— ç Çok Terbiyesi: Kötü söze alışan çocuk bu huydan nasıl vazgeçer ? YAZAN İREN l— Anne Padler l——-l Çî(v Neyyir l Çocuğu fena sözleri bellemekten, bel- leyince de söylemekten menetmek he - men hemen imkânsız denecek kadar güç bir işdir. Niçin öğrenip kullanıyor diye kızmak da haksızlıktır. Çünkü çocuk, bü- yük dünyasının bir aynasıdır. Ne alır, ne görürse onu aksettirir. Oyunlarında mu- hitindeki ömrü taklid eder, sözlerinde büyüklerininkine büyük bir benzeyiş vardır. Açıkca itiraf edelim: Eğer bir ço- €uk küfür veya yemin ediyorsa muhak- | kak muhitinde bunları duymuştur, Evin- de değilse oyun yerinde, sokakta... Vak-| * tini geçirdiği yerlerin birinde... Şu halde ona ne hakla ve nasıl kızmalı? Esasen o, fena sözlerin delâlet ettiği fena manayı pek de bilmez. O kelimele- rin bize ifade ettiği çirkin mefhumlara yabancıdır. En sevimsizlerine, &n kor- kunçlarıma bile sadece kulağa garib ge- len hoş bir nekarat gözile bakar, Onun, bilhassa kızgınlığı ifade eden tumturak- l1 ve birbiri arkasından yuvarlanıveren fasılasız haykırmalarda pek gözü vardır, Bizden bunlara dair ne duysa tekrarlar, kendi de bir şeyler katar. Bu meselenin, ne kadar sıkıcı olduğu- nu bilirim. Oğlum, altı yaşında iken bir gün kendi gibi bir yığın afacanla birlik- 'te otomobile bindirip oyun yerine götür- mek istedim. Yolda yaya geçidlerine ge- lip durdukca hepsi bir ağızdan «Yuha!» | çekmiye başlamasınlar mı? Bu bağrışma, hiç sebebsiz, gitgide şiddetini artırdı. İn- | sanı sinirlendiren bir hal aldı. Müşkül bir vaziyete düşmüştüm. Direksiyonla meşgul olduğum için dönüp onları sus- turacak halde değildim, Geçen her oto- mobildeki yolcular bize fena fena bakı- yorlardı. Çaresiz yan sokaklardan birine Baptım. Orada otomobili durdurdum. Dü- gündüm, ne yapmalı idim acaba? Biliyor- dum ki bu yumurcaklardan hiçbiri söy- ledikleri sözün bayağılığının farkında bile değildi. Biliyordum ki onlara bir dâ- ha bu sözü söylememeleri lâzım geldiğini anlatmak imkânsızdı. Fena bir söz oldu- ğunü duyar duymaz,- üzerlerinde yapa- Cağı tesiri görmek için, doğru gidip öğ- retmenlerine, annelerine, babalarına da ayni şeyi tekrarlıyacaklardı. Nihayet ak- hma bir kurnazlık geldi. «Çocuklar, de- dim, şimdi yolda bir müsahbaka yapaca- bz. Kim yaya geçidlerini hiç ses çıkar- pılması Jâzım gelen çey, gösteriş mera-| birin aynidir: Hiçbir şeyin farkına var-| mamış görünmek, Erkek çocuklar, fena sözlere daha ziya- de içlerindeki mücadele sevki tabilsinin tesirile heves ederler. Kavga etmek, ba- Bıirip çağırmak onların en tabil bir mey- lidir. Daha dili söze dönmiyen minimini bir bebek iken bile 6, yünden oyuncağı eline verilmeyince nasıl hiddetli hiddetli çıkışmayı bilir! Kötü söz, bu çocuklarda tıbkı kavgacı- hk, gürültücülük gibi kantrol altına ah- nır. Çünkü: Bir şeyin sade fenalığı söy- lenir de, niçin fena olduğu izah edilmez- se çocuğun gözünde esrarlı ve cazib bir hal alır. Bundan başka her akıllı çocuk, açıktan açığa sormiya cesaret elmese bile- içinden «Bu kadar korkunçsa ne- den © kadar iyi insanlar bu sözü söylü- yor?» diye düşünecek, yahud «Çocuklara fena da, büyüklere neden iyi?» diyecek. tir. Ben kendi hesabıma, erkek veya kız, zeki bir çocuğun bu sualine karşı verile- cek cevabı bulamıyorum. Her halde ya- Tmadan geçebilirse bir Çikolata hak ede- | sözden. Hbkı dena Te y Pa fena cek.> |Jrur gibi korumak en d Bu sayede, gideceğimiz yere gerçi ol-| gz SA dukca münakasa ve gürültü içinde var- dik ama fena söz de tamamen unutuldu: Bir daha hicbirinin ağzından duymadım. Bence kücük çocukları küfür ve yemin etmekten vazgeçirmenin en İvi çaresi on- Tarın dikkat ayni derecede cazib, fa- kat zararsız bir baska nakarat üzerinde toplamaktır. Küfürün veva yeminin ma- masını İzaha girlemek. azarlamak bat şev- Terdir. Yasak edilen sözü çocuğun zihnin- de yerleştirmekten başka şeye yâramaz- lar. Gülmek de ayni neticevi verir. Size bu- Na dair enteresan bir misal anlatayım: Üç yaşında bir kızcağız bir gün kendini bayran hayran seyreden büyükler kafi- Tesinin ortasında öoturmus, mik'aplardan küle yapıyordu. Tam — sonuncuyü koya- cekken kutu elinden düstü, öbürlerini de düşürdü. Kule yıkıldı. Küçük kız yarım yamalak dilile: — FHav Allah belânı versin kutu, hay Allah belâm versin kutu! Diye söylendi. Etrafındakiler gülüştü- ler. Annesi öyle bir «Hişt, yavrum!» dedi | ki sesinde «Benim akıllı yavrum.» dediği zamatların tatlılığı apâşikârdı. Kız der- hat güldürücü, tuhaf bir şey söylediğini farketti. Büyüklerin üzerinde bu kadar tesir yapan sözü bir daha unutmadı. Be- nimsedi. Aradan yıllar geçti. Beşini biti- riyordu. Hâlâ ne zaman etrafındakilerin dikkatini çekmek istese hep «Allah belâ- DI versin» diyordu. Yemin ve küfür hevesi çocukta çok Gefa gösteriş iptilâsından da doğar. O, büyüklerin hangi tâbirlere kayıdsız. ka- lamadığını çobucak sezer. Kendini onla- Tâ göstermek ihtiyacını duydukca bu tâ- birleri kullanır, ve gitgide bunu bir huy edinir. Onu bu vaziyetten kurtarmak için ya- Hepimiz yavrularımıza birer «İyi hal ve tavır» sistemi öğretmiyor muyuz? Ayni şekilde bir de «Nazik konuşma» yo- lunu da gösterebiliriz. Medeni bir İnsan için —kabalık kadar —kaba — sözleri de hoş göremeyiz. Bir sofrada iğrenç şe- kilde yemek yiyenler, her hangi bir yer- de Xötü sözler sarfeden insanların ikisi de bizce ayni derecede akıl erilmez insan- lardır. İşte birbirine benziyen bu kuşur- lardan birini gidermek için kullanılan u- sülden öbürü için de istifade edilebilir. Meselâ: Bazı annelet masa örtüsüne yemek damlatanlardan para cezası alır-| lar. Ayni tarzda her kötü söze de bir para cezası tayin etmek fena bir fikir olmaz. Burada mühim bir noktaya daha temas etmiş oluyoruz. Kötü söz cezası scaba yalnız çocuğa mı düşer? Şübhe yok ki eğer büyükleri yemin ve küfretmeselerdi çocuklar da öğrenmez, öğrenseler bile çabuk unuturlardı. Annelerin yavrularına tatlılıkla: — BSevgilim, sakın bu sözü bir daha söyleme, çok ayıbdır... dediğini, küçüğün de: — Öyle ise niye babam söylüyor? Yahud: — Hani geçen gün süt taşınca sen de söylemedin mi idi? dediğini kaç kereler duymuşumdur, İtiraf etmeliyiz ki çocuk birçok yolsuz |sözleri biz büyüklerden kapar, Bunun i- çindir ki kusuru bizim söylediğimizi tek- rardan ibaret olan bu küçük insana kız- makta haksızız. Onun zihninden silmek istediğimizi önce kendi dilimizden kov- malıyız, «Kötü söze para cezası» mı tat- bik ediyorsunuz, çocukla beraber anne, (Devamı 18 üncü sayfada) kından kurtarmak için başvurulan ted- -» Denizcilik bahisleri Bir kahramanın ölümü | Deniz tarihimizin en parlak gününü sütunlarımızda tes'id ettikten bir kaç gün sonra Ankara gazetelerinde Elâzığ saylavı Ahmed Saffetin vefat ettiğini o- kuduk. Bu büyük denizcinin sessizce a- ramızdan ayrılışı bizi olduğu kadar de- nizcilerimizi de müteessir etmiş olma - hdir, Çünkü Ahmed Saifet, Golyatı ba- tıran Muaveneti Milliyenin kömutanı idi. Onun enerji, bilgi, meslek ve vazife aşkı her bir denizciye nümüne - olacak kadar büyüktü. Ahmed Saffet İtalya harbinder. pek az evvel bahriye mektebini bitirmiş, az 2a- manda gemi komutanı olmuş ve vatanı- mızın felâket silsilesi olan İtalya, Balkan ve umum! harbleri hep vazife başında ge- çirmiştir. Bu büyük denizciyi sırasile Kü- tahya, Taşoz ve Muaveneti Milliye torpi- Goları kaptanlığında gürüyoruz. Ahmed Saffetin en büyük meziyeti, mürettebatiınım her biri ile yegân yeğân uğraşması ve bu suretle personalini az zamanda, makine haline — getirmesinde idi, İşte onun bu yüksek duygusu kendi- sine lâyık olduğu muzafferiyeti kazan - dırdı. O, kazandığı zafer ile ne kadar ö- vünse hakkı idi. Çünkü onun kazancı yal- kı ol bi bir veya ikisi Tarihten sayfala, Uğursuz saat... 4 * * Ne garib tesadüftür ki Tırnakçı Hasan Paşa da idam olundu. Bu i$i yapan cellâd paşanın koynuna elini daldırdı. Oradan Rüstem ağanıt yaptığı meşhur ve güzel saat çıkınca sevindi. Kendi koynuna atti. Fakat cellâd böyle süslü saati taşımanın gururundan ve zevkindet ne anlar, Yazan: Kadircan Kaflı Üçüncü Murad zamanı Osmanlı impa- ratorluğunda ihtişam ve israfın son de - receyi bulduğu bir devre tesadüf eder. Tarihi tedkik edenler bilirler ki siyasi, iktısadi, ilmi gibi muhtelif cepheli hare - etlar umumiyetle birbirlerine müvazi larak inkişaf ederler. Eğer bunlardari o sırada diğerlerinden iraz geri ise catbaşı olmak» için çok vakil geçmez. Bunun içindir ki İstanbulda bilhasaa süs eşyası yapan esnaf üçüncü Murâd devrinde büyük ustalık, incelik göster - mişlerdir. Süs eşyası içinde başta ge - lenlerden biri de esaat» tir. O devirde «Rüstem ağa» isminde bır saatçi vardı. Çok tecrübeli, bilgili, usta ve san'atına düşkün bir adamdı. Saatin yalnız makinesine değil, süslerine de çok dikkat ederdi. Çeşid çeşid mücevherler, nız Golyatın batmasında değildir. Göl-|pakışlar ve savatlar yapmakta kimse o- yatın batması İngilizlere Türk enerjisini hemen göstermiş ve bundan sonra, bin - lerce vatandaşın kanını emmiş olan, bu gemiler mezkür sularda bir daha görün- içi mez olmuşlardır. Ahmed Saffet, Golyatı | batırmakla, Çanakkale harbine başka bir | eçhe vermiştir. Onun kazandığı bu mu-İle: di. na erişemezdi. Kapıağası Gazonler ağa da saate me - raklı idi. Rüstem ağaya gitti ve kendisi in bir saat yaptırmak istediğini söyle - Rüstem ağa ile birlikte başbaşa verdi- r. Saatçi ona muhtelif saatler göster - Ahmed Sajfet merhum zafferiyet deniz tarihimizin iftihar edece- ği en büyük bir vak'asıdır. Ahmed Saffeti harbi müteakib donan- ma komutanlığı ve sonra da erkânıhar - biyei bahriye riyasetinde görüyoruz. Mü- tareke senelerinde elem içinde kalmış 0- lan donanmaya yeniden hayat veren ve di. Sonra bunların hepsinden güzel ol - mak üzere yapabileceği saatin — şeklimi, Mmarifetlerini, süslerini de inceden inceye anlattı. Saatin kapaklarına ve kenarla - yına konacak renk renk mücevherler, in- €i ve elmasların mikdarı tayin edildi. Bunları da Gazenfer ağanın bizzat getir- mesi kararlaştı. Rüstem ağa işe başladı. Kapıağası da lâzım gelen taşları getir- di. Aylarca süren uzun ve çok itinalı bir çalışmadan &onra saat meydana geldi. Makinesinin sağlamlığı, işlerken çıkardı- ğı ses, kapaklarındaki zarif süsler, mi - nesi ve incilerle güslenmiş olan akreble yelkovanın zarafeti cidden eşsizdi. Ga - zanfer ağa çok beğendi. Ücretini fazlasile vererek saati aldı, koynuna koydu. Bü - tün ağırbaşlılığına rağmen onu sık sık çıkarmaktan, hattâ bakarken başkaları - nın da görmesine dikkat etmekten ken - dini alamıyordu. Bundan tatlı bir gurur duyuyordu. Fakat zavallı Gazanfer ağa bu kıymetli saati sonuna kadar değil de doyasıya kul- Janamadı. Bir gün vasiyet yapmasına öteki dünya yolculuğu için hazırlanma - sına bile meydan kalmadan öldürüldü. Adet olduğu üzere cellâd onun koyuumu aradı. Saati görünce gözleri parladı, ken- di koynuna koydu. Sonra götürüp satfı. götürüp sattı. Saştte mi uğursuzluk vardı?. Yoksa * zamanlarda vezirlerin boyunlarını VUf * mak üdeti pek alıp yürüdüğü için mi dir, 1604 senesinde, eskiden sadaret Kâf” |makamı bulunan Kasım Paşanın At luda pek çok zulüm yaptığı hakkında kâyetler geldi, Bostancıbaşıya — vel idamı hakkında bir ferman ven]elJ icabını yapmak üzere gönderildi. Kasım Paşa işi anlamıştı, ele geçmedi Bunun üzerine Sultan Ahmed 4 lar kâhyası Derviş ağayı yalladı. Der'il | ağanın elindeki fermanda Kaşım Pğ:i'_ nın sadaret kaymakamlığına tayin edi diği bildiriliyor, bunda hile olmadığı, 47 | kusuzca İstanbula gelebileceği hakkı yeminler yapılıyordu. Kasıa -bu. sefer aldandı. İstarlır geldi. Padişah sözünde durmuş gö V mek için ona gerçekten kaymakar ” mevkiini verdi. Hattâ birbirinin ardıni? gönderdiği ve kendi elile yazdığı üç f#7 manda artık yeniden padişahın teve€ çübünü kazandığını açıkça anlatan meler vardı, Kasım Paşa artık tamamile inanmışt: Fakat Sultan Ahmed ertesi gün onu $i ğırdı. Vezir saraya gitti. Padişahın Y? nında hocası Ve şeyhislâm da bulunu; du. Vezire sordu: — İki defa gönderdiğim fermana ni$i” itaat etmedin? Kasım işi anlai Fakat artık 488 açılmıyordu. Padişah bu sefer şeyhislâ ” ma döndü: ö — Padişahina itaat etmiyenlerin ö caiz midir? — Caizdir Padişahım! Sultan Ahmed bir işaret yaptı. TaRi düren böstancılât zavallıyı yakaladıl" Cellââ hemen başını kesti. Elini 0W Türk donanmasının pervanesini ilk ola - Böyle kaymetli bir saat gelişi gürel a - rak çevirten gene bu Türk denizcisidir.