ç Tesinde: Posta, ÖDENEN Boyacı Naidu, uykusuzluktan başı dö- Herek, otelin merdivenlerine çöktü deşlerini, annesini ve o küçük kulübesini düşünüyordu. O zamanlar, ekser günler aç kalırdı amma, çok çok mes'ud yaşar - di. Birden, gözünün önüne bir manzara geldi. Kendisini, yağan yağmurlardan bu- lanık bir renk almış sahilde kardeşlerile oynarken gördü. Onlarla birlikte, be - yaz atına binmiş Sahibin arkasırıdan ko « Şuyordu. Nasıl oldu, bilememişti, kardeş- — lerinden biri kendisini şöyle bir çekiver- Mişti. Ve birden müvazenesini kaybeden Naidu nehre düşmüştü. Sular ağzına dolmuş, bağırmasına meydan bırakma - mıştı. Kendine geldiği zaman sahilde idi. Yanında bir adam vardı. — Sahib, hayatım sana foda, bu bir kan borcudur. Senin kölenim ben.. ve günün birinde borcumu ödiyeceğim.. de- Mişti. e ği Naiduyu muhakkak bir ölümden kur - taran Sahib, yorgunluğu geçip te konuşa- bildiği zaman: — Çocuk olma Naidu, diye cevab ver- Mişti. Ve bugün Naidu, yurdundan epeyce u- Zzak bir ülkede bir otelde ayakkabı boya- cılığı ediyordu. Fakat hayatını kurta - — Tan insanı asla unutmuyordu. İçeriden bir takım sesler geliyordu. Memsahib daha hâlâ ağlıyordu. Naidu, Memsahibi pek seviyordu. Bembeyaz, n]—; tın gibi, ve şefkatle konuşan bir kadın - | di bu... | Lâkin, Memsahibin kocası büyük Sa - hib, hayvanın biri idi. Daha dün kendisi- ni merdivenlerden aşağıya tekmeliye tek- meliye yuvarlamamış mıydı?.. O esnada sarhoştu. Burası doğru amma.. herifin a- yık gezdiği var mıydı sanki?.. Naidu, Memsahibe acıyordu. Kolların- da ezikler, bereler vardı.. Büyük Sahi - — bin onu dövdüğüne inanıyordu. Bir ke - ) — Sen benimsin, öteki adamı sevebi » lirsin, ben seni aldım, kazandım. Ve bu- nu daima sana hatırlatacağım, anladın mı?.. dediğini ve Memsahibin de, sanki bir yeri acırmış gibi bir feryad kopardı- ğainı duymuştu, Otele yeni bir müşteri vişeeceklerdi. Artik ondan ötesi kolay- dı. Nasıl olsa, İfa- kat hanım başını yasştığa koyar koymaz uykuya dalardı. Akşamı - sabir- sızlıkla etti. Saat yedi sularında, o- da kapısı hafif hafif vuruldu. Arkasından, Ya- sefin yılışık çehresi göründü. Gurabi eflendi derhal bir kaş, göz işareti çaktı. Bununla demek istiyordu ki: | — Sen sakın bir şey açma. Benim | ayrı bir plânım var., seninle ağız birli- ği edelim de, sonra harekete geçelim. Kurnaz yahudi bunu anlamıştı. San- ki hiçbir maksadla gelmemiş imiş gibi davrandı; İfakat hanımın hal ve hatırı- nı sordu: — Ep kapali oturuyorsun, buyuk hanum. Yarun seni bir parça yezdire- lum. Burada yormeye değer çok şeyler var,, dedi, Ertesi gün için paytonla şehrin her tarafını dolaşmağa karar verdiler. Ko- cakarı Takvora kızıyordu. — Herifi buralara kadar, dünyanın masrafını edip getirdik. Güya bize sağ- dıçlık edecekti. Nerede?. Necmi ile bir- İDik oldular, yıldızları hemen barışıver- di. Artık biribirlerinden ayrılmıyarak, Allahın günü gezip toziyorlar. Bizim e- fendi de kendi havasında.. ben, işte bu- ralarda kapalı kaldım.. diyordu. Yasef de zaten Takvoru çekemi; du. O da dili döndüğü kadar erme! rdi. Buraya fuzuli olarak getiril- ona edilecek masrafla birçok şeyler alınacağını ve nihayet, Avrupa çöl demek olmayıp, her yabancının, her yerde kendi kendine meram anla- tabileceğini söyledi. Derken, Gurabi efendi, öksürdükten sonra: hafif hafif nın Hıkâyesı Naidu, ayakkabı boyarım, Sahibi.. dedi. yan Naldu, daldığı o tatlı uyuşukluktan silkinerek aşağıya indi, ve müşterinin ba- vullarına- yapıştı. Uzun boylu Sahibin | arkasından, valizlerin ağırlığından yalpa vura vura merdivenleri çıkıp ta taraçaya vardığı zaman mü: yi tanıyabildi, Bu, iki sene evvel kendisini, nehirde boğul- maktan kurtaran adamdı. Naidu, Sahibe selâm verdi. Kısa, heye- canlı cümlelerle kendisini tanıttı. Uzun boylu Sahib, ona tekrar rastlamaktan do- ğan bir hazla, yalancıktan Naldunun ku- lağını çekerek: — Âlâ, âlâ.. memnuw oldum. Burada ne yapıyorsun?.. diye sordu. — Ayakkabı boyuyomum Sahib. — Amma da çırpınmıştık, değil mi?.. — Hayatımı size borçluyum. Fakat bir gün bu iyiliğinizi ödiyeceğim Sahib. — Ne ödemesi bu böyle.. haydi düşün- me bunları. Sen gene işine bak., haydi git, diyen Sahib, otele girdi. Fakat Naidu, yerinden kımıldamadı. Ve genç Sahibi gözlerile takib etti. Genç Sahib, Memsa- hibin bulunduğu tarafa doğruldu; — Esma, sen de buradasın ha... dedi. Sonra bambaşka bir sesle sordu: — Beni reddettikten sonra her halde onunla evlenmodin. Naidu, genç Sahible kadının evvelden birbirlerini tanıdıklarını anladı. kadın cevab - verdi: ki ötelci para ister. Bizim de ufak tefek masarifimiz oluyor. Halbuki benim ya- nımda sade bizim |paradan var. Acaba bir mikdar para bozduramaz mıyız? Yahudi, ilk önce anlamadı.. sordu: hen — iktiza mi? Ben bir iki bin lei vereyim. Gurabi efendi he- men işareti çaktı. — Olmâz! Mutla- ka para bozdurmak lâzım. Haniya, se- nin bir adamın var- dı: Geç vakit, mağa- zalar gonra bulunuyor, diyordun. Birazdan seninle çıkıp onu arasak, olmaz mı? Bu sefer, Yasefin kafasına dank de- di, Kadın dalgası en ihtiyar, en bitkin insanları bile ne kadar kurnaz, ne tür- lü becerikli kılıyordu! Ciddiyetini zer- rete bozmaksızın: — Hay hay! dedi. Saat sikize duım' yidersak, buluruz. Ama yeri bir parça uzaktir. — Olsun, varsın “Ayni zamanda da biraz hava alırız. İfakat hanım öteden atıldı. — Hep siz hava alıyorsunuz. Benim canım yok mu? Ben de siz ilen beraber geleceğim. Gurabi efendi ne cevab vereceğini BORÇ — | - Ursula Bioomdan Çeviren: İbrahim Hoyi #MWEEBlllz |sun. Koskoca otelin her SUN FKUSAM — Sen ailemin ne biçim iİnsan olduk- larını bilmiyorsun. Seni reddedişimde bir çok sebebler vardı. Paran olmadığı için seni istemiyorlardı. — Onunla evlenmedin değil mi?, diyen genç Sahibin gözleri sevgilisinin kolları- na ilişince, — Yavtum, kollarının hali ne böyle?.. diye inledi. Memsahib, bir şey söylemeden, hıç- kıra