9 Ocak 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hâdiseler Karşısında TÜRKÇE KANUNU ir beyaz Rusla tanışmıştım. Bü Rus Varangel ordusile Türkiye- ye gelenlerdendi. Türkcesi çok kıttı.. fa- kat iyi fransızca konuşuyordu. Ona sor- muştum: — Siz fransızcayı Rusyada mı öğrendi- niz?” Cevab vermişti: — Hayır, İstanbulda öğrendim. * Musevi cemaati Treislerinden birinin bundan epey müddet evvel bir gazetede bir yazısı çıkmıştı. İddiasına göre lisan bir kültür meselesiydi. Museviler arasın- da Türk kültürü köklestiği zaman onler da türkce konuşacaklardı. O zaman bir yazı ile cevab vermiştim. | Demiştim ki: — Doğru söylüyorsunuz ama Museviler fransızca konuşuyorlar.. Museviler ara- sında Fransız kültürü kökleşmiş midir? * Bir gün bir Fransiz dostumla Ada va- puruna binmiştim; vapurdakilerin he- men dörtte üçü fransızca konuşuyarlar- dı. Fransız dostum bana: — Türkler, Fransızları severler mi? Dedi. — Severler! Dedim. Cevab verdi: — Fransızları severlerse Türkiyede yaşıyan ekalliyetlerin fransızca konuş- malarını yasak etmelidirler, Şünkü onla- rın fransızca konuşmaları fransızcaya karşı bir suikasddir. * Galatada bir lokantada yemek yiyor- duk. Yanıbaşımızdaki masada da iki Rum genci yemek yiyorlardı. Biri, ötekine fransızca bir şeyler anlatıyordu. Kulak kabartıp dinlemiyordum ama, hızlı söy- lediği için bütün söylediklerini duyuyor- dum. Duramadım: — Affedersiniz, dedim, siz Rumsunuz değil mi? Temiz bir türkce ile cevab verdi: —Evet, Rumum. — Güzel türkece konuşuyorsunuz, her halde rumcanız da öyle olacak.. peki ne diye fransızca konuşursunuz?.. — Daha kolay geliyor da.. — Öyle ama, ben demindenberi söyle- diklerinizi duyuyorum. Siz fransızca ko- nusacak kadar fransızca bilmiyorsunuz ki... * Bu bahis üzerinde aklıma gelen bazı ufak tefek hâdiseleri naklettikten sonra |kendi kendime soruyorum: — Türkiyede Türkceden başka dillerle konuşulması kanunla yasak edilmeli mi- dir? Ziya paşanın meşhur beytini hatırlıyo- rum: «Nushile uslanmıyanı etmeli tekdir,» «Tekdirle uslanmıyanın hakkı kö- tektir.> Ve: — Evet, diyorum, yasak edilmelidir. İsmet Hulüsi H B unları biliyor m u idiniz? — | Mahbusların ayrı'mak istemedikleri hapishane OOdU Amerika- hlar — Nevyorkta modern bir kadın hapishanesi yap - tırmışlardır. Bu hapishanenin mer diveni yoktur. A - Dd0r sansörle inilir ve " İİİ l çıkılır. Binanın üst n katı —mükemmel " bir bahçe ve tenis kortu haline kon- muştur. Bütün höcrelerde soğuk ve sıcak su olduğu Ngll:ı*i mükemmel radyolar, günün her saa- tinde mahpusları eğlendirmektedirler. Bu sebebledir ki, müddetlerini bitiren bir çok mahpuslar, âdeta dünya cenneti sayılabilecek olan bu hapishaneden ay- rılmak istememektedirler. Bunun için gardiyanlarla hiç yoktan kavga çıkarıp ceza müddetlerinin arttırılmasına vesile |— vermektedirler. Fransız kralı 14 üncü Luiye dalkavukluk yepan şairer z On dördüncü Lui, meşhur (Ra- cine ile Boileau) ya, kendi devri saltanatında — ce - reyan eden muha- rebelerin — nazım ile ifade edilmesi için bir kaç eser si- pariş etmiş.Eserler bir taraftan yazıla- dursun;hükümdar, muharrirlerin, harb sahasina gitmedikle- rini ve harbi görmediklerini farkedince bunlara sormuş: — Harbe gitmeden harbden nasıl bah- sedebilirsiniz? Cevab vermişler: — Sivil elbiselerle harb sahasına gide - mezdik. Kendimize, münasib birer üni - forma ısmarladık. Fakat elbiseler bitme- den harb bitti ve siz bu kadar kisa bir zamanda dünyanın en büyük zaferini kazandınız! Diyerek dünyanın en büyük dalkavuk- luğunu yapmışlar. Okuyucularıma Cevablarım L S) ye Kızım, vaziyeti olduğu gibi —yaz- mışsın, sana karşı yaş farkını ileri sü- renlerin senin hazırlanan saadetini” kıskanmış oldukları anlaşılıyor. Gerçi daima kadın erkekten daha genç ol- malıdır, fakat senin için şimdi bu mevzuubahsolamaz. Çünkü artık her şey olmuş, bitmiş demektir. Esasen yaş farkı da pek fazla değildir. Sen söyle- nilenlerin hiçbirine kulak asma! Evlen ve mes'ud ol. * (Beşiktaşta A. B.) ye: Kadın doğru düşünmüş: Sizin birbirinizle buluşma- nız. beraber gezmeniz birçok dediko- dulara sebebiyet verebilir.. Mektubunda, 'bu kadına karşı olan sevgini izhar etmek istemenin sebebi /“ve kadınm da vaziyeti hakkında malü- mat vermediğin için sana şu tarzda ha- reket et diye bir şey söyliyemiyeceğim, * Fındıklıda Bayan «F. F.» ye: İmzasız mektub bir evi yıkar, bir a damı öldürür, arkadan vurulan bir si- lâh gibidir, ben olsam okumam, yırtıp atarım, * - Akşehirde Bay (C. N.) ye: Mahalli âdetlerden ayrı!mamak mü- reccahtır. Her şeyden evvel göze bat- mamak lâzım. Gerçekten değiştirilme- sine lüzum görülebilecek noktalar var- sa tedricen hareket etmek icab eder. * Aydında Bayan «P.» ye: Arab isimlerini pek sevmem am- ma, müsaade ederseniz Âyşe ile Fat- ma için bir istisna yapayım. Hem bunları Arab saymak pek doğru da değil, tamamen Türkleşmişlerdir. TEYZE — v Şıktir, genç gösterir. Gri üstü' :, gri - beyaz - kırmızı yünle brode yapılmıştır. beyaz - kırmızı ile işlemek te güzel olur. Biçimi düz. Yakası, yuvarlak kapalı, kolları dar, Sentürü sol yanda iri bir fi- | yonga şeklinde bağlanıyor. İki dört köşe cebi var. Başka hiçbir süsü yok. Zaten bütün şıklığı, bu sadelik üstünde yalrız işlamelerinin göz almasındadır. Örgüsü — (Jerse örgüsü). Bir sıra ters - bir sıra yüz. Yalniz kuşağı ters-yüz örgü. Cebleri kendi yünile üstten dikil- miştir. Ağızlarına bir sıra ufak ajur ya- pılmış, aralarından kırmızı yünden ince bir kördoön geçirilmiştir. Bu kördonun u- cu ponponludür. Ceb ağzını pek az büzer. | Ayni yünle, yaka kenarına da kroşe ile bir sıra oya örülmüştür. Brodesi — İki üç kat ve üç renk yünle yapılmıştır. Ayni noktaya batırılan altı ilmikten ibaret birer ufak çiçek. Her çi- çeğin ortasında zıd renkte yünle birer sarma benek var. Yaka, arkadan iliklidir. Düğmeleri yünlerin en koyusundan yapılmalı, müm- kün olduğu kadar ufacık olmalı, sık sık dikilmelidir. Kordon ilik yapmak, ilik aç- maktan daha pratik olur, daha da güzel yatar. Her kadın bilmelidir? Cam yerine m: slin parçası Banyo, yüz numara gibi yerlerin pen- çerelerini havalandırmak için daima açık bırakmak isteriz. Halbuki bu pencereler bazan en tozlu tarafa gelir. Bütün dikka- timize rağmen içeriyi tozdan — kurtara- mayız. Bunun için suyu süzer gibi bura- lara girecek havayı da süzmek lâzımdır. Pencerenin içine - camı açıp kapatmıya mâni olmıyacak şekilde - bir muslin par- çası geriniz. Hava girer, toz — dışarıda kalır. Beyaz, lâciverd veya mavi üstüne mavi - Otomobil ile istanbuldan Avrupaya ll Dört sene e_vvel Hitlere nasıl rey * saçlıya (Yahudi) diye fena fena kiler gibi marş söylememenin, ke mı vardı? Onları Kalabalıktan sıyrılmanın yolunu bulamadım. * | *E N vermiştim — k * Z| Her esmer ve Mh baktikları bir zamanda yanımde | | baldır p te'âmm vermemenin imkânit taklide başladım. : Yazan: Vastfi Hitler 1932 de Berlinde Kayzer oteli nin balkonundan halkı selâmlarken Bugünkü Berlinle, dünkü Berlin ara- sında bu ne büyük fark? Her şey öyle değişmiş, her şey öyle başkalaşmış ki ta- nımak için insan çok güçlük çekiyor.. Son defa Almanyaya gittiğim zaman :Hitler» yeni başvekil olmuştu. Her iflâs eden millet gibi, Almanya da sefahate dalmış; parası olan yiyor; olmıyan dile- niyordu. Sokaklar avuç açan insanlarla doluydu. Hem öyle kırtipil değil, kelli felli insanlar; ütülü bantalonlu, yakalıklı, kıravatlı. Belli ki görmüş geçirmiş adam- lardı. İşsizlik, önü altmamıyacak kadâr fecidi. O zamanlar Hitler bağırdı çağır- dı: «İşsizliğe nihayet vereceğim!» diye... Muhalifler bu iddiaya katıla katıla gül- müşlerdi.. O, halktan dört senelik bir mühlet istemişti. Şimdi artık © mühlet bitmiş bulunuyor... İşte tam bu zamanda ben de otomobille Almanyaya girdim... * Bu sefer Berlinde şu farkları gördüm: Pahalılık, sefahatin azalması, şüh hal- kın eğlence piyasasından çekilmesi... Bunlara mukabil: Bütün fabrikaların harekete geçmesi, dilencilerin ortadan kalkması, yeni eserlerin çoğalması... İş- te bunların tabil neticesi olan «refah» âa, gözle görülür derecede Almanyaya yer- leşmiş... * Yukarıdaki satırları yazarken aklıma bir hikâye geldi.. sıkılmazsanız dinleyin!. Hitlerin ilk başvekil olduğu sene, Ber- linde olduğumu söylemiştim. İşte o gün- lerden bir gün Türk konsolosluğuna bir dostumu aramak için gitmiştim. Bulama- dım, Halbuki lâzımdı da.. çıktım. Bilmem neden, o gün içimde bir sıkıntı vardı. Ü- telim konsolosluğa yakın. Ama, otele dön meği canım istemiyor. Kapıdan çıkınca aksi istikamete döndüm, yürüyorum. Ne- reye doğru gittiğimi bilmiyorum ama, te- miz sokaklardan, ıhlamur kokulu cadde- lerden geçiyordum... Üstünde tren yolu olan bir köprünün altına yaklaşmak üze- reydim ki; büyük bir kalabalıkla karşı- laştım. Yaya kaldırımını doldurup, araba yoluna taşan bu insanların önünde de bir sıra, formalı Hitlerciler mevki almıştı. Herkesin gözü karşıki binanın balkonun- da idi. pılıp kalabalığa karışmış bulundum. Sa. Yavaş yavaş ilerledim, cereyana in.. Rıza Zobu ğımda beyaz sakallı, gözlüklü bir ada? Solümda kürklü yakalı, melon şapks” bir genç. Önüm, arkam çeşid çeşid adâ larla doldu, taştı. Karşıki bayraklı bina)” girenler, çıkanlar var. Herkeste bir hej £ can. Birini bekledikleri besbelli. Balk0f' w dan sarkıp caddenin öbür ucunu göz | liyenlerde sabırsızlık alâmetleri görüt £ yor... Sarışın, ütüsüz pântalonlu bir © - dam, kapının sahanlığına çıkan me ı | venlerin üst basamağında durdu. Ellef cebinde, kalabalığa hitab etti. Uzun v zun bağırdı. Çok heyecanlı sözler söylâ_"-'_ di: Yanımdaki adamların alkışlamalarıt | dan «Horra» diye bağırmalarından ÖY!;İ* | anlıyordum. Sonuna doğru: ıAlman[——_J her şeyin üstündedir!» dedi. ıElbettef*fjW diye herkes tasdik etti. <Kahrolsunlar? P dedi. Baktım herkes mukabeie edı İ | Durmak yakışık almaz, ben de karıştı' | <Kahrolsunlar!» diye biz de bağırdık | Herkes şapkasını çıkardı; ben de çıka! | dım. Herif sustu! Alkışladılar; ben de _J | kışladım. Yanımdaki sakallı adam, gürü” — tülü bir sesle bana uzun uzun, şiir okKUl gibi bir şeyler söyledi. Nihayetinde Ğ"', <Değil mi?» dedi. Düşünmeğe lüzum yok tasrik lâzımdı: «Ya, natürlich!» dedilik Cevabımdan memnun olduğu yüzündef belli idi. A Bir hareket daha. İçimizden balkonâ doğru bağıranlar var. Balkondakiler gö yet sakin bir tavırla bizimkilere kafa lîl';;ı lıyorlar. Önümüzdeki Hitlerciler «Doy$* land» diye bir marş tutturdular. Hep bif ağızdan, halk da iştirak etti. Kalabalıktaf sıyrılıp çıkmak mümkün değil, Mümkül | de olsa, terkedip gitmeğe bende cesal"j';"- yok. Her esmer ve siyah saçlıya «Yahudi?. ! diye fena fena baktıkları bir zamandâ' * «Bu güzel sözleri dinlemeden nereye gidlf.î f yorsun, be hey hamiyetsiz, haini vatan!.? — diyecek olsalar ben ne haltederim? Soğul — havada terlemeğe başladım. Marşa devalî%.—# ederken herkes elini öne doğru uzatmı$” tı. Çare yok, ben de uzattım. Yanımdaki 4 melonlu genç ters ters bakıyor. Bir bEİ_,İj çıkmasın diye, marşı söylüyormuşum gif' | onlara uyup ağzımı açıp kapamıya başlâ” | mıştım ki, balkonda «Hitler» bütün vaf” | lığile belirdi... Kendilerini şahsan tanif” dım. Gazetede resimleri, filmlerde gö | geleri vatısasile birkaç kereler müşerre? olmuştum. , | (Devamı 8 inci sayfadü) İ

Bu sayıdan diğer sayfalar: