EHIduele ' Kıryııındı : l TAVCILIK €en açıkgöz tavcıdan ziyade a- çıkgöz olduğunu zannedip te bu yüzden tavlanana kızarım. Tavcı güya korka korka sokulur!: — Bir yüzük buldum, alır mıst Kendisini açıkgöz zanmeden yüzüğe bakar.. ve güya anlar.. bu yüzük pırlanta faşlı bir altım yüzüktür. Ne istersin? — Bir lira! Biraz daha açıkgözlük eder, ve kısa bir pazarlıktan sonra yüzüğü clli kur! gatın alır. fakat bir kuyumcuya g a diği zaman aklı başına gelir. Yüzüğün ne halkası altın, ne de taşı pırlantad hakiki kıymeti yüz 'paradan «dün değilse de beş kuruştan da efzun değildir. Bu ayak tavcılığı.. bir de bunun daha geniş mikyasta yapılanı vardır ki asıl a- dim bümediğim için kendim bir ad takıp ticaret tavcılığı diyeceğim. Bu nevi tav- cılığa aid bir haberi dünkü Son Postada okudum: Siyah havyarın kilosu toptan on dört Hraya verilirmiş. Bu böyle iken bazı a- | çıkgözler kilosu kirk kuruş olan turna havyarını siyaha boyamak surenle siyah havyar yapıyorlar, ve kilosunu beş Hra- dan satryorlarmış. 'Tâm manasile bir ticaret tavcılığı de“ ğil mi; doğrusunu isterseniz ben bu tav- çılardan. ziyade on dört liradan aşağı sa- tilmadığı bir zamanda beş liraya havyar alanlara kızıyorum, bir malın kıymeti on dört l iken, hatır için onu beş lira- ya verecek budala acaba dünyada var mı? * Hani bir hikâye vardır: Adamın biri işkembeci dükkünına git- Çorba gelmiş, adam kaşığı daldırmış, ka- İşığına azametli bir parça takılmış. par- nirken bünün bir paçavradan başka olmadığını anlamış, bağırmış: — Bu ne hal çorbadan paçavra çıktı. şey stersin, demiş, yüz paralı! Kilosu beş Hiraya satılan havyar, ols: olsa turna havyarı olur, hakikt havyar | olacak değil ya! İsmet Hulüsi (— Bunları hiliyor mu idiniz? — Yirmi senelik bir pul Nevyorkta 2800 Iıraya satıldı 1918 yıtında A- merika hava pos- taları — idaresinin birkaç kuruş kıy- metinde — olarak tedaville çıkardı- ğ pulların bir ta- nesi — geçenlerde, Nevyorkta (2800) 'Türk lirasına satıl- mıştır, sebebini anlıyabilen beri gelsin. * Topraktan 100 metre irtifaa kıılar fışkıran su Yeni Zelandada topraktan — fişkı- ran ve sıcak su püsküren jeyzer- lerin en kudretli- sinin havaya yük- selttiği su sütunu tam (100) metre- ye kadar çıkabi- mektedir. En fazla ağızlı çakı Dünyanın en fazla ağızlı çak- sını yapan bir san'atkâr, bu ça- kıya (384) ağız i- Tâve edebilmiştir. Varın bu çakırın nasıl bir şey oldu- ğunu siz hesabla- yın. Beş cildüik vasiyet yazan kadın Bundan iki sene evvel, yani 1936 yı- lında Londrada bir kadın vefat etmiş- tir. Bu kadın, vasiyetnamesini (25) se- nede yazmış ve bu eser tamam (5) cild tutmuştur. , IKNŞ, GÖNÜL İsL Bir vicdan Azabı meselesi Kilisten N. D. E. imzasile mektub yazan okuyucum diyor ki: Ğ «İyi terbiye ve tahsil görmüş bir kızla sevişiyordum. Ailem benim ©- nunla evlenmeme muvafakat etme- diler ve bana hiç tanımadığım bir k:- zi aldılar. Onu sevemedim ve ı:,ın- dık. Şimdi birincisi ile sevişi cisi ile de evlenip avrlldıg,ım için viedan azabı hissediyorum. Bu der- dime bir çare bulunmaz mı?» Benim verdiğim cevab şu olacak: Oğlum, Sen birincide bir hata ettin, sevdi- ğin ve kendini sevdirdiğin - bir kızı yorkta| Macaristanda Jeylekler yırtıcı bir kuş gibi avlanır: ar Leyleklerin sa- / /' L E kin ve zararsız olduğunu Macar leri, leyleklere bir parça da kudsi bir İj mahiyet atfeder- ler. Fakat geçen senc Macari tan dolayı bütün bataklıklar kurumuş, leylekler de bu bataklıklardan yiyece! h:ı.mı ik edemiyerek köylünün kümes nlarına saldırır olmuşlardır. At- ve kartal gibi birer yırtıcı kuş ha- line gelen Macar ovalarındaki leylek- leri, lar. da, k * Sinema