N Ben onu çırılçıplak almıştım. Çırılçıp- lak tâbirini, cihazsız bir kızı almak ma- Hasına kullanmıyorum. .Kelimelerin tam manasile çırılçıplak almıştım. Nasıl oldu, size anlatayım: Bundan dört sene evveldi. Bir gün Florya plâjına gitmişti. Kumların üs- tünde yatıyordum. Gözlerim mayolu, pi- jamalı, şortlu kadınlarda idi. Bir an bir kumralı seyrediyordum. Biraz sonra bir esmer gözüme ilişiyor, ona bakıyordum. Daha sonra arka üstü yatan kıvırcık bir sarışının ,kumlara dökülüşünü seyredi- yordum, Göze yasak yok yal.. Ben bu tarzda vakit geçirirken kırmı- Zzı mayolu birinin soyunma odasından dı- Şarı çıktığını gördüm. Plâja daha yeni Bgelmiş olmalıydı ki o zamana kadar hiç görmemiştim. Mevzun bir vücudü vardı. Yürüyüşü âhenktardı. Benim olduğum tarafa geliyordu. Hani bir adam deniz kenarında otursa; uzaktan gelen bir ge- Minin nasıl en evvel dumanını, sgonra di- reklerini, daha sonra bacasını, daha son- Ta da heyeti umumiyesini görürse.. ben de en evvel onun mevzun vücudünü ve Ghenktar yürüyüşünü görmüştüm. Fakat Yaklaştıkca daha çok şeyler görmiye başladım. Yüzü çok güzeldi. Sarı saçları yüzünü ne güzel çerçevelemişlerdi. Göz- leri lâciverddi. Fakat ben bu kadar gü- zel lâciverd göz ömrümde görmemiştim. Geldi, yanı başıma kumların üzerine ©- turdu. Ve ben artık gözlerimi ondan ayı- Tamaz oldum. Çekinmiyordu. Benim dik- katle ona bakmam kendisini sıkmıyordu. Hattâ bir ara iki tarafına bakındı. Bana bir şey söylemek ister gibi bir hal aldı. Fırsattan istifade ettim: — Bir şey mi emredeceksiniz Hanım- efendi? — Tabakamı kabinede bıraktım. Bir si- Bgara.. Ne güzel konuşuyordu. Bülbül sesin- den güzel ses olmadığını iddia edenler onun sesini duymuş olsalardı fikirlerin- den cayarlar: — Bülbül sesinden daha güzel bir tek 8es vardır. O da Floryadaki kırmızı ma- yolu kadının sesidir! derlerdi. Hemen tabakami aldım. Yanına gitlim. Soğuk sudan sıcak suya bir kere bile gir- memiş olduğu yek nazarda belli bir el tabakamdan bir sigara çıkardı. Kibrit çaktım. Sigarasını yakarken, gözlerime bakan gözleri de beni yakıyorlardı. Bu vesile ile ahbab , olduk. Evvelâ; plâjdan, denizden; sonra dostluktan, ar- kadaşlıktan; daha sonra sevgiden, aşk- tan bahsettik, birbirimizle o kadar iyi anlaşmıştık ki.. bana o kadar cesaret ver- mişti ki: — Hanımefendi, benimle beraber ya- şamak ister misiniz? Dedim. — Hay hay! Dedi. Daha ötesini bilmiyorum. Ben 0- aa “Son Posta, nın Hikâyesi ÇIRILCÇIPLAK Yazan L ! & jin bir köşesinde duran otomobilime gö- türdüm. O gülüyordu: — Bu kıyafette mi gideceğiz? — Evet, evet! Giyinmek için kabinesine girmesine bile razı olamazdım. Ya orada cayarsa. e Dört sene beraber yaşadık. Dört sene o, bütün hayatını bana bağlamış gibiydi. Beni sevdiğinden emindim. Kavga etmez- di. Her dediğime peki, derdi. Ben nereye gidelim dersem, oraya gider; ben otura- lem dersem oturur; uyuyalım, dersem u- yurdu . Ben de onun her arzusunu yerine geti- rirdim. Giyinmekten çok hoşlanırdı. El- masa, inciye bayılırdı. Akşamları evde boynuma sarılır: — Şurada bir kumaş gördüm. Ondan bir elbise yaptırmak istiyorum, Yahud: — Filân yerde bir tek taş yüzük var. Çok beğendim, onu bana al! Derdi. O nasıl benim bir dediğimi iki İsmet Hulüsi etmezse, ben de onun bir dediğini iki ct- mez.. istediği kumaşı alır, en iyi terziye diktirtir, tek taşlı yüzüğü getirir, kendi elimle parmağına takardım. Bu dört sene böyle devam etti. Bu ya- zın başında idi. Bir