T ĞN ee ee &e müfteris hükümdarın & Aygşe ile Mehmed arasında kuvvetli bir fabıtanın müjdecisi olan derin bir sem- pati uyanmıştı. Haftada bir defa, Perihan hanımın çayında buluştuk'arı zaman, iki gencin, âdeta birbirlerinden ayrılmak İs- temiyorlarmış gibi bir düzüye dansettik- lerini, birbirlerinin gözlerinin içine temiz bir duygu ile baktıklarını görenler, otla- yın bu kışın sonundan evvel nişanlanma- farını tasarlanmış bir hâdise olarak görü- yorlardı. Gençler hemen her hususta - birbirine uygundular. Zengin bir babanın oğlu o- ftan Mehmed tahsilini bitirdikten sonra babasının ticaret işlerinde yer almış ve onun en İyi bir memuru, bir arkadaşı ol- | u. Doğru özü, doğru sözü ve çalışma- bali için sağlam bir temel gibi gö- rünüyordu. Ayşeye gelince, fakirce fakat görgülü bir ailenin biricik kızı idi. Biraz şımarık, biraz koket fakat çok neş'eli ve güzel ol duğu için akraba ve ahbab evlerinin hiç- bir dayetinde eksik olmaz, bütün toplan- tılarda sevilerek aranırdı. Mehmedle beş altı ay evyel bir çayda tanışmışlar ve derhal birbirlerinden hoş- Janarak konuşmağa başlamışlardı. O ğün- den sonra da her hafta Perihan hanımın salonlarında buluşmaları — çok tabil bir tandevu halini almıştı vaş birbirlerinin huylarını, hattâ manilerini bile öğrenmişlerdi. Me- Mehmed Ayşenin erkeklerde kurşu- sek yakalıklı bir erkek gördüğü zaman, Boynu sıkılan kendisi imiş gibi nefes sla- madığını ve sinirlendiğini biliyordu. Buna mukabil Ayşe de Mehmedin en goök nefret ettiği şeyin yırtık çorab oldu- ğunu öğrenmişti. Hatta Mehmed, bu önüne geçilmez ve bir hastalık haline giren müzmin nefreti- ni söylerken bir de tuhaf hikâye anlatmış- tı: Bir gün adamın biri kunduralarını boyatmak için bir dükkâna girmiş Adam- abıları ve çorabları o kadar yırtıkmış ki başparmağı dışarı fırlamış- Mmış. Boyacı alayı seven bir adammış.. bir a- yakkabıya ,bir de müşteriye baktıktan sonra sükünetle sormuş: — Parmağınızı da ayni renge yım mı? Bu hikâye Ayşeyi bir hayli güldürmüş we aralarında bir eğlence mevzuu olimüğ- tu. Buluştukları salonlarda veya sokakta yırtık çorablı birisine rastlasalar Ayni renge boyasak mı acaba? diye gülüşürlerdi. Fakat bu manileri, az kalgın onları bir felâkete sürükliyecekti. Kışın sonuna doğru Ayşe hastalanmış, Üç hafta evden dışarı çıkma Meh- med uzaklan uzağa ondan haber almşsa da genç kızı görmek kabil olamamıştı. -— —a — aat baoyıya- yt SÖON ıos'ı'ıı KURUNTU «— Öyle ise bana neden İşte bu kısa ayrılık, iki gencin, birbirle- rine karşı olan samimi duygularını kendi kendilerine itiraf etmelerine bir vesile ol- muştu. Hele Mehmed, bu uzun — ayrılık günleri içinde hayatına aid en mühim ka- rarı vermişti: — İlk görüştüğümüz gün benimle ev- lenmesini teklif edeceğim. Güneşli bir nisan günü idi. Ayşe uzun hastalığından sonra ilk dofa, öte beri al- |mmak için, Galataya geçmeğe karar ver- ni renkten nefret ettiğini ve sıkı ve yük- | mişti. Hava sıcak denecek kadar güzel ol- duğundan tramvaydan Eminönünde ine- rek;Köprüyü yaya geçti ve Karaköyde bir ayakkabıcıya girdi. Fakat tam bir kundurayı tecrübe ede- | ceği sırada, çorabının, sağ ayağının baş parmağından delinmiş olduğunu gördü. Evvelâ: — Eyvah! Ne ayıb! diye düşündü Fa- kat sonra Mehmedi hatırlıyarak titredi: — Bu yırtığı o görmüş olsa mutlaka *Ayni renge boyıyayım mı?» diye benim- Te alay edecek ve ondan sonra da bir da- ha yüzüme bakmıyacaktı. Bu