Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
x garip Arjantin rının miştir. Hazreti eden bu İlr D Garib ve D A Ai Dünyanın en Resmini gördüğü- * nüz heykel, Şili ile ortasında metre yükseklikte dağın tepesine metre iİrtifamda- ve eritilmiş top kurşunların- dan yapılmıştır. A heykeli KL ; hududla- n 4000 ni bir dikil- İsayr temsli kendi etrafinda da bir heykel 12 inanılmıya Bir yılda 365 gün vardır, Fakat dünya 366 de- fa döner. Çünkü güneşin etrafında da dönerken a !——'v—v'—"_—l —a 5 20N ruğta Dünya gitgide bü- yüyor, Çünkü — her sene arzımızg yüz- lerce — hacerisemavi düşmektedir. Buna mukabil arz bir şey kaybetmiyor. defa daha dönmüş olur. Bu kedi ile fare gayet dostturlar. ayni kaptan yer, içerler. — Avusturya Generali Prens Jo- hann Von Leichtenstein — 1809 da- Napolyonu Aspern mühare- besinde mağlüb etmişti. Bu /8 harbde bindiği 25 attan 23 ü ölmüş, ikisi de ıkaçmıştı. cak'$öyi V Resimlerini gördüğünüz Viyanalı ikizlerin zevkleri, sesleri, kalbleri- nin çarpışı, kan tazyikleri, kilola- Fransız » Verlaine hayatı - NM nın yarısını ha - pishanede, yarısı - nı da hastanede geçirmiştir. —e — er —w— : W l yar y —— ŞN — T e — e A — »- Sayfa 8 Bağl .. * Ü vasl # Kü ; .. Dünyanın en küçük müstakil devleti İtalyada, Romada bulunan Al- man hayır müessesesidir. Toprağı bilfiil Calvarry'dan getirilmiştir ve is- tiklâlini de, Vatikan: hükümeti ile Al- manya tekeffül etmiştir. UÜtomobilite istanbuldan AvruuâWı * İ M X ( ergü Yanadaki Türklerin n buluştukları yer i “de istidaya benzer birer kâğıd taşıyan kir Süciler vardır. Viyanadaki Türkler de banka vezneleri önünde bu vaziyette... Yazan: Vasfi &T Yöya gy Sene güzel kadın i —,îwıp_çlhyomm; ilâç için: , Vi&mdeürtecek bir mahlük aç MA gittim. Elimde dür- "ruı:?mm: Yok!. Tiyatrola- ıe,ü'ıdîpım deyi;; Dram diyor gidiyo- ni 'lrayıu_ lâhik ötel ve ga- .“âsekî’:ılm; barlara, bağlara, şa- Gen da, Tü Ulüyorum; Badende ha- © Yok, da plâjlarda yayılıyorum: y Tki üzş?:ğ Yok, | "ğd* Te kağ P ESjr tüccarı gelmiş, Vi- h.,"'; top].m ggu&l kadın varsa der- a | S€misine yüklemiş, Tu- 1"&;—.&%?1:.,,1 y ş kapılıp meçhüul illere h'l:şîğ':nşe Ş'ÜZe"l kadınların — toplan- h"ü'ı ahüıiîı Bözlü, sırma saçl., pem- Teti Bıhnıy Meğer buraya toplanır- lıııı; Yal Srum - *O gece öoyunuü müu sey- Y h::d:nl.u:“eğunları mı?, Fakal ne o- h%tı. I;:ıla:;dîrîya gitmeden Vi- ; ümi içimde bir acı ka- İüzeıkâ:: Vöyü ârbden sonra gelen fa- Öcekii Ü de M Vi ka t “ı_duğu gibi, kadının €ndine Çevirmiş zanne- "%ı Viz, îî;"*rıdi? Siklerini :ıl:üı dir’ S &n ; bir :Ğ,q hap menşey | Ülar © Ba | âği Sükâ Büh B"'llıqımgî'hEI d 1 a hî:n"ı %ya“!'WOrsunuz. ::m"'. “Tiyorlar. Oh! Her iş mü- K çi lie, plr. %Leryeliü Vi b“nkilda, kâğıd . cebiniz- 8 ) _üı uı_alî'ğn“—-. Hem de az buz iş k'k::üçhq — ÂAvusturya şilingi, na- :B öyı:h!ia ”ND Yeter. . Bavulları öte Ola K YABtik pi * atarsınız... İşte biz Ya gi Bitm ilk — .Iek Son gece kısğmet oldu. ©cek * düştüklerini, s0- yazmıştım. Her- mMidır, yoksa klering İcad etmişler, Türki- Seyyahı da kendilerine kaI—"ılıırmı;îa dilendiri- Büzel paranızı