"e X e 37 e ga "W v e CC , ” A 05 ww “Son Posta, Topkapılı Sarım amca, yeğeni Neclâ- nım Taksimdeki apartımanına gece yatı- sına misafir gitmişti. Fazla değil, şöyle bir hafta on gün kalacak, gene Topkapı- sına. dönecekti. Bu seyahat Sarim amca için, bir devri flem seyahati kadar mühimdi. Senentn üç yüz elli beç gününde mahalla kahve - sile evi arasındaki yirmi adımlık yoldan başka bir yola çıkmıyan bir adam düş'i- nün, sonra Topkapı gibi bir yerle Taksim gibi yerin arasını düşünün.. Sarım amca- nin Topkapı - Taksim seyahatini bir dav- ri âlem seyahati kadar mühim telâkki et mesine siz de hak verirsiniz. Barim amcayı yeğeni Neclâ da, Neclâ nin kocası da güler yüzle karşılamışlar- dı. Onlar bu apartımana taşındıkların - danberi hemen her sene muayyen za - manda gelen Sarım amcanın bu ziyaret - Jerine alışıktılar. Neclâ boyalı dudaklarile Sarım amca- nın iki buruşuk yanağını birer kupa bir- lisine çevirdikten sonra: — Ne iyi zamanda geldin amcacığım, dedi, biz de burada iki kişi tıkıntıdan pat- | lıyorduk. Bir kaç gün seninle birlikte gü- | zel bir vakit geçiririz. | Sarim amcaya bu iltifat pek te boşuna değildi. Amca basisti, bu hasisliği yüzün- Hen de epey para sahibi olmuştu. Bu pa- Balar günün birinde topyekün yeğeni Neclânın eline geçecekti. Sarim amca, yeğeninin evinde kaldığı flk gece bir diş ağrısına tutuldu. Buna yantilâtör dedikleri pervane sebebti. Ev- welâ amcanın başını döndürmesi, sonra karnını ağrıtmış, daha sonra dişine mu- sallat olmuştu. Ne de fena ağrıydı. adam- cağızı sabaha kadar inim inim inlet - Mişti. Gerçi Neclâ amcasının diş ağrısını ge- girtmek için haplar yutturmuş, oksijenli Bu ile gargaralar hazırlamıştı amma, bunların hiç biri fayda vermemişti. BEDAVA , hın Hikâyesi — Aman, öf, ölüyorum, öldüm... sen kocamın jiletile graş ol.. İstersen ber- beri buraya çağırtalım! — Hayır traş olacak değilim, diş çı - kartacağım. — Diş mi çıkartacaksın, berbere mi? — Ya kime olacak.. Gerçi dişçiler için ağrısız çıkartır, derler; amma ben buna pek inanmıyorum. — Buradaki berberler diş çıkarmazlar kil Sarım amca, fesühhanallah demek is - ter gibi başını iki tarafa salladı. — Neye çıkartmasınlar, ben polise ha- ber vermem ki! — Amca diş çıkarmasını kerpetenleri yaktur. Amcanın keyli kaçmıştı. Topkapıya gidip dişini çıkartmayı düşündü. Bundan epey sene evvel bir dişi daha ağrımıştı. Onu Topkapıdaki berbere çıkartmıştı. Fakat o berber de ölmüştü. Dükkânında bilmezler, acaba biliyor muydu? Ya bilmiyorsa ya onun da kerpeteni yoksa?. Topkapıya kadar boşuna gitmiş olacaktı. Sarım amca ertesi gün erkenden kalk- | Mş, giyinmişti. Neelânın kalkmasını bek- Jedi. Neclâ kalkar kalkmaz sordu: — Yakında bir berber var mı? — Var amcacığım, fakat sen traş ola- Neclâ işi anlamıştı: — Dişçiye vereceğin parayı fazla bu- luyorsun galiba amca? — Öyle ya, berberin elina on kışruş sı- kıştırınca iş olur. Dişçi kim bilir kaç pa- gaksan oraya kadar zahmet etme, ister -|ra istiyecek. D Çeviren : İsmet Hulüst — 4MEEENlİE oğlu çalışıyordu. Çocuk diş çıkarmasını | SON POSTA — Nihayet iki lira, üç lira, bu © kadar çok sayılmaz ki! — Günah değil mi kızım? Her ne ise.. Hele ben bir sokağı boylıyayım. Sarim amca Beyoğlu caddesinde biraz yürüdü. Ne fena diş ağrısıydı bu.. Bir türlü geçmek bilmiyordu. Amma biraz daha yürürse belki geçerdi. Düşüne dü - şüne yürüdü. Vakit öğleye yaklaşmıştı. O zamana kadar okuduğu dişçi tabelâla- Tının sayısı belki yüzü geçmişti. Neye ya- rar ki dişçi tabelâsı okumak diş ağrısını geçirtmiyordu. Öğle vakti apartlımana döndü: — Amca dişin çekildi mi? — Henüz hayır! — Neye çektirmedin? — Bilmem.. Belki geçer diye begledim. Amma geçmedi. Yemeğe oturdular, Sarim amca dişinin ağrısından ağzına lokma alamadı. — Olmaz amca, sen muhakkak bu dişi çıkartmalısın. — Haydi bakalım. Sarim amca tekrar yollandı. Diş çıkart- mak iş değildi. Fakat para çıkacağından korküyordu. Dişci tabelâlarını bir kere daha okumıya başladı. «ÂAğrısız diş çıkarılır. Sarım amca, dar bir merdivenden çık- tı. Dişçinin bekleme odasma girdi. Sıra- da daha altı kişi vardı. Ahlıya oflıya on- ların dişci ile işlerinin bitmesini bekle- di. Sıra kendine gelmişti. — Diş çıkartacağım.. — Koltuğa buyurun! — Ağrısız çekeceksiniz, — Hay hay. — Hiç canım acımıyacak, — Acımaz. — Ya acırsa.. Bakın şimdiden söyliye- yim para vermem! — Acırsa para vermeyin. Sarım amca ağzını açtı. Dişçi şırmga yaptu. Kerpeteni Sarım amcanın ağzına soktu: — AAA AAA — Çıiktı. — Aman, of, ölüyorum, öldüm, Dişci şaşırmıştı. — Acımaması lâzım. — Acımamak ta ne kelime, canım yanı- Tesviyeci Askeri Fabrikalar Umum Müdürlüğünden : Ağustos 5 ı ve tornacı alınacaktır. Kırıkkalede bulunan bir fabrikamız için 800 tornacı ile 50 tesviyeci alınacaktır. İsteklilerin Ankara, Zeytinburnu ve İzmir Silâh Fabrikalarımıza mürataat- ları, — «5054> Nafıa Vekâletinden: 12/Ağustos/938 Cuma günü saat 11 de Ankarada Nafla Vekâleti binasında Malzeme Müdürlüğü odasında toplanan malzeme eksiltme komisyonunda cem'an 4500 lira muhammen bedelli Vekâlet binasında perakende teslim şartiyle 25,00( litre benzinin talibi çıkmaması yüzünden yeniden açık eksiltmesi yapılacaktır. Muvakkat teminat 337.50 liradır. Eksiltme şartnamesi ve teferrüatı Ankarada Nafia Vekâleti Malzeme Mü - dürlüğünden parasız olarak alınabilir. İsteklilörin muvakkat teminat ve şartnamesinde yazılı vesaikle birlikte ayni gün saat 11 de komisyonda hazır bulunmaları lâzımdır. — <2644> 44833 Baş, diş, nezle, grip, romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. HB BH ME İcabında günde 3 kaşe ahnabili. EE ER HN yor, tahammül edemiyorum./Of bittim, ben gidiyorum. — Ücretini vermeyi unuttunuz. Sarım amca kızmıştı. — Ne ücreti, bir de sıkılmadan söylü - yorsunuz. Hani hiç acımıyacaktı. Vallahi şimdi kapıyı açar, içeride bekliyenlere, «Bu dişci yalancının biridir. Ağrısız diş çekerim diye aldatıyor, halbuki diş çe - kerken Nısanın canını öyle acıtıyor ki ce- hennem azabı yanında hiç kalır!» diye avaz avaz bağırırım. Dişçi biraz düşündü: — Haydi gidin paradan vazgeçtim. — Ah, oft Sarim amca merdivenleri indi, sokakta rabat bir neles aldı, kendi kendine: — Doğrusu mükemmel dişci imiş, hiç ganımı acıtmadı, dedi. Güldü: — Hele benim keşfim harikulâde bir keşif.. Berbere çektirseydim gene on ku - rüş verecektim. Böylesi dafa ucuza geli- yor. Yeğeni Neclâ onu karşılarken sordu: — Nasıl amca geçti ya? — Evet geçti. — Acı hissettin mi? — Hayır! — Bağırmadın ya? — Avaz avaz bağırdım. — Acı hissetmediğin halde neye ba « ğırdin? Sarim amca tabakasını çıkarıp bir ti- gara sarmayı bu suale cevab vermiye tercih etmişti. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Zafer marşı Yazan: Salâhaddin Enis Onun, karısının bitmez tükenmez sarakalarına kar- şı böyüe - celâl - fanması ilk defa vâki olan bir şey- di. İfakat hanım da hayret etti, ve sustu, O da, ilk defa karşısın- da böyle müte - cellid bir erkek görünce diş ehli olduğunu hatırlamış, sinmişti. Yer- deki minderin kenarına ilişti. Aradan üç gün geçmişti. Gurahi efendi, ikramiyesini destele- miş, bir kaç kat muşambaya sarmış, üzerinden gündüz kımıldamadığı n iç tarafına dikmişti. 1 dökmiye, abdest tazo- gidip geldikçe, elile ser- vetini yokluyor, kâğıdların tatlı hışır- tısını duyup, müsterih oluyordu. Artık, karı koca para lâfı etmiyorlar- dı, Akşamdan akşama yatmıya gelen 'Torik Necmi de babalığının servetini ima edecek her türlü mükâleme zemi- ninden ictinap etmekte idi Esasen, Torik Necmi, g#özü tok deli- kanlı idi. Bu satırları yazan âciz mu - barririn «Meşhedi ile devriâlem>» ve «Meşhedi aslan peşinde» adındaki ro- manlarını okumuş olanlar, Toriğin fa- kirlikten ve cahillikten başka hiç bir kusuru olmadığını ve bunlara mukabil Ge pek çok meziyetleri bulunduğunu İyi bilirler, Senelerce, Meşhedi Cafere canla başla arkadaşlık etmiş olan bu temiz Ü, içi dışı bir, civanmerd, fedakâr, anbul çocuğu, Meşhedi öldükten şen sonra dünyada kimsesiz kalmıştı. Halbuki o, sevmek ve sevdiklerinin tğruna foda olmak için yaratılmış ter- temiz kalbi ile bir kimseye bağlanma- dan yaşamayı yaşamak saymazdı. — İkılâplar görmüş, geçirmiştl. We bun-İodaya sermişti, SON EDER ROMANI STANIN Meşhediden son - ra, ihtiyar anasını da kaybetmişti. Ge- çimini namuskâra - rane temin için çı- rak olarak çalıştığı kahvenin daimi Mmüşterileri arasın « da, Gurabi efendi, Toriğin nazarı dik - katini celbetti. Ufak tefek hizmetlerinde bulunarak — tevec - tühünü kazandı. Bir aralık Gurabi efen- di hasta yattıkta, sabah akşam evine ağrayıp yokladı, he- kime, eczacıya koş- tu; İfakat hanım so- kağa çıkmağa mec- bekledi. Mangallarını yaktı, bulaşıkla- rını yıkadı, karşı çeşmeden — Bsu taşıdı; hasıli ihtiyar mütekaidle karısının a- ğızlarından girip, burunlarından çıktı, her ikisine de kendini öylesine sevdirdi ki, günün birinde, karı koca başbaşa oturup karalaştırdılar: Cenabıhak ken- dilerine döl, döş nasip etmemişti, İçin- de oturdukları, babadan kalma viran ev, bir kaç parça pırpıt eşya,, her ikisi de gözlerini yumdukları gün mahlüle gidecek, kapanın elinde kalacaktı. Üs- telik de, arkalarından rahmet okuya - cak bir ferd yoklu. Ve gene bundan başka, düşünülecek bir cihet daha var- dı: Gurabi efendi yaşlı idi. Bir çok in- «— Elimin altında kıyak bir kelepir var!a bur oldukca, hastanın ygnında oturdu, | latdan, içinde kala kala bir endişe kal- mıştı: Ya, günün birinde aylığı kesile- İşte, o gün bugün- dür, üçü birden, bi- Tibirlerini kırmadan incitmeden, İfakat hanımın — tabirince « hallihamur » ol « muşlar, geçiniyor - lardı. Dediğimiz — gibi, talih kuşu — Gurabi efendiyi yoklıyalı - fanberi üç gün geç- mişti. Bir sabah er- kenden kapı çalındı. Taşlığın çöken bir kısmını tamirle meşgul olduğu için o gün kahveye, iş başına gitmemiş o - lan Torik kapıyı aç- tı; üstü başı eski fa- kat temiz, pörsümüş yüzü taze traş ol- muş, içtiği sigaraların zifirinin de ka- cek olursa?. O zaman bu iki zavallıya|rışmasile, bazı soysuz dişi kediler gibi kim bakacak, ağızlarına birer lokma|üç kirli renk arzeden bıyıkları itina ile ekmek, bir tas sıcak çorba kim vere -| kozmetiklenmiş, orta boylu, zayıf bir cekti? Onun için böyle Necmi gibi helâl süt emmiş, iyi huylu, çalışkan bir genci ev lâd edinmek çok makul, çok yerinde, maddi ve manevi faydası olacak bir hareketti. Bu kararlarını Toriğe - bildirdikleri zaman o da fevkalâde sevinmiş, karı adamla karşilaştı. — Kimi istiyorsunuz? diye sordu. — Gurabi Efendimiz bundadır? — Evet.. ne olacak? — Kendisi ilen yüzbeyüz konuşaca- ğım vardir. — Yüzbeyüz, öyle mi? — He! Deeceğim şey fefkelüâde em- kocanın ellerini minnetle öpmüş ve he-|niyetlidir. men o akşam, kahvenin sundurmasında duran döşeğini sırtladığı gibi, getirip, evin alt katında taşlığa bakan daracık — Bana söyleseniz olmaz mı? — Deemem.. — İlle moruğun kendisi olmalı.. — Hok ” — Peki ama, sen kimsin? Necisin? — Bendeniz Takvor Kaşeryan'ım. raf ederek Bay Kaşer oldum: Kaş-er. Yaniya ki kaşı çok olan adem, İrahmet- lik dedem Civan ağa parnak parnak kaşlariylan menşurumuş. Hatte, böyük validem Nemzür dudu: «Civan! der i- miş, şu kaşlarını bana bağışla da, enle seme bir kürk edeyim.» İşte, adı âciza. — nemin etimolojik mehanası budur. Yoksam, bildiğimiz kaşer peyniriylen katiyen akrabalığım yoktur. Herif bir lâhza, lâkırdıya fasıla ver- di. Sonra, karşısında sersemlemiş gibi duran Toriğe sordu: — Zatınız, Efendi Hazetlerinin uşa- ğısınız? —Hayır. — Oğlu.. yoksama 'güveysi oloorsu- nuz? j | İ | Soy adı kanonu çıkıncaz, yanlığı berta- l 'Torik yavaş yavaş içerliyordu. Doğr ş rudan doğruya cevab vermedi. Derin bir soluk alarak: — Sen şimdi ne istiyorsun, onu söy- le.. dedi. Sabah sabah palavraya kar- nım tok, Tıraşı da, cumartesiden cu- martesiye olmak âdetimdir. Herif, böyle itirazlardan yılar takım- dan değildi. Porsuk yüzünü büsbütün buruşturan tebessümünü — terketmiye- — rek: — Sizi ilen entim konuşoorsam, sıfa- tınız bendenize sempatik gelmiştir de, onu içindir.. Hiyetinizde öyle bir nob- les, bir kibarilik sezmi dir ki, böğün pek az kişide bulunur.. dedi. — Anladık. Onun orasını haspi geç r de, moruğu görüp ne yapacaksın, onu söyle. — Afer konusacağım.. — ©O da nesi? ' — Elimin altında kıyak bir kelepif mal vardır.. 'Torik, mânâlı mânâlı göz kırptı: — Ha, şuuu?!... İyi ki söyledin. Paf diye kocakarının yanında açılıverirdin de başımıza iş açardın, (Arkan var) | ?