D , ya A AR,. ” . NİN B Ai DAG ) l Di —_.aı.ı_.._-__'.__... sadek ikâyesi Onlar bir çay ziyafetinde tanışmışlar- dı. Medih; genç, yakışıklı bir erkekti. İki şeyden hoşlanırdı: Güzel at ve güzel kadın.. Onu daima ya bir güzel at sır - tında, ya güzel bir kadın yanında gö - rürlerdi. » Neclâ ile Medihi tanıştıran ev sahibi: — Birbirinizden çok hoşlanacaksınız.. demişti, Neclâ da sizin gibi at sporlarını çok sever, Medih, at sporlarını seven bu genç kı- za, dikkatli dikkatli baktı. Çok güzeldi. Tanıdığı güzel kadınlar arasında onun kadar güzeline belki de hiç tesadüf et - memişti. Yanyana oturmuşlar konuşuyorlnrdı- Neclâ, Medihe kısaca hayatımı anlattı. Babası eski bir hariciye memuruydu. U- zun seneler babasile birlikte Avrupada dolaşmıştı. Babası .da sporu ve bilhassa at sporlarını severdi. İstanbula yeni gel- mişlerdi. İstanbulun atla -gezilecek yerle- rini bilmiyorlardı. Medih için bu güzel bir fırsattı. Hemen teklif etti: — İsterseniz yarın sizinle uzun bir at gezintisi yaparız. — Hay hay. Ertesi günü buluşmıyı karar verdiler. * Medihin seyisi Şişlide iki atla bekli - yordu. Atlardan birine Medih, ötekine Neclâ binecekti. Medih geldi. Neclâ he- nüz yoktu. Biraz sonra da o göründü. Gayet güzel bir at elbisesi giymişti. Neş'eliydi. Medih evvelâ onu atına bin - dirdi. Sonra kendi bindi. Evvelâ yavaş yavaş gidiyorlardı. Neclâ, bu yavaş yü- rüyüşten hoşlanmadı. Hayvanını mah - muzlıyarak hafif sür'atliye kalktı; Me - dih de onu takib etti. Hafif sür'atli, kısa dörtnala, kısa dörtnal, açık dört nala döndü. ÂArtık çok hızlı ilerliyorlardı. Ok gibi hendeklerden, geniş toprak yarıntıların- dan, mânmialardan fırlıyorlardı. Yağmur başlamış, yüzlerini kamçılıyordu. Medih bu vaziyetten pek memnun değildi, Bir aralık, yağmur geçinciye kadar civar - daki bahçıvan külübelerine sığınmayı teklif etti. Neclâ bunu işitmemiş görün- Yağmur hızını arttırmış, onları ilikle. rine kadar ıslatmıştı. Neclâ, hayvanlar yoruldu, biraz dinlensinler diyerek hay- vandan atladı, Medih de indı, Fundalık- lar arasında yürüdüler. Biraz ileride bu- lunan gazinoya geldiler. Neclâ garson - dan bir çuval istedi. Arkasından meşin ceketini atarak kollarını sıvadı. Hayvan- ları dam altına alarak kurulamıya baş- ladı. Medih de ona yardım etmeğe mec- bur kaldı. Bu iş bittikten sonra Neclâ: — Şimdi girebiliriz ve bana yardım ediniz de soyunayım. Dedi. Garson kışın bu issiz ve kimsesiz gü- z nünde gazinoya düşen bu yağlı müşte- rilerden memnundu. Hemen sobayı a - teşledi. Medih bizi yalnız bırak içeride temiz bir sofra hazırla, dedi. Medih, Nec- lâya yardıma başladı. Evvelâ çizmeleri- ni çekti. Neclâ, hiç çekinmeden külatu- nın yanındaki iskemlelere serdi. Saçla - rını çözdü. Orada bulduğu temiz bir peş- kirle kuruladı. Kendi rengini andiıran bir pembe bluz, ve dizlerine ka - dar inen ipek bir gömlekle kalmıştı. So- banın kenarındaki ufak bir iskemleye ©- turdu; ayaklarını diğer bir sandalyeye uzattı. Medihden bir sigara alıp yaktı. Medih, onun güzel yüzünü; güzel vü - cudünü, bukle bukle dökülen saman ren- gindeki sarı saçlarını en nefis bir tablo- yu seyreder gibi seyrediyordu. O ne güzeldi. Medih damarlarındaki kanın kaynadığını hissetti, bir adım at- sa onun yanında olacaktı. Onu sevmek, onu öpmek, — istiyordu. — Sandalye - sini biraz — yaklaştırdı. Şimdi Nec- lâya daha