Yazan: Vedad Ürfi “Şâhâne menekşeler,, Şampanyalar geldi. Pencerelerden süzülen Akdeniz rüzgârları, buzlu gampanyaları okşuyor. Prens: — Nisi nasıl buluyorsunuz?... Bordu. — Bir harika! Kazino, yalnız Nisin değil, bütün dünyanın en mükemmel müesseselerin- den birisi. Burada hizmet eden garson- lar bile, yüksek mekteblerden çıkma i- miş. Ayda yüz binlerce frank alan en tanımmış film yıldızları bu müessese- nin varyete programında yer almaktan çekinmiyorlar, bunu bir zevk gibi gö- rüyorlar, Bu gece «Rakel Meller» in B mesi de buna bir delil değil mi?, Yeryüzünün bütün zenginleri bu ak- şam da burada. Nisin neden Fransa- nın en pahah şehri olduğunu şimdi an- Iyorum. Buraya gelenlerin yüzde dok- san beşini «Vakit geçiştirme» veya «Para yeme» meraklıları teşkil eder- Miş, Kazinonun her saati, yeni bir sürpriz güneşinin doğuşu demek. Her lâhza de- kor değişiyor, zevk yenileşiyor, neş'e artıyor. İşte bilmem hangi operetin pr' Ması, işte bütün Avrupanın taptığı söy- lenilen maruf — bariton!... Birdenbire bir işaret. Orkestranın tellerinden yeni bir dünya süzülmeğe başladı. İspanya- dayız. «Violettera» doğuyor. Benim filme karşı ilk sevgimin doğmasına se- beb olan e$âhâne menekşelere şimdi Nis sarayının dekorları üzerinde dal- galanıyor!... Mavi bir dekorun ortasında bir yıl- dız doğdu: Rakel Meller!.. Bir rüya değil. Küçük yaşımdanberi beşerden üstün bir mâbud gibi taptı- Bim g raber, Güzel... ne kadar da güzel!... Erkek olup da yanmamak mümkün değil. Beyaz perdelerde göre göre gük- lerin bir meleği sandığımız yıldızlar - dan birisini görünce, insanın « lkcü Bizim gibi!..» diyeceği geliyor, ne tu- haf!.. «Şâhâne menekşelersin kahramanı, şimdi dört yana çiçekleri serpiyor ve inci dudakları arasından yer yüzünün en güzel sesi, ilâhi bir rüzgâr gibi süzü- lüyor, kulaklarımızı okşuyor. *Violettera» gene kalblere hâkim, Eminim: Bu şarkıyı, onun güzel sesi büsbütün güzelleştirmiş, bir kaç ay - Çinde bütün Avrupaya yayılmasına o- :”n yıldızının sevimliliği sebeb olmuş- ür, diye Rakel Meller, İspanyol kadınlığının fam bir kıvılcım parçası, Gözlerinden Süzülen ışık değil, sanki ateş. Kıvrılış- larmda, müdhiş bir can alıcılık var. Bü- tün eller, onun her hareketini alkışla - Mak için yarışıyor. — Ne kadar da güzel!.. diye haykır- dim, — Sizin kadar değil!.. Diye manalı bir gülümseme ile prens Tırıldandı. Gülmemek için kendimi güç tuttum. Rakel Meller, benim kadar güzel değil!. .» Bu göze belki de gücenmek lâ - Zim, Prens benimle alay ediyor!... Ama... Birdenbire durakladım. Bir ke- lmeyi hatırladım: İdeal!.r. İdeal, ne güzelliktir, ne harikulâdeliktir. Ma- demki «İdeal» gönülün hoşlandığıdır, Prensin gözüne ben, neden Rokel Mel- lerden daha güzel görünmiyeyim!.. Babam bugün geldi. Prens yalan söy- lememiş. Adamlarından birisi, zaval- h babacığımı, el üstünde tutarcasına Paristen almış, Nise kadar getirmiş. Daireme girer girmez nasıl bana doğru koştuğunu hiç unutamıyacağım, Halin- deki gayri tabiflik, yalnız asabiyet!nin değil, şaşkınlığının da bir eseriydi. 3 ksız bulmuyorum. Bütün şımarıklık- larına rağmen daima söz dinlemiş olan biricik kızcağızının günün birinde m- Sızın bir erkeğe kaçması, bir baba için hiç de alelâde bir hâdise değil elbet. — Ne oluyor?... Bu ne iş!. Babama: «Bir prenses olacağım!» dedim Diye soluk soluğa haykırdı. Nefes tı- kanıklığından bir fenalığa uğrıyabile- ceğinden korktum. Kabahatimin bü- yüklüğüne rağmen, gene boynuna sa- rıldım ve... Beni geri itmedi!. Sadece itham edici bir söz: — Sonunda.... bunu mu yapacaktın bana... Ha!... : — Ne yaptım?.. lesenel... dedim. —Küçük hanım, Paris ortasında babasını bıraksın.. kaçsın... Sonra ne yaptım ha?... Ötelden çıkarken bana bir kelime de söyliyemezdin.. değil mi?. Kendisini alıp getiren sekreter tek bir kelime anlatmamış. Otelden çıktı- ğım dakika olup biteceklerden benim . Önce beni bir din- ! yıldız, şu dakika bizimle be- |tatana dırdım, dinlemeğe razı oldu. Ben an- lattıkca o yümüşuyor, © yumuşadıkca ben büyük anlatma belâgatimi takını- yordum. Şaşkınlığının derecesini, göz- lerinde çok iyi okuyordum. — Peki... dedi en sonunda... Şimdi ne olacak?... Haykırdım: — Bir Prenses olacağım!... — Evlenmek... Öyle mi?... — Evet... Baba!.. — 'Ya benim muvafakatim?.. — Sen muvafakat edeceksin.. mu- hakkak! Bu sözüm, onu büsbütün değiştirdi. Acı bir sesle: — Muhakkak ha... dedi. — Bu kadar çok sev avrur ğunun felâketini isteyel ür misı.n BU Bir saadete mani olmak, bir felâketten başka nedir, baba?... Düşün bir!... Ha- yatımın yepyeni bir tarihi, hem de ne türlü bir ihtişamla, önümde açılıyor!,.. İhtişam, zenginlik, rahat... Hepsi artık benim esirim!... Dün en küçüğü benim eğer taşıyan paralar ğü benim karşımda bir hiç gi- bi! Hindistanın en zengin bir pren- sesi diye yarın senin kızını parmakla gösterecekler!... razı olmak hata mı?. Durdu, söylendi. Durakladı, düşün- dü. Emir, emir ine almak için gelip Bgidı hizmetkârlar, sekreterler, onu büsbütün afallaştırıyordu. Her vakitki minik kuş gibi dizlerine atlamış, heye- candan iki gündür traşını bile unutan yanaklarını okşamağa başlamıştım. Bir aralık kendisini toparlar gibi: — Yavrum!... dedi... Zengin bir iz- divac, bir günah değil, kabul. Ama, iz- divac, bir insan için ebedi bir bağlan- tıdır. Bir hayat, iyi düşünmeden, her noktayı inceden inceye elemeden bağ- lanamaz. Para mı?... Çokmuş. Güzel şey. Zevk mi?... Bolmuş. Kızılmaz, a- ranılır.. Rahat mı?.. Paranın taştığı yerde elbet var. Hepsi iyi!.. Yışn Ya ismi taşınılacak insan?... Bu kim' İşte esas noktal... Bir Hind Prensil. İs- |mi etrafında binbir dedikodu dalgala- nan, hem de esrarengiz bir Hind sulta- nu!... Bu unvan, bu servet, insanı mut- lak bir saadete eriştirebilecek teminat Zengin bir izdivaca | değildir, genç bir kızın saadeti için en büyük tehlikelerdir bence! Sen te- miz kanlı bir