düşüncesini henüz bitirmeden ya- nında bir ses duydu: — Geçmiş olsun... Nasılsınız? Ve ayni dakikada Mehmedin dost eli ona doğru uzandı. Ayşe birdenbire, büyük bir felâket kar- şısında imiş gibi, dona kalmıştı. Mehmede cevab vermek istedikce, onun, çorabında- ki kocaman yırtığı görmüş olması veya bir saniye sonra görebilmesi ihtimali kar- şısında titriyerek sözleri boğazında kalı- yordu. Esasen Mehmedin de neş'esi kaçraış, se- sine ve haline bir çekingenlik çökmü: Bunun için Ayşe de ona karşı gayet soğuk muamele etti.. bu dükkândan bir şey al- madan çıktı ve hemen tramvaya atlıya- rak eve döndü, Bu vak'a Ayşenin zaten hastalıkla bo- Yazan: Muazzez Tahsin Berkand darıldın Ayşe?» zulan sinirlerini saramışt. Bir düzüye karşısında Mehmedi görüyor, onun ken- disini düzensiz ve itinasız bir kız diye ta- savvur ettiğini düşünerek binbir fena ku- runtu içinde çırpınıyordu. 'Tam an beş gün sokağa çıkmadı, hiçbir ahpabını, arkadaşını görmek istemedi. Fa- kat bir gün Perihan hanımın mevsim s0- nu sebebile, köye gitmeden evvel tertib ettiği muazzam bir daveti kabul etmek mecburiyetinde kaldı keyifsız ve neş'e- siz bir halde, sürükleniyormuş gibi oraya gitti. İçeriye girdiği zaman, danseden çiftle- rin arasından büyük bir güçlükle kaya- rak ev sahibinin yanıma gidebilmişti. O kadar meyustu ki, kimse ile danszetmek değil, konuşmak bile istemiyordu. Buna rağmen içinin acısını dışarı vermemeğe çalışarak etrafını seyre koyuldu. Biraz sonra müzik durduğu vakit, onu çoktan- beri görmiyen arkadaşları etrafını aldılar, herkes bir şey söylüyor, herkes bir şey soruyordu. Ayşo hepsine cevab veriyor, kat ötekilerle birlikte yanına ya Mehmedle gözgöze gelmemek için büyük bir gayret sarfediyordu. Genç adam ona ancak sokak kapısın- dan çıkarken yaklaşabilmişti. O kadar müteessirdi ki hiçbir mukaddemeye lü- zum görmeden ona elini uzattı: — Beni affet Ayşe. Genç kız şaşırmıştı. Gözlerini onun yü- züne dikerek sordu: — Niçin Mehmed? İkisi de her şeyi unutarak, büyük bir sevgile gıiıgâw bakışıyor, bir şey söyü- mi? Senin kurşunt xenktfn ne kadar nefret ettiğini bildiğim halde o gün dükkânda seninle konuştuğum vakit ar- kamda gri bir elbise vardı. Bunu evvelâ, Beni görmek sevincile unutmuştum. Fakat ğ Son Posta'nın edebi romanı: 36 Yazan: Nezihe Muhittin —| —a — İ — AA ——— —— Ah, Şu Hayat! Kürsüye çıkan orta boylu, orta yaşlı)kâne bir tarzda sivri kestirmiş kadıas- zat burundan takma gözlüğünü çıkarıp beyaz keten mendilile iyice silerek göz- lerine yerleştirdi. Şimdi parıl parıl| pa: lıyan' küçük beyzi camların arkasında #özülen gözlerile kendisini dinlemeğe hazırlananları süzdü ve hafifce bir ök- sürdükten sonra söze başladı: — Pek muhterem ihvan! Bir yolunu bulüp saraya sokulduktan sonra akur yanında ay- larca binbir türlü tehlikeye göğüs ge- Terek mefkürel mukaddesemiz için kıy- metli hayatını istihkar eden derviş Mü- nir beyin yarın Marsilyaya finı bekliyoruz. Bütün muhterem ihva- nimizin tehalükle bekledi bu aziz kardeş cemiyeti v uxaudı—uı' hine tertib edi'miş mekte olduğumuz bu kiymetli arkadaşı yarın bu mukaddes sakafın altında gör- mekle mühahi olacağız. Eski siyah top sakalını şimdi firen- * “|hüsnü niyetime bağışlamanızı ker zade zengin reis birkaç saniye su- sunca uzun boylu, geniş omuzlu, açık ve yüksek alınlı, kır saçlı bir adam si istiyerek ayağa kalktı; bu, doktor Ma- ciddi. Geniş göğsünden