yakındı. Neclâ tatlı bir gülümsemeyle, Medihe baktı. Bu bakışta, neler vardı. Medih artık kendini tu - tamadı. Neclâya doğru eğildi, onu öpe - nu, çorablarını, süeterini çıkardı. Soba- | Neclâ bu yavaş yürüyüşten hoşlanmadı cekti. Neclâ bir kahkaha atarak yerin - den fırladı: — Olmaz demiyorum, fakat bir daki- ka.. Parmağından tek taşlı yüzüğünü çı - kardı; avucuna aldı: — Bu yüzüğü avucumdan alabilirse - üniz.. Medih yüzüğü alabilmek için uğraştı Fakat onun bütün kuvvetine Neclânır. parmakları mukavemet ediyordu: — İşte, dedi, yüzüğü avucumdan ala- madınız. Şimdi uzak durunuz.. daha iyisi.. Sözünü bitirmeden muşamba ceketini arkasına aldı. Ve koşa koşa yöla çıktı. Geçen bir ftaksiye atladı. Medih taksinin yanıbaşında idi, Neclâ ona döndü, gü- lümsedi: — Bunu ben başkalarına söylemem, siz de söylemeyin, çok ayıp olur. Dedi ve şoföre döndü: — Haydi, çabuk İstanbula! YARINKİ NÜSHAMIZDA: Kara yı'an... İYazan: Kadırcan Kaflı keser. Baş, diş, nazie, ?rip, romatizma ve bülün ağrı.arınızı derhal cabında günde üç kaşe alınabilir. “(Baştarafı 1 inci sayfada) ve hâdise, halka ve memlekete, 101 top atışı ile bildirilmiştir. İzdivaç evrakını, ,kendi tarafından bizzat krai, Bayan Fe- jTide tarafından da vekil olarak babası imzalamıştır. Şahidlikleri, kralın kabinesi şefi Ali Mahir Paşa ile başmabeyinci Zülfikar Paşa yapmışlardır. Genç kraliçe, bugün öğleden sonra, kralın teyzesi tarafından evinden alına- rtak Helioplis sarayına getirilecektir. Genç kral ve kraliçe, öğleden sonra He- rak Heliopolis sarayına getirilecektir. ziyafeti vereceklerdir. Sabahtanberi büyük bir halk kütlesi ,'sokakları, bilhassa Kubbe sarayı civarı- nı kaplamış ve şenliklere iştirak eyle- miştir. (A.A.) Kral karısile şehirde gezinti yaptı Kahire 20 (A.A.) — Kral Faruk yanın- da karısı ve tek bir yaveri olduğu halde bu akşam otomobille şehirde dolaşarak donanmayı ve şenlikleri seyretmiştir. Bundan polisin bile haberi olmamıştır. Kraliçe Feride peçe taşımıyacaktır. Kraliçenin peçesiz resimleri izdivaç do- layısile çıkan hususi pulların üzerinde bile resmen vardır. Halk, bunu büyük bir meserretle karşılamıştır. Bu hâdıse, Nobel mükâfatı Negüs'e verilecek ! (Baştarafı 1 inci sayfada) tırılmış ve imzalanmıştır. Bu listeler, pek yakında, Nobel sulh mükâfatını ve- recek olan Norveç mebusan meclisi No- bel kamitesine tevdi olunacaktır. * Nobel sülh mükâfatını bu sene Necâ- şi'ye vermek Üzere İsveçte — mebuslara mazbata imza ettirilivor! İnanılmıyacak haber. Nobel bu mükâfatı tesis ederken, kendisinin insan öldürmek — yolundaki günahlarının yükünü hafifletmeği dü- şünmüştü. Fakat, anlaşılıyor ki, bu mü- kâfatı tevzi ile vazifedar olanlar, bunu bir mükâfat değil, bir sadaka haline ge- tirdiklerinin farkında bile değiller! — Nobel, dinamitin insanlık arasında ya- pacağı tahribatı hesab ederken — yalnız bir şey düşünmemişti: Dinamitin patla- mamasına mâni olacak kuvvet, gene di- namittir. Eğer Necâşi, Nobel'in icad et- tiği ölüm anjininden hakkile istifade et- mesini bilseydi, işimdi Habeşistan sulh ve sükün içinde yaşar, Necâşi de tahtın- da rahat rahat oturup sadakaya muhtaş olmazdi. Bunun için, bizce, Nobel başını mezarından kaldırıp, Necâşi'ye sulh mü- kâfatı verilmek üzere, imza toplandığını görseydi, iskelet halindeki elini uzata- Tak kuru we maklarile bu imzayı atacak "*dlekleri çafalar ve şu sözleri söylerdi: — Hayır, benim mükâfatimı, memle- 4 ketlerini müdafaasız bırakan cahil ve Mısır Kralı e%vle" Kraliçe peçe takmâ Devlet reisli ıj— verdikleri het diğ. Mısır kadınının açılışıma © bir merhaledir. Hitlerin hedıyed Berlin 20 (A.A.) — B. HitE? ö ruk'a, evlenmesi dolayısile *' C mobili hediye etmiştir. : Misır konsoloshane Misir kralımnın düğünü ş dün gece şehrimizdeki Misif ğunda bir resmi kabul terti Konsolosluğun Bebekteki j tertib edilen bu resmi kabuldt — vini Hüdai Karataban, Gi erkânı, şehrimizdeki bütün ve birçok tanınmış aileler ” muşlardır. PU Misir konsolosü Hafız Amif, ” tebriklerini kabul etmiştir. Kambiyo müra ve son Fransız DU (Baştarafı 3 üncü sayl” ler. Buna da nezareti şiddek” bir piyasa denilebilir. Bütün bu tedbirlere rağmefl fayda etmiyebilir. Bunu ecnebi kambiyosu almak kendi hususi teşkilâtına icab edeceğini muvafık göre? kambiyo mürakabesini tıa'şkd nun neticesi olarak devlet, " sanayi erbabının, tüccarın : rinde tedkikat yapmak hakk tâ kaçakçılık yapılmamak lar bile icabında alâkadar nünde açılır. Bu uğurda çal bir polis teşkilâtı dahi me lebilir. Böylelikle kambiyo dan kalkar, kambiyo ıdareSiı rusu kambiyo mürakabe id9f*” bulur. Bugün yeni Fransız kabin? teşkil eden Şotan komünis listlerin istedikleri bu yola d© temediği içindir ki istifaya P i mıştı. Fakat memleketin itilt” g tekrar işbaşına getirdi ve Frâ” mürakabeden kurtuldu. Selim Rül âciz insanlara değil, vatanlart için dinamitleri eksik siniz! “ Son Postar, nın edebi romanı: 42 Bır Genç Kızın Romanı] — —— — Sen de başının çaresine öylece bak!) diye yazmak için o zaman göğ- sümün üstünde çarpan şeyin bir insan kalbi değil, duymıyan ve çarpmıyan bir et parçası olduğuna hükmedeceğim - geliyor. Halbuki bugün seni, dünyanın en mes'ud kadını yapmak için ben nele- rimi feda etmem, w Gramofon «Boğaziçi Suları» nın son dalgalarını da bir ipek etek hışırtısı| gibi ağır ağır uzaklaştırdıktan sonra durdu. Şimdi odada, etajerin üzerinde- — ki saatin ince tiktakından başka bir - ses yoktu. Fuad bir inilti halinde ağır ağır ke- . silen müziği hâlâ işidiyormuş gibi göz- - lerini kapamış dalmıştı. Birdenbire ha- fif bir şeyin yere düşmesinden çıkan -- İnce bir ses, büyük bir gürültü gibi o- danın havasını kapladı. Genç adam gözlerini açarak etrafına baktı. Biraz evvel elinde tuttuğu Selmanın tesmi divanın kenarından kayarak — halının üştüne düşmüştü. Onu tekrar eline al- dı ve yere duşep sahıcı Selma nnış Bgi- ci Muazzez Tahsin Berkand bi camın üstünü elile okşıyarak kendi kendisine mırıldandı: — Zayvallı küçük İspinozum; senin gene bir yerini mi acıttım? Bu suali kendine sorarken içinde bü- yük bir. üzüntü ile geçen seneyi hatır- lamıştı ve bu hatıra onu daha, daha ge- rilere, tâ kendi çocukluğuna kadar gö- türdü. Fuadın çocukluğu Trabzondaki bü - yük tahta konakla ucsuz bucaksız fın- dık bahçeleri arasında geçmişti. Umu- mi muharebeden evvel bu tahta ko - nakla bu bahçelerin — Trabzondaki ehemmiyeti pek büyüktü. Buüuralarda memleketin en eski ve en köklü aile - lerinden biri olan «Tatarlar» Hüküm isürerdi. Saoylarında hiç Tatar yokken onlara niçin bu isim verildiğini Fuad sonra - dan pek çok araştırmış fakat bulama- mıştı. Fuad büyük babasının saltanat ve Lıhtışam devrine yetişebıhmşu. Evdeki V llli di ö ' kek e ” l £ A M