Türk kızısın, yavrum!... Sosyal hayatın bütün inceliklerini be- nimsemiş, temiz bir hayatın çerçevesi içinde yaşamış bir kız, sanır mısın ki, muhafazakâr bir saltanatın binbir iş- İkencesi ve köhne telâkkileri arasında mes'ud olabilir?.. Belki prens seni sev- miştir. Mümkün. Fakat 300 haremli da- irelere bu prens alışmıştır. (Arkası var) Bir doktorun günlük notlarından Lumbago Lumbago, belin şiddetli bir ağrı ile bir- den tutulmasıdır. Hastada — zahiren bir şey mevcud olmadığı halde birdenbire her hangi bir hareket icra edip doğrulur- ken âdeta beline bir kama saplanmış gi- bi tutulur. İztarabı çoktur. Bilhassa ha- rekât esnasında büyük bir ıstırab his- seder ve bunun için bu gibiler hareket- ten mümkün mertebe ictinab ederler, Lumbago birkaç gün devam eder. Tedkik edilecek olursa İumbago — ürüzı gösterenlerin çoğunun müzmin romatiz- maya düçar oldukları görülür. Bu gibi- lerde zaman zaman mafsal ağrıları, e- mus, kol ve diz ağrıları veyabud boyun tutulması gibi birçok diğer tezahürat gö- rüzmüştür. Lumbagoyu tedaviye başlar- ken şahsın romatizmaaını da berâaber te- daviye başlamak zarureti vardır. Dahilen salisilât emlâhı veyahud atofan almak, perhiz yapmak lâzımdır. Harlcen de birçok ruhlar ve yağlar ile firiksiyon. Bıcak ütü biühaasa diyatermide çok iyi gelir. Bazı vak'alarda birkaç tane kanlı hacamat yaptırılıyor. Güneş tedavisi, kum banyosu, hattâ, de- niz banyosu bu gibilene çok iyi gelir, Yal- nız şübhesiz bunun — mikdarlarının ve müddetlerinin tayini aile tabibleri tara- fından tanzim ve kontrol edilmelidir. Cevab isteyen — okuyacularımızın — posta pula yelinmalarını rica ederiz. Aksi tak- dirde istekleri mukabelesiz kalabilir. Nöbetci eczaneler Bu gece nöbetci olan eczaneler şun » lardır: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (Şeret), Alemdarda: (Ab- gdülkadir), Beyasıdda: (Belkis), Samat- yada: (Ridvan), Eminönünde; (Bensa- 80n), Eyübde: (Hikmet Atlamaz), Fener- de: (Emilyadi), Şehremininde, (Hamdi), Şehzadebaşında: (Üniversite), Karagüm- rükte: (Arif), Küçükpazarda: (Hulüsi,) Bakırköyünde: (İstepan). Beyoğlu elhetimdekiler: İstiklâ) caddesinde: (Galatasaray), Tü- nelbaşında: (Matkoviç), Öalatada; (İki yol), Fındıklıda: (Mustafa Nall), Cam- huriyet caddesinde: (Kürçiyan), Kalyon- cuda: (Zafiropulos), Firuzağada: (Er - tuğroD), Şişlide: (Asım), Beşiktaşta: (Na- il Halid). Boğaziçi, Kadıköy ve Adalardakiler: Üsküdarda: (İtimad), Sarıyerdö: (Nu- ri), Kadıköyünde: (Büyük, Üçler), Bü- yükadada: ( Şinasi Rıza ), Heybelide: (Tanaş). (Baştarafı 7 nci sayjada) gâye açık diplamasiye hak ve yer ver - dirmek değil mi idi? Eski müsteşar, şaşılacak bir şey işitmiş gibi cevab verdi: — Diplamasi açık olur mu hiç? — Evet, vâkıâ bugün gizli diplamasi u- sulüne dönüldü. Bunun da... — Diplomasi evvelce de öyle idi? Açık diplomasi, bir hayalden ibarettir. Tec - rübe de meydanda esasen: Milletler Ce - miyetini görüyorsunuz. Bu