Rıınyanın mehur çigan or VĞ kestraları bugün bir efsane olmuştur! —T—R V RoE , . erek anlattı: Şimdi hakiki çigan Kemancı içini çekerek müziğini dînleııelf için kafeşantanlarına gitm ları bir acaiblik Şoseanın üzerinde- ee ki meşhur Vişoyunun y bahçesindeyiz. Kapı- dan girerken, büfe- nin önünde sıra ile Gizili balık, et, çerex, imambayıldı. — biber p dolması, zeytinyağlı bamya güveci, ve das ba yirmi otuz çeşid yemeğin önünden geçtik. Bahgede bog masa bulmak hemen he |j men imkân haricin- de, Biraz serinliğe kavuşmak istiyenler erkenden oraya hü- cum etmişler. Her masanın yanı başıne daki buz kovasında bir çişe beyaz şarab- la bir, iki sifon soğu- yor. Romanyanın yaz hk — içkisi — budur: t Mideye inor- îîn"çvıhl buz gibi. içinizin serinlediğini ve ferahladığını du- yarsınız. Lâkin a4ra dan birkaç saat geç meyi lân!lıh:ırhıyn: gun ::;"lîjm başınız birdenbire ağırlaşır, önünüze eğilir, gözleriniz kapanır, uyuk- lamağa başlarsınız. - Arkadaşım, Vişoyunun kadim âşinası.. ne yaptı, yaptı, cazbandın yanı başında Iiıeboşbümlanhımüuıemkvc cazibe itibarile zengin, lâkin ses bnkv mından züğürt üç taze bayanın .dı ışt_nnk ettikleri bu caz, dinlediklerimin ıçxnîlo en iyilerinden biri: Boyuna tango, foks YO a Tekiki Ramen müziği dinlet- m_îw;t n:;ılığdım hepsi Rumen Te alamadınız. Ben çiçen dinlemek Ka n Aadiklermı büKü: — Ne yapacaksınız? Bu müzik onların- — l'ı:ut bııı bunu memleketimde de dinlerim. Halbuki sizin o meşhur çigan havalarına, lâvta, santur, flüt sesine müş- kım. f h— Şimdi bunları bizde bulmak güçtür. Halkın rağbeti azaldıkça, çiganların da sa- yısı azaldı. En son, iki kişi kalmışı_ı: Eİ tyileri. Bir tanesi Mih_Lııkn ;îî;ı .r;ı:L nasebetile Parise gitmişti, Ora SE çei Dünyanın parasını kırıyormuş, - diyı "; Öteki Grigoraş Diniku, akşamları Kond nental'da çalıyor. Fakat onun da U:ıî ; çaldığı Rumen havaları değil Buradak gibi dans havaları çalıyorlar. — Yazık! üşündü. Isınma- Muhatabım düşündü, düşün S Ba başladığı, kadehin etrafındaki bhıînı:: Yavaş yavaş — Si imat ını işil gpriçini bir hamlede içtikten sonra: z — Sizi, dedi, hallerdeki halk lokantala- rından birine götüreyim. Belki aradığımı- Zzı buluruz. gE yart H::abı gördük, ve çıktık. Yirmi d:ıı:ıka sonra şehrin öbür ucunda hâllere yakın bir içkili lokantanın yağlı mııl-mîjruınuıı- Bının başında şpriçimizi tazeliyorduk. Dipte, hakikaten benim aradığım gibi bir müzik heyeti yanık halk havaları Çça- hyordu. Kara yağız çehrelerile ve lostra- Tanmış gibi pırıl pırıl yanan kaı_:lf_arn saç larile çigan oldukları şübhe gölürmiyen çalgıcılar, biz içeriye girince benim yn; bancı olduğumu his mi ettihr,» ne uldıu. O canım, Rumen havasını kesip, bir İs- Panyol tangosuna başladılar. zi ZŞ Kendilerine garsonla haber gönderdik; hatalarını tamir ettiler ve ben o akşam orada, o ağır kokulu havanın içinde, ye- diğim acaib yemeklerle zehirlenme teh- likesini göze alarak hayatımın en güzel Paris, yahud Nevyork'un eli