17 Haziran 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

17 Haziran 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tulüat tiyatroları nasıl himaye olunabilir ? Yazan: İsmet Hulüsi İstanbulun tuldat Tulüat tiyatrolarının himaye edileceğini Büzetelerde okuduğum zaman tulüat ti- Fatrolarının bugünkü vaziyetini ve onlar- istifade etmenin mümkün olup ol- TMadığını düşündüm. Evvelâ bizdeki tulüat tiyatrolarının ne ğunu ve ne iş yaptıklarını anlatmak ö İstanbulda Şehir tiyatrosile, vakit va- kit isim değiştirerek ortaya çıkan operet 'atroları haricinde kalan bütün tiyat- Tolara biz «Tulüat tiyatrosu» der, geçe- Tz, fakat bunlara «Tulüat tiyatrasu> ye- Tine .Sahibsiz tiyatro» demek daha doğ- olur, Tiyatronun en fazla seyirci h-nhuldı muntazam — temsiller veren bir tek tulüat tiyatrosu vardır, Naşidin ttosu. Bundan başka Dümbüllünün ötrosu — da — İstanbulda — çalışır. Ginız Dümbüllünün muayyen bir yeri Yoktur, Haftanın ayrı ayrı günlerinde ayrı yerlerde temsiller verir. bir buldaki bu iki tulüat tiyatrosunu yana bırakırsak, Anadoluda vilâyet iyet, kasaba kasaba dolaşan sahibsiz troların sayısı pek fazladır. Bu tiyatroların artistleri arasında kıy- Metsizleri, okumak yazmak bilmiyenleri —“Unduğu gibi, çok kabiliyetlileri, tahsil bulduğu Üüşleri de vardır. Eski Darülbedayi- — hemen hemen bütün reperluvarı ÂAna- a gezen tiyatroların repertuvarı ol- :*n"lnur. Naşidin oyunlarını da gene on- Ha sahnelerinde görmek mümkündür. “tâ isimsiz muharrirlerin yazdıkları, ir üme ettikleri kendilerinin has malı takım piyesler gene onların sahnele- Oynanır. Su sual hatıra gelir: — Bu tiyatrolar himayeye değer mi? & Şübhesiz ki değer, bugün büyük Vilâyette iki üç temsil verdikten son- Yarın en küçük kasabaya uğrıyan, ora- b da kendine seyirci bulan bir - varlık, " ne olursa olsun, himaye edilmelidir. '& yapılacak az muavenet ve az e- Tekten edilecek istifade büyüklür. 1Ci bir sual daha: — Nasıl himaye etmeli? .:"clük burada, bu tiyatrolara hodbe- İ vhmlmı para yardımı hiçbir seme- #rmez Kazançları esasen az olan bü Alroculara az bir zaman sıkıntısız hayat geçirtmekle ne elde edilebilir .d'ı'.nu yardım, daha başka şekilde ve Sümullü olmalıdır. ı“'*li ihtiyaçlarını ele alalım: 'qu”;; Muntazam bir kadroları yoktur, > dağılırlar. > — Oynıyacak piyes bulamazlar. z Yetiştirilmemişlerdir. Başlarında iletini yetiştirecek bir rejisörleri Pöktür M _h““'-—!um kadroları olmamasının ye- Sebebi paradır. q“u_*ıuk piyes bulamazlar, Çünkü —mmhl!es muharriri yoktur. Piyes mü- k İ yoktur ve olanlar da İstanbul Şe- tiyatrolarında iki temsil hir tiyatrosuna piyes hazırlıyanlardır. Bunların piyesleri Şehir tiyatrosu gibi kuvvetli. kökleşmiş bir müessesede oy- nanacak cinsten piyeslerdir. İHarhangi dekorsuz, küçük kadrolu bir trup bu pi- yesleri oynıyamaz. Evvelki sene Reşad Nurinin İstanbul Şehir tiyatrosunda oynanan «Hülleci» komedisi muharririn tulüat yani bu sa- hibsiz tiyatrolar için yazdığı bir eserdi. Hülleci herhangi bir dekorla, az