müesseseyi Mlâstan kurtarmak lâfımı her gün işiti- yoruz. İflâstan kurtarılmak istenen, ha- kikatte, Milletler Cemiyeti değil, bazı devletlerin haysiyetidir! Bu da gösteri « yor ki; açık diplomasi bir çıkmaza gir - miştir! Hülya güzel, fakat hakikat buna imkân vermiyor! — Şu halde diplomasiyi, Makyave - (Baştarafı 8 inci sayfada) — Abdi Yıldız sarayında temsiller ve- rirken ben de oynadım. Lâkin saraydaki oyunların hiç zevki yoktu. Çünkü çok dikkatli, hesablı konuşmak Tâzımdı. Bir pot kırdımı insan maazallah güme gi - derdi. Merhum Ali Rıza ile Darüşşafaka- da sekiz gün sekiz gece devam eden bü- yük sünnet düğününde orta oyunu oynar- dık, Bu düğünler en zevkli günlerimi teş- kil eder. — BSahne hayatında başınızdan geçen ehemmiyetli bir vak'a hatırlıyor musu - nuz?.. Mazisini, tarihlerinin en ufak teferrü- atlarına varıncıya kadar hatırliyan ihti - yar muhatabım: — Hayır! Karşılığını verdi. Ve yüzüne baktığımı görünce ilâve etti: | — Çünkü başımdan kayda değer bir hâdise geçmiş değildir. Yalnız bende en kuvvetli intıba bırakan bir vak'a vardır ki, bilmem işinize yarar mı?.. İlk defa dramda büyük bir rol vermiş- lerdi. O zamana gelinciye kadar hiç dram oynamamıştım. Çok heyecanlı idim. Diz- lerim titriyordu. Sıram gelince: — Haydi! Dediler, ilerledim, fakat sahneye çıkar çıkmaz dizlerim mafsallarından kesilmiş- ti sanki.. olduğum yerde kömürcü devesi gibi çöküverdim. Bir de hiç unutmam, büyük sünnet dü- | günlerinden birine çağrılmıştık. Gittik, orta oyunu oynuyoruz. Benim gözüm ev sahibinde.. Çünkü yapmadığımız kalmı - yor, herif bir türlü gülmüyordu. Bir ta- raftan oynuyor, bir taraftan da düşünü - yorum: — Memnun olmadı galiba.. paramızı vermezse hallmiz dumandır. Bu heyecanla faslı nasıl bitirdim, bir Allah, bir de ben bilirim. Oyunun sonunda: — Çok beğendim, iyi oynadınız deme - sin mi?.. İşte böyle evlâd.. yıllar geçti. ihti- yarladık, Sahneden de çekileli iki scne oluyor, Şehir tiyatrosu yardım sandığının verdiği tütün parasile geçinmeğe çalışı - yoruz, Allaha şükür.. — Çok büyük kamiklerle aynadınız. Bunlardan en kuvvetlisi hangisi sizce?.. — Hasan Efendi ile Naşid. Ha- san Efendi memleketin İbiş komik dediğimiz asıl komiğidir. Naşid de en büyük mukallidi. En fazla bu iki komik- Je oynarken zevk düyardım. Bilhaşsa Naşidin taklidlerine doyum olmaz. O ayni zamanda heveskârdır. San'ata meraklıdır. Kostümlere, makyaja bilhas- sa dikkat eder. — Eski tiyatrolarla şimdikler arasında seyirci bakımından fark var mı?.. — Elbette var.. Eskiden meselâ Ma- hakyanın tiyatrosu her gece münevver- lerle dolardı. Bütün o zamanın Tıbbiyei şahane, Mülkiyel şahane talebesi buraya gelirlerdi. O vakitler tiyatro için açık ha- va aranmazdı. Yağmurda, karda tiyatro- lar dolar taşardı. Hem şimdiki gibi va - sıita da yoktu. Düşünün Beyoğlunda Kuş- Ju tiyatro neresi, Amerika ve Avrupa isimli tiyatrolar neresi.. Kulekapısında bir — gazino