Mer- n beş N alırsınız» deyip elinize ı 3 ÜYi | tmizde «cek» ler, kol- buıd“ki Osmanlı Banka- hetkes para almak için e- . B kes burada, vezne önün- dedi İÇeri girdik. <Üst salona kş ai " Siz de buyurduk. Al- H%e kadar Ha çğk fürkçe duyamazsınız. Ütün Müşteriler Türk! < ıî Bibi, Talebeler, seyyah- h Yanada kaç nüfus Türk * Biz p Hğdia , d€ Yanaştık. Şöyle bir % ba Cüzdanımızdan çı- İ giriyorum: Yok!.. Ü-İ & Çıkıyor, gezme yer—î yer orasıymış. Me-, A Tine benzetmek için, *dö- | Rıza Zobu — Üç saat sonra gelin!.. — Tuhaf şey!. Ama, ine dersin, usülden - “zahir.:; Üç | anın © gün en kalabalık: saat sotira tekrar oradayız. - Yalnız biz değil, üç saat evvel orada olanlar da.. — Lütfen yarın sabah teşrin edin ha- ZIr., — Peki âama... — Fan fin fon.© Bir sürü borsa işlerine aid lâf... Ertesi sabah gene oradayız. Oradayız, diyorum: Yalnız Daverle ben değil; gene bütün Türk tebaası. Artık birbirimizle gayet samimi ahbab olduk. Herkes yük- sek sesle derdini başkasına anlatıyor. Kimi otel parasını veremiyormuş, kimi lokantaya borcunu. Yalvarmalar, ricalar, iltimaslar. ama bankadan #«para>» alabil. mek için bunların hiç birisi «para» etmi- yor.. Tabii ertesi sabah gene oradayız. Mü- barek yer, banka değil, bir ziyaretgâh.. hem öyle bir ziyaretgâh ki: İhmal etmi- ye gelmez. (Gözönünde * bulundurmak farz. Yoksa yerinize bir başkası geçer... Bu itibarla burası adetâ bütün Türk, lerin randevu yeri.. Viyanada bir doştir nuzu mu'görmek istiyorsunuz?.. Yattığı oötelde, yediği lokantada, seyrettiği tiyat- | roda aramağa lüzum yok. Bir sabah ban- kâya uğramak kâfi. Zavallıyı, ya bir san- !dâlyede uyuklarken, yahud sinirli sinirli dolaşırken bulursunuz... Hani bir nevi dilenciler vardır. Onlar avuç açıp bir kuruş, beş kuruş istemez: |ler. Ellerinde istida gibi bir kâğıd taşır- 'lar.. içindeki yazı, bir hastane İistesi gi bidir: Kocası ölmüş.. çocuklar aç, sefil kalmışlar: Büyüğüne tramvay çarpmış, küçüğüne otomobil... Kendi malül, ana- sı kötürüm... Hülâsa, ne kadar acıklı şeyler varsa, pazarlarda, tutiurabildiği- nin: Gönlüne, kesesine, aklına göre para isterler. İşte Viyanadaki Türk tebaası da, banka veznesi önünde bu vaziyette., elle- rinde bir kâğıd. Kimi hasta; kimi borç- lu; kimi sokakta kalmış, kimi yolda.. Fakat bütün bunların hiçbir faydası yok- tur. Arzuhalli dilenciler müracaat ettil- , leri kapıdan üç beş kuruş alırlar ve c nunla geçirtirler ama, kendi ellerile, kendi paralarını bankaya yatırtan bu za- vallı gürbetzedeler on para bile alamaz- lar. Ne yalvarmak, ne de ağlamak, der- dinize bir çare olamaz. Hasta da olsanız, borçlu da kalsanız: «Varakı mihri vefa- yı» ne okutur, ne de dinletebilirsiniz... Bu şerait altında, böyle para buhra- nının en civcivli zamanında «Seyeahal te çok zevkli bir şeydir» diyenlerin aklına OT evirdi, çevirdi:' * * şaşmamak için kendimi zor tutuyorum, - Vüsii B. Zobu 22 senedenberi Uyumiyan adam Bu, Budapeşteli 54 yaşlarında mütekaid bir adamdır. İsmi Paul Kerndir. Gözüne uyku girdiği son gece 1915 yılının 1 hazi- ran gecesidir. Ve Conlitede Rus cephe - sinde, bit