gün beraber Floryaya gitmiştik. Ben bir aralık onu plâjda bı- rakmış, denize girmiştim. Denizden çık- tığım zaman yerinde yoktu. Bir otomo- bil tozu dumana katarak uzaklaşıyordu. Onu tanıdım., otomobilde idi. Otomobili çok iyi giyinmiş bir erkek kullanıyordu. — Gitti! Dedim; evet nasıl geldiyse öyle gitmiş- ti. Fakat bu sefer çırılçıplak kalan ben- dim. Bütün emlâkimi, varımı yoğumu dört sene zarfında satmış, parasile ona elbiseler, elmaslar almıştım. YARINKİ NÜSHAMIZDA: Yeni gelen Çeviren: Faik Beremen Şam'ın anlamadığı hakikat (Baştarafı 2 inci sayfada) Hini elde etmiş ve kendisini herkese say- dırmışsa ayni mücadele ruhu ile, Hatayı da müstemleke olmaktan kurtaracaktı. Bunda çok haklı idi, bu hakka güvene- rek hareket etti ve nihayet davasını ka- zandı. Bunda fevkalâde ne vardır ve bil- hassa bununla Türkün Araba düşman olması arasında ne gibi bir münasebet bulunur? Şam bu güzel hakikati bir türlü anla- madı veyahud anlamak istemedi. Ancak kabahat bizim değildir, kendisinindir. Suriye politikacıları gaflette ısrar edi- yorlar, diye biz Hatay Türklerinin müs- temleke hayatı yaşamalarına Tazı ola- mazdık. * Acaba, bu mesele halledilip bittikten sonra da Suriye politikacıları bu gaflet nu elinden yakaladım. Sürükler gibi plâ-| ve dalâlette devam edecekler mi? Önln- Son Pasta'nın edebi tefrikası & 13 BABA - OĞUL [ YAZAN: SUAD DERVİŞ 'Terbiyenin birdenbire değişivermesi Ve yeni terbiyenin henüz hazmedilme- miş olması ona küstah bir eda veriyor. İnsanı insan yapmak için senelerin üs- tad ellerinin senelerce sürmesi lâzım Belen mesaisi lâzım. Güler babasile eğleniyor. Onun ye- mek yeyişini, son zamanlarda biraz faz- lalaşan iştihasını alay mevzuu yapıyor- du. Yüzüne karşı geri ve gülünç buldu- ğu flikirlerile alay ediyordu. Hele an- nesi Gülerin şahsına taalluk edea bir şey söyledi mi ona gayet kaba ve sert bir sesle: — Senin böyle şeylere aklın ermez. Sen kadın kadıncık evinin içinde otur, ev işlerine bak. Senin zamanında, size bunları öğretmezlerdi. Diyardu. Annesinin bu söze kızdığı ve bu sözden fazla müteessir olduğu — a belli değildi. Eski, sıkı - terbiyeyi görmüş, ondan bizar olmuş, ondan hefret etmiş bir neslin evlâdı olan ü- vey annesi kızkardeşine fazla yüz veri- yordu. Bu serbesti, Ferihaya, serbest ve va- hat yetişiş değil gibi geliyordu. Feriha küçüğün büyükten daima daha fena düşüneceğini ve bunun için her yerde ve her zaman büyük sözü - nün bilâkaydışart dinlenileceğini dü - şünmüyordu. Fakat küçük yaştaki insanın daima büyük yaştakilere hakaret etmesinin de bir taamül oluşu çirkindi. Terbiyede henüz disiplin kurulama- mıştı. Terbiye inkılâp değil ihtilâl ya - pıyordu. Ve her ihtilâlde olduğu gibi bunda da taşkınlıklar vardı. Demir şimdi on dokuz yaşındaydı. İmtihanlarından geri kalmıştı. Ve bü- tün tatilde çalışmamıştı. Babası mah- cup ve korkak bir şekilde ana ne zaman çalışmasını söylese sigarasını içip du- manını babasına doğru öflerken: — Kuzum baba! Sen meşgul olma, diyordu. Ben kendimden eminim. İm- tihanları vereceğim, Geçen defa yor- gündüum, O hafta futbol turnuvaları rın hesablarına, bizzat Suriyenin: mov- faatleri namına temenni edilmelidir ki politikacılar artık gaflet ve dalâletten kurtulsunlar, Hatay bayrağını bir haile alâmeti ve Türk bayrağını bir düsman işareti tanımaktan vazgeçmek, Suriyenin selâmeti ve Istikbali bakımından en mü- him bir şarttır. Hattâ bir şey daha söy yelim: Suriyede Türk düşmanlığını bir ticaret Maddesi olarak kullanan politika- cılar, bugün Hatayı akın akın terked'p yeniden muhaceret hayatına geçen Tür- kiye düşmanlarından ibret almalıdırlar, Gün gelecek bizzat Suriyeliler, içlerinde. ki bu Türk düşmanlarını ve Türk düş- manlığı nüşirlerini kendi aralarından kovmaya lüzum göreceklerdir. Çünkü, her hakikat gibi bu hakikat te anlaşıla- caktır: Türk Suriyenin düşmanı değildir; belki de en halis ve sadık dostudur! Evet, Hatay davasının nihayete ermiş vardı. Tam iki mâç yapmıştım. İnsan- da kafa mı kalır?. Feriha onlara biraz hayretle bakı « yaordu. İnkılâbın nesli olduğu hâalde henüz babasına:«Sen» diye hitap ede- memişti. Garip bir disiplin hissi ona hâlâ bu yaşta bile babasının yanında ayak ayak üstüne atmağa ve sigarası- nı -eğer yanında içerse- ihtiyar babası- nın burnuna doğru öflemeğe müsaade etmiyordu, Esasen bütün bu jestlerin inkılâbcı olduğuna dair bir kanaati de yoktu. Feriha gençliğin sıkı bit terbiye ile bütün tabil istidadlarının ve inkişafı- nın önüne konulmasına tarafdar değil- di. Eski terbiyenin ne kadar muzır, bil- hassa ne kadar eksik olduğunu nefsin- de tecrübe etmiş olan bir insandı. Fakat yeni terbiyenin hiç mevcud olmadığını görüyordu. Muhakkak mekteblerde bu işi başaramıyorlar. — Aileler inkılâbcı terbiyeyi yanlış telâkki ediyorlardı. Her şeyden evvel her şeyde olduğu gibi bir gencin hayatında da inzibat lâ- zımdı. Hüdayı nâbit yetişen bir gençlik ten bu memleketin ne gib! bir İstifa- desi olabilirdi? Halbuki Feriha görüyordu. Gençlik başı boş yetişmekte idi. Ona yarım yamalak - Malümatı me- deniye - şeklinde verilen inkılâb terbi- yesinin onun inkişafında hiçbir âmll ol- Çanakkale (Husu - Kai si) — Denizeller bay- ramı burada coşkun bir şekilde kutlulan- mıştır, — Sabahleyin şehir namına Ata « türk anıtına çelenk » ler konmuş, vilâyet, müstahkem — mevki komulanlığı ve Halk Partisi ziyaret edil » miştir. Akşam aske » ri gazino önünde de- niz eğlenceleri ve yarışları — yapılmış - tır. — Müsabakalarm neticesinde birinc'li « ği kazananlar şunlardır: Bir çifte sandallar arasında İbrahim Er- — Çanakkalede denizciler ba o Deniz yarışlarını idare eden he yet Yüzme yarışları birincileri de şunları Dört çifte filikalar arasında Ber gemisi,| dır: yra ——— Sür'at Berkden Cemal Deniz, Muka- gin, İki çifte sandallar arasında Nevzat| vemet Berkden Nazım Umk, Deniz al - Aydın, Motörlü sandallar arasında Hü- seyin kaptan, Balıkçı kayıkları grasında Tevfik Kınay, Yelkenli motörler arasında tından en uzun giden Guruptan Kenan Yazgan, Yağlı direk Aydın Reisten Ke- mal Arıman, Yarışlarda birinci ve ikinciliği kaza « Remzi Yıldırım, Yük mavnaları arasın -| nanlar, General Kemal Doğan tarafın « da Ceylânıbahri. Kırklarelinin bir Nahiyesinde azat Obası açıldı Kırklareli (Hususi) — Şehrimizin gü - zel bir mesiresi olan, suyu ve havasile meşhur küçük bir yaylâ üzerindeki Ser- gen nahiyesinde bir temmuzdan itibaren bir azat obası açılmıştır. 