vardı ki gitmek me- Eski diplomat ve nazırlara göre bugüııkü_ Siyaset dünyası lizmden kurtulmaz telâkki etmek mecbu. riyetindeyiz? — Şüphesiz! Bay Şevki Erene soracaklarımı sormuş- tum. Yalnız bir nokta kalıyordu: Memu- riyet hayatındaki en heyecanlı hatıraları Bunu kendisine söyledim. — Memuriyet hayatımda hiç heyecan geçirmedim, 0 makama gelen her ferd gibi, ben de kanunları tatbik ettim, di - yen zeki muhatabum, ısrarım karşısında, en mes'üd anını şöyle anlattı: — Meşrutiyet oldu, inandık ve aldan « dik; S1 mart vak'ası oldu, ıztırab d duk; büyük harb oldu, meş'um mütareke yılları geldi, can evimizden vurulduk; fakat 29 ilkteşrin 1923 de bütün gönlü « müz ve gözümüzle hakiki neş'enin mü « şahhas timsalini gördük ve tattık! Sabih Alaçam Unuttuğumuz adamlar sele, Hamdi ve Abdi merhumlar ilk ko « medilerini burada oynamışlardır. Eskiden ayni yerde pandomima tiyatroları vardı. Andan ve Corci isminde iki adam pando- mim temsilleri verirlerdi. Halk bu uzak yerlere bile akın akın giderdi. Bu söyle « diklerim altmış senelik lâkırdıdır. Ben çocukken giderdim, İlk türkçe komediler bu tiyatrolarda temsil edilmiştir. İsim » leri de: Eskici Abdi ve Çinli yazıcıdır. Hamdi Efendi bilhassa Çinli Yazıcıyı güzel oynardı. Hamdi dedim de aklıma geldi. Merhum denizden çok korkardı. Üsküdara geçeceği zaman en yakın me « safe diye Beşiktaşa gelir, gidecek vapu- run büyüklüğünü, sallanıp sallanmadı « Bımı, havanın nasıl olduğunu, fırtına çı « kıp çıkmaması ihtimalini araştırır, ondan sonra binerdi. Onun Eyübsultan iskele « sinde balık tutuşu çok meşhurdur. Tâ is- | kelenin bir ucunda durur, oltayı ön met- reden denize fırlatırdı. Çünkü deniz ke narına yaklaşamazdı. Rahmet olsun, o de _böylı bir adamdı işte.. Konuşmamız bitmişti. Halk sahnesinin elli yıllık emekdarına uzun ömür ve bil hassa sabır tavsiye ederek Allaha 1smar ladık dedim. Nusret Safa Coşkun RADYO Bugünkü program İSTANBUL $ Temmuz 1938 Cuma Öğle noşriyatı: 12.30: Plükla Türk musikisi. 12.50: Haya- dis, 1305: Plâkla Türk musikisi 13.30: Muh- telif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 18.30: Plâkla dans müsikisi. 19.15: Konfe« rans: Ali Kâmi Akyüz (Çocuk terbiyesi), 19. 55: Borsa haberleri, 20: Grenviç rasadhane- sinden naklen saat üyarı. Müzeyyen ve at- kadaşları: Hüzzam, uşşak, kürdili. 20451 Hava raporu. 2046: Ömer Rıza Doğrul ta- rafından arabea söylev, 21: Orkestra. 21.30: Muzatfer İlkar ve arkadaşları: Şataraban, 22.10: Tepebaşı Belediye bahçesinden nak- , lden: Varyete, müzik. 22.50: Bon haberler ve ertesi günün programı. 28: Saat Ayarı. OSMANLI BANKASI TÜRK ANONİM ŞİRKETİ TESİS TARİHİ : 1863 Germayesi: 10,000,006 İngülle lirası Türkiyenin başlıca şehirlerile Paris, Marsilya, Nis, Londra ve Mançester'de, Mısır, Kıbris, Irak, İran, Filistin ve Yunanistan'da Şubeleri, Yugoslavya, Bomanya, Suriye ve Yunanistanda Filyalleri vardır. Her türlü banka muameleleri yapar.