11 Birincikânun “ Ben bir tımarhane kaçkınıyım! , Adli Tıbda yeni simalar Öğleden sonra odamıza yeni bir hasta geldi. Papağan burunlu, çini mavi gözlü, sarışın birisi.,. Suallerimize cevab vermeden olduğu yerde mütemadiyen dönüyor. Bunu iki eroinci takib etti. Yedi belâ Mehmed ile ayı Yusuf. Röportajı yapan: Faruk Küçük (Tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur) Halbuki ben gayet tabil olarak bakı» ,Şördum. Konuşurken de anormal hiç bir hal göstermemiştim. Mübarek deli doktorları, herkesi o kadar deli görme- Be alışmışlar ki.. h;)duyı girdik.. arkadaşlar toplandı - — Geçmiş olsun! — Ne oldu? * Anlattım.. Karnik sordu: B Demek seni tımarhaneye gönde - ( Poacekler? —'Evet., — Sen tımarhaneye gitmeği istiyor TMusun? — Evet, gaksacen S 8a ğir ni — Anlamadığım bir şey var. Herkes fımarhaneden kaçar, Halbuki sen kendi Arzunla gitmek istiyorsun. Bu dalgadan bir şey anladımsa kellemi keserim, — Hastayım kardeşim. Dışarıda ka - lirsam günden güne fenalaşacağım. 1Halbuki ttmarhaneye gidersem iyi olu- tum belki.. — Git bu masalları doktore yuttur. !Bak bende martaval yutacak hacı gözü War mı? — Karnik kardeşim, ister yut, ister Bargara et. Ben sana doğruyu yolduğu Bibi söyledim. Timarhaneden bir manzara ediyorlar. |bilirim. Fakat gazetesiz aslâ.. Bu fikir içime kurd düşürdü. Mutla-| İpek pijamalı gazeteyi katladı. Bir ka burada da bir deli numarası yapma- sigara yaktı. Sesimi mümkün olduğu h idim. Yapmalı idim ama, gündüz de- kadar tatlılaştırarak: ğil, gece... Ne olur ne olmaz, doktorlar| — Affedersiniz efendim, dedim ga- belki yutmazlar... zeteyi bir dakika lütfeder misiniz? Karnikde de bugün bir şeyler var.| — Buyurun. —— Habire yanıma sokuluyor, konuşmak| Aldım.. 3 gündür. yemek yememiş istiyor. Kâninin ise ağzını bıçaklar aç- bir adam işlihasile göz gezdiriyorum. miyor. Karadenizde gemileri batmış Öyle ya. Franko ne âlemde? Madridi gibi surat bir karış. Hocanm gidişi ço- İşgal etti mi?. Hitler-Musulini mülâka- cuğa dokunmuş o da mahzun artık si- | tt olacak mı? Karniğin yanından uzaklaşarak ya-|nekleri avlamıyor. fakların birine uzandım. » Doğrusunu söylemek lâzım gelirse Karnik doktorlardan daha - psikoloş. FÖyle va hakiki bir deli tumarhaneye git- |Mek ister mi? Delilerin en birinci söz- İleri akıllı olduklarını iddia etmektir. 'Halbuki ben muayenemde herhangi bir VGühiliyeci veya hariciyec: doktora mua- Weneye gitmiş bir hasta gibi bütün has- |falık ârâzını anlatmıştım.. onlar da cid- (di bir kontrole lüzum görmeksizin ka- İbul edivermişlerdi. Gerçi vehlei ulâda İbir insanın kendi kendine delilik yor- i'lllyacığı akla gelirdi. Bahusus ki ben üdliye tarafından değil zabıta tarafın- yollanıyordum. Yollanıyordum a-| yorum. Ma, ne de olsa. mahaza hüküm ver - Bugün Salim ağabeyin sesi de yok. İzinli imiş. Kulaklarımız rahal etti. Salim ağabeyin izinli olmasının iyi- liğini öğle yemeğinden sonra su, sigara içmeğe çıktığımız zaman daha ziyade anladım. İpek pijamalı hasta ile konuşabil - dim. Salim ağabey olsaydı, imkânı yok konuşamazdım. Dışarı çıktığımız zaman © da bermu- — İsminiz? İpek pijamalı bana sual soruyor. Eh fhırsat kaçırılmaz. Derhal cevab veri- yorum: — Faruk, zatıâğlinizinki? — HamduHah.. — Kaç gündür buradasınız? —25 gündür,.. — Ne için geldiniz? — Bir iftiraya uğradım. Bandeniz bir depo memuruyum. Yanlış vesika'- larla fazla olarak depodan 25,000 lira- tad kanapede oturuyordu. Elinde dellik mal çıkmış. Şimdi bu sulistimalde bir gazete vardı. Şu adamdan gazeteyi istesem? Yanı- na sokuldum, güzucile gazeteye bakı- İki gündür gazete okumadım. Bende hiç bir tiryakilik yoktur. Rakı, Mekte acele etmiyelim. Belki mahsus| sigara, nargile, esrar, ercin bunların “Son Posta ,, nın edebi romanı: * ' benim de parmağım olduğunu iddia e- derek beni tevkif ettiler. Tabit bu hak- sız karar asabımı fevkalâüde müteessir etti. Zaten ötedenberi anorma| bir a- damım, Ne yaplığımı bilmem. Avukat- inanmış göründmer de beni müşıhedııhiç birini kullanmadım. Hattâ aç dura- BON POSTA - v Tarihi tedkikler : Karadan gemi yürütenler x Kleopatra harb üstü bırakarak Yazan: Mühim bir şeyden bahsettiğimiz z8- man bunu aklına sığdıramıyan bazı kim- |seler hemen alaylı bir gülümseme ile sö- zümüzü keserler: — Böyle şey olmaz! Bu sırada onlara verilecek cevab şim- di şu anda adını hatırlıyamadığımız - bir galrin iki mısraldır: Olmaz olmaz, derme! Olmaz olmaz! Güzelim, âlemi imkândır bu... Gemilerin karada yürütüldüklerini ay- ni şekilde karşılıyanların bulunmadıkla- rına yemin edemeyiz. Fakat az çok oku- muş olanlarımız bilirler ki Fatih Sultan Mehmed İstanbulu almak için uğraşırken gösterdiği büyük sebat ve deha eserleri arasında gemileri karada yürütmek im- kânını da bir defa daha göstermiştir. Bu işi yalnız Fatihin yapmış olduğunu sananlarımız herhalde aksini — bilenleri- mizden pek çoktur. Belki başkalarırın ayni dehayı gösterdiğine inanamıyanlar, Fatihin bu işi kendi kafasından değil, kendilerinden evvelkilerin verdikleri ör- neklerden çıkardığını kabul etmiyenler pek çoktur. başlar Başlamaz kaçtı. Antuvan koca ordusunu yüz- onun arkasından koştu. Oktav onları daha çabuk ya- kalamak için, Moranın cenubundan dolaşacak yerde, şimdiki Korint kanalırın bulunduğu altı mil genişliğindeki berzahtan gemilerini kı - /— zaklar üstünde geçirdi. Turan Can İtur. * * | Hakikat şudur ki ikinci Mehmed çok münevver, zeki bir adamdı. Birkaç dit bilirdi. Bu dillerin arasında lâtince va rumca da vardı.. Kendinden evvel ayni işi yapanları sanırız ki okumuştu. Bilmiş olması veya son defa kendiliğinden bul- ması ayni derecede ehemmiyetli sayıla- bilir. Çünkü hareketlerin kıymeti neti- celerile ölçülür, * Fatihin gemileri karadan nasıl yürül- tüğünü çoğumuz biliriz. Bizans donan- ması Halice kapanmıştı. Halicin ağzında- ki bir zincir Türk donanmasının oraya girip te diğer yerlere nisbeten daha zayıf olan duvarları zorlamasına engel — olu- yordu. İkinci Mehmed, Dolmabahçeden Küçükçiftlik, Şişli bayırı ve Kasımpuşa Geresi boyunca bir yol açtırdı. Kızaklar döşetti. Don ve zeytinyağlarile yağlattı. Sonra bir gecede yetmiş kadar gemiyi mandalar ve askerlere çektirerek Halice indirtti. Oradan da kale duvarlarını zor- lamağa başladı. İstanbulun alınmasında bunun büyük tesiri olduğuna şübhe yok- (Devama 13 üncü sayfada) —e —— — idi. Gitmeden evvel kulağıma fısılda- d Serbesice nefes alabilmek — için bir Bir arkadaşa yapılan ufak bir şaka saniye daha dışarıda durdüm, kalbi -| yüzünden bana ne kadar işkence edi- — Bakın darılma Selma; vallahi ken-|min çarpıntısını yatıştırmak ümidile yorlardı Allahırm! İnsanların hepsi ha- [() Bir G BİRİNCİ KISIM ! Bu akşam öyle tuhaf bir şey oldu * 4 Bölâ gülmekten kendimi