Geçen cumartesi bizim eski ehibbadan © Süleyman efendinin kayınbiraderi Haş- meti ile birlikte kahvede lâklâkiyatla va- kit geçiriyorduk. Bir ara Haşmeti: , — Kişıf amca seninle yarın bir plâca Bgidip biraz eğlensek nasıl olur? Dedi. Ayıp değil ya, bu kelimeyi bir kaç defa duymuş, gazetelerde okumuş - tum ama, tam manasını bilmiyordum. Her halde piliç kelimesinin arabca kai - Gdelere uydurularak yapılmış cemi mü - kesseri olacaktı. Belki de bir tavuk çift- liğine adı vermişlerdi. Cehaletimi moy - dana vurmamak için çok fazla üzerinde durmadım; »— Hay hay Haşmeti, dedim, gideriz. Pazar sabahı erkenden Haşmeti evi - min kapısına geldi: — Kâşif amca, Kâşif amca haydi gi Gelim! Evden çıktım. Bir vapura bindik, va - pur da vapurdu ha. Taifci ni - sanın en dilâraları buvapura dulmuş Tardı, Haşmetiye sordum: — Haşmeti, bunlar da plâca m gidi yorlar? —- Evet ya! — Ve minelgaralb. Nihayet plâç denilen yere gittik. * İyi tahmin etmişim.. Hakikaten bir ta- wuk çiftliği idi. Kumluk bir sahanın ke- narına dizilmiş ufak ufak kümesler var- Ü. Tavuklar kümeslerde olacaklardı. Bu yüzden kumluk saha henüz bomboştu. — Hele Haşmeti, dedim, şurada bir a- Baçaltı bulsak da otursak.. ” Haşmeti kahkahayı bastı: — Ama ettin Kâşif ama plâjda ağaçal- tı aranır mı? — Ya ne yapılır, Sahrayi kebirde pus- Jayı kaybetmiş seyyah gibi kumların “- zerinde keştügüzar mı edilir? —— Hele bir soyunalım. — Hım, anlamadım? — Yani soyunalım, Plâja gelince so - yunmak icab eder. — Vallahi Haşmeti bu sözleden bir şey anlamıyorum ama. — Hele sen dur. açtı. Ben: Ğ — Aman ne yapıyorsun, tavukları ka- çıracaksın, sonra bizden hesabını sorar- lar. Dememe vakit kalmadan kapıyı kapa- Gı. Ben dışarıda kaldım. Bir iki dakika #sonra Haşmeti ayağında siyah bir donla /— kümesten fırlamaz mı? — Aman Allahım deli var! Diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Haşmeti yanıma geldi: — Sus burada âdet böyledir.. Plüjda soyunulur, mayo giyilir, kumlarda yatı - lır, denize girilir. — Ben de mi öyle yapacağım? — Tabii değil mi ya. Hem şen Plâe di- yorsun, buranın adı plâc değil, plâjdir. fak kulübeler soyunma yeri imiş.. Ben de bir tanesine girdim, elbisemi çıkar - dım. Cebimde peştemal kadar büyük bir mendil vardı. Onu önüme bağladım. Kulübeden çıktım. Olan kumluk saha ben soyununcıya ka- — * dar dolmuş. Kırmızı, yeşil, mavi, daha ne a bileyim birçok renk dönlar giymiş İn - “> kumların üzerindeler.. Kimi yat - MİZ Kâşif amca plâjda Yazan: İsmet Hulüsi Haşmeti kümeslerden birinin kapısını | Meğer benim kümes zannettiğim o u - Külübeden çıktım. Biraz evvel bamboş AH I x oradakilerin hepsi kadın değil mi? Füc'e- ten ölecektim. Meğer biz yanlışlıkla ka- dınlar plâjına girmişiz; Haşmeliye »ses- lendim: — Haşmeti felâket, dedim, biz kadın- lar plâjına girmişiz.. Şimdi dayak yeriz. Ben bir tarihte yanlışlıkla Sofular ha- mamının Kkadınlar kısmına girmiştim de kadınlar nalınlarla üzerime hücum et - mişlerdi. Canımı zor kurtarmıştım. Haşmeti güldü: — Merak etme Kâşif amca, plâjların kadın, erkek kısımları