siperde uyumuştur. Ertesi gün Rus topçularının bombardımanı esna - | sında, kafatasına bir şarapnel isabet et- miş, yaralanmıştır. O gün bugündür Kern uykuya hasrettir. Kırçıl saçlı, biraz da şişkoca olan Kern halini şöyle anlatmaktadır: — Her gece saat birâe yatağa girer ve üçte kalkarım. Bu müddet zarfında da gözlerimi sıkı sikı kapar, ya gramofon, | kinca, trene biner, şehre inerim. İstas - yonda bekler ve iki saat kadar gelen gi - den İrenleri seyrederim. Sonra daireye giderim, Şimdi tekaüdüm ama, gene daireye devam ederim. Âma para al - 'mam. Orada gazete okur, arkadaşlarıma yardım ederim. Her üç saatte hürmetlice |bir yemek yerim. Böylelikle de günde bir kaç saat istifade ederim. Günde 24 de- fa pipo içerim. Uykusuz kalmak beni zerrece rahatsız etmiyor. Halimden mem- nunum. Macafistanın en- tarnjrimız - doktorları, Kerni kaç kereler muayene etmişlerse de, hastalığını bulup çıkaramamış, onu bir saat olsun uyutamamışlardır. Fransız kıt'alarını Teftiş eden sahte zabit Suhtekâr Fransız zabiti üniformasile Birkaç gün evvel bir Fransızın ken- disine topçu zabiti süsü vererek bir çok marifetler becerdiğini, teftişler yap - tığın:, nişanlar verdiğini ve kendisi - ne ziyafetler çektirdiğini yazmıştık. Yukarıdaki resim, bu yaman adamı, sahte zabit üniformasile göstermekte - er ai Za eÖklüia üdiğzd ve yahud da radyo dinlerim, Üçte kal -J ——EDEBİYAT — Münekkidlerimizi tenkid İyi bir münekkidin samimi ve tatlı nükteleri onun üslübu ve tahlilleri kadar zevklidir, yeter ki bu nükteler, hakikati boğmıya değil, bütün parlaklığı ile aydınlatmağa yarasınlar! Yozan: Bağta dostüm Nurullah Ataç olmak ü- zere - araya müsaadenizle kendimi de sı- (kıştırabilirim - hemen bütün — edebiyat tenkidi yapanlarımız gittikçe tenkidi ar- ka safa, nükteyi ise ön safa geçiriyoruz. Öyle ki bu merak, bazan, tenkidi büsbü- “*tün ortadan kaldırmasa bile cevherini donuklaştırıyor ve hakikati göremez olu- yoruz. Uzun bir düşünce sonunda bugün şuna kanaat getirdim ki, bu, tenkid de- ğil, ancak tenkidin hayalidir. Gölge gibi bir şeydir, hafiftir ve hafifliği nisbetin- de de cansızdır. Vakıâ itiraf ederim, ince bulunmuş bir nükte çok kere bir fikri nice ağır düşüncelerden; muhakemeler- dön daha- fazla aydınlatır, bir eserin en esaslı, en bariz vasfını belirtir, ancak şu var ki nüktenin ibzali-de hem nükteden usanç verir, hem de bizi tedkik edeceği- miz eserden çok uzaklara götürür. Hal- buki tenkid sahasında -münekkidin vazi- fesi kendi hünerini göstermek değil, bil- Phassa başkalarının hünerini araştırmak- tır. Bunun içindir ki zekâmızı sadece nükte kıvılcımlarile parlatmak ve - vak- tin, yabud sütunun darlığından, çok ke- re, tedkik edilecek eserin- yanından iki tebessüm ve bir kahkaha ile geçip git- mek belki bir an eğlenceli olsa da istifa- deli olamaz. Hele son zamanda bazi genç edebiyatçıların, bu sahada kendilerinden evvel gelenlerin esetlerinden ve şahsiyet- lerinden bahsederken nükteyı hezelden ayıramayışlari yalnız tenkid namına de- ğil, nükte namına da hazin bir mahiyet al- mağa başlamıştır. Samimi gençlik ateşi ile pek telif edilemiyecek olan bu nevi coşkunluklar acaib yazılarla dolu dolu bir takım yeni mecmualara şeref verme- dikten başka tenkidin de, nüktenin de kiratını gittikçe düşürmektedir. Nitekim zekâ ile hiçbir alâkası olmiyan bu nevi tarizlere karşı dudak büküp yüzümüzü buruşturmamız bundandır; her şeyden evvel zevkimizi ihlâl ettikleri içindir. Ne ise, bahsin bu cebhesinde Tazla durmıya- lım ve gelelim gene asil ve ince nükte ile tenkidin kaynaştığı cebheye... Önce size birkaç misal vereyim. Mese- lâ münekkid «Ümid»> isimli bir eserin tenkid ve tahlilini yapacaktır değil mi? Eğer bir pire için bir yorgan yakar gibi bir nükte için bir hakikati feda edecek kadar zayıf iradeli ise daha kalemi eline alırken «Ümidim kırıldı: tâbirini hatır- hyabilir ve hemen yazar: «Bu eserin ilk sayfalarında muharrirden - ümidim kırıl- dı. Doğrusu pek soğuk bir şey ortaya çı- karmış. Halbuki umardım ki... vesaire...» Gördünüz mü? Bir «Ümidin kırılması» tâbiri nasıl bir tenkide yol verdi! Artık bu tâbiri haklı çıkarmak için münekki- din, eserdeki iyi tarafları görmiyerek, sadece fena tarafları araştırması ve hattâ bunları bir dereceye kadar zorla yarat- raası pekâlâ mümkündür. Demek oluyor ki o zaman bir nükte uğruna bir eserin Halid Fahri Ozansoy Nurullah Ataç hakiki mahiyeti bir yand bırakılmış, ne kusurları, ne de kıymetleri ölçüleme- miştir. Bu şekilde bir yazının tenkid ile alâkası da hiç şübhesiz ki sıfırdır. Maamafih buna karşı, bazan, kısa, fa- kat ince nükteli tenkid iğneleri de var- dır. Bu iğneler biraz incitse bile yarala- maz. Çünkü daha ilk satırlardan münek- kidin tam samimiyetini hissedersiniz, Meselâ şu anda, bir Fransız mecmuasın- da kısa röman tenkidleri vazan bir mu- harririn bir roman hakkındaki zarif iti- razını hatırladım. Eser, ödebi “olmakla beraber, cinaf romanlar tarzında bir sü: rü ölümle devam edip öyle bitiyormuş. Münekkid kısa tenkidinin sonunda şöyle diyor: «Hâsılı son sayfaya yarınca eşhas- tan ortada tek canlı adam kalmıyor. Hamdolsun ki ümidimizle beraber mü- - 5 ellif sağdır ve bize günün birinde çok . a iyi bir eser de verebilecektir.> Madem ki tenkid yazıları içindeki nük- telerden bahsediyoruz, bu arada karika- türü de unutmamalıyız. Karikatür, bir karakteri neş'eli bir mizaçia görüş de- mekse, muhakkak ki samimi bir teces- | — süsten doğmuştur. Fakat bazı karikatür- cüler de vardır ki, san'at eserlerini ted- | — kik eden münekkidin gözlüğünü takarlar ve san'atkârlar şahsiyetlerini o gözlükre - _. görüp göstermeğe çalışırlar. Ancak, elle- rindeki kalem yazı değil,| resim çizece- ğinden, nüktelerini de bu şekle uydur- mak isterler. Hele bazı karikatüristler, özene bezene karikatürlerini da eserlerinin isimlerinden ilham alma- ğa kalkarlar. İşte o zaman ortaya cıkan | nükte ve zarafet, tamamile sun'i bir şey- | dir. Meselâ üç ayrı müellifin üç meşhur — eseri var diyelim. Bu eserlerden birinin adı «Karga», diğerinin «Su birikintisi»s, (Devamı 11 inci sayfada) yaptıkları '_'ı san'atkârları, şahsiyetlerinin hakiki va- , sıfları içinde göstermekten uzaklaşırlar |