alamıyo' — hölâ kahkahalar boğazıma takılıyor. * Yemekhanede Emele güzel bir oyua Oynamıştım. Perihanı, Şefkati, Saba -| hati, Fahriyeyi ve Belkısı kışkırtarak bir ceza değil ki hocam.. o nasıl olsa | 'allmın yemeğine avuç dolusu tuz ve r doldurmuş, kızcağizı öksürük -:' boğulacak bir hale koymuştum. Ö-| lün bu gayri tabil öksürüğü ve bizim' Buç üstünde yakalanmış gibi korkak Ve telâşlı halimiz nöbetçi mual'limin gö-| den kaçmadı ve grupün elebaşısı | blarak, her zamanki gibi, gene ben ya-| hdım, — Selma, bir izinsiz... Hafta sonunda '& gitmiyeceksiniz. Benim gibi bütün ömrünü mektebde Beçiren bir insan için hafta sonunun Başka günlerden hiç bir farkı yoktu ve| zdı; fakat bu, esas itibarile nası| bir ceza idi ve mekteb nizamları Ve hocalarını sayan iyi bir talebe sıfa- tile başımı önüme eğip boynumu bük- b ve meyus bir tavır almam lâzım- Ü, Ben de öyle yaptım, fakat gözlerimle rlkerş:mdı oturan Şefkate maskara İşaret yapmaktan da kendimi ala- Madım. Bu sefer o kahkahasını tuta- 1 ve olacaklar oldü. arkadaşınıza verilen ce - tünüz için size de bir izinsiz. — Ben ona gülmedim efendim. h* Susunuz. .. Sesinizi işitmek iste - lem gönüüde beniğle ka- n a Ü Şefkatin tatil BAA Kızın Romani | | Muazzez Tahsin Berkand | çare düşünüb buluruz elbet te... Bu haf- Tacağını işidince Sabahatin gözleri par- fı; derhal onun da ayni cezaya çar - 4 nak için bir şey düşündüğünü anla- Can vwe kirpiklerimin bir hareketile o- nüu teşvik ettim. — Selmaya verdiğiniz tam manasile mektebde kalıyor, Bütün başlar bize doğrü dönmüştü. Dudaklarda belirsiz bir tebessüm var- dı. Bunu görür görmez nöbetçi hocanın burnu bir damates gibi kızardı.. elleri! birbirinin içinde kilitlendi. Bu, çok fe- na bir alâmetti.. fırtımanın — kopacağı apaşikârdı. Fatma hocanın burnunun kızarması ve ellerinin kilitlenmesi, güzel havayı gösterirken birdenbire eşiddetli fırtı- na» ya düşen barometre gibi hepimizi korkuttu. — Sel verdiğim cezayı az bulu- yorsun öyle mi? Fena kalbli kız... O halde sen de bafta talilini mektebde geçir de izinsizin ne demek olduğunu anla! Ne ize, tehlike hafifce atlatılmıştı... Biz Fatma hocanin hiddetle daha ağır bir şeyler söyliyeceğini ve hepimize izinsiz yerine başka bir ceza vereceğini sanıyor ve bundan korkuyorduk. Arka ârkaya üç izinsiz yazmanın werdiği rahatlıkla yanımızdan uzakla - şırken Emele seslendi: — Biraz bahçeye çıkıb hava al kı - zım. Emel istemiyerek yerinden kalkmış- tı. Bizden ayrılmasına sebeb olan ök - sürüğüne içinden lânet okuduğu # Â — l D gi dimi tutamadım da öksürdüm; yoksa bu| göğsümün üstüne iki elimle kuvvetle belli| kadarcık şakadan ne olurmuş? — Haydi hava al kızım, seni ve Niha- L de evlerinize salivetinemek için bir ta cünbüşümüz var.. yaşasın İzmir kız lisesi! Yemeklen sonra bahçeye çıkan ka- göğüslüğünün açılan kopçalarını ilik- liyordum. Bir hademe yaklaştı, — Bizi müdire hanım çağırıyor. Kalbim bir lâstik top gibi hopladı. — İşte kıyametin büyüğü şimdi ko - ? Vakit"kazanmak için merdivonleri ağır ağır ve ayaklarımı sürüyerek çı - karken içimden Fatma hocaya küfür - ler savuruyordum: - Böyle ufacık bir hâdiseyi müdire- ye kadar çıkaracak Ne vardı sanki? Fe- na kalbii, hain kadın! Verdiği cezayı kâfi bulmuyor, duysa kendisi dahâ ağrımı veremez - miydi? Fakat bende de kabahat vardı doğru- su: Yapacağım şakaları bu fena huylu ve