aktörle kolayca oynanabilirdi, hemen hemen bü- tün tiyatrolar bu piyesi oynadılar, fakat «Hülleci» bir tek eserdi. Hülleciyi başka eserlerin takib etmesi lâzımken nedense böyle olmamıştı ve iyi başlanan bir İş daha başlangıçta mahvolmüuştu. —Tulüat tiyatroları için bu tarz piyesler yazılma- lıdır. Piyes hakkında şimdilik fazla bir şey yazmıyacağım. Rejisör ve muntazam kad- ro meselelerine gelince: Anadoluda, nisbeten merkez! bir vilâ- yette, meselâ Eskişehirde hükümet mu- ayyen kadrosu olan ve başında kuvvetli bir rejisör bulunan bir tiyatro kurar, Bu tiyatro tiyatrodan ziyade bir mekteb ©- lur, Şehir şehir dolaşan tulüat tiyatroları Eskişehire uğradıkları zaman bu tiyat- rToda bir mektebde okur gibi staj görür- ler, kendileri için yazılmış eserleri reji- sörün kontrolü altında sahneye koyarlar ve oradan ayrıldıkları, başka şehirlere gittikleri zaman Eskişehir tiyatrosunda belledikleri eserleri belledikleri tarzda oynar ve hem kendileri daha fazla seyirci bulurlar, hem de seyirci tiyatrodan bi- hakkın istilade eder. Daha — başka — bir — şekil — de, artistler arasında bir seçim yaptıktan sonra bülün bu tiyatroları vilâyetlere mal etmektir. İzmirin, Balıkesirin, Bur- sanın, hemen hemen bütün vilâyetlerin birer tiyatrosu olur. Bunlar belediyenin kontrolünde ve himayesinde çalışırlar. Her vilâyet kendi tiyatrosu için bir reji- sör bulamasa bile seyyar rejisörler bu- lunur ve onlar vilâyet tiyatrolarını çalış- tırırlar. Yalnız çu var ki bahşettiğim W SON POSTA Devlet ka pısında elli yıl Yazan: Eski Dahiliye Nazırı ve eski meb'us Ebubekir Hâzım Pembe ile bir akşam evvel uzun uzun konuşmuş, ağlaşmış, vedalaşmıştık. Bu veda esnasında beyaz kuzumu da, ona hediye etmiştim. Çünkü ondan ayrılıyordum mahfe içinde gidilecekti. Fakat o ka- za, benim gözümü iyice korkuttuğu i- çin, bu sefer mahfeye binmiye bir tür- lü razı olmuyordum. Ben: — Binmem! diye ayak direyince, ön- lar da fazla ısrar etmediler, Ve baham: — Bırakın... dedi,.. Biraz sonra tit- remiye başlayınca aklı başına gelir. O zaman mahfeye can atar!.. Babamın bu sözü üzerine, beni, ka- tırlardan birinin sırtındaki iki denk arasına bindirdiler!, Pembeyle bir akşam evvel uzun u- zun konuşmuş, ağlaşmış, vedalaşmış - tık!.. Bu veda esnasında beyaz, tombul kuzumu da, ona hediye etmiştim. Kü- çücük aklımla, Pembenin kalabalıkta rahatsız olabileceğini, ve üşüyebilece- ğini hesab etmiş, teşyie gelmemesini istemiştim. Bu itibarla, onun gelmiye- ceğini sanıyordum. Halbuki, hareketi- mizden biraz evvel, kuzusile birlikte Pembe de geldi!. O zamana kadar, teşyie gelen dostlarile kapı önünde ko- nuşan babam, Pembeyi ve kuzuyu gö- rünce, içeriye girdi. Ben onun bu ince hareketinin mânasını çok sonra anla- dım. Meğer iyi yürekli babacığım, iki küçük aktörün karlar üzerinde oynıya- cakları o sevimli faciayı seyretmek- ten kaçmıştı!. Poyraz, Pembenin, benim okşamıya bile kıyamadığım saçlarını perişan et- miş, yüzünü de ismi gibi kızartmıştı. Onun hüngür hüngür