmak i- çin varlıklı olmak lâzım. Burada bulu: nanların hiçbirinin bir yeri yok ki; ba- eser kalmadı.. fakat onlar gider git- mez yerlerini, iri iri, âdeta kemikli de- necek şekilde sivrisinekler geldi tuttu!. Bu daha müdhiş bir felâketti.. «Kışt!» demekle de gitmiyordu.. arsız, yapış- kan, müz'iç bir hayvandı o... Efendisi olan Ağrı eşkiyası gibi; faydasız, muzır Avrupa güzelleri Danimarkada toplandılar z loğlan göbeğin kendi keser!» deyip ba- şımın çaresini aramıya koyuldum.. ev- velâ bizim kamyonun şoför mahalline bir göz attım.. müdhiş bir şey! İçerisi sivrisinek meşheri.. Bereket yanımda flit var.. hemen tulumbasını doldurup (Devamı 10 ncu sayfada) na da «Buyurun!» diyebilsin.. ü Kazaya rıza gösteren kız yılmamış, | lunacak olan öğretmenler Afyon, Kon- sun'f ayaklar takmış, bir güzellik ensti -| ya, Adana, Malatya, Diyarbakır, Sam- tüsü açarak, hayatını kazanmıya başla «|sun yolile Ankaraya giderek tedkikle- mıştır. rine devam edeceklerdir. Bu seneki Avrupa güzelleri Kopenhag da (Mis Avrupa) intihabında bulunmak üzere Danimarkaya gitmişlerdir. Resmim iz güzelleri bir arada göstermektedir.