- c Denizcilik Bahisleri : 45,000 tona istenmeleri çıkarılmak nedendir ? harb tekniğini baştanbaşa Tayyare silâhı, bütün bir altüst etmiş bulunuyor. Amerikalılar, büyük zırhlıların güvertelerini tayyare bombalarına karşı koyabil- meleri için 21 santimetre kalınlığında yapıyorlar İ Pransanın Dünkerk zırhlısının 26,500 ton undan — 11,000 tonu münhasıyan — zırhlı kısımlara Bu asrın başlangıçlarında Fransız de - 'Riz harb akademisinde verilen deniz in - Hiyecflik derslerinde talebeye zırhlının Mükemmel bir silâh sayılamıyacağı ka - Haati öğretiliyordu. O zaman 13,000 ton - Süfren zırhlısı yeni hizmete giriyor- du Ve 15,000 tonluk Patri zırhlısının da Projeleri vücude getiriliyordu. O zamanki nazte göre bir harb zırhlısına lüzumu Olan tecavüzi kıymeti verebilmek ve ay- hİ zamanda müessir bir müdafaa techiza- tihazlandırıp kâfi mikdarda t Yabilmek için zırhlının 30,000 toni fıkartılması zarurt görülüyordu. O zaman tayyare bambaları: yoktu. Denizaltı gemisi hı Adımlarını atıyordu ve deniz muharebe- le, nazarı dikkate ancak Salvo ateşi thiyordu. Zaman, bir zırhlının muhafazası, firhin kalınlığına tevdi edilmiş bulunu- ::Nvı Bu gemilerde kullanılan çelik, isa- ? ederek mermilerin kayıp sıçraması husust bir surette yapılıyordu. Eğer ='Y= fazla bir mukavemet temin edil- he İsSteniyorsa, esas zırhın Üstüne ha - B“:" ikinci zırh tabakamı geçiriliyordu. Un vazifesi, mermilerin üst güverteye nüfuz edip orada rahne açmasına Olmak için daha evvel infilâk etme- eylemekti. haricinde zırhlmın himayesi - eden, dahilf kısımlarında vü Retirilmiş olan kompartiman teşkilâtı hendi hayli zaman evvel Fransız mü - tan ie <Bertin» tarafından tatbik olu - Pe,, PU inşa usulü evvelâ İngiliz, sonra GL.::" Bahriyesi tarafından kabul edil- Yevm tatbik şeklinde bir parça ta - .H;'İ'nm bu usul ile geminin karine- Yede $ok hücrelere ayrılmaktadır. Bu sa- Nııı;."m"' çarpan ve infilâk eden mer- '“ınn" bu yoldan içeri hücum eden tedir tesiri asgar! haddine indirilmek - Çüni kom, Kü içerilerine su hücum etmiyen %’:“Mlıx gemiyi muhafaza vazi « .hlır Yapmakta devam edebilmekte - *. Harb gemisi inşaiyeciliğinin, bun- Vaşı, OYa, ilk tebeddülünün başlangıcı 1820 Muahedesinin imza tarihi olan Mühiye'dir. O zamandanberi zırhlılarda Za aT Bunun da süper dritnot. Bu gemileri 1900 Raj n zırhlılarile mukayese edersek to- Tn tinin iki mizli arttığını görürüz tep şw kuvvetleri ağırlaştırılmış, orla Aye, Hbraları iki misline çıkarılmışd ."'tı » Zimnf bir anlaşma ile tecavüz e- N Yecek bir had olarak tayin olunan t ğ:üımrımı top hududu da aşılmış - İsâh, lnluıu silâhlatma karşı muhafaza N"y'!'l attırılmıştır. Torpile karşı mü- Mağj ç anlaşılan husüst zirh isti - Üa y d etakviye edilmiş bölme» ismi g:"::mllqurwı'. Ve böylece 1922 Tika, İngiltere, Fransa, İtalya ve lin bir inkişaf vardır. O zamandan | Tana kadar, yani on beş seneden -! Şa edilen zırhlılar ya dritnottur, | aiddir. Japonya arasında zırhlıların maimah - reç haddi 36,000 tonilâto olarak tesbit e- dilmiştir. Bu hacim, ayni tekne içinde, matlüb müdafaa ve tecavüz kıymetlerini hemahenk olarak birleşdirmeye imkân vermektedir. Büyük harbden alınan ders- lerin de inzimamile, mükemmel bir neti- ceye varıldığı kanaati hâsıl olmuştur Bütün bu