imiş. Oralarda da bu zavallı- dinler gibi dinliyorlarmış | Romanyalı göçebe çigan tipi müzik ziyafetlerinden birinde bulunmuş oldum, Arkadaşım, benim hayran hayran din- $ lediğimi görünce, kalktı, lautarların (çi- | İlk olarak sol ayağımı attım. Sonra sağ gan müzisyenlerine böyle diyorlar) ya- nına gitti, kendilerile konuştu. SON POSTA Ektiği tütünler dolu yüzündün mahvolunca göğe ateş eden hoca Muş, (Hususi) — Burada eşine ancak mizahi fıkralarda rastlanan bir hâdise olmuştur. Muşta reneperlikle uğraşan — <Osman höca» adiında bir meczub vardır. Cahil bir adamdır. Bütün işi ilkbahardan son- bahara kadar sebze ekmek ve bilhassa tütün yetiştirmektir. Bu sene de tarla- sına tütün ekmiş, mahsulünü yotiştirme- ğe, boylandırmağa başlamıştır. Fakat geçenlerde gene tarlasında ga- lışırken birdenbire hava kararmış ve şiddetli bir dolu yağmağa başlamşıtır. Bittabi bu dolu bir anda tütünleri ber- bad etmiştir. Dolu böyle ağır tahribatını yaparken moozub Osman da silâhını kap- mış, tarlanın bir ucundan ötokf ucuna doğru koşmağa, bağırıp haykırmağa baüş- lamığtır. Osman bütün mahsulünün ber- bad bir hale geldiğini görünce — başımı gökyüzüne kaldırmış, tabancasını birkaç el ateşlemiş boğek bir sesle: — Ne yapayım, çok uzaktasm, hele a- şağı İn de seninle kozumuzu paylaşalım. Benim emeklerimi mahvettin! diye ba- Bırmıştır. Meczub Osman bu sözleri söyledikten sonra ağlamağa başlamış, bir kenara çe- kilerek düşünmüş, taşınmış ve nihayet kendisini affedilmez bir günahkâr say- mıştır. Hâdisenin bundan sonraki bizzat Osman anlatıyar: «— Hele böyle bağırınca büsbütün gü- naha girdiğimi anladım. Artık Sıra* köp- rüsünden geçmeğe mahküm — olduğumu hissettim. Duymuştum ki Sırat köprüsü- nün bin sene yokuş, bin sene iniş, bin se- ne de düz yolu varmış. Bütün bu yolları bu ağır günahımla nasıl katedeceğim? U- zun uzun düşündükten sonra nihayet bu köprüye şimdiden kendimi alıştırmağa karar verdim. Bir ağacın dallarımı sivri ve keskin bir halde budadım. Altından gürül gürül su geçen geniş bir derenin Üzerine uzattım. «Bunu geçersem Sırat köprüsünü de kolayca geçerim!» dedim. safhasını “Fakat henüz birkaç a- dim atarak ağacın sivri uçları a 'ağıma Artık havalar birbirini takib ediyor, | battı, ağaç devrildi, ben de dereye düş- çalgıcılar, hele kemancı coştukça coşu-| tüm. Ayaklarım birkaç yerinden yara- yordu. Soldan sağa lan ufak kamış parçalarının bir araya gelmesinden vücud bulan ı:ııy_—__m nağ- meleri bir orman dolusu bülbülün şakı- ni andırıyordu. m:rl;;dum bir aralık ağzından kaçırdı: — Şimdi bu çaldıkları parça, hazırlan- mış bir şey değildir. Sizin şerefinize ir- ticalen kompoze edilmiştir. — Acaib! Ya, aralarındaki ahengi na- ân ediyorlar? sıl—k ı;ı)ıı',lıık.ıı yıdınnıl:' motifi önce ke- mancı yalnız olarak çalıyor, sonra da ö- tekiler tekrarlıyorlar. Gerçekten de öyle idi. Sordum: — Bunlar için, müziğin nazariyelerini kat'iyen bilmezler derler.. — Hayır! Bilmezler. Ne solfejden ha- berleri vârdır, ne fügden, ne de kontur pavandan. Sade, ritmi gözetirler, o da kulak dolgunluğu ile ve alışıklıkla, Orkestra fasıla vermişti. Çalgıcılar tor- lerini silerek dinleniyorlardı. Kemanaı, arzumuzu tamamile tatmin edip etmedi- ğini anlamak için yanımıza geldi, eğile- rek selâm verdi. Kendisine yer gösterdik, bir kadeh te spriç ikram ettik. Kendisi arkadaşımla konuşurken ben de çehresini tedkike koyuldum. Koyu ye- şile bakar, esmer bir teni vardı, İri, kara gözleri süzgündü; adetâ baygın gibi du- ruyordu. Kemanından fışkıran bayıltıcı nağmelerin hâlâ tesiri altında imiş gibi.. Arkadaşımın tercümanlığı ile kendisi- ne birkaç sual sordum. İçini çekerek, za- mandan acı &et şikâyette bulundu: İn- sanlar gittikçe hissizleşiyormuş.. zencile- rin sar'alı müziği hakikt müziği öldür- müş.. benim gibi, çiğan ruhunu anlıyan ecnebi senyör (efendi) ler kalmamış. Vaktile iyi bir çigan lautarı, yalmız ke- manının veyahud ki nayının nağmelerile en ağır başlı prensesleri bile teshir eder, baştan çıkarırmış. Şimdi ise, hakiki çi- gan müziğini dinlemek için uzaklara, Pa- risin, Nevyorkun kafeşantanlarına — git- meli imiş. Oralarda da, bu zavallıları aşk- la, huşula değil -bir acaiblik dinler gibi dinliyorlarmış. Zayallı adamcağız asözünü bitirince, derdli derdli içini çekti, kalktı: landı. Anladım ki benim zünüp defteri- doğru derece derece kısa- | min hasılat hanesi kabarıktır. Sırat köp- rüsünden geçmek nasib olmadı.» Zavallı meczub şimdi ayaklarındaki yaraların kapanmasını beklemektedir. LLARERERSER N ARk aK NeALeR b cErLemENENSER SK AsesEKEEEREnA Deniz işleri : Fuar münasebetile İzmire ilâve seferleri konuldu Denizbank Denizyollarının İzmir fuarı münasebetile mevcud postalara ilâve et- tiği perşembe postalarından birincisi dün kalkmıştır. Fuar sonuna kadar İzmire her perşembe saat 11 de birer ilâve vapur hareket edecektir. Denizbank Denizyolları idaresi, ayrıca İzmir enternasyonal fuarını ziyaret ede- cek ecnebilere bir kolaylık olmak üÜzere fuardan sonra başka sahil vilâyetleri de ziyaret etmek istiyenlere yüzde elli ten- zilât yapmağa karar vermiştic, 800 İtalyan seyyahı Bursaya gidecek Yarın Viktorya vapuru 800 İtalyan sey- yahı ile Umanımıza gelecek, buradan Köstenceye ve Köstenceden de âoğruca |Bursaya gidecektir. Seyyahların Bursada gezmeleri için şimdiden tertibat alınmış- tır. Seyyahlar Bursada, İstanbuldan gö- türülecek tercümanlar vasılasile gezdiri- lecektir. -— —— — Size bir doine çalayım! dedi,, * Bu nefis parçayı da dinledikten sonra sante baktık. Geç olmuştu. Sokağa çık- tık. Kapıdan, keskin, boğazı yakan bir kızartma kokusu bizi teşyi etti. Gökte sapsarı bir ay, doönuk rengi ile, mehtab- SEYAHAT MEKTUBLARI ; 16 Yazan: Vasfi Rıza Zobu “Ilıca mı,v İstemem, çek!,, Erzurumda başıma gelenlerden sonra gözüm açılmıştı, şoför bütün gayretine rağmen beni kandıramadı Hasankaleden bir manzara Erzurumda bir kaç saatlik misafirlikten sonra yola revan olduk.. Hâlâ yağmur ya- | Biyor.. Kamburlaşmış, çukurlar açılmış, eski bir şöseden ilerliyerek <Hasankale» ye geldik.. «Hasankale»... Eğer bu benim bildi - ğim «Uzun Hasan» 1 kalesise, mühim bir yere geldik demektir... «1468> de mi, yoksa «1496> da mı ne; iki türlü diyen de var ya. Bu adam «Karakoyunlu Türk - menleri» nin hükümdarı olan eHasan Ali» yi, «Timur» önünden kaçarken ele geçi- rip kardeşlerile katlettirmiş ve «Akko - yunlüu Türkmenleri» namile gelmekte o- lan imparatorluğun başına hükümdar o- larak geçip tarih sayfalarında yer almış- tır.. Avrupalıların «Uzun Kasam» diye kaydettikleri «Uzun Hasan> kendinden evvel ve kendinden sonra gelen «Akko « yunlu» hükümdarlarını gölgede bıraka - cak kadar küdret gösterdikten sonra, kırk bin kişilik bir kuvvetle Osmanlılara da hücum etmiş, Erzincan civarında mağlüb olup yerine dönmüştü.. Daha son- raları Trabzon imparatorunun — damadı okluğu zaman, Fatih Sultan Mehmedin Trabzon fethine de mâni olmak istemiş, annesini ve şeyh Hüseyini bir çok hedi - yelerle Fatih Sultana gü: önlet « mişti.. İstanbul Fatihi, Trabzon için ora- lara kadar gelmişken artık kimseyi din- ler miydi?.. Yürümüş geçmiş, Trabzona Birivermişti.. Kayınpederine bir iyiliği dokunamadan <1478> tarihlerinde rahme- ti rahmana kavuştu gitti... Şimdi yerinde yeller esiyor o saltanatın.. Belki kabrini bile bilen yoktur... Çarşısındaki aşcı dük- kânında yemek yerken, dağların tepesine yaptırdığı kalesini seyrediyorum.. İşini amma da sağlama bağlamış hal.. Zama- 'nında bir hayli muhkemmiş., Çift mânialı surlarile dünyaya temel atmak - istemiş amma, ah şu ecel olmasa... Ömer Hay - yamdan Hüseyin Danişin bir tercümesi vardı. Şöyle der: «Eğer Mısıra ve Ruma ve Çine de malik olsan, hattâ bütün eka- limi araziyi de ziri hükmüne Beçirsen; emin ol ki bu dünyadan senin ve benim nasibimiz ©on arşın kelfen ve iki arşın topraktan ibaret olacaktır!.> * «Hasankale» nin meşhurluğu bununla kal isterseniz biraz geri kafalılığıma verint On heykel, onun bir kabrinin yerin! tut- maüaz... Eğer «ileri kafalılık» heykel dik- moekse: Kabrinin üstüne de yerleştirile « bilirdi, hiç bir mâni yoktu.. Fakat bence türbe yıkılmaz.. Türbe bir âbidedir.. Bar- |barosun, Sinanın, Fatihin türbesi, türhe şeklinde bir âbide olarak nasıl nesilden nesle intikal edecekse, İbrahim Hakkı « nın mezarı da öylece «Hasankale» lilerin şerefli bir hemşerisinin yatağı, Türk ilim fleminin bir âbidesi olarak kalacaktı.. Amma gene tekrar ediyorum: Çok yor« gun ve vakitsizdim. Fazla tahkik edeme- dim, Dinlediğimle iktifa ettim. İnşallah asılsızdır.. * «Hasankale» liler biraz derdlidir.. Tren olmadığı devlet kamyonları da ancak haftada bir uğradığı için her şeyi pahalı yerler. Maden kömürü, odun, odun kö » mürü bu şehre uğramaz.. Hemen hemen umumiyetle tezek yakarlar. —Şeke« ri bizden pahalıya ve adetâ güç belâ — bulüurlar. İstanbul — koyunu oralardan — getirir; —oralarda — koyun mevsimin bazı ayları bizden çok pak halıdır.. Aras nehrinin geçtiği yerlerde sıtma pek fazladır.. Mücadeleye rağmen azalmaz artar... Bu ve bu gibi sebebler « den dolayı da ahalisi ya hicret eder, ya- hud muvafık iş aramak için başka ta- raflara gider.. Bu yüzden nüfus azaldık- ça azalmaktadır.. Günün birinde «Hasan- kale» şehri, tepedeki kalesi gibi, tamtakır kuru bakır kalıverirse hiç şaşmamalıdır.. Maamafih berkesin ümidi trende. 