17 Hariran *Son Posta> nn aşk ve macera romanı: 1 —— $ bÖyıE bir sevinç Südeyim kil.. İlî“b—mı kandır - w Pu hafta Pari - Eidiyoruz. Baharı Ti Beçireceğiz q::'h de — yardımı z Ya. Babamı te - vi doktar K birisine tebdiline git - eli demiş. Dokto Sörüne benim da dilerim katılın - L',”’“"Eîm oldu. Üçüklüğüm. kH «Macera> la- Arşı bir. zâfım “"“h— Mektebde Za bu, — hoca « D Rözünden kaçmazdı. Arkadaşla - G bu yüzden bana «Robensonun kızı: | :L'“ takmışlardı. — Kendine bir tekne ti MSsız bir ada ara kurdlarını dökmek Ü İşte sana macera>» diye her vakit lâ- ederlerdi. N h:f' başlı değilim. On sekizinde bir | Ağır başlı olması için manastırda :::rnzn lâzım. Hoppalığımı seviyorum. | İi k kanlı olduğumu arkadaşlarım söy Yürlar, Delişmenliği mi de, artık, baba- =bırıciı şımarık yavrusu olmama ba- lb_,mıl Çalışkanlığımdan memnunum. f yi bir notla bitirdim. Fransızcayı, """ncı_vı adamakıllı biliyorum. Oku-| bayıldığım şey. Ne yapayım ki ser- :"'u aşkı, bu işde de bana hâkim. Ede- bir romanda fazla tüyler Ürpertici Altallar gönlümü okşuyor. Herkes Greta | ünnun öpüşüne baygın, ben Tom Bari n beygir koşturmasına — tutkunum. hh.bn"" adını bile anmak herkesin kah- galmasına yetiyor, ben Şarlonun | ı—ü ne gülemiyorum. Ama... . bir Ü ong oynandığı vakit seansa daha "*:“ kala sinemanın baş koltuğuna ._Nmı bekliyen birinci müşteri be- .:ğ* ki erkek değilim. Şu dakika ya Hin- %“dü fakirler arasında misafir olur- %Yı Afrika ormanlarında kaplan av- â heves ederdim. Tım-w satırları yazarken babam geldi: hç Beel... dedi... Artık bir Parizyen 0- Yorsun!... Beyoğluna bir boy çıkalım & Y T iki tuvalet âlalım... Olmaz mı?.. t muyum?... Çıktık. Kucak dolu- kaş'diyeler aldı. Yolda Rühaarın abla- diş Ga rastladık. Bana bir resim gönder- » Verdi. İyi kalbli Rühsarcı Beni I';“Mımq_ bak!... Babası Pariste yer- Aigi'en sonra bir daha İstanbula dön- ç- Öyle sevişirdik ki!... Rühsarı yeni- Rörmek, Parisi görmek kadar beni ürecek!... Mektublarında her va- Tz — ABI.. Parise bir gelsen!...> diye Yordu. * :"m!)'im!... Ne rüya, ne hayal!... N':,h" memleket!... İstasyondan otele Otomobille bir geliş, İstanbuldan ı.:' $e kadar birkaç gece süren yolculuk- B Sokaklarda yürürken sersemleşir Ü Olduğumu farkediyordum, Ama, in- kes gibi, istediğim gibi gezebiliyo- Mi ; Parise geleli beş gün olmadı, adetâ “ürisli kesildim. © Rühsart... k“. birisinin altına yuvarlanıyordum. %&M kaldırıma o kadar — çılgınca a- S İiaç ermin!.. Sen, burada!.. Daha dün t%. kendi kendime ne olurdu, diyor- %ı-hı başdöndürücü göründü. İlk .*hç,' şeye alışıyor. Dündenberi, ben P: h:thdı, birbirini toslayan otamobil- M t.,mNemmeuı Parise gelseydi de, ba- Iştanbı_ıldan Parise — Nermin, sen burada, ha? ba!... Şıp diye insan bulunur mu?... ra.. yeni adresinizi biliyor muydum, çap- kın?... Mektublarda adresine sorduk, üç hüâftadır Niste dediler!... Canım Rühsar!... — Hiç Gene eski civelek kız!... «Bua-dö-Buloyn» a giden büyük bul- vardayız. Bahar güneşi, Parise göz ka- maştırıcı aynalar serpiyor. Bulonya ormanlarına doğru akan in- san selinin arasına, biz de karıştık. — Nereye gidiyordun?... — Babam, Bulonya armanında bekli- yecekti de... Seni görünce ne kadar se- vinecektir!... Sokaklar, su yerine insan taşan çılgın nehirleri andırıyor. Bilmem hangi res- sam, bu kadar canlı bir tufan tab'osunu tasvir edebilmiştir?. Paris bu!.., diye gülüyor Rühsar... Daha ne gördün kül.. Buluştuk ya!... Ar- tık sana Parisi, bol bol anlatır ve tanılı- rım!... Korkma!... “ş Bulonya ormanlarının iç açan bir ye- rinde Parise yakışır bir gazino var. Çok güzel bir yer. Yanındaki uzun paviyon bu gazinoya ayrı bir gösteriş veriyor. Büyük bir orkestranın bu paviyondan süzülen cilveleri, ormanlar incisi bülbül- lerin şakrak birer dostu. Güneşle beraber burada Paris içinde bir Paris doğuyor, En zengin, en büyük adamların sık sık buluştukları yer burası imiş. Haksız de- ğiller. Aklı olanın yeti, ancak böyle gü- zel bir köşe olabilir. Rühsar, babası masalardan birinde 0- turuyoruz, Yanımızda bir de Fransız dok- tor var, İyi tanıdıkları imiş. Öyle sevinç içindeyim kil!... Rühsarın babası çok tatlı dilli bir a- damdır. Bulunduğu bir yere neş'e serp- memesi ne mümkün!.., Fransız doktorun da ondan aşağı kalır yeri yok. Tam uyuüş- muşlar. İkisinin şakaları, tatlı sözleri başlı başına bir âlem. Gazinoda muazzam bir kalabalık var. Sanki bütün Paris burada sözleşmiş. Yüz- lerce masanın etrafını çeviren göz ka- maştırıcı tuvaletler, ormanların can alıcı yeşilliklerile ve güzelliklerile yarışmak istiyor gibi. Burası bir gazino değil, bir lüks dün- yası, Fransız kadınlarının şakrak kahkaha- ları, ormanların yaprakları arasında, bi- rer musiki nağmesi gibi dalgalanıyor. Fransız kızının uçuşan etekleri, kelebek- lerin cazibesini söndürmeğe memur bi- rer ilâhi tül gibi. Mağrur İngilizin pürosunun dumanla- rı, tek gözlüğü altından dört yanı seyre- den Alman kontunun ciddiyeti, bunla- Tın yanında ne kadar da garib birer te- zad. Bulonya ormanlarında düğün var. Ve .... dünyanın her milletinin akını, değişmemiş!.. bmk!'wklnlnl burada bir arada sür-| uzaklarda, geniş bulvarlarda bütün hey- SDi Ne_ zaman geldin?.. S , * gün oldu. Bize 2 Y Uğramak yok ha?... betile devam ediyor. Sanki bulvarlar hırçın dalgalı birer deniz ve bizler, bu denizin heybetini kı- Can bir bakışla bilginlik tasladım: | yılardan seyretmeğe çalışan bir meraklı e bulunduğunu unuttun gali- | ordusuyuz!... SON POSTA Örkestra daha yo- Fulmadı. Kendilerini musikinin ilâhi â - lemlerine vermiş bü- yük müzisyenler, dört yanlarındaki ar- sıulusal kalabalık » tan, yüce Insan dalga larından habersiz gi bi. Onların - gözleri, | ruklarfle yalnız — motalarının gölgelerine bağlı. Dinliyeli yarım saat olmadı, Afrikanın vahşi — nağmelerin - den Wagner'in tan- tanalı bestelerine, Amerikanın çılgın ifuklarından Viyana aa gürürlü sosye - telerine warıncıya kadar, binbir âlemi dolaştık. Mes'ud Bulonya örmanları!... dünya!... Hayatlarını sessizlik ve hissizlik için- de geçiren uluslara bu yerler, ne kadar da tesirli birer okul!... Ansızın bütün gözler, gazinonun bü- yük girişine dönüyor, dört yandaki kala- balık dalgalanır gibi oluyor. — Dikkat!... diye mırıildanıyor. Rüh- sar, ansızın kolumu çekerek Bakıyorum: — Kim bu?... — Şimdi anlatırım!... beraber, Talihli Herkes bir yere bakıyor. Kadınların kirpikleri ansızın rüzgür- Jandı. Erkeklerin gözlerinde bir merak. Garsonlar ileri doğru koşuşuyorlar. Büyük kapiının eşiğinde bir grup. En önde yazlık tuvaletlere bürünmüş bir ka- dıinin yanında yakışıklı bir erkek yürü- yor. Çalımlı bir yürüyüşü ve dört yanı tuhaf bir süzüşü vır. Uzunca yüzü, kes- kin bakışları, on binlerce kişiye emreder bir insanın mütehakkim izlerini taşıyor. Papiyon boyunbağının altında küçük, ama görülmeğe değer bir nişan güneşle- niyor. Zengin olduğu belli, Parmakla- Tındaki yüzüklerin pırıltıları, güneşin yapraklar arasımdan süzülen ışıklarını unutturdu. Rühsarın babası, yanında oturan arkâ- daşına soruyor: — Kadın, Opera-Komik primadonnası değil mi?... — Tâ kendisi, Karmenin yaratıcısı. Fırsat kaçırır mı hiç?... Rühsar, masa altından elimi sımsıkı tutuyor. Herkesin ilgi gösterdiği grupu dikkatle kolluyoruz. Gelenler ilerliyor. Kalabalık farla, masalar sık!... Garsonlar yol açıyor, er- kekler saygı ile yol veriyor. Parisin çap- kın kadınlarının gülümsemeleri, grupun başında yürüyen erkeği her yandan sar- muaş gibi. Yetmişi geçkin emis> lerin saplı gözlükleri bile iş başında. Meraktan çatlıyacağım, Rühsarın ete- ğini hızla çekmişim: — Kim bu Allah aşkına?... — Nazım Abâd. — Nazım Abâd da kim?.. — Esrarengiz yatın sahibi!... Esrarengiz yatın sahibi!... İlâve ediyor: — Hindistanın en tanınmış bir mihra- cesi. Bütün dünyanın merakını ayaklan- dıran bir şahsiyet. Bak: Burada da göz- Ter, onun her kımıldanışına nasıl ilgili!... Rühsarın babası da arkadaşile harıl harıl bir şeyler konuşuyor. Yeni tanıştı- ğim bu Parisliden utanmasam, ne konuş- tüklarını anlıyabilmek için - eğileceğim. Bu, pek te yapmadığım bir iş değil. Hiç unutmam: Küçüktüm, — misafirler eve geldikleri vakit beni salonda oturtmaz- lar, çocuklar büyüklerle bir arada otur- maz diye kadro harici tutarlardı. Ayıb değil ya, ben de bacak kadar boyumla meraklının daniskası idim, Evin kapısı çalındı mi, ilk boyladığım yer misafir o- dasındaki masanın altı olurdu. Bir gün koca çizmeli bir süvari sübayı gelmişti. (Arkası var) — İstemem, ne zam, ne de yeni — Bazı deliler muayyen bir maksad ugruna çalıştılar mı akıllılara taş çıkd- rırlar... O da bu işi çoktan tasarlamış- tı. Ağabeyisi Kenana ve Selmaya teh- did mektubları göndererek izdivacın ö- nüne geçmek istedi, Mani olamadı... Bu hal ondaki marazi istidadı birden inki- şaf ettirdi. Ve öldürmeğe başladı. Serkomiser: — Hocam görüyorum, vaziyet sa- rih... Fakat hâlâ kavrıyamadığım bazı noktalar var... dedi. — Söyle bakalım şunları Osman bey... — Murad katildi de neden tabanca- yı, ayakkabıları ve elektrik - tellerini Subhi tavan arasına sakladı? — Çünkü Murad bunları Subhinin odasına saklamıştı. Şübheyi onun üze- rine celb için bir başka plân... Subhi işden vaktinde haberdar oldu. Ve bu tehlikeli eşyayı görülmiyecek bir yere saklamak istiyerek tavan arasına taşı. dı. — Hayaleti ve mektubu meydana çıkarmasaydınız Murad ağabeyisi Sub- hiyi de öldürecek mi idi? — Buna hiç şübhe etme! — İlk cinayetle annesinin ayakka: bılarını giymekle bize zavallı kadını mücrim diye yakalatmak gayesini mi güdüyordu? — Zannetmem. Sadece başka kadın ayakkabısı bulmak imkânına malik ol- madığı için böyle hareket etti. Maksadı bizi aldatmaktı ve annesinin bu eski a- yakkabılarının unutulduğunu zannedi- yordu. — Demek şimdi yakalandığını ve her |şeyin mahvolduğunu anlayınca intihara teşebbüs etti... Ankara 16 (Hususi) Pul ve kıymet- li kâğıdların bâyiler ve memurlar vası - tasile sattırılmasına ve bunlara salış ai gdatı verilmesine dair kanun lâyihası Mec- lis ruznamesine alıridı. Lâyihanın son şekline göre Maliye Vekâletince bastırı- lan bilümum pullarla kıymetli kâğıdlar bayiler vasıtasile sattırılacak, fakat bayi bulunmiyan ve lüzum görülen yerlerde mezün memurlar vasıtalarile sattırılmala rı da cniz olacaktır. Pasaport, nüfus, hüviyet cüzdanı ve ecnebilere aid evrak gibi kıymetli kâğıt- lar bayiler veya mezun memurlar vası - tasile sattırılamıyacaktır. Harç pulları hariç olmak Üzere pul ve kıymetli kâ - ğid sattığından dolayı bayilere ve no - terlere yüzde beşi geçmemek üzere ma - hallin fcabına göre Maliye Vekâletince tayin olunacak mikdarda ve mezun me - murlara yüzde iki satış aidatı verilecek- tir. Pul ve kıymetl kâğıdları kıymetten faz la bedel ile satanlardan birinci defasın - da fazla bedelle sattığı pul ve kıymetli kâğıd bedellerinin beş misli, tekerrürün- de on mişli cezâ alınacaktır. Bu ceza ilk (Her hakkı mahfuzdur) Hâdiselerin izahı bir (32 İlkteşrin meselesi)... — Ne münasebet? İntihara teşebbüs eden adam «Beni vuran ağabeyimdire der mi? Hem kurşunu başkalarının tam alınlarına yerleştirdiği halde kens disini böyle sağ böüğründen ve en teh- Hkesiz yerinden mi yaralar?.. Bu onun son oynamak istediği oyundu. Aşağıda, sofada ağabeyisini görünce birdenbire aklına geldi. İhtiyarı öldüren Subhi 0- lacak, kendisi de merakla odasından, hattâ yatağından fırlıyarak ağabeysini önlemiş bulunacaktı... Biz de tabil Subhiyi yakalıyacaktık. Bereket yut- mak istediği mektub büyük geldi. — Mektubu neden yutmağa kalkış- tı?... — Gayet basit dostum, el yazısından hüviyeti anlaşılacaktı. — Her ne olursa olsün gayet zeki bir çocukmuş. — Bunu tasdik ederim... İstanbulda böyle birkaç tane deli bulunmadığına şükredelim Osman bey! * Murad ve anası tımarhaneye naklo- lundular. Subhi ile Selma evlendiler ve serkomiser Osman bu vak'ada göster« diği liyakatten dolayı hem nakdi mü- kâfat aldı, hem de zam gördü... * Bugün bu emekdar ve kıymetli zabı- ta âmiri ile karşı karşıya gelip de ko- nuştuğumuz zamanlar (32 teşriniey- vel) bahsi açıldı mı bâlü endişe ile yü« zünü buruşturur, ellerini havaya kaldıe rarak, bağırır: — İstemem, Allah belâsını versin, ne zam... ne de yeni bir (32 teşrinlev- vel meselesi)!... —SON— Pul ve kıymetli kâğıdlar Bayilere satış aidatı verilmesine dair yeni kanun lâyihası Mçcliı ruznımsıine ahndı defasında 25 liradan, tekerrürü halinde olamıyacaktı Resimli zabıta hikâyesinin hal şekli Hâdise, sadece bir kazadan, veyahud da insan elile işlenmemiş bir elnayetten dbaretti. B Mülettiş, — araştırmalarını yaparken kedinin odalarda dolaştığını tesbit et - Mişti. (1 numaralı resimde — kuyruğunu görüyorsunuz, 2 numaralı resimde yok- ftur, sira Üç numaralı resimde gördüğü- nüz gibi kedi misafir odasına geçmiştir). Mütettiş, kedinin, ölünün civarında ve malıda bulunan kıllardan (9, 5, 6, nu- maralı rosimaler) ihtiyar kadın, merdi - venlerden aşağıya inmeğe hazırlanırken ayağı kediye takılmış yüvarlanmış, no- tice itibarile aldığı yaralardan ölmüş ol- duğunu tesbit etmişti. Binaenaleyh ka- dının ölümüne sebeb olan kedi idi ve işin içinde bir kasd da yoktu.