e di P AAA |mış, daha çocükken © kendisi «benim bir şahsiyetim, bir mevkiim , harerm ve selâmlık dalirelerinin kalaba- lığı, her adım başına bir uşağın, Hir hiz- metcinin, bir işcinin mevcudiyeti onun küçük varlığında büyük bir tesir yap- için var» diye düşünmeğe başlamıştı. Etra- fındakilerin onu fazla şımartmaları, o- na fâazla ehemmiyet vermeleri de bu na sebebiyet veriyordu. Büyük baba - sının bir tanecik torunu olması onun (evdeki mevkiini bir prens mertebesine yükseltmişti. Hattâ büyük annesi, amca ve hala- sı, hattâ kendi babası bile Fuadı her- kesten başka görür, ona herkesten baş- ka bir derece verirlerdi. Belki de Trab- zonda kalsaydı bunun Fuadın terbiyesi lüzerinde zararları görülecekti; fakat daha on yaşına gelmeden onu İstanbu- la, Galatasaray lisesine leyli gönderme- leri küçük varlığında yer tutmak iste- yen gürüur felâketini henüz filizlenme- den yok etmişti. Ancak, çocukluğunda, belki de o pek farkında olmadan başının içinde yer bulmuş olan bu «ekendisine güveniş», «kendisine ehemmiyet veriş», seneler geçtikce Fuadın karakteri üzerinde te- sirlerini göstermeğe başlamıştı. Onun için «olmaz» kelimesinin mana- sı yoktu. Hattâ babası sermayesini tü- kettikten sonra bile o cesaretini Kay- k. uai betmemiş, daha lisede iken küçük sı- nıflardaki talebeye hususi dersler ver- mek suretile kendini kayırmağa müuvaf- fak olmuştu. Babasına kalsa, İstanbul- daki işleri bozulduktan sonra onu ken- disile beraber Trabzona götürerek tah- silini yarıda bırakacak ve onun istik- balini körletecekti. O zaman daha ço- cuk denecek bir yaşta olan Fuad bu noktada babasına karşı gelmesini bil- miş ve ondan bir maddi muavenet bek- lemeden lisenin son sınıfına kadar var- mıştı. tehlikesi onun çalışma hevesini körük- lemişti. Artık dünyada kimseye güve- nemiyeceğini anladığı için olacak, bir taraftan derslerine ateşle ve heyecan- la çalışırken, bir taraftan da mektehde ve dışarda hususi dersler bularak bü- tün ihtiyaclarını karşılamağa muvaffak oluyordu. O kadar ki, Fuadı çok yakın- dan tanımıyanlar, onun hayatında bir- denbire bir kasırga gibi esen bu para- sızlık felâketini öğrenmemişlerdi. Hari- cen 0 gene her zamanki becerikli, ken- dine güvenen ve biraz mağrur Fuad kalmıştı. İçin için tüten bu aile dramını ve ba- ba ile evlâd arasındaki mücadeleyi ya- kından ve çok alâka ile takib etmiş o- lan mekteb müdürü bile Fuad için: — Çok sebatkâr ve azimkâr çocuk... böyle devam ederse hayatta iyi bir yol- Mektebden bütün bütün ayrılmak | dan yürüyerek muvaffak 04 yordu. Genç adam için asıl buyu%, devresi mektebi bitirdikten * lamıştı. O müddet zarfında O ve büyük babası Fuadı büsbi siz ve parasız bırakmışlardi! yalnızlık onu inkisara uğrâ iradesinin kuvvetli bir aksü saret ve azmini körüklemiş Reşidin: — İzmire benim yanıma burada sana bir iş de buluru” , Gibi müşfik ve hımayek na: : — İstanbulda tahsilime © ceğim, ö Cevabile mukabele ederek " kültesine yazılmıştı. ; Fuadın enerjisi yılmıyanı ve yorulmıyan bir kudrettif. külteden çıktıktan sonra âE$ bir ticaret evinin hesablarif! akşamları hususi derslerin! geceleri hukuk notları uzerîîîe 4 saatlerce çalışıyordu. Arkadaşları onun için: — Yorulma bilmiyen diyorlardı; fakat bunda çünkü Fuad bir makine gibi tığını bilen ,okuduğunu ©* bunlardan azami istifade eden gibi çalışıyor ve bu ça d yondu. ö