ağlaması, ba- na acı bir zevk veriyor, fakat kuzu - mun her zamanki gibi neş'eli olması, beni âdeta kızdırıyordu. Pembeyi bir defa daha kucaklamak istiyordum. Fakat yerleştirildiğim yer- den kendi başıma inebilmeme imkân yoktu. O gün Pombeden, bu arzuyu yerine getirmeden ayrılırken, katlanacağım acılar, gözlerimde derya kadar büyü - yor, genişliyordu. Ve ben, İspartadan uzaklaştıkça, yüzme bilmeden denize düşmüş bir çocuk gibi bağırmak, çır - pınmmak istiyordum. Karlı yollarda acı akisler çıkaran katır çıngırakları, bana büsbütün hü- zün veriyordu. Ondan sonra, her çıngırak sesi, beni bu uzak mazinin sıcak hatıralarına sürükledi. Antalyaya varıncaya kadar ve Antalyaya vardıktan sonra bu ay- rılışın acısını çekmekten kurtulama- dim. Beni ön yaşımda mecnuna çeviren küçük Pembeden başka hiç bir şey dü- şünemiyordum. Hayatımın bu masum faciası, bu ay- rılışla, hâlâ duyduğum acı o kadar de- rin olmıyacaktı!.. Fakat maalesef, bu körpe sevdanın o ayrılıştan daha hazin bir âkıbeti var... Antalyada, dört yıl kalmıştık. Ve bu dört yıl içinde, daracık ruhuma, Pem- benin tertemiz hayalini soldurabilecek hiçbir gölge sinememiş, girememişti!.. Dört yıl sonra, Antalyadan Niğdeye, İsparta yolile döndük. Söylemiye bile lüzum yok ki bu yolun tercih edilme- sinde, benim büyük tesirim olmuştu. Hattâ babama, sadece, Mersin tarikin- den daha uzun olan bu yolu tercih et- Tâyet tiyatroları İstanbul Şehir tiyatrosu gibi sabit bir tiyatro halinde çalışamaz- lar. Çünkü buna ne manen, ne de mad- deten imkân vardır.. bu tiyatrolar bir vilâyete bağlı seyyar tiyatro olacaklar- dır. Meselâ Eskişehir tiyatrosu Eskişe- hirde oyunlar verir ve akabinde turneye çıkar, Evvelâ vilâyetin kazalarını ve son: ra diğer vilâyetleri dolaşır, bu arada da Balıkesir tiyatrosu Eskişehire gelip tem- sil verir ve seyyar rejisörler mütemadi- yen dolaşır, yeni piyesler, sahneye koyar, piyeslerin oynanış tarzlarını kontrol e- derler. Az emek ve az mo«rafla hem bugün fe- na bir vaziyette Çalışan tiyatroculara yardım edilmiş olur, hem de tiyatrodan ]hnlk istifade eder. İsmet Hulüsi tirmekle kalmamış, İspartada on, on beş gün dinlenmemizi bile kabul ettir- miştim. Bu itibarladır ki, sıcak, fakat nefis bir temmuz gününde İspartaya yaklaş- tığımız zaman, sevinçten içim içime sığ- mıyordu. İspartaya bir an evvel girmek için, kafileden ayrılıp atımı sürerken, içimi dolduran sevincin yanı başında şübhe- ler, korkular, endişeler, tereddüdler de vardı: — Acaba, diyordum, Pembe beni u- nutmadı mı? O da ayni derecede ıztı- rab çekti mi? Beni nasıl karşılıyacak? Onda eski samimiyeti bulabilecek mi- yim? Onun benimle hiç konuşmaması ihti- malini bile düşünüyordum. Öyle ya, O Şimdi, İspartadan Antalyaya gene İspartaya girince attan indim zaman, iki küçük çocuktuk. Bizim ar-|ayak sesinin kapıya — yaklaştığını du- kadaşlığımız, münasebetimiz, hiçbir|yunca, kalbimin durmadığına hâlâ şa- göze Lena görünmeyebilirdi. Fakat şim- |şarım .Ayak sesleri bir adım daha yak- di, Pembe koskoca