84 mevcudlu ©- lan obanın direktörlüğünü Ziya Gök Alp, başmuallimliğini de Mustafa Börbeçene yapmaktadır. Balıkesirde üç kafadar bir evi yakmak istediler Balıkesir, (Hususi) — Ahmed, Sabri, 'Tevfik adında üç kafadar Dinkciler ma- hallesindeki Emsalin umumi evine gi derek Bursalı Kadriye isminde bir ka- dının odasına girmişler, yataklara, per- delere ateş vermişlerdir. Yangın birden- bire büyümüş, yötişen itfalye — yangını söndürmüştür. Evi yakmak isteyen üç kafadar yakalanmışlardır. Bir köylü Nilüfer çayında boğuldu Bursa (Hususi) — Gemlik köylülerin- Mihrablıköprü civarında bulunan göle yı- kanmak üzere girmiş, fakat zavallı bir daha çıkamamıştır. Bataklığa saplanarak boğulduğu tahmin edilmektedir. Şehri- mizden giden itfaiye tarafından kancalar- la uzun aramalar yapılmışsa da cesed bu- Tunamamıştır. —— ——— olduğu şu günlerde, en samimi ve en yük- gek sesimizle hakikati Suriyelilere du- yurmıya çalışarak, tekrar edebiliriz: Mii- H Türkiye, milli Suriyenin, milli Irakım, milli Filistinin, hülâsa bütün milli şarkın yalnız dostudur ve onların yalnız müz- takil, müreffeh ve mes'ud olmalarını is- ter, Çünkü, bu, onun için bir hayat menfaatidir! Muhittin Birgen madığı görünüyordu. Uzun zahmetler- le elde edilen bu istiklâl tam mıydı? Bu işin erkâmharbiyeye nid olan kısmı bitmişti. Memleket düşman istilâsın- dan kurtulmuştu... Fakat bu kâfj değildi. Şimdi bu mem- leket için, bu memleketi bütün' harici tehlikelerden, bütün harieden gelen (Medeniyet verici) nikabı altındaki is- luluk, bir cemiyet yaratmak 1âzımdı. Ancak böyle bir cemiyet memleketin en hücra köşelerine kadar medeniyet götürerek omu içinden zaptedecek baş- kalarının haris nazarlarından onu kur- taracaktı. Feriha birkaç senedir yetişmiş olan yeni insanlara karşı onların eline bu memleketi tevdi edecek emniyeti his- setmiyordu. Değersiz miydiler? Hayır, bunu düşünmüyordu... Böyle bir şey iddia dahi edilemezdi. Çünkü hayat ve hâdisat onları bu hususta he- nüz imtihan etmemişti. Onların iç mi- marisinde henüz teşekkül etmemiş, henüz rengini, kokusunu hüviyet ve husüsiyetini kazanamamış varlıkların dumanlı ve mübhem eşkâli vardı. e Feriha Güler'in arkadaşlarile sık sık temas etmiyondu. Onlardan çok yaşlı olduğunu düşü- LAĞAİA A LĞ A O LA a Haa AAA den Himmetoğlu Ali, Nilüfer çayındaki |* tilâ emellerinden kurtarmak için iyi|paşa torunu, paşa kızı, yetişmiş ferdlerden müteşekkil bir top-|olmıyan ailelerin kızlarile görüştürül- dan muhtelif hediyeler verilmiştir. SEVİNÇ... | Otomobil * tenetzühünde ! hissedilen sevinç, sabah- ları yeni ve cazip ülük- ları görmekten mütevellid sevinç ... Kendinizi güzel ve cazip göstermek sevinci ... COTY PUDRASI, o ka- dar ince, © derece yapış- kan ve yeni renkleri o ka- dar saf ve nazikdir. ki gözellikleri tabil ve taze göslerir. COTY PUDRASI « Gençliğin pudrasıdır < ÖO MEŞHUR FRANSIZ MARKASI nerek onlar Güler'i ziyarete geldikleri vakit Feriha beş on dakika içinde or- tadan kayboluyordu. Güler'in arkadaşları içinde kızlar da erkekler de vardı... Ve eski zamanda olduğu gibi bu çocukların hepsi ayni içtimaf sınıfın çocukları değillerdi. Eskiden Feriha ancak kendisi gibi vükelâ evlâdı mezdi. Kibar çocukların mutavassıt al- de çocuklarından fena şeyler öğrenece- ğinden korkulurdu. Halbuki şimdi bu zincir kırılmıştı. Güler'in Üniversiteli arkadaşları için- de, bir bakkalın kızı, bir mimarın oğlu; asil bir aileye mensub iki kız kardeş, saylav çocuğu, fabrikatör torunu, bif — kapıcının kızı, taşradan İstanbula tah- sile gelmiş ve tahsil edebilmek, tahsil” parasını tedarik etmek için ameleliğt kadar her işi yapan çocuklar da varde Ve bütün bu gençler birbirlerini hif yadırgamadan, birbirlerini aşağı V8 yüksek görmeği düşünmeden pekâlâ bö raber arkadaşlık yapabiliyorlardı. Yeni gençliğin en beğendiği tarafı bil idi, Bütün bir millette birbirile kaynaş" mak kabiliyeti.. 4 (Arkan var)