yemniliklerin verdiği netice 3 oln ur ki, deniz muharebelerinde, lmiş ve torpil husust bir e- hemmiyet almmaıştır. Nitekim büyük harb- de Fransanın kaybettiği Danton, — Süf- ren, Buve zırblılarile zırhli kruvazör A « miral Şarner, Düpüituar, Kleber, Leon Gambeta zırhli krüvazörlerinin atılan torpil ve sabit lâğamlarla battıkları dü - şünülürse, bu silâhların ehemmiyeti da- ha tebarüliz etmiş olur. * Bütün bunlar hesab edilirken, bugün, birinci derecede ehemmiyet alan tayyare bambalarının tesiratı hakkında pek sa - rih bir fikir yoktu. Her ne kadar yüksek düşüş zav $ vertelere y nın düşüşüne benzetilebilirse de, niha- |yet bu da, bir mukayese hududunu ge - çemez. Büyük harbde, tayyarelerle harb gemilerine taarruz hâdisesi, ilk defa, uzaktan endahtlarile rilebilir. Göben, 0 zaman 1918 kânunu - sanisinin on dokuzuncu günü Çanakka - leden bir çıkış hareketi yapmıya teşeb- büs etmiş ve bir anda dört torpile çarp- mıiştı. Gömi, batmamak için Nara bur - nunda baştan kara etti. Bir kaç gün bu vaziyette ve hareketsiz bir halde kalan gemiye karşi İngiliz tayyareleri hücum üstüne hücum yaptılar. Fakat bir netice elde edemediler. Bundan da, 0 zamanki güverte zırhlı tertibatının kâfi gelebile- ceği kanaati hâsıl oldu. Fakat şimdi va - ziyet değişmiştir. İngilizler, bundan do - layı Nelson ve Rodney 2ırhlılarının gü- verte zırhını 159 milimetreye çıkardılar. Amerikan bahriyesinin yeni gemile - rinde ise, güverte zırhları 21 santlmetreyi buluyor, Bundan ötürü, bir zırhlının çe- Nik ağırlığı, umum! hacmına nisbetle mü- him bir yekün tutmaktadır. Meselâ Düt kerk zırhlısının (26,500) umumi tonilüâ - 11,000) tonu münhasıran zırhlı kısımlara aiddir, 35,000 tonluk Rişliyö hlısırım 15,000 tonası da gene zirhli ak- dır. Bunun hneticesi top adedinin aleyhine çıkıyor. Bundan ötürüdür ki, bugünün donât 000 tönilâto haddi az g nu namına, bu meclisten inşası müsaadesi istenirken bunların kırk beşer bin ton hacminde olmalarının zaru- rİ gösterilmesi işte bundandır. H. Pelle des Forges, Firkateyn Kaptanı SON POSTA Küçük çocukların| e e Ö Ve | Dridnotların 35,000 tondan ber filmi görmeleri| niçin mahzurludur?! Yeni kanunu Meclise teklif eden Kırklareli saylavı Fuad Umay'ın bir izahı Kırklarett Saylavı Puad Umaydan dün şu mektubu aldık: Binemacılardan ve bazı çocuklardan al - dığım telgraf ve mektublardan; Kamutaya sunduğum kanuni teklifimin yanlış telâkki edilmekte olduğu anlaşılıyor. 16 yaşına kü - dar çocukların «inemaya — alınmamalarının bütün bütün yasak edilmesi teklifi mevzuu bahs değildir. Beyaz perdenin marımızın yüz güldüren eserleri arasına girdiğine güphe yoktur. İlk zamanlar eğlence için yapılmış olan filnder yerine bugün istenilen mevzuu — seyircilere telkin edebilen kıymetli fimler yapllmakta, bu suretle kitapların, konferansların yapa- bilecekleri faydaları zevk ve eğlence içinde dimağlara naklederek en güzel öğrenme va- sıtamı olmaktadır. Müterakki memleketlerde, filmlerin yaş « lara ve eylilere göre ayrılması sayesinde is- tenilen tesirler, neticeler daha — faydalı bir şekilde temin olunabilmektedir. Bizde filmlerin; kontrolsüzlük — yüzünden bilhassa çocukların ahlâk ve bünyeleri üze- rinde yaptığı tetirler ehemmiyetli görül « meye Jâyık bir derecededir. Ya