asik suratlı hocanın — nöbetçi olduğu bir günde mi yapmalıy - dım? Yarına kadar — sahretseydim, neş'eli ve güler yüzlü — Nezahat hoca da Emelin öksürüğüne bizim - le beraber gülecekti. Müdirenin kapısına geldiğim vakit helecandan titreyordum. Korkak par- maklarımla kapıyı hafifce vurdum. Sert ve fırtınalı bir ses: — Giriniz! dedi. Korkum büsbütün artmıştı; demek bu akşam, bazı şımarıklık saatlerimde önünde durmüş, küçük bir kızın| bazıyardum. — Giriniz! Bu kat'i ve şaşmaz emir karşısında bir saniye daha dışarıda durmama im- kân yoktu. Bir kedi yavaşlığile içeriye süzüldüm ve arkamdan kapıyı ağır ağır ve gıcırdalmamağa dikkat ederek ka - padım. Kabahatli olduğumu bildiğim için bir adım atamıyordum. Onun gözlerinin sert ve itham edici bakışları omuzları -| mın üzerine bir yük koymuşlar gibi be- ni eziyor, dizlerimde ayakta durabile -! cek kuvveti bırakmıyordu. Öyle zavallı | in.. hattâ kendisini anne gibi sevdiğim bu kadın bile... Kaç dakika bu vaziyette kaldığımı bilmiyorum. Halının üstünde bir ipek fışırtısı sessizce bana geldi ve ellerimi tuttu. — Yaptığın şeyin fenalığını kendin de takdir ediyorsun değil mi Selma? Bak ben daha bir şey söylemeden sen bunu anliyarak azah çekmiye başladın; tesa- düf bu ihtiyatsızlıfından haberdar et. meseydi bu hareketin seni nerelere sü- rükleyeceğini idrak edebiliyor musunt Başımı ağır ağır kaldırarak müdire- min yüzüne baktım. Gözlerimiz çarpış- idim ki kendimi tutmasam hüngür hün-|4, Onunkilerde derin bir hüzün var - gür ağlıyacaktım. dı, bense bu sözlerin bende bıraktığı — Ah şu domates burunlu Fatma ho- büyük hayreti, var kuvvetimle bakış- cayı bir elime verseler! Bir Buda heykeli gibi hareketsiz du- rarak gözlerimi yerdeki halının çiçek- lerine dikmiş bekliyordum. Müdirenin yalnız siyah elbisesinin eteklerini gö- rebiliyordum; fakat bu siyah kumaşın kıpırdayışında bile bir öfke dalgası se- ziliyordu, Niçin konuşmuyor yarabbi? Bir şey söylese, bana darılsa, beni dövse, fa- kat bu beklemek işkencesi bitse artık! Bir daha Emelin yemeğine tuz biber ekmek mi? Allah vermesin! — Buraya gel Selma! Ayaklarımın ucuna basarak siyah el- bisenin eteklerine doğru yürüdüm. Ba- şım hâlâ önümde, gözlerim balının çi- çeklerinde... « Şu sandalyeyi al, karşıma otur bakayım; sana söyliyeceklerim var. Bir somnanbül gibi köşedeki sandal- yeye doğru yürüdüm, fakat kollarımda kabahatimi affettirmek için onun boy- nuna sarılıb «anneciğim; bir daha yap- onu taşıyacak kuvveti bulamadan, göz- larıma vermiştim. — Yazık sana Selma; on senedenberi seni öz evlâdım gibi bağrıma basıb sev- diğimin mükâfatını bana böyle mi ve- receklin sen? Bense, kendi istediğim gibi büyüttüğüm kızımın dürüst ve sağ- lam karakterli bir insan olacağını ümid etmiş ve senden bunu beklemek hakkı- nı kendimde bulmuştum. Ne kadar acı bir sukutu hayale uğradığımı tahmin edemezsin. Müdirenin sesinde o kadar ağır ve kırıcı bir ifade vardı ki bilâihliyar 18 - lanan gözlerimle yüzüne baktım. O, başını sallıyarak tekrarladı: — Senden böyle bir hareket bekle « mezdim Selma! Yazık sana... Bir hıçkırık boğazımı bir yumruk gi- bi tıkamıştı. Helecan ve teessürden kı - sılan sesimle kesik kesik söyledim: — Bir arkadaşımın yemeğine tuz ve biber koymak bu kadar büyük bir ka- lerimi ellerimle kapıyarak hemen oı'a—-lbahat midir anne.. şey.. müdire hanım? (Arkası var) el