yıldızlarını soymak isliyen bir çete Bütün Holivud hafiyeleri, Carole Lomhard; - Claudette Colbert, Joan Grawford gibi meşhur artistleri pen - çelerine düşürmek isteyen bir çete ile mücadeleye girişmek Üüzere seferber dilmişlerdir. Bu çete, yıldızlara, onların merha - metlerini tahrik ederek para — dilenen sözde amca ve akrabalarının ağzından mektublar göndermekte, — «şöhretinize bir nakise gelmesini; akrabanızın sü - rürdüğünü elâlemin bilmesini istemez- seniz şu kadar para gönderiniz.» de - mekte ve arkasından da telgrafla, «e- ğer parayı 'yolamazsanız, her şeyi or taya 'dökeceğiz,» diye tehdid etmekte- dirler. Ctaudette 'Colbert sözde dört bü - yük arnnesinden, ve büyük babasırdan, ve İki halasından bu yolda mektublar aldığın söylemiştir. SLERİ yü bırakmak doğru bir şey de- ğild. Bunu © zaman düşünecektin.. fakat ikinci hatan birinciden daha büyüktür. Evlenilen kadın onunla bir rnüddet karı koca hayatı yaşadık- tan sonra, «Sevemedim, ne yapa- yım» bahanesile baştan atılmaz. Birinciyi artık unutup, ve eğer im- kân varsa ikinciyi tekrar al.. karı ko- ca arasında sevgiden ziyade müteka- bil arkadaşlık duygularının yeri var- dır. Aranızda sevgiyi değil, bu duy- guları canlandırmıya çalışınız. Hem © kadın zavallı vaziyetinden, hem de sen vicdan - azabından - kurtulursu- nuz. TEYZE çayı keyifle ağrına götürmeye haz::ls-l ekli kumaş çıkacak — değildi | <&00 İşoüde atılmış olmalıdır. Sabunu elleri - SON POSTA l Ellerin güzelliği Ellerinize de yüzünüze baktığınız gibi bakmalısınız Nasıl yıkamalı: Ellerini yıkudığıı—n' K |F4 Gaima ılık olmalı ve bu suya biraz (yarım litreye bir çimdik) borate de İnize kuru iken sürer, hafifçe oğarsınız. |Sonra ılık suya daldırıp su köpürünciye (le şimdi, zararlı bir kuş gibi avlıyor- | yaç kalmaz, |mağınızla bileğinizin arası şişkinse gün- kadar çalkalarsınız. Bu köpüklü suda el- zi iki, hattâ mümkünse daha fazla bir zaman tutarsınız. Sonra bir kag- çuk fırça ile oğarsınız, Bu fırçalamna hem masaj, hem de temizlik yerine geçer. Bir çok kadınların elleri, sabunlan - ü iyice çalkalamamak yüzün- Bunun için her yıkanmanın nizi bol, Ihmal etmemelisiniz. : Havlımuz çok kı msanızda bir kapta durmal üç, TU pek deriye z eder, onu güzelce kurutur ve yumuşatır. Unutmayınız — ki el ne kadar kurulanırsa derisi o kadar yumuşak kalır ve kızarmaz. Nasıl beyazlatmalı, nasıl yumuşat Elin beyazlığı için, yıkar yık: kro: sürmek şarttır. Bilhassa limon suyu ve badem yağile yapılmış olanlar pek iyidir, Kremi ele - tırnak uçlarından bileğe doğ— rTu TMasaj yaparak - sürmelidir. Ellere sürerken tırnak altlarına dokundurma - yı unutmamalıdır. Böylece — oraları bütün gün kirlenmekten korumuş olur- sunuz. Yatmadan önce fırçalânmıya /hti- Parmaklarınız kalınsa: Her gün şu şe- kilde masaj yapmayı unutmayınız: Baş ve şehadet parmaklarmızla onları birer birer ve diplerinden başlıyarak uçlarına | kadar sıkınız. Muntazam devam ederse- | niz bir zaman sonra parmaklarınızın in- celdiğini göreceksiniz. Elleriniz fazla şişmansa: Bilhassa par- de üç kere bir elinizle öbür elinizin bu kısmını sıkı sıkı bastırınız. Yağ yavaş yavaş erir, kaybolür. Elleriniz inceleşir. Bahar hazırlıkları Purisin en son modelleri arasından seç- iğimiz şık bir rob: Siyah otoman, pembe, mat kreple süs- lü, Şapka da ayni renklerde. soğuk su ile|* Otomabil ile İstankuldan Avrupaîî Bulgaristandan çıkarkem Geçtiğimiz şehirler, köyler öyle ıplıdaı ve hl_". halde ki, onlara nasıl bıraktıksa o zamandanberi 0) ” kalmış, hiçbir şey ilâve Yazan: Vasfi Rıza Zobu .—;ı '/"ıx- İşitmiştim ki «Londra « İstanbul» as - falt otomobil yolunu yapmağı, her dev - abul etmiş te, Bulgaristan: «Ben fa- asfalt yol yapamam!» diye red - . Rusçuktan yola çıkıp, Edirneye gelinciye kadar hoplıya, zıplıya — içimiz sarsılırken, anladım ki, Bulgaristan yal- nız asfalt değil, adi şase yapmağı da üs- tüne almamış!. Onun için yolculuk bir hayli yorucu oldu.. Höndekler atladık; ça- murlara saplandık... Geçtiğimiz şehirler, köyler öyle ipti - dal ve harab bir halde ki onlara nasıl bı- raktıksa o zamandanberi öylece kalmış... Hiç bir şey ilâve etmemişler. Han! bun - lar, bizden aldıkları yerlerde faaliyet gös- te ler, medeniyet uyandırmışlardı» Sofyayı bilmem, fakat Edirneye gelinci- ye kadar geçtiğim büyük şehirletin” hiç l.ı'ındc medeni ve asri bir hareket gör H Medim, Tâ, Osmanlılar devrinden kaltrım şoseler! biraz tamirle geçiştirmişler. Yok- | ). sa gene balçıktan köy evleri, beyaz ba - danalı kasaba binaları, Arnavud kaldı - rırmlı şehir caddeleri.. dedim a, hep eski bamam, eski tas... Yalnız «Eskizağra» biraz mamur!, Bunu ihtiyar bir Bulgara sorduk: — Biz Gazi Osman Paşa ile Süleyman Paşaya rahmet okuruz.... Dedi. — İyi ama, niçin? — E onlar olmasaydı, bu şehir de öteki Bulgar şehirleri gibi harab bir halde ka- hrdı. — Onlar mı burayı imar ettiler? — Ne münasebet.. — O halde?. — Harb esnasında burayı topa tulup yıktılar. Sonra bize geçince hükümet de yeniden yaptırmağa mecbur oldu. * Yolların bozukluğundan Çok ağır git- mek mecburiyetindeyiz... Bir gün içinde Edirneye varamıyacağız. Şıpka dağla - rına çıkarken müdhiş bir yağmurla karşı- laşmıştık. İnerken yol Çök bozuktu. Bu sebebden de sür'atimiz kesildi. Üstelik, uçurumlu bir yol kenarına gayri mun- tazam yığdıkları kesme taşların yanın - dan geçerken mecburen çarpıştık.. Lüs - tiklerin parçalanması, yenilerle değişti - rilmesi için de sarfedilen vakit, o geceyi «Kızanlık» da geçirmemize sebeb oldu. «Gül bahçe» leri ve «gül» mamulâtile meşhur olan bu eski Türk ve müslüman şehrinde misafir olarak kaldık. Bulga - ristan ne ucuz yer.. Paralarını çok pa - etmemişler. Hele Yowâ caddesi ve cami halhı almamıza rağemen ner yadan daha nşağı fiatla tedâ mümkün.. * Eğer «Harmanlı» ya gcıırıd— memiş derecede şiddetli bır kalanmamış olsaydık, seyl’“ yorucu olmiıyacaktı. Sıdece da geçirdiğimiz kazanın he mizde saklıyarak Iıuırneye caktık. Ama o0 müdhiş yâl şoseyi bir dare haline gcurmlf“' Tafa sular saçarak: Gök gü şekler ve iki metre ilerisi derecede şiddetli bir yağmur ağır ilerlerken, yol bitti. Amâ sıl olduk zannetmeyin! Çü luruz değil, Bulgarların yap' ti. .'. Çamurla doldurulmuş geniş wg’ döekten, yolun yukıeğmde Jaya çıkacak, oradan ılnhy reksiyonu çevirip o tmfı sal tağa batmamız bir oldü. para etmedi, Tam iki saat Y tmda, çamurlar içinde yol tik. Ağaçlardan dallar mı k raftan taşlar taşıyıp tekeri kaldırım mı yapmadık., Hi olduk, mahvolduk. (;eçllmd içinde yayıldık kaldık.. Kuş | van geçmez bu Allahın dağında dad edecek bir canlı mahlâküf " beklemekten başka çaremiz Beyaz elbiselerimin içinde bir kedi gibi sırsıklam haliml? bir manzara arzediyordum. Â bir öküz çıkıverseydi.. Hazıri tı onun boynuzlarına takal arabasını, geçen asrın taşıyı6i” dirtecektim.. Ben bir cârilı mahlük bekl karşımıza iki Bulgar çobanı © nan yahşi, baban yahşi deyip " ların beline bağladım. Yol 4f* mın «heyemola, yısa> sile tarlay mizi attık ama, yarım saattefi 'i!' dimi toplayıp makineyi işletMt tini de bulamadım. Ayakka! murlara batmış, bundan ıo!l"'ıi ğumuzda, ilk mola yerine yak kalmıştık.. Harmanlıda, temizlenip k' aşçı dükkârımda yaşlı bir B'M müjde verdi: — Artık Edirneye kadar rahl : giniz. Bundan sonra şose 4 (Devamı 12 inci sa; cm—k“w,&_'