çıkan pürüzsüz ve yumuşak âhenkli sesile: — Muhterem arkadaşlar! - diye söze başladı - salonu dolduran nlar hep birden doktor Macide döndüler, Arala- rında ona karşı büyük ve sarsılmaz bir inan vardı. Onun yüksek ilmini çeke- meyip kıskananlar bile sözlerine iti- mad'a kulak verirlerdi. Macid devam etti: — Henüz kendisi arkadaş hakkında sö; ( tanımadığım bir yliyeceğim sözleri dilerim. Derviş Münir bey kimdir? Birkaç ay- danberi ismini duymakta olduğumuz bu zat kendisini ayırmak islenilen mü- him mevkie ruhan ve ilmen lâyık mı- dır? Sevgili dostlarım, elimizdeki bu hayat dolu nüveyi yurdumuzun aziz ve KD mübarek topraklarına gömerken onün bütün irsi ve muhitf seyyisierden mü- cerred ve yeni genç mefküremizin gür- büz anasırile dolu bulurmasını istemek hakkımdır ve hakkımızdır. harabatıca kılıklı, doktor. Macid rekab(-lim'!en titizle- nirdi. Fena bir adam olmamakla bera- |ber sandalye hırst ruhunda kanser ur- ,'mn çıkarmağa müsaid bir siyasi bün- yesi vardı. Hem de tahsil ve terbiye sistemi bu iki komiteciyi birbirinden çok ayırıyordu. Doktar Macid müsbet bir fen adamıydı; her şeyi dezenfekte edilmiş olarak görmeğe alışıktı. Gizli, fesad, karanlık ve dejenere ruhlara a- cır, fakat böyle psikozlardan tâundan istikrah eder gibi ürkerdi. Halbuki reis bey iskolâstik bir terbi- yenin mahsulüydü. Kaza ve kaderin ö- nüne geçilemiyeceğine inanmıştı. Bu- nunla beraber mevki ihtirasında bu ka- naatini çiğniyecek zayıf bir tiynette i- di. Doktor Macid ise, insan iradesini, İmuhitin şartlarını yıkıp yapan bir kud- ret olarak kabul ederdi. Reis Macide karşı içten duyduğu huy suzlukları meydana yurmak için daima bahane arardı. İşte tam fırsattı: — Rica ederim doktor Macld Beye. Sevgiliye itimad telkin etmelidir Balıkesirden Op han soruyor, — Sevilecek mi yim, muvaffak o- lacak mıyım? bi « sevilmeğe ehil olanlar) de » mektir, Yalnız Sevgiliye — itimad telkin edilmesi ve erkeklere mahsus tavır ve hareketlerle mukabil tarafın sevgi meyilleri üzerinde müessir olmağa dikkat edilmesi lâzımdır. e Sâkin ve sessiz bir tip Yedikule. den Kemal de fo. toğrafımın tahli lini istiyor: Kendi halinge, sakin ve sessizdir Çabuk kızar, fakat bu hali etrafına © zararlı olmaz 4 Mes'uliyetten, tekr Z dirden çekinir. — — — © Başkalarının idaresile muvaffak olabilecek bir tip Alpulludan İb - rahim Atik de şu« nu soruyor: — Hayatta mu - vayfak olacak ms » yım? Başkalarının di- rektiflerine ve mes'uliyetlerine tâ bi işlerde muvaf « fak olabilir. Mucıdılacı bir tip Adanadan Re « | şad da karakte « vinin tahlilini so « | ruyor: Kendisine met ve ehem wetilmesini — ister, mücadele ve mü « nakaşadan çekin « mez. bazan — uzatabilir. Tahakküme ve ağır söze tahammüli za- yıftır. K Zeki bır genç Kırıkkale« den terzi A. da fo- toğrajımın tahlili « ni istiyor: Zekiâ va sev Ülilik gibi tabil im- tiyazlardan istifa - de etmek ve heye. canlara kapılma - mak lâzımdır. San'atmın icabet- tirdiği intizam ve dürüstlük kaldelerine — riayet etmekle de — muvaffakiyetlerine yol açmış olur. Teşvik ve teşciler makbul olmadıkça rağbet edilmemelidir, e Uysal bir tip Ankaradan Oş « man da karakte « rinin tahlilini is: Yumuşak buş hik ve güler yüz « lülük, — kendisini başkasının hizmet. lerine hasredenler | için en Tâzım olan vasıflardanr biridir Yalnız, celbedilen teveccüh yukarıdan a şağıya olduğu kadar da hemseviye olan- lara ve daha aşağılara teşmil