bir kaz olmuştur. Ben de on beş yaşıma girdim. Sesim kalınlaştı; bıyıklarım terledi. Tam manasile «Nâmahrem» sayılabile- cek bir delikanlıyım. Koca Pembenin bir delikanlı ile dü- şüp kalkmasına ailesi müsaade eder mi? Bu zarar verebilici münasebete, Pembe razı olur mu? Hem ben on beş yaşıma bastığım halde, eski mahcubiyetten zerre kadar kurtulamadım. Hattâ bilâkis, aradan geçen seneler, sıkıl, azaltaca- Gına, artırdı. O kadar ki, İspartaya yak- laştıkca, kendimde Pembenin kapısını çalmak cesaretini bile bulamıyorum. Mesafe ile birlikte, bu cesaretimin de azaldığını hissediyorum. Ve: — Ya kapıyı açmazlarsa?.. Ya fena bir haber verirlerse? Ya kapıyı suratı- ma kaparlarsa? diye, birçok fena ihti- malleri hesablıyor, ürkekleşiyorum. İspartaya girince attan indim. Öyle heyecanlı idim ki, Debağhane köprüsü- nü geçmek, bana bir seyahat kadar u- zun geldi. Kapının önünde, uzun bir tereddüd buhranı daha geçirdim. Ka- pinin tokmağını kaldırıp indirmek kuv- vetini nasıl bulabildiğimi bilmiyorum. Asır gibi uzayan bir dakika geçtiği hal- de, içeriden bir cevab çıkmadı. Gözle- rimi, yumdum ve yaradana sığın:'p, tokmağı bir daha kaldırıp bıraktım. Bir İdilen yol 245 müyon kilometreyi buldu. bu mikdar 2 milyon 400 bini buldu. Bu mikdarın yüzde ttibarile muhtelif devletlerde taka- — mi şekline bakınız: Amerika yüzde 465 Felemenk yüzde 33 Almanya » 113 İtalya l İngiltere —> 103 İsviçre » 15 Fransa —> 33 Belçika —» YA Geriye kalan bütün diğer memleketlerin mütebaki yüzde 19 u iİhtiva eder. Memleketimiz nuncu rakamın içindedir. alim ztetala Dünyada tayyare ile kaç yolcu naklediliyor? 'Tayyare ile yolcu nakliyalı harbden evvel bir lükstü. Bü 1Ş asıl mütareke yıllarında başladı. Son yıllarda deniz ve demir yollarile rekabet edebilecek bir genişlik kazandı 1929 da 85 mllyon kilametre katedilmişti. 1936 da kate- 1929 da nakledilen yolcuların sayısı (Ti bindi. —103$ laştıkca, heyecanım, bir misli daha artı- yordu. Nihayet kapı açıldı. Ve ben, Pembelerin ihtiyar, vefakâr hizmetci- leri Zeyneb kadınla karşı karşıya gel- dim. Zeyneb, beni görür görmez, büyük bir hayretle geriledi: — Sen misin? diye haykırdı. Sonra kendisini toparlıyarak ilâve etti: — Böyle ansımnı nereden - geliyor- sun? Koskoca delikanlı olmuşsun ma- şallah... Ben derhal, ziyaret maksadımı bil- dirdim: — Antalyadan geliyoruz. Burada baş on gün kalacağız. Sonra da Niğdeye gideceğiz! Annem, selâmetle geldiğimi- zi hanımefendiye söylemek, ailenin sıh- hat ve âfiyetinden de haber almak için beni gönderdi. Çok çok selâmı var. So- ruyor: — Nasıllar, iyiler mi? Zeyneb kadının siması karanlıklaştı. Geniş bir iç geçirdi. Sonra: a — Yavrum, dedi, âileye, ve seni het yerden evvel bu eve koşturan Pembeye dair vereceğim haberler kapkara... Bu sözler, yüreğime bir avuç zehirli iğne gibi saplandı. Düşecek gibi sarsıl- dığımı gören Zeyneb kadın, kolumu tu- tarak: — Kendine gel yavrum... dedi... Ne yapalım? Allahın takdiri öyle imiş! (Arkası var) ü

Bu sayıdan diğer sayfalar: