;i Eğlence $ ehirlerinde GÖ | Kumarın elinden kurtulanı bekleye daha zalim, daha soyucu el Kazanıyorsunuz... Tam o aralık yanınızda bir gölge peydah_lınıyor. Size sokuluyor. Belki yanınıza oturmak istiyen bir.oyuncudur. Göz ucile bakıyorsunuz, bir kadın... kılıyor? Yazan: Kemal Ragıb Enson Diyelim ki, bugün de siz oynuyorsu- Huz; kazanıyorsunuz da... Tali bu ya!.. Hangi numaraya koyarsanız ya o çıkıyor, Yahud da ona yakın bir başka numara... Hayatta da böyle değil mi?.. Bazı insan- lar vardır ki neyi tutsalar altın olur; ba- Zılarının da neye uzanırlarsa kopup elle- rinde kalması gibi... Sizin de şimdi önü- Düze fişler yığılmış, istif etmeğe, kırmı- Ziyı yeşilden ayırmaya yetişemiyorsu- huz; yalnız binlik «plâk» lardan bir ka- çını önünüzden kaldırmış, ne olur.ne ol- maz, diye cebinize koymuşsunuz. Etrafta kıskanç gözler açılmış, bepsi sizin üstü- | nüzde. Hiç birine aldırmıyorsunuz, kırk yılda bir kere şansınız tutmuş, kör tali yere vurmuşsunuz, istediğiniz ye- lüyorsunuz; artık insanın — gözü hiçhir şey görür mü ya? Tam o aralık yanınızda bir gölge pey- dahlanıyor, yavaş yavaş sokuluyor, ©- Muzlarınıza doğru abandığını duyar gibi Oluyorsunuz. Belki yanınıza oturmak İs- tiyen bir oyuncudur, diye biraz çekili- yorsunuz. Sonra bir aralık şöyle yalan- da>, bakıyorsunuz: Bir kadın... Fakat tanıdığınız değil. O güne kadar uzaktan Uzağa bir göz aşinalığı ya vardır, yahud © da yoktür. Arada bir kazinoya girip Çı- karken, otelin salonunda oturürken, lo- kantasında yemek yerken âdet yerini bul- sun diye selâmlaştığınız kadınlardan bi- tizi bile değildir. Gene oyununuzu oynu- Yorsunuz. Kulağınızın dibinde tatlı, canlı, sıcak, fiıkırdak bir ses: — Bundan evvel hangi numara çıktı? Di fısıldıyor; çıkan numaraları siz de iğda yazıyorsanız sanki ona bak- Mak istiyormuş gibi size doğru eğiliyor: Çıplak bir omuzun ılıklığı, altın gibi pa- Tıldıyan bir saç yığınının kokusu her ta- Tafmızı sarıyor. Siz hâlâ oralı değiİs'niz, Oyurunuza dalmışsınız; her çıkan numa- tadan sonra krupye, elindeki küreğin u- Cuna fişleri dizip Önünüze döğru sürü- Yör, siz onları toplamıya güç yetişiyor- Sünuz. Gene bir aralık saati soruyor, daha son- Fâ oyununuza karışıyor: — Şu numaraya da koysanıza!.. Diye sanki içinden gelen bir sesin fı- sıldadığı kerametle sizin daha ziyade ka- Zanmanıza yardım etmek istiyor. Siz de © numaraya koydunuz, kazandı- Rız, diyelim. O elde kazandığınızın yarı- &inı ora uzatıyorsunuz; böylelikle başı- Bızdan savmak istiyorsunuz; almıyor. O zamana kadar oyundan vakit bulup t yüzüne bile bakmamışsanız, artık ken- dinizi tutamıyorsunuz, başınızı çeviriyor- Sunuz: Gözünüze ilk çarpan, hemen omuz Başınıza kadar sokulmuş, kıvır kıvir, bir Saç yığını oluyor. Rengi, taranışı, bir ya- Tünin şöyle kulak arkasma atılıveriyi, dudakların boyanışı, güneşlen pembeleş- Miş bir göğüs, yanık omuzlar, giyinişte- ki kıvraklık, kadınlığın bütün incelikleri, da işte, onlardan biri. Göz göze geli- Yorsunuz: İçi gülen, tatlı bir bakış, göz- dzi hemen bir hamlede kavrıyor, bü- Dovil kumarhanesinin uzaktan görünüşü yüleyiveriyor... Bu kıpkırmızı dudakla- rın arasından fısıldayan sesi, sanki - (fiş, para, kumar lâfları değildir de hiç dur- madan sizi çağıran, tek heceli, tek ma- nalı kelimelerdir!?.. Böylelikle konuşmaya yol Verdiğiniz fişleri almayınca: — Neden?. Diye sormaktan kendinizi alamıyorsu- nuz. Anlatmıya başlıyor: — Oynamamak için kendi kendime söz verdim de, ondan... «Deauville» e geldim hergün beşer, altışar bin frank kaybediyorum. Hiç olmazsa birkaç gün oynamazsam, bakalım, belki de şans dö- ner, dedim. Biraz durur, gene başlar: — Bugün de hava gene bulanık!... Plâ- ja gittim, kimse yok... Otelde de sıkıntı- dan çatladım. Bu sene burası, ne kadar tatsız!.. İnsan nasıl eğleneceğini bilmi- yor. Sokağa çıktım, kazinodan başka gi- deczk yer yok ki... Bar, daha açılmadı. Alışkanlıktan olacak, gene buraya gel- dim... Gene süsar, ara yere başka sözler karı- şır; bir iki el daha oynarsınız. Sonra gene © hikâye açılır. En sonunda der ki; — Ne olursa olsun, oynamamaya ka- rar verdim. Fakat buraya gelince oyna- madan da durulmuyor ki... Sanki sizden bir karşılık bekler gibi Bene durur, Siz artık bunun alt yanı ne- Teye yaracak, yavaş yavaş anlamıya baş- larsınız; sesinizi çıkarmazsınız. ğ Biraz daha sokulur, fısıldar gibi: — Oynamıyayım, diyorum ama, gene kendimi tutamıyorum. Aksi gibi ötelden qd—ıh"kon para çantamı da yanıma alma- im .. Der, büsbütün size doğru yaslanır: O zaman size düşecek nedir; hemen ö- nünüzdeki fiş yığınını ona döğru sür- Taek: — Biraz da siz oynasanıza... Demek, değil mi?.. Öyle ise yandırız, Onun beklediği de zaten karşığinda böyle bir zavallı bulmaktır. " Bu fırıldak, bu kumar masası, nasıl ol- sa günün birinde, bugün olmazsa mutla- ka yarın, sizin cebinizde ne varsa, hepsi- açılıyor. ni boşaltacak; bu muhakkak... Bugün si-l ze bu kadar sokulan, tıpkı yanınızdaki bu güzel kadın gibi; gözlerinizin içine bakan bu altın başlı, zümrüd bakışlı, bil- lür tenli mahlük gibi, sizden ferman bek- liyer © kahbe tali de gene o kadın gibi, ona benziyen pek çokları gibi, en sonun- da icyüzünü ortaya vuracak, sizi bırakıp bir haşkasına doğrü uzaklaşacaktır. Bu fiş yığınını, bu renk renk kemik parçalarını size bırakmazlar; bütün bu krupyeler, fırıldaklar, iskambil kâğıdları hepsi birden, elbirliği ile ne yaparlar, ya- parlar: bu kadar ağır bir yükle masadan kalkmak zahmetinden sizi kurtarırlar, burzdan yana hiç korkuruz — olması Bu kadın da, sanki © kumar salonların: herkesle beraber, herkes gibi şampanya içen, fakat fişlerle, bu allı yeşilli kemik parçalarile beslenen bir günah mabudu- dur; günahin kokusunu uzaktan - duyar duymaz gözleri kararan, sinirleri gerilen her faninin tapınacağı bir puttur; bir şeytandır... Bu oyun mabedine ayak ba- san, bu fırıldak âyinine giren her kul, o sırma saçlı mabudun kurbanıdır; bu kemik parçaları, o billürdan bir heykel gibi karşınıza dikilen putun âyaklarına dökülecek bir adaktır!.. İşte o günah mabudu, kumardan da za- Mmdir; könpyelerden de açıkgözdür; fı- ağın ortasında kırmızıdan siyaha at- m fildişi yuvarlaktan da duygusuz- dur. Onların yapamadığını kendisi ya- pacak, onlardan eyvel «sizi bu kadın s0- yacak. Karşısındaki kurbanın nelerden hoşlandığını hemencecik sezer; eğer o, gözleri günah sayıklıyan bir erkek ise, öylesine bir bakışta her şeyi, her şeyini vâdeder; insanı çileden çıkaracak bütün zevkleri, bütün heyecanları müjdeler. Sırası gelince, gene öyle karşısındakinin yaradılışına göre, bir melek kadar saf, bir çiçek kadar temiz görünmenin yolu- nu da pekâlâ bilir. Önünüzdeki fişlerden üçer beşer, der- ken hepsini çeker alır; masanın şurasına burasına avuç avuç serper; çılgın gibi oynamıya başlar. Hiç şübheniz olmasın, hepsini de kaybeder. Fakat haydi o gün, birlenbire bütün kazandıklarınızı kay- betmeniz de, diyelim ki, gene kazandı- mız; kazancınız büsbütün arttı. Madem ki talil yendiniz, madem ki kumar ilâ- Pım yere serdiniz, Öyle ise artık bu şeh- wet mabudu da size kul köle olur; şimdi de size tapınan odur. Artık bütün eğlen- celer, bütün zevkler sizindir; - günahin bütün heyecanları, bütün çarpıntıları $- Zi bekliyor. İlkönce şöyle Bara doğru yürürsünüz. Ne içeceksiniz, elbet şampanya.., Zaten şampanya dediğin de nedir ki? On frank, en iyisi on beş, haydi bilemedin yirmi frank olsun... Şöyle böyle yarım lira ile bir liranın arasında... Evet ama, gidip te bakkal dükkânından alırsanız... Burada iş değişir... Buradaki fiatlar da, etrafını- zi saran bu ihtişama göredir. O sırma saçlı, zümrüd gözlü günah mabudunu bi- le ayaklarınızın ucuna seren bu efsane- vi saltanatın içinde bir şişe içki için iki üç yüz frank verirseniz, ne çıkar? Zaten hepsi bu kadarla da bitse, bu kadarla kurtulsanız gene ne mutlu!. Kazinonun köşesinde, bucağında, ko- ridorların boylu boyunca sıra ile dizil- miş vitrinler vardır: İçlerinde de en süs- lü, en pahalı ufaktefek eşya, Baştanbaşa el ile dikilmiş, biçimleri şimdiye kadar hiçbir yerde görülmemiş, renkleri bir- denbire göze çarpan Çantalar, © çantalar- la bir renkte, dikişleri, biçimleri hep ona uygun kemerler, Eldivenler, şapkalar... Bunların eşini, tıpkısını, dışarıdaki dük- kânların hiç birinde bulamazsınız; o ka- dar güzeldir; hepsinde bir başkalık, bir yenilik vardır. Fakat öyle de pahalıdır ki... Densetmek için salonlarm birinden ö SON POSTA “ Ben bir tımarhane kaçkınıyım! D oktorlar —. w * iğime delil hükmetmişlerdi! Geri dönünce arkadaşlara tımarhaneye gideceğimi, N — buna sevindiğimi, çünkü hasta olduğumu söyledim. Karnik atıldı: “Sen bu martavalları doktorlara yuttur!,, Röportajı yapan: Faruk Küçük (Tercüme ve iktibus hakkı mahfuzdark —7 — Neye canın sı - — Her şeye... — Canım meselâ? Tramvayların kalabalığına, sinek « | lerin çokluğuna, so: ; kakların — pisliğine kravatınızın çe" lığına... Gâayri ihtiyarı e L kravatına gidi » Ö yor, düzeltiyor: — Öyle değil. me selâ dünyadan be - ziyor musun? — Dünyadan be - zilir mi hiç?.. Bir bezdimdi, « ra pişman oldum. — Ne yaptın ? — Uyku ilâcı içtim. Veronal aldım. — Sonra ne oldu? — Beni Alman hastanesine götür- müşler orada kendime geldim. — Başka neler hissediyorsun? — Efendim gece vyakti hayaller gö- rünüyor bana... — Nasıl hayaller? - — Korkunç korkunç hayaller.. onlar- la kavga ediyorum. — Sana söz söylüyorlar mı? — Söylüyorlar.. — Ne diyorlar? — Ne bileyim ben, bir çok şeyler söy- lüyorlar.. sonra bazan Musolini, Hitler, falan oluyorum. Dünyayı ıslâhâ kalkı- yorum. Sabaha kadar uyuyamıyorum.. — Ya! Başka? akat, mn-l İRefik Hüsnüye gittim, benimle " marhane lüboratuarlarındar. bir mansera — İlk gayri tabil hali ne vakit his - settin? : — Pek kat'i söyliyemem ama, tah « minen 20 ay evvel Ankarada, Bir sabah erken uyanmıştım. Odaya güneş vur - muştu.. üstümde sarı atlâs bir yorgan vardı. Gözlerimi ufaltmış kirpiklerimin arasından ziyanın hüzmelerini seyre -« derek eğleniyordum. Birden gözlerimin önüne tirşe renginde bir cam geldi. Bak tım her taraf tirşe.. sağa sola baktım tabii renk. Kendi kendime güneşin zi- yaşı camdan geçti de böyle oldu. Onun için öyle görüyorum dedim, Kalktım camı açtım, fakat gözümün önünden tirşe cam bir türlü gitmiyor. Çıldır - mak işden değil. Yüzümü yıkadım, aah.. fırladım dışarı, tirşe cam hâlâ duru - yor, galiba dedim gözlerime bir şey oldu. Nümune bastanesi göz doktoru alay — Bazı akşamlar beni bir korku ah-[en:. o tirşe cam, saat ikiye kadar gö- yor. Yalnız odada yatamıyorum, beni|zümün önünden kaybolmadı. boğacaklar zannediyorum. Bazan ev - den çıkarken niyetleniyorum, evyelâ sağ ayağımı kapıdan dışarı çıkaraca - ğım, Çıkarmazsam işim ters gidecek diyorum. Çıkıyorum, tam yolun orta - sında içime bir şüphe düşüyor. Kapı- dan acaba evvelâ sağ ayağım mı çıktı, gol ayağım mı? Haydi gerisin geri eve.. Sağ adımımı evvelâ atarak sokağa çı- kiyorum. Yarı yolda”içime tekrar bir şüphe düşüyor.. haydi gene eve.. böy- lece dört beş defa gerisin geriye eve gittiğim oluyor. — Başka? — Hamamda yıkanirken ille başıma, 3, 5,7 gibi tek ve gayri kabili taksim a- ded mikdarı sabun süreceğim diyorum, Başlıyarum saymıya. Fakat haydi, sayı- yı şaşırıyorum. Biraz duruyorum. Tek- rar başlıyorum. Gene unutuyorum tek- rar başlıyorum... böyle böyle bir kalıb sabunu başımda erittiğim vâki oluyor. — Bazan canın ağlamak falan istiyör mu? —Evet.. Münasız yere bir. ağlamak nöbeti