yoktur. — Yani kadınlar ve erkekler beraber mi denize girerler? Yahu herkesin na- mahremini seyretmek günahı kebairden sayılmaz mı? Tövbe tövbe estağfıyrullah! Haşmeti — oranın yabancısı * değildi. Biraz ötede fıkırdaşan kadınların yanı- na gidiverdi. Ben yalnız kaldım. Oldu olacak, ben de birile ahbablık ederdim. Ama öyle nim Üryan hatunlarla oynaş - mami doğru olmazdı. Kendim gibi bir er kişiyle ahbab olur. şuradan buradan ko - nuşararak vakit geçirirdik. Bana doğru gelen bir erkek gördüm: — Affedersiniz ? Dedim. İnce bir sesle cevab verdi: — Bir şey mi söyliyeceksiniz bay? — Hiç, şuraya geldim de, konuşup dert- leşecek birini arıyordum. Kumların üzerine oturdu: — Peki konuşalım. — Ben Küşif amca! — Benim adım da Aliye! — Aliye. R — Ali Bey demek istiyorsunuz? — Hayır canım Aliye! — Ay siz kadın mısınız? — Erkek miyim ya? Dikkat ettim, hakikaten kadına ben- ziyordu. Fakat uzun pantalanu yüzür - den onu erkek zannetmiştim. — Affedersiniz pantalonunuz beni ya- mnılttı. Kimi uzun pantalonlu, kimi kısa donlu bir kaç kadın etrafımızı almışlardı. İç - lerinden biri: — Ben bayı tanıyorum! dedi. — Cevab verdim: — Olabilir bayan, Aksarayda beni her- kes tanır. — Aksarayda mı? A orasını Lilmiyor- dum. Ben sizin resimlerinizi gazeteler - de görmüştüm. — Benim mi? — Evet, hem sizin adınız.. — Adımı herkes bilir.. — Hah hatırıma geldi. Gandi, Hepsi kahkahayı kopardılar: — Hayır yandı değil, henüz yanma - dım ama, bu gidişle yanacağa benziyo - rum. » — Yandı değil, Gandi. Siz Hind'i değil misiniz? — Hayır, ne hindiyim, ne de kaz. — Hindli Gandi sizsiniz işle, böyle peş- temallı resminiz gözetelerde çıkıydr. Hıpeüyıumuqıdnlıü.oukük Bon PosrTa Kuşçulak Bahisleri: Bordir kanaryası Memleketimizde yerli namile marul ©- lan bu kanaryalar çok sihhatli ve mu - kavemetli, diğer nevilere nazaran küçük kuşlar olup, makbul olanlardır. Baş yuvarlak, biçimli, gaga kısa, boyum orla nlukta ve hafifçe dolgun. Göyde ve ruk keza orta uzunluktadır. Göğüs yuvarlak ve biraz dar, arka yuvarlak ve omuz aralarında bir çökünlü olmamak şartile, göğüs, omuzlar ve arka hattı te- peden basıldığı vakit yorkşir kanaryasın- |da olduğu gibi muütazam bir daire leş- kil eder. Kanadlar her kanaryada güzel- lik bakımından bulunması lâziım olan bir vaziyette; gövdeye tamamile yapışık ve uçları arka ve kuyruk üstünde yek- diğerine karşılıklı temas eder. Kuyruk; baş ve arka hattı boyunca düz olarak te- madi eder Ve kuyruk tüyleri mümkün olduğu kadar yekdiğerine yapışık bulu- nur, Bacaklar orta ve gövde ile müte - nasib bir boyda, gözler; çok patlak ve hayat doludur. Tüyler; biç bir yerinde kabarık olmamak üzere tamamile göv hat 45 derecelik bir zaviye teşkil eder. Canbılığı vo neş'esile meraklılarına ken- kç dini çok sevdiren bu kuş Yorkşir ka - naryasının az, çok bir minyatürü demek- tir. Renk itibarile Yorkşir kanaryaların- daki nevilere ayrılır. En büyük vasıfla - rından biri olan tüylerindeki sıkışık ve yapışıklığı muhafaza etmek için bunları kat'iyyen sıcak odalarda bulundurmama- hıdır, Gündüz ve gece