— SON POSTA ME e a si N Niğde tahrirat kaleminde başlayıp İstanbulda ? darağacı altında biten memuriyet hayatı: 6 Devlet kapısında elli Yazan: Eski Dahiliye Nazırı ve eski meb'us Ebubekir gran Hüseyinle anası ve babası sabahleyin işe giderlerken, henüz emeklemeğe başlıyan üçük kızı bahçedeki ağaçlardan birine belinden bağlar, bırakırlardı. Zavallı saatlerce hiç çırpınmadan bir kuzu gibi burada oturur, beklerdi ki, âatkâr ve na z insanların İk, 7 sabir ve ta tün #mülleri, bütün hi lerin anası sâ- N <İhtiyaçs a bi- Salib gelmiş, o bu Td bilirim Mek, < tefe bir i, lr bile gör ülmez, Ni e, hafta- “4 Sürecek uzun D veya SARE lere giden Biçare Hüseyin her gün saatlerce kur'an sayfalarındaki yaldızlı nakışları parlatırdıbu | işle | keler, sokak kapılarını kitlemek lü- nu duymazlardı. *â, bütün bir gün kalmak üzere! e lde gidenler, sokak kapılarını! Günün birinde, bu mühim derde de bir çare buldular: Sabahleyin evden çıkarken, bu ço- cu yazın küçük bahçedeki ağaçlar- &z yarısı, timsiz sırtına yük - lenmiş bulunuyor - du. O devirde bu âile gibi Kur'anlar yaz - Mak, İspartanın en &ziz, en mukaddes bir san'ati idi. Bu san'at sayesinde ge- çinen hattatlar, ai - leler, büyük bir ek- teriyet teşkil eder - di. Ve hükümet, bu biçsreleri (o himaye etmek maksadile İs- partaya matbu mus- haf ve cüz gönderil- mesini menetmişti. Fakat buna rağmen uğraşan - lar, refaha kavuşamıyorlardı. Çünkü bu işe el atanlar, gün geçtikce çoğaldığı i- çin, eser çoğalıyor, talib azalıyordu! Bu yüzdendir ki, Hüseyinin ailesi, du #zler, yalnız, ziyarete gelecek|dan birine, kışın da küçük odalarının | rup dinlenmeden çabalamasına muka- bulunmadıklarını an- çin, sokak kapısının halkaları» | *e bir iplikle birbirine bağlarlar- Altın «alem, ipekli mendil, gümüş $ , hattâ, metli eşyalarını düşi edenler, derhal cami- € otaya koşarken, kaybettikleri eş- AN! mutlaka bulacaklarından emin » Çünkü yolda, şurada, burada, a aid bir malı, bir şey A > ürüp cam a ir sevab, bir vazife sayarlardı bakımdan, bugünkü İsviçreyi bi- rendirebilccek bir fazilet kâbına ti, “İmiş olan bu fakir mahallede, be- ip, A sevdiğim arkadaş, Hüseyin a- 4 bir çocuktu lari a kapısı h, e küçük hemşiresi vardı. Baba- Mneşten solmuş yerleri tozlanmış en yeşil sarığı, ve pejmürde ©, vitan bir türbe gibi dolaşır, nüfusun yükü altında ezilmiş sta inlerdi. Pak buna mukabil, zev Sefaleti içinde aykırı gi ri tombul, iri, canlı ir NA eş . ©miz, kağ Adı. Hepsi de, ayni tencere za tn, e likleri halde, bu kadının semirmesi- Mal İK türlü akıl erdiremezdim. İhti- ty, tabi at, o kadıncağızı, analığına Si, elen, gizli bir gıdayla besleyip Hp riyordu. biye ı, benden ancak bir iki yaş üş Kceydi. Fakat görenler, beni on- Ne te büyük sanırlardı. Çünkü aşırı 5€-| ? “içare çocuğu, yaşile mütenasib| a taazzuvdan mahrum bi- Miştar, kan, Şük hemşireleri de, zayıflıktan, iy zlektan yana, Hüseyinden geri ki rlardı. Alabildikleri bütün gi- day, da Pişirilmiş patatesten, yağ kün mlasına kadar alınmış ayran çö ik iSünden, veya çökelek denilen My, Msi bir nesneden ibaretti. Ar- Sa, çSavdar mahlütu bir undan yapı- Kai haftada bir mahalle fırınında €n ekmeklerinin, sıcak, yumuşak ğer külçesinden fazla Jezzeti, Yoktu, ni Sök de, bu kadarını temin edebil- hb işin ailenin bötün mensubları ha- m na çalışmak, çabalamak iy Menin çal şmıyan emiye başl: © uzvu, he- en küçük kız-| 1, b aile için adnken ? Ona kim bakacak, onu kim ileden birisine verilse, bir , İmenfaatsiz pencere parmaklığına bağlarlardı. Bizim bahçedeki kuzu ile, bu y ız arasında bir tek fark vardı: u ca Bi- se belinden bağlanıyordu!. Daha emeklemiye başladığı günler- de, bu şekilde bağlanmıya alışan bu zavallı kız, tıbkı hürriyetin tadını al- mamış milletler gibi, esaretin acısını duymaz, bu bağın içinde çırpınmaz, kurtulmıya çabalamazdı! Fakat bu küçüğün üzerine, anasın- babasından fazla titreyen Hüse- bunu bildiği hal ca evine koşmaktan, ve küçük kız la alâkadar olmaktan kendini menede- mezği, dan, yin Hüseyinin belki farkına varmadan sevdiğim meziyetlerinden birisi de, bu şefkati, dıl Hem Hüseyin zaten, mahalle çocuk- larından hiçbirisine benzemez, hattâ onların oyunlarına, eğlencelerine, ârâ- larına karışmazdı! Halinde ,tavrında, rinin bakışlarında, hülâsa küçücük hü elinin göze görünen ve görünmeyen her şak, tatlı, sıcak bir gurur vardı Benim Avrupalı ve İstanbullu oyun- caklarıma karşı duyduğu bütün alâka bile onların nasıl, neden yapıldıkları- nı, nasıl öttüklerini, nasıl yürüdükleri- ni kavrayıncaya kadar, yani mahiyet lerini anlayıncaya kadar sürerdi! Sonra Hüseyin, fakirliğine rağmen, İikramı seven, cömerd ruhlu bir yav-| ruydu. Faraza, okkası otuz paraya sa- tılan, ve en kocamanları uskumru jrularnın boyunu geçmiyen Eğirdir gölü balıklarından alıp yiyebildikleri İender günlerde, beni mutlaka yemeğe çağırır, bu büyük (!) ziyafetin emsal- siz (!) lezzetine ortak olmamı isterdi! Buna mukabil, bizim eve nadiren ge lir, geldiği zamanlar, bir dilim reçelli ekmeği, bir fincan sütü kabul etmemek için türlü türlü bahaneler icad eder- di! Hem onun, bizim eve sık sik gelmiye vakti de pek müsaid değildi. Çünkü ben şımarık, serseri bir mek- teb kaçkını idim. O ise, ağır başlı, ças lışkan bir iş adamıydı! Belki de onunla konuşmaktan iftihar duyuşum bundandı!.. Ve ihtimal ona hürmetim, sevgim de, onun yanında, kendi küçüklüğümü in- İsiyakımla sezişimdendi. Biçare Hüseyin, hergün, saatlerce, taş dibekte mürekkeb döver, cildlen- memiş Kur'an sayfalarındaki yaldızlı durakları, süre başlarındaki nakışları parlatır, mühreler, böylece anasına ba- basına yardım ederdi. ik a Salışacak ailenin nafakası Bu yüzden, mektebe gidemiyordu. İÇünkü aileyi geçindirmek yükünün en tertemiz alâkasıy- | erresinde bir vakar, bir kemal, yu- | bil, ancak geçinebiliyordu. Hüseyinle hergün birkaç saatimiz be- aber geçerdi. Ben gündeliğim olan kırk arayla aldığım şekerleri, kuru meyva- ları ona hemen hemen zorla ikram & İ derdim. Ve o, bu meyvalardan bir kıs- mını yer, bir kısmını, bana hissettir- memiye çalışarak bir cebinde saklar, ertesi gün, «Kuzu» (*) suna götü dü Fakat Hüseyinin sabahlar, erkenden yaptığı gezintilere ben işlirak edemez- dim. Çünkü benim tembelliğim, onun kadar erken uyanmama, kalkmama ma- nidi, n, güneş doğmadan, hattâ ho- meden, sokağa çıkar, kır! gayesi esrarengiz bir gölg dolaşır, aranırdı.. (Arkas var) gibi gezinir, e böyle derdi! -—— Tashih Muharrir, ilk tefrikamızda, musahhih atası olarak yanlış intişer etmiş bir ciheti 6diyor. Bay Hâzım, Musul, Manastır, dad, Sivas, Ankara, İstanbul şehremli yapmış, keza Hicazda biir, , Berutta, ve Bursada ise İki eta valilik etmiş, Şürayı Devlet tanzimat i üzalığı yapmış, mülkiye (ve maarif erinin ie, müşterek riyasetinde bu - Yanmmşt Bu mesleğin sahibi, resmini gördüğü- nüz, eli şakağında duran İngilizdir. Bu adamın işi gücü, denize düşenleri gözle mek ve onları kurtarmaktır, Londrada her nerede bir köprü yapılsa veya bo - yansa, kendisini orada hazır bulursunuz. Görünürde uyuklar gibi bir vaziyet al- masına rağmen, kulakları dalma kirişte ve her hangi bir kazayı önlemek için 2- lesta beklemektedir. onun çe -| 1 () Hüseyin, en küçük hemşiresine | En garib meslek | İ rayan düşkün bir esnaftan farkım kal - Amerikada milyoner olan Türk Arkadaşımız Naci Badullaha, Amerika- da geçirdiği dokuz yılın şayanı (dikkat maceralarını anlatan Bay İsmali Kadri Türkmen, senelerce peynir ekmek yiyerek geçinmek mecburiyetinde kalmıştır. O si- ralarda, Monteldeo'nun en lüks oteline inmiştir. (Hatıralar devam ediyor) a. İçinde bulunduğum otelin, milyoner- lemiştim. Onlarla tanışmak, kaynaşmak, İ güç olmadı. Tanıştığım zenginlerin hep- sine, nefis Türk sigaralarından bol bol e ettim. Bunları hediye ederken, | Çapaçini hatırlamıştım: Ben, bizi Ame- İrikaya getiren transatlantikle tanıdığı- mız bu kibar İtalyana Türk sigaraları ik- ram ederken, hiçbir menfaat ümidine düşmüş değildim. Fakat Amerikada, ilk muvaffakiyetimi, o sigaraları o zata tesadüfen hediye edi- şim sayesinde kazanmıştım. Monteideo- nun en lüks otelindeki milyonerlere de ayni ikramda bulunurken, ne yalan söy- tesadüfün tekerrürünü ü- değildim. Onlardan bekle- ilerine hediye ettiğim sigarâ- e, dostlarına dağıtmalarıydı. #tle, nefis Türk sigaralarının, anlayışlı ve zengin bir tütün fabrikatö- rünün eline geçmesi mümkündü! Tesadüf, bu yardımı, ikinci defa gös- terdiği takdirde, aranılacağımı, mıya lacağımı, müsaid teklifler 2- lacağımı biliyordum. bu maksa İye ettiğim kimselere: — Bu sigarâlara reklâm yapın. Bunla- rı, zengin tütün fabrikatörlerine de içi- ! demedim. Hattâ bu manaya alınabi- lecek küçücük bir imada bulunmaktan indim. Eğer böyle yapmasaydım, benim, elinde kalmış malına müşteri a- mıyacaktı: Hediyelerimin de, metlerimiz, itibarımız sıfıra idlerimin kökü, bir anda kuruyuvere- cekti, Çünkü Amerikan tüccarları, kadı- na benzerler: İstiğnadan, likaydiden hoş- lanırlar ve iş bahsinde, üzerlerine düşül- Üç yerde, üç muhtelif muhavere işittik, Sizi hakem yapiyor! Bu muhaverelerde ileri sürülen kanaat- ler doğ —i Kadın — Çabuk bana küçük ka- şığı ver. Erkek — Ne yapacaksın? Eğer içinde kaynar su doldurulan bir bardağı küçücük bir kaşığın çatlat- maktan menedeceğini sanıyorsan al- danıyorsun. —Y.. Kadın — Pek kabasım, merdiveni benden evvel iniyorsun. Beni arka- da bırakıyorsun. İlerie, fabrikatörlerle dolu olduğunu söy-| iş yep-| Fakat bittabi, bu sigaraları dağıtırken, | mı gizli tuttum. Sigara hedi-| tütüncüsü maceralarını anlatıyor. | Nihayet muvaffak oldum ve servete kavuştum Bay Ismail Kadri Türkmen bugünkü şeriklerile bir arada mesinden, israr olunmasından hoşlan- mazlar, şübhelenirler!.. Ben, müstağni görünmiye devam e'ti- ğim takdirde, özlediğim fırsatı ele geçi- receğimden emindim. Nitekim, ümidle- rim boşa çıkmadı, otele inişimden on altı, İon yedi gün sonra, beni, meşhur bir tü- tün fabrikatörü aradı. Bermutad, Türk tütünlerinin nefasetinden bahsetti, ve — Fakat, dedi, maalesef, istenilen mik- darda bulmak imkânı yok!.. Çünkü çok az yetişiyormuş! Kendisine, istediği kadar Türk tütünü bulabileceğimi söyledim. Birlikte fabri- kasını gezdik, Fabrikada nazarı dikkat- mi celbeden bazı büyük, küçük kusur!s- ri gösterdim. Anlayışlı bir zat olan direk tör, ikazlarımı derhal nazarı itibara a makta tereddüd etmedi. Ben fabrikadan ayrıldıktan sonra haz kımda tahkikata girişmişler. Konsolosha- nemize başvurmuşlar, konsoloshane aksi bir tesadüf neticesinde beni, eski rikim Bay Ahmedden sormuş. O sirada kendisinden ayrılmış bulunduğum bu eski şerik, tabil bir iğbirar ve hasedle benim işimi bozmak istemiş ve konsolos. hanenin sualne; — Sakın ha... Zinhar kendisine itimad etmesinler... Ben başımdan defedinciye kadar akla karayı seçtim!> cevabını vers İ miştir. Konsoloshane de, bu cevâbı, münasib İ bir şekle sokarak, benim gezdiğim fabri- kanın sermayedarlarma bildirmiş. Ben, bütün bunları, çok sonra öğrendim. Fı- kat o esnada hemen hergün temasta bu- lunduğum fabrika müdürünün muame- lesini değiştirişi de gözümden kaçmadı Vaziyeti bilmediğim için, bu ani tahav- ) vülün manasını bir türlü anlıyamadım. | Onlara, paraca teminat verebilecek va | ziy *te değildim. Bu itibarla, sezdiğim emniyetsizliklerini giderebilecek bir re ferans bulmaktan ümidimi kestim ve mw. elerinin değiştiğini sezdiğim andan İtibaren, peşlerini bıraktım. Fakat bak kımda edindikleri malümata rağmen, on lar benim peşimi tamamen bırakmadılar Çünkü fabrikayı şöyle üstünkörü gezer (Devamı 15 inci sayfada) ise, Kim haklı, kim haksız? Üç şayanı dikkat mesele ve i ve üç ayrı noktai nazar... Siz hakem olunuz! | Erkek — Mahsus yapıyorum. Ba- zı ahvalde erkek kadının önüne geç- melidir. ğü Erkek — Bu sıcakta buzlu su iç - mek hatadır. Hararetini gidermek istiyorsan bilâkis sıcak çay iç. Kadın — Masal Hayvanat bahçe- sinde beyaz ayılar yaz günü çay mi içerler, yoksa buz tabakslarını mi yalarlar? Kimin haklı, kimin haksız olduğu hakkında hüküm vermekle tered rsanız İğ üncü sayfaya