mevzu Çok derin ve şümullü oluyor; çocuğun dimağını eziyor, yahud çok heyecanlı oluyor, çocuğun sinirleri üzezinde derin akisler uyandıriyor. Günlerce uykusunda sıçramalar, ağlamalar görülüyor, yahld da yaşı İcabı görmemesi lâzım gelen aşk ve aile faclalarının acı son- lari balki hayatının sonuna kadar — devam edip gidecek fena izler bırakıyor. Asabl bubrana tutulmuş banı hastaların hastalık menşeleri sinemada olduğu usabi- ye mütehassıslarınca ifade edilmektedir. Aşk ve einayet filmlerinin, ahlâk ve terbiye Ü - gerindeki tesirleri çok açıktır. Artistler gibi boyanmak, giyinmek, onlar gibi yaşamak ve | sinemada gördüğü bir cani ve haydud gibi hareket etmek isteyen çocuklar vardır. Binemaya giden hemen her çocuğun elin- de yıldızların fotograflarından bir kaçı hat- tâ kolleksiyonu bulunmakta olduğunu gör - mekteyiz. Faydası güneş kadar açık olmakla bera- ber sigörtasır kullanılan elektriğin yapaca- ğı öldürücü tesir gibi kontrolsüz — bırakılan Filme çekmek için iyi bir mevzu öyle kolay kolay bulunmaz. İyi bir senaryoya nadir tesadüf edilir. Hollywood da müd- hiş surette senaryo sarfeder. Rejisörler istedikleri kadar ve istedikleri çeşidde senaryo bulamadıklarından dolayı acı meşhur «Göben - Yavuz» a karşı yapıl -| mış olan tayyare taarruzu olarak gl'ıs'.ş' Fuad Umay ginema filmlerinin çocuklarımız — üzerinde yapacağı muhakkak fenâ tesirlere meydan vermemek ve sağlık, sosyal, kültürel terbi- yelerine yarayacak filmler göstermek ve gi- nemayı bir mekteb haline koyabilmek içir filmlerin çocuk bakımından kontrol ve tas- nif edilmesi şarttır. Çocuklarımızın göreceği filmler neş'e ve sağlık veren, öğreten ve güzel dinleten film- lerdir. Bu filmler de gündüz gösterilmeli - dir. Büyüklerin sinoma ve tiyatro âaaatlerin- de çocukların gidecekleri yör yatakları ol - malıdır. Yurd yavrularını umumi sinema filmle - rinin ezlet, yıpratıcı tesirlerinden kurtarmat için yeni bir kanuna ihtiyaç vardır. Bski ka- nunlarda (ahlâk ve âdaba münafi) filmler hakkında bükümlı 'ATAR da bunun maksa- di temin etmediği ve kontrolün yalnız bü - yüklere göre yapıldığı ve çocuk ruhu, ço - Cuk sıhhati göz önüne alınmadığı ve 2244 sa- yılı kanunda bunu temin edecek bir madde de bulunmadığı meydandadır. Kanun! teklifim bu bususların teminine mafuftur. Sinemacıların bana da gönderdikleri tel- Btafda müşterilerinin yarısından çoğunun ço cuklür olduğu ifade olunmaktadır. Şu halde, seçecekleri filmlerin çocuk noktal nazarına ve faydasına göre olmasını düşünmeleri ken di mehfaatleri icabıdır. Böyle filmlere ana- lar, babalar çocuklarını kendi — ellerile seve seve götürürler. Sinemacıların istifadeleri de katmerli olur, Yurd yavruları Ga filmlerin tehlikeli tesirlerinden kurtulmuş olurlar, Fuad Rîımın torpido ve denizaltı gemisi geldi Dün limanımıza gelen Rumen tarpido ve denizaltı gemisi İstinye açıklarında demir » lemişlerdir. İki gemi bugün havuza alına - Tak temizleneceklerdir. acı giklüyet etmektedirler. Stüdyolara dünyanın hemen her tarafından «senar- yo» namı altında birçok yazılar gönde- rilmektedir. Böyle olmakla beraber bun- ların ancak yüzde «onu> işe yaramakta- dır. Yüzde doksanı atılmaktadır. Mevzu avcıları Diğer taraftan senaryo kıtlığından do- layı stüdyolar