hıçkıra ağlamıya başladı. Naidu, dal bacaklarını kollarile sara - rak başını havaya kaldırdı, ve göğe ba - karak gözlerini kırptı. . — Demek bunlar, birbirle genç Sahib, ö Memsahibi alıp kaçır ye düşündü. Ve: — Genç Sahibin, «beni sevemiyeceksin ni seviyor- arhoş u- | yleyse»,. diye bın da, inliyerok «£ fakat bir şe: şamın yaklaştığını haber verdi. Uzaktan, daha hâlâ içki üyük Sahi detli hiddetli bağırdığı ve küfürler sa - vurduğu duydluyordu. Naidu, daha hâlâ ayni yerde oturmuş, hayatını kurtaran Sahible, onu seven Memsahibi düşünüyordu. Hazır vakit varken neden kaçmamışlardı sanki?.. Doğrusu bu gecikmeye dayanamadı. Naldu ayağa kalktı; ve bütün kâlnata karşı ağzını açarak esnedi. Y ayakkabılarının ne kadar hari- kulâde bir sutette parlıyabileceğini ha - yatını kurtaran adama göstermiş olacak- tı. Şükran ve minnet borcunu, bir par - çacık olsun böyle san'atının ustalığı ile isbat etmek istiyordu. Ve bu kararla, ayakkabıları aldı, u - sanmadan, yorulmadan onları bo: lâladı, parlattı. Fakat bunları y de, atelden gelen bazı seslere kulak ka - barttı. Büyük Sahib daha hâlâ içki iste- mekten usanmamış, ve kimsenin duymı- yacağını sanan bir kadın da hefif hafif ağlamakta devam etmişti. Bir müddet sonra, iki erkek sesi işitti, bir şeyler konuşuyor gibi idiler. Hemen karar verdi. İki büklüm eğildi ve çiçek tarhlarından geçerek, seslerin geldiği Mütekaid, Dul ve Yetim Maaşları Hakkında : 1 — Birincikânun, İkincikânun, Şubat lün birinci günü başlanacaktır. 2 — İlk iki gün 1938 üç aylıklarının iskontosuna eylü- arp malüllerine tahsis edilmiştir. Bugünlerde müracaat eden malüllerin iskonto muameleleri ayni günde yapılır. Eylülün Üüçünden itibaren malüller de umumi sıraya girerler. Cüzdanlar rinde gi değiştir terilen gün ve saatlerde si için vâki olacak müracaatlar kabul edilmiye 1 bankaya vererek numara, fiş alanlara ancak bu fişler üze - tex dan bu tarihlerin kitir. Mal müdürlüklerinde vizelerini yaptırmadan muamele sahiplerinin ban - kamıza cüzdanlarını getirmemeleri rica olunur. Maaş sahiplerinin soy adlı olarak terden mü lerimize Hlân olunur, ddak eski mühürlerin tebdil edilen mühürlerinden maada No- i de beraber getirmeleri sayın m'işteri- BAŞ Diş, Nezle Nevralji ve bütün ağrılara karşı Niksar Belediyesinden : Niksar belediyesinin yaptırmakta olduğu elektrik şebekesinde kullanılmak üzere 1320 Kilo 290 Kilo 180 Kilo Çıplak bakır tel » ö 6 25 M/M2 lik 16 M/M2 » 10 M/M2 » Sert çekilmiş tek olacaktır. 1790 kilo bakır tel 15 gün müddetle açık eksiltmeye konulmuştur. Teller İs- tanbulda teslim alınarak bedeli peşinen nünden evvel Niksar belediyesine müra caatları. verilecektir. Ysteklilerin 13/9/938 gü - (5845) ADYOLİ il SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız. (Devamı 13 ncü sayfada) OSTANIN 4ÇEN OMAN! kapandıklan Odanın kapısı hafif hafif vuruldu. Ark asından, Yasefin yılışık çehresi göründü — Aman, buyuk hanum! Olmaz!, Yi- deceğimiz adam i iş yapiyor, niçun para alişverişi yasaktir. Bizi kalabalik yorursan yanaşmaz. Senin ilan yezme- ğe işallah yarun yideceğiz. — Ben burada bir başıma korkarım. Buna da kocası cevab verdi: No varmış korkacak? Yatıp uyur- odasında bir, iki insan yatıyor. Hizmetkârlar, kepte:, tâbesabah ayakta, Bir elini çırpacak ol- |san, başına yetmiş kişi birden toplanır. Hem bu saat henüz erken; önce aşağı- ya inip yemek yiyelim. Biz, ondan son- ra gideriz. İfakat hanım kâandı. Lokantaya indi- ler. Gurabi efendi ile Yasef, gündüzün delerinde ağırlık duyduklarını - söyli- | ıihlamur ağaçları altın- rken, sağlı sollu bahçeli ka- zinolardan gevrek kahkaha sesleri, kıv- Tak cazband nağmeleri geliyor, Gura- bi efendinin neş'esini bir kat daha ar- tırıyor, hâd mertebesine çikarıyordu. Alçı ile tahtadan yapılmış takı zafe- ti dolandılar, şimendifer köprüsünün âltından geçtiler, aşağıdan yukarıdan, başdöndürüc hızla vızır vizir işle- yen husust ve taksi otomobillerin ara- larından süzülerek Baneasa ormanlığı- yerek, hazmı tağm İ-|hın medhaline vardılar. çin sadece birer bi- ra içtiler. Kocakarı ise tıka basa yedi. Âdeti vechile, karnı doyar doymaz da et- nemeğe, gözleri u- falmağa başladı. Çı- kıp yattı. Yasefle Gurabi e- fendi kapıdan çıktı- lar, orada duran bir taksiye bindiler: — Şoför! Banca- sa'yal. Araba — Bükreşi, meşhur Baneasa or- nanına bağlıyan şo- senin üzerinde sür- atle ilerliyordu. İçeride, köşeye rahat- ca yaslanmış, keyfinden ellerini uğuş- turan Gurabi efendinin çenesi açılmış, bülbüller gibi şakıyordu. — Ey! Anlat bakalım, Yasefaçi dos- tum!. — Ne ağnattirayim, paşam? — Birazdan, mezburelerle erişeceği- miz saadeti.. nasibedar olacağımız ez- vaki bipâyânı.. huzuzalı dünyeviyeyi.. Marya nâm peripeykerin hüsnün! malini.. hâsılı bir mukaddeme, bir gi- rizgâh yap. Bu sözlerin tek kelimesini anlamı- yan yahudi, sade aptal aptal gülüyordu. Taksi, dünyanın en güzel caddelerin- — Mahbubel can, nâdirei hüsnü ân, Marya sultana nerede mülâki olacağız, Yaselfaçi, dostum? — Yaniya ki nerede bulacağimizi mi soruyorsun? — Evet, — Ormanin içerisinde buyuk bir kazino var, Orada bekleyecek, — Muhakkak mı? — Öyle sanirimm. Soz verdi. — Ah, ben o sözü veren ağıza kur- ban olayım! Kolunun kaba etine kuvvetli bir çim- dik yiyen yahudi, yerinden sıcradı.. — Kindine yel, mümiyiz bey! Ben ne maryayim, ne de burma! 4 — Lâtife ettim, dostüm. Farti heye- — canımdan ne haltettiğimi, ne haltede- eeğimi bilemiyorum, Baneasa'ya vardıkları vakit, kazino hıncahınç dolu idi. Müzikanın çaldığı oynak havalara ayak uyduran çiftler durup dinlenmeden, asfalt pistin üze- rinde dansediyorlardı. Gurabi efendi ile Yasef, kenar bit yerde bir boş masa seçip oturdular, Et- Tafa bir göz gezdirdikten sonra, yahudi! — Yideyim, bakayim, bezin pilif oralarda mı? Diyerek, uzaklaştı. Gurabi efendi şal yı ufak bir ayna ile bir makas, bir dt ufacık esans şişesi çıkardı.