| damların ellerine elbet geçemez. Önü an- Bizce, o, memleketine yapabileceği en büyük vazifesini ödemiş olarak mesleğin- den ayrılmıştır. Ahmed Saffet ebediye - cak o zamanın en büyük zenginleri olan sultanlar ve vezirler elde edebilirdi. Ni- tekim çok geçmeden tırnakçı Hasan Pa - te, bahtiyar olarak, kavuşanlardandır. O-|Çanın eline geçti. nun hatırası, deniz tarihimizin en yal - dızlı sayfalarını ihtiva eder, A & Mecidiye çiftliği satın alındı Ne garib tesadüftür ki tırnakçı Hasan Paşa da idam olundu. Bu işi yapan cel - 1âd, paşanın koynuna elini daldırdı. O - radan Rüstem ağanın yaptığı meşhur ve Bakırköyle Yeşilköy arasında Meci- |güzel saat çıkınca sevindi, kendi köynü- diye çiftliği namile dönüm vüs'atindeki muazzam maruf 8 - 10 bin|ma attı. Cellâd böyle süslü santi taşıma - çiftlik İnın gururundan ve zevkinden ne anlar, Ziraat Vekâletince 85 bin lira muka - | götürüp sattı. bilinde istimlâk edilmiştir. Vekâlet bu- rasını zirai kalkınma işlerine tâhsis et- | kasına gitmiyordu. Kasım Paşanm eline| rübeli, bilgiç ve gayet ihtiyatlı mek suretile lgcçıl O taşımıya başladı. (Devami 13 üncü sayfada) — ae - Meşhur saat meşhur adamlardan baş - koynuna daldırınca Rüstem ağanın Y tığı saati tanıdı ve sevindi. ÇN Derviş Paşa bu saatin şöhretini dll’* muştu, Cellâdla anlaşmakta güçlük medi ve saşın aldı. 5i İki #ene sonra sadrâzam Lâla Meh ? med Paşa ölmüş, Derviş Paşa onun Y€ rine geçmişti. Belki saatin hikâyesi anlatılmıştı, belki de bu hikâye, parça duymak süretile kendi lıılın' zincirlenmiş, tamam olmuştu. Sadi hk mevkiine herkes hariş olduğu burada tutunmak her yiğitin kâri w di. Her hedense bu saat Derviş Y*"ı rahatsız etmiye başlamıştı. Bunun İW pek genç yaşta olduğu için «Civan H, diye meşhur olan — kardeşini — İbel sancak beyliğine gönderirken: — Gemide lâzımdır! Diyerek saâti ona verdi. ğ Meşhut tarihçi Peçevi, bu genç St ” cak beyinin yanına kâtib olarak Kat mışti. Bir güz”Ağribos adasınde KOĞ denize karşı öotürürken Civan Bey çıkardı ve kâtibiğe gösterdi: y — Saate vukufunuz vardır, görü! Dedi. Peçevi saati beğehdi. Fakat gan$ 'dh’,’. ona hikâyeyi anlatınca hemen onu # ı_ul” bile verir mi? Ya eline alır mı? ç binin kucağına biraktı: — Böyle uğurtüzu insan — düşmi Civan Bey bif Tığ dakika düşündü. TtÇ olan t arasında bir hâdise gedisl” Bu üç resim, insan yavrusu ile hayvan|durmayı yemeğe hazırlanırken, yanı ba-|ruyu birdenbire sinirlendiriyor, l yavrusu arasında geçen kısa, masum ve Şahda kendisi gibi güzel, kıvır kıvır, kü-|dan imdad bekler gibi başıni çok basit bir hâdisenin fotograflarıdır.|C3k bir kuzu beliriyor. İki yavru bir Bu yavru, Londranın çocuk bahçelerin- den birinde dadısı ile beraber gezmeğe müddet bakışıyorlar. Sonra kuzu yakla-|seyi görmemiştir. Çocuk bittabi çıkmıştır. Arabasında otururken, dadısı | #YOT: gocuğun hayretle açılan gözleri ona küğıd belvasından yapılmış bir kap| önünde pembe dili ile dondurmanın üst baba da bu kanunun sınırları içine ılm-ı de dondurma veriyor. Minimini don- | kısmımı silip süpürüyor. Bu tecavüz, yav- çar fakat dadısı meşguldür, bu küÇi M ge' tün çileden çıkıyor. Kıvırcık küZü sum masum başını sallayıp î'ı:;:y;r göcuk bütün kuvvetile, ağlıyor. ö