bittabi prodüksiyonlarını da durduramamaktadırlar. Stüdyoların her birinin «mevzu avcı- ları» vardır. Bunlar Amerikada, Avrupa- da, Asyada velhasıl dünyanın her tara- fına yayılmışlardır. Bunlar mizah gaze- telerini, radyo havadislerini takib eder- ler. Durmadan filme çekilmeğe değer mevzu urarlar... Bu mevzu avcıları, muntazaman opera, operet ve koömedilerin ilk temsillerinde de bulunurlar, Piyasaya yeni çıkan ki- tabları okurlar, Halk bunların mevcudiyetinden — bile haberdar değildir. Onları yakından alâ- kadar eden sinema yıldızları, san'atkâr- ları ve rejisördür. Doğrusunu söylemek icab ederse fil- min mevzuu halkın rağbetini celbederse muvaffakiyet payı bu mevzu avcılarına aiddir. Halbuki bu adamlar, böyle bir muvaf- fakiyet karşısmda ancak 50 dolarlık bir ikramiye abırlar, Sinemanın edebiyal â- lemi ve tiyatro ile atbaşı gitmesi bunlar sayesindedir. Son sinema mevsimi esnasında Kali- forniadaki mevzu avcılarının teklif eyle- dikleri mevzuların sayısı 20000 3i — bul- muştur. Halbuki 20.000 mevzudan ancak 62 adedi beğenilmiştir. İş... Tesadüf bu... Mevzu avcıları şeflerinden biri diyor ki: — Benim işim sabahleyin saat 8 da başlar, akşam altıya kadar devam eder. Maiyetimde bulunan sokuyucular» ro- man ve hikâyeleri tedkik ederler, beğen- dikleri eserleri 10-12 sayfa olarak hülâsa ederler, Bunu okumak için bana verirler. Bu «emevzuları» muvafık bulduğum takdirde ben de bunu bir tek sayfa üze- rine hülâsa edip kendi fikirlerim ile be- raber rejisörlere veririm. Karar ilası ona aiddir. Stüdyoda hususi daliremde mü- kemrnel bir radyo makinem var. Bu rad- yo makinesi sayesinde dünyanın her ta- rafındaki radyo istasyonlarının hepsini alıyorum. Size mesleğim hakkında ufak Sinema mevzuları nasıl bulugı_ır? Büyük stüdyoların bu iş için kullandıkları hususi teşkilâtları var. Bu işi yapanlara “Mevzu avcıları,, denir Mevzu cazib olmadıkça, Madeleine Car roll ve Tyrone Power gibi iki güzet kuvvetli san'atkâr bile seyre tahammül edilemez. Elinizde Sylvla de Bettini bulunsa buna çevirteceğiniz filmin mevzuunu nasıl bulursunuz? bir misal arzedeceğim: Jean Harlow, Clark Gable, Wallace Beery'nin hep birlikte çevirmiş oldukları (The Secret Six) filminin mevzuumu bir gün trende gazete okurken buldum. Büyük film kumpanyalarının her bi rinin müteaddid <mevzu avcıları» vardır. Bunların içinde kadınlar da bulunur. Bunlar daima şeyyar bir halde bulun-, maktadırlar, Bütün payitahtlarda acentalar var... Mevzu avcılarının Avrupadaki umum? karargâhları Londra şehridir. Paris, Bere lin, Viyana, Peşte, Madrid, Roma, Moskos vada üçer kişi bulunmaktadır. Bunların vazifeleri edebi, musiki, ve tiyatro pro-, düksiyonlarını yakından takib etmeoktir. Şayanı dikkat bir mevzua rastgelir gele mez hemen merkezlerine telgrafla ma- lümat verirler. Film kumpanyalarının mevzu avcıları arasında — «casusluk» vak'aları da hiç eksik değildir. Bunlar daima birbirlerini tece & derler, Bir kumpanyanın adamı mevzuu bulur bulmaz işi son derece gizli tuter ve bunu büyük bir ibtiyatla kumpanya- sına bildirir. Mevzu avcı ak öyle sanıldığı ka- dar kolay değildir. Bunların mütead lisanlara vâkıf olmaları, musikiden, ede- biyattan anlamaları icab etmektedir. Çok zeki, anlayışlı olmaları da şarttır ol