geliyor. Tarifi mümkün değil.. ağlamamak istiyorum. Öyle olduğu halde hüngür hüngür ağlıyorum, —— tekine giderken, hava almak için tarasa- ya çıkarken, yanındaki kadin, sizi bep onların önünden geçirir. Demin kumar masasında, en kısa bir zaman içinde o ka- dar para kazanmıştınız. Kendinizde hep © kazançtan gelen bir kuvvet, bir ©ö- merdlik, bir benlik duyarsınız, bu üçü bir arayı gelince insana ne çılgınlıklar yap- tırmaz. Siz de ya kendiliğinizden durur- sunsız, akşamdanberi gurürunuzun etek- lerine sarılan bu kadına artık ufacık bit hediye almayı siz istersiniz. Diyelim ki siz aldırış etmediniz; 0, ne yapar yapar, bir sırasın; bulur, vitrinlerden birinin ö- hünde sizi durdurur: — Aman, ne güzel... Diye sanki kendini tutamamış gibi söylenir. Bu, ya küçücük bir gece çanta- sı, ya minimini bir pudra kutusu, yahud da işlemeli bir omuz atkısıdır... Hani içi içine sığmıyan yaramaz çocuklar vardır, işte onun gibi cüzdanınızın içinde kım- kımlanan, binlerle frangın yanında bü- tün bunlar size İlkönce pek değersiz gö- Tünür: — Kaç paralık şey ki... Diye düşünür, almaya kalkarsınız. Fa- Doktor Rıfkı daktor Nuriye döndü Fransızca olarak: — İlest instrüit (*) dedi, sonra tek rar bana dönerek: — Okuman, yazman var değil mi? — Evet. — Ne kadar okudun? — Liseye kadar.. — Bitirdin mi? — Hayır.. — Peki evlâdım; seni hastaneye gön- dersek ister misin? — İsterim. — Hayrullah hoca yarın gelir söyli yelim de seni kendi servisine yatırsın olmaz mı? e — Olur, — Orada bir kaç gün istirahat eder- sin bir şeyin kalmaz.. — Peki efendim.. — Peki oğlum. Haydi... Selâm verdim. Kapıdan . çıkarken doktor Nuri: — Bana bak, dedi, öyle fena İena bakma, gözlerini beğenmiyorum senin. (Arkası var) (*) Okumuş.. eeT ae a kat parasını verirken acısı içinize çöker, © kadar pahalıdır... Soygun, bir kere böylece başladı mı, Allah yardımcınız olsun, ceblerin'z bo- şalıncıya kadar sürüp gider. Boşalır bo- lmaz bütün bu saltanat ta birdenbire nüzden silinen bir rüya gibidir; bir rüya gibi başınızda yalnız bir sersemlik bırakır. O altın saçlar, o zümrüd gözler, o tatlı bakış, © billürdan gülüş hepsi o Yüya ile beraber silinen renklerin içinde en canlı, fakat en acı bir hatıradır.., ©O renklrri, günün birinde başka bir yerde bir daha göreceğiniz tutar: Otelde hesab görüp çıkıyorsunuz; çantalarınızı trene yüklüyorsunuz, yahud da vapurda güverte bileti ile gitmek mi ucuzdur, yoksa Üçüncü mevki trenle dönmek mi, işte bunu sormak için seyahat acentalas rinden birinin önünde boynu bükük do- laşıyorsunuz, diyelim. Gene onunla karşı karşıya, hattâ biraz boş bulunursa göz göre gelirsiniz de, birkaç gün evvel en baygin bir sokulganlıkla başımı omuzla- rtınızda unutan o kadım, şimdi sizi hiç tâ- nımaz olur, şöyle bir yan bakışını bile sizden esirger. — Kemal Ragıp Enson Ş ddi 'ei <icdei İ ö FüdÜlnek bi ee lAREK . İ