939 cumhuriyot bayramında, Erzurum istas« yonunda edüüüüt» diye bir düdük sesi duyarlarsa sevinecekleri şüphesizdir, Ve illâ felâh ümidi yok!. * — Çek bakalım azizim bay şoför!.. — Bir banyo yapmak istersen, bura » nın da ilicası var kalalım... Derhal aklıma Erzurumun 'lıcasi ve a ılıcada çektiğim azap geldi: — Aman çek gidelim!, — Amma her derde devamış. — İstemem gidelim... — Asri teşkilât, asri techizat.. — İstemem be adam gidelim diyorum.. dan ziyade, bir bakkal tezgühından tâ gökyüzüne fırlamış bir kaşkaval kellesi- ni andırıyördu. 'Osmanlı devrinden kalma mahalle bek- çileri, keskin düdük seslerile, yolumuza korkusuz devam edebileceğimizi haber veriyorlardı. Ötele gidinciye kadar, arkadaşım bana çiganlar hakkında uzun malümat vendi. Bunları, gelecek yazımda ben de size tekrar edorim. Ercümend Ekrem Talu |kel dikeceklermiş»... Maz.. Bu mübarek şehir «Türk> ırkından | Ben senin sözüne bir defa kapıldım, bir iki büyük adam da yetiştirmiştir. Biri,| daha mı?!, Çek!.. - Vasfi R. Zobu edebiyat tarihinin «en büyük şairlerden» a T e beeialğir :îîf*;':ğ;.;î?;rd:nî;î;nb&:: !weblkılı.ğun’,'!;?mın h:.ııyl?klarlle de ilmin her sahasında kudret sahibi olan | M*SZUl olmak ve alâkadarlarla temaslar- <«Muvakkitname» mücllifi «İbrahim Hak- |d& bulunmak üzere İzmirden şehrimizo kı> dır... «Nef'is nin ne olduğu malüm. O| Selen İzmir belediye reisi Dr. Behcet Uz, talihsizliğe, yahud dili belâsına uğramış| üN Türkofis erkânı ve İstanbul Ticaret â K doğü Odası sanayi şubesi müdürü Avni ile to. :::l:myîı:;a:k:;g:î: :iıî,ğ::,:: ;::;_ maslarda bulunmuştur. Bir aralık — vali s ir baksızi | muavini ile de görüşen İzmir belediye ro. îrdîr. :ı:“;l;fı:kh:um FiR LAi isi, fuarda temsiller vermek üzere Darül. ü oe balki arasıns . D v e ee y e ler Te der teriatlaği la <evliya» gibi anılırmış.. Günün birin- Dr. Behcet Uz. dün akşı de «Hasankale» den «Kaplıca» ya doğru yapmıştır. Dr. R , dün akşamki açılan yolun üstüne üf eden Kkal ekspresle, gene sergiye aid işler üzerin- de görüşmek için Ankaraya hareket et de oradan kaldırıvermişler.. Kabir, bir türbe şeklinde imiş.. Gelen geçen görür, ” İ : herkes itikadına göre kendisine hürmet "==r=dı;lk bin mete ı ndır Slanlarını Hataaz Bakından, ekan <| yE YAKi küründe ounz Matatıma dim... Türk $ bir şey g a Oğlu 13 yaşında Hasan, evlerinin etvarında fundalık içinde miır pişirmek — üz dim... Eğer bu işittiğim, bir hakikatsa: İ yakmış, rüzgürin büyüyen ate 1100 elt Çok acı ve çok üzücüdür: «Namma bey-|re murabbar bir sahayı tamamen yakmış « Affedersiniz amma, |'9. Yangın Kadıköy