edilmeli * dir, Son sta Fotograf tahlili kuponu DİKKAT Ş Fotograf tahlili için bu kuponlardan fi 5 adedinin gönderilmesi şartlır. Açık teşekkür Müptela olduğum tehlikel! bir hastalıktan İüç deta beni ve bir defa da validemi serl bir operasyon yaparak her ikimizin de has yatını kurtaran Haseki nisa hastanesinde profesör bay Kemal Altay ve doçeni Şinasi Erelle asistan Naim ve hastalığımızda bize karşı Insani şefkatin! bol bol sunan bemşire- iere karşı ifasına mecbur olduğumuz minnet ve şükranın Jblağfına sayın gazetenizin de- Yâletini TİcA ederim. Melek 'T. Gürdağ ——— — ——— sonradan aklıma gelince canım çok sıkıl- dı. Genç kız gülüyordu. — Bunun farkında değilim ben... — Öyle ise bana neden darıldın Ayşe? — Çorabım yüzünden... — Çorabından mı? — Evet, o gün baş parmağımda bir de- lk vardı... — Farkında bile değilim... Elele vermişler, kahkaha ile gülüyor- onun sözünü kesti - ara- yekle mübahi ve mız derviş Münir bey- bdad ve kasavetile asında bürriyet aşki- ranı ümmetten, ayiz bir simayi ettiğiniz müta- fendi! Dermeyan lea, erkânı murabbaamızın uhuvveti şi- | arına tamamile münafi ve mütezaddır. Reis bey, nutkunu söyliyecek tum- turaklı birkaç kelime daha ararken, da- ima açık duran kalın- ve kenarları kö- püklü büyük ağzının içinde çürük diş- lJeri görünen, sarı benizli, çelimsiz vü- cudlü bir adam söz istiyerek doğruldu: — Müsaade buyurun reis beyefendi hazretleri! - dedi - Derviş Münir bey, ayni zamanda hem efkârı münevvere, hem de ashabı kerametten akdesi bir zatımuhteremdir. Ulümu dünyeviyede | olduğu kadar ulüdmu - maneviyede de yedditülâ sahibidir. Kendisini aramız- da görmekle şeref duyarız. Bir diğeri hemen sarı benizli adamı takib etti: - Müuhterem ihvan! Yarın kendisi- ni kemali fahrü sürurla derâğuş edece- ğimiz zatışerifin zekâsına remzolarak verilen bir lâkab mesmu olmuştu, arze- deyim: Küçük yaşta iken o kadar bü- yük ve şa)am hayret bir zekâ eseri göstermişler ki kendisine komşuları Sansar Münir lâkabını takmışlar.. lardı... Bu kuruntularile doya doya alay ettikten sonra tekrar gözgöze bakıştılar ve o zaman Mehmed ciddi bir yüzle sor- du: — Ayşe, benimle evlenir misin? YARINKİ NÜSHAMIZDA: Halamın aşkı İngilizceden çeviren: K. Neyyir Sansar Münirlt!... Bu gıyabi takdim üzerine reisin yar- İdakcıları olan aç “kişi ile, müzake- reye kula': vermeden kendi içlerile ko- nuşan bir iki lâkayd âza el çırptılar. Doktor Macid olduğu yerde donımuş kalmıştı.. Sansar Münir ha? O meczub, 'nere, o bedbaht çocuktu bu ha? 1 yan cebinden kalın ve eski ha- tıra defterini çıkararak Münire aid say- faları çevirdi.. ne müdhişti bu yarabbi! O kadar bü; ihtimamlarla, o kadar feragatli takayyütlerle temiz ve gürbüz kalmasına çalışlığı yeni rejimin ruşeyni kimlerin eline düşecekti?! Sakin bir _x-e.s ve isyanla susuyordu. O, etrafın- 1 bildiği kadar düşmanları- nt ve rakiblerini sezmekte de kudretli |bir görüşü vardı. Bu, müşterek ve aziz mefküre savaşında şahsi mücadelenir müfsid ve kirli havasını koklamağa mütehammil olmadığı için kendisini kıskananlarla, rakiblerine başını çevi- k ve temiz ruhunun feragatini gösteriyordu. Balon tenhalaşmıştı. Doktor Macid omuzlarına çöken ağır yeisi silkmek ve candan birisile konuşup teselli bulmak için bir köşedeki masada derin der'n zünde berrak ve şeffaf bir 'cbc: ümle yazı yazan kardeşi Nahidin başucuna giderek: — İşittin mi Nahid? » dedi - (Arkamı var)