ayni derecei harareti Jmuhafaza etmek müşkül olabileceğinden bilhassa sıhhat ve ötüşleri bakımından kuşları böyle odalarda tutmak doğru ol- peli ve doğuşta tepeli kanarya başları gö- rünmektedir. Tepeli kanaryalar için en makbul olan böyle krizantem petellerine benziyen bir tepetin manzarası ne kadar hoş ise bu evsafı elde etmek te o derece müşküldür. Yeniden beş yolcu tayyaresi yaplırıyoruz Berlinde toplanan beyenlmilel ha - va kongresi bitmiştir. Kongrede bey - nelmilel hava kurumuna — birinci reis seçilen Romanya murahhası kont Bi - besko ile ikinci reisliğe seçilen murah- hasımız Şükrü memleketlerine dön - dükten sonra Bükreş ile İstanbul ara - sında yapılacak hava seferlerinin ha - zırlıklarına başlanacaktır. Hava yolları idaresi Bükreşten ge - lecek yolcuları memleket — dahilinde gezdirmek için kendi tayyarelerini ça- lıştıracak, Bükreşle İstanbul arasında her iki hükümetin tayyareleri müşte - reken gidip gelecektir. On bir yolcu tayyâresi mevcud olan hava yolları i- daresi yeniden beş yolcu tayyaresi da- ka almağa kınr'.vırmişîir. Bu tafya - relerden üçü İngilterede, ikisi mem - Jeketimizde yapılacaktır. Memleketimizde yapılan tayyare - ler en basit vidasına kadar hususi bir ihtimamla imal edildiği için Avrupa - dan celbedilen tayyarelere faik bir hu- susiyet ve sağlamlık arzetmektedir. 'Türk Hava yolları idaresi ayni za - manda Avrupa ile Asyayı birbirinc ha- yadan birleştirmek vazilesini de üze - rine almış' bulunduğundan yakında da ha geniş bir şekilde çalışmağa başlıya- caktır. kahayla güldü: - i — Aman Küâşif amca ne yaptın, peşte -| hirikmi: . Ben kulü ar - Na c :::ı:m..ıua ulübeden çıkar çık Kafam kızmışlı: — Helo Kâşif amca! diye barbar beğır- — Eh artık fazla, dedim, setri avrete hepinizden daha fazla riayet ettiğim hal- de benimle alay ediyorsunuz ha. Bir daha esasen böyle yerlere geleceğim yok. 'Töv- beler bövbesi, n Kümes gibi kulübeye girdim, giyin - Sf Zip zap zıpliyor.. Kimi töp oy-|dim. Elbisemle dışarı çıkıyordüm. Kulü- ikkat pttim, bir de ne göreyim, | benin eĞi üti kapısı ünl_lnıle birçok kadın erkek dılar.. » Helo nedir bilmiyordum ama, karine ile keşfettim.. Yaşa Münasına olacaktı. Benim bu tarzı hareketimi beğenmiş - ler, bu suretle bağırarak alkışlıyorlardı. Ben de nezaketle şapkamı çıkarıp ken - dilerini gelâmladım ve plâjı terketlim. ? $ Niğde tahrirat kaleminde başlayıp darağacı altında biten memuriyet hayatı: 26 enkaersasenekesasenn İstanbulda Te sereanan earreccnAAEASEKEEENEEERELENACENERAN AAA AENAEAA AA KA LAKEARAAARENE KEELAme t Devlet kapısında elliyil | — Yazan: Eski Dahiliye Nazırı veeski meb'us Ebubekir Hâzım Abdurrahman Paşa senel gazetesine abone idi ve erdenberi Fransızca Temps hergün aldığı bu gazetenin kısa ajans telgraflarını lügate bakarak okurdu Meğer, o senelerde çıkan bir lü kitabında «Ebu Hamid» kelimesi, «Âyı denilen bir canavar» şeklinde tercüme olunmuş, bu yüzden, bu lügat kitabı piyasadan toplattırılmış, yazan da ce- zalandırılmış. Abdurrahman paşa bana bü vak'ay anlattıktan sonra: — Belki, dedi, bizim pinti kelimesi de, meşhur «Pinti Hamid» hikâyesini hatıra getirir de, başımıza iş çıkarır! Bu kadar vehham olan Abdurrahman paşanın, bütün işlere karşı gösterdiği esveseli itina, ve nihayetsiz müşkül- ğ KA « |pesendlik, bana nefes almak fırsatını deye yapışıktır. Tünek üstünde iken gö- yij, zor veriyordu. Bu yüzden, 'E:s": zünden kuyruğunun ucuna doğru çekilen |i kaldığım müddetce, İstanbul- dan gelen Fransızca kitablara istediğim kadar gömülemiyordum. Hattâ o sıralarda, bu arzumdan ta- mamen mahrum kalmamak için, bir çare düşünmüş, ve bulmuştum: Uyandırıcı bir,saat tedarik ettim ve |her gece uykumdan kestiğim bir kaç saati, Fransızcaya ayırdım. Bu süretle vakit bulunca, işe yra merden başladım. O zaman, Arab sarf ve nahvine sid malümatım kuvvetlice | olduğundan, gramer kaidelerini anla: makta fazla zorluk çekmiyordum. Gra- meri, bir kaç ayda halmettim. O sıra- larda, elime, Beşir Fuadın neşrettiği mufassa| grameri de geçirmiştim. On- dan da haylı istifade ettim. Sigaları terime yazar, fırsat buldukça bunları gözden geçirerek, ezberlerdim. Diğer kitabları okumıya kalkışmıya henüz cesaretim yoktu. Fakat gramer- leri okurken, arasıra onları da karıştı- rır, bilhassa «Hazinci şairane manzumeleri üzerinde durur, dü n düm. Bu kitahlar, o sırada bana, ken- muz: Resimde-bir Bordir kanaryası ile te-| 1)1.rile konuşmak istediğim halde, li-| ye tercüme : sanlarını bilmediğim çok sevimli ve|lilânlardan öğrendiğime göre — kitabı . yabancı birer dost gibi görünürlerdi. İtürkçeye çeviren de, Paris sefaretimi- Onları her elime aldıkça, birer dostla|zin başkâtibi Yusuf Neyyir beymiş!.. karşılaşmış gibi olurdum. Günün birinde, bu kitablardan biri-|tim. Kitabı elime alır almaz, ilk işim, ni okumuya karar verebildim. Fakat işe|lügat ve gramer yardımile — anlamak hangisinden başlamalıydım? . «Pol e |imkânım bulamadığım için, Virjini»yi gözüm kesmedi. Çünkü onun | geçtiğim bir fıkranın nasıl tercüme e- — harfleri, pek küçüktü. O küçücük harf- | dildiğine bakmak oldu. Fakat çok ya- ler! hecelemek, bana çok zor görünü-|zık ki, o fıkranın mânasını, Yusuf Ney- yordu. Bu korkuyla, işe #Graziyellar- | yirin tercümesinde de bulamadım. Ç&în dan başladım. Lamartinin bu — güzel|kü ayni fıkrayı © da atlayıp geçmişti. — eseri, insanda okumak arzusunu arttı- racak kadar cazib bir şekilde basılmış- | varabildiğim bir çok hatalar Meselâ, hatırımda kaldığına göre: tu Üstelik, harfleri büyüktü. Halbuki, bu intihabda, ne kadar ya- Bu dokuz çocuklu Anaya yardım Etmeliyiz! Küre maliye ikinci daire tahsildarı Hüseyin Kocabaşın karısı Huriye im- zasile yazılıyor: «— Dokuz çocuk annesiyim, bundan on yıl kadar evvel vukubulan bir yan- gindan, çırı! çıplak çıkmış, ancak ço- cuklarımızla kendi hayatımızı kurta- rabilmiştik. Yatacak ve giyeceklari- mizi temin için 600 lirayı mütecaviz bir borç yaptık. Yıllardanberi lera tev- kifatı ile bu borcu ödemekte ve zevs> cimin 24 lira maaşile bin müşkülütle geçinebilmekteyiz. Çocuklarımdan iki. si ilkmektebi bitirmişlerdir. Fakat ma- Ni vaziyetimiz yüzünden orla mektebe devam edememekte ve sokaklarda pe- rişan bir halde gezmektedirler. Diğer iki çocuğum ilkmekteb talebesidirler. Dördü de henüz mekteb çağına gelme- diklerinden yanımda bulunuyorlar. Hükümetimiz benim gibi çok çocuk- u analara şefkatli elini uzatmakta ve bunun için devlet büdeesine para ko- İsmet Mulüsi yarak yardımlar yapmaktadır. Bu nıldığımı sonradan anladım: Eğer oku- mıya, Pol e Virjiniden başlasaymışun, çok daha isabetli davranmış olacakmı- şım. Çünkü, «Pol e Virjini» harflerinin Küçüklüğüne, ve göz korkutuculuğuna rağmen, üslübu, lisanı gayet sade hir esermiş. Halbuki, Lamartinin Grazi- yellası, çok yüksek ve girift bir lisanla yazılmış bir kitabdı. Ben, işe ondan girişmekle, cehaleti- min cezasını bol bol çektim. Her say- fada, hattâ her satırda, habire, lügata başvurmak — mecburiyetinde — kalıyor- dum. Fakal buna rağmen, gözüm kork- madı, ümidim, cesaretim kırılmadı. Bi- lâkis, her cümleyi anladıkca, hattâ her kelimenin manasını kavradıkca, âdeta, — kale fethetmiş muzaffer bir kumandan gururu duyuyordum. Ara sıra, lügat da kâfi gelmiyor, gra- mere de müracaat etmek mecburiyetin- — de kalıyordum. Fakat, bu süretle oku- duğum sayfalar çoğaldıkca, lügata ve ı nacak derecede azalıyordu. Sanıyorum ki lügata bakarak kitab okumak cesareti bana, Abdurrahman — paşadan sirayet etmişti. Çünkü o, se- * )sine abone idi. Ve hergün aldığı bu ga- zetenin yalnız kısa ajans telgraflarını bile, lügata bakarak okur, anlardı. Graziyellayı okurken, lügata baktı - ğım her kelimenin türkçesini sayfa ke- narına yazmıştım. Kitabın son sayfala- rında, hemen hemen hiç türkce kelime — kalmamıştı. Halbuki, başlangıçta, her> |sayfada 40-50 defa lügatı imdada Ça - |ğırmıştım. A , Graziyellayı, «iğne ile kuyu kaz - kaideye uymıyan bazı fiilleri, ceb öef ve zorlukla okuyup bitirdim. Bir müd- det sonra, gazeteler, bu eserin türkçe- u ilân ettiler. O mak» sözüne misal olacak bir gayret — e ğ gramere bakmak mecburiyeti hissolu- — nelerdenberi, fransızca Temps gazete- — İstanbuldan derhal bir tane getirt- atlayıp Üstelik, kitabda, benim bile farktna vardı. (Devamı 10 ncu sayfada) ae laalRREA| yardımın bize de yıpılması' için sayın Sıhhat Vekilimizin Mazarı dikk&tini — Yerköy halkı 'namma G. Gençoğlu iâmzasile yazılıyor: n «— Kayseri - Ankara hattı üzerinde bulunan Yerköy her sahada yükseli a ye müzaid bir nahiyedir. Son seneler. de burada hükümet bir milyon liraya yakın para sarfederek bir buğdağ si- Tosu ve bir depo yaptırmıştır. Orta  | nadolunun zahire hazinesi olan Yer- köyde polis, jandarma karakolu, inhi- sar idaresi, posta, telgraf merkezi, devlet demiryolları, banka buğday a- lm merkezi, sıtma mücadele şubesi- gibi bir takım teşkilât vardır. Yerköy halkınım yegâne arzusu nahiyenin kar za merkezi haline getirilmesini gör- mektir. Nahiyeye 45 dakika mesafi bulunan ve bir asırdanberi 80 hareyi geçmiyen Çiçekdağı kazası Yerkö nakledildiği takdirde hükümet N yeni bir kaza kurmak külfetinden kur- tulacak, hem de Yerköy bu sayede yükselmiş olacaktır.» 2 4 4