KADIN Yünden örülmüş iki şık tayyör M q GE şehirlerinde GÖ Dünyanın en büyük para mezbakası * e od Şu ker dakika ellişer bin franga banko, diyen, böynunun derileri sarkık Amerikalı kadın; kazanınca bir yığın banknot destesini önüne çekmiye üşenen Hind milyoneri, kaybedince sanki sigarasının külünü silker gibi binlerle lirayı atıveren şa oynak kadın bu paranın kaç kilo ekmek, ne kadar katık, kaç şişe ilâç *ş, u .' Örgü takımlar, kadın elbiseleri arasın- da gittikçe daha büyük yer almakta. Bunların bütün şıklığı renklerinin gü- zelliğinde ve biçimlerinin yeniliğinde- dir. Örgünün şekli ikinci derecede kalı- yor. Hattâ düz örgü (jerse örgüsü) bü- tün güç hantezi örgülere üst tutulmakta. Çünkü düz örgü tıpkı sade ve güzel bir kumaş tesiri yapıyor. Örülmüş olduğu göze çarpmıyor. Hem de üstüne işlenen işlemeler, konulan garnitürler daha iyi görünüyor. Koyduğumuz modellerden ikisi de bu türlü örülmüştür. Solda — Açık bej yünden (jerse örgü- sü) bir tayyör. Kollarına, tayyörün etek- lerine sonradan kahverengi yünle yaprak şeklinde brode yapilmıştır. Eteklerinde- ki iki sıra su da ayni renk yündendir. kahverengidir. Ceblerinin kenarına kah- verengi yünle bir sıra sık iğne geçiril- miştir, Sağda — Kırçıl yünden gene jerse ör- güsü başka bir tayyör. Biçimi aşağı yu- karı birincinin tıpkısıdır. Yalnız brode- müuş. Gri-beyaz karışık bir yünle örüldü- ğü için üstünde brode iyi görünmez, Akşam elbisesi modelleri İki tane akşam elbisesi modeli koyu- yoruz. Bu modeller çok şık ve çok za- riftir, Sağda: Şık bir tuvalet,! Yakası dik ka- palı. Taşlı bir flipsle tutturulmuş. Kollar japone ve kısa. Bütün rob bir parçadan biçilmiştir. Belin sağ tarafındaki büzgü kalçaların, göğsün ve belin biçimini mey- dana çıkarmakta, bu sade tuvalete şık- lık vermektedir. Solda: Bir akşam elbisesi. Röb giyah tendendir. Etekleri kloş korsajı çok sa- de ve dekoltedir. Ceket emprime saten- sa- den yapılmıştır. Beli dar etekleri arkada uzun önde kısa ve kloştur. Kollar bufant, bilekler düz ve dar. Yemek bahsi: Sığır sarması , Sığır etinden ince ince pirzola yaptırı- nız. Kemiklerini çıkartınız. İyice dövüp serpiniz. Yetecek kadar pirinci tereyâ- Bında sarartınız. İçine doğranmış may- danoz katıp pişiriniz. Pirzolaları bu pişmiş pirinçle doldurup dolma yapar gibi kıvırınız. Sicimle bağ- layınız. Bu sarmaları tereyağında kızar- tınız. Sonra geniş bir tencereye dizip üstlerini örtecek kadar su koyunuz., Et suyu olursa tabif daha iyi olur. İsterse- niz biraz defne yaprağı, havuç kökü de koyabilirsiniz. Biber de fena olmaz. Bu su hemen hemen tamamile çekilin- |ciye kadar sarmalar da pişmiş olur. Yüksek kenarlı Şapka Bu kış şapkaların yalnız (kalot - tepe)- si değil, kenarları da kalkık. Yüksek te- peli şapkaları tiplerine uygun bulmıyan- lar yalnız kenarları kalkık şapka giyine- bilecekler. Zengin bir şapka modası her kadın yüzüne uyacak modelleri hazırla- mış bulunuyor. Resmini koyduğumuz şapka bu türlü- 4 dür. Önü uzun bir tüy ve çiçekle süslü. siz. Cebleri de dört tane ve üstten konul- | soğana bulayınız. Üstüne biraz da tuz| değefinde_ olduğunu biliyorlar mı?.. BŞ aNU Doville'deki 0 - yun salonu, Monte- karlodaki Bibi, iki - ye ayrılmış. Birisi herkese açık; deniz mayosuna, banyo pi jamasına varınca « ya kadar her kılık « ta girilebiliyor ama ütekine girebilmek için akşamları saat | dokuzdan sonra mut laka gece esvabı gi- yinmiş olmalı. Bu « radaki rulet masa - gında — oynanan o - yun, öbür salonda - ki oyundan daha yüksek, daha bü- u herkes — s0 « kulup da oyuncula - rı rahatsiz etmesin diye bakara masala- rından birisi pirinç- ten parmaklıklarla çevrilmiş, burada 250 Fransız lirasından, beş bin franktan aşağı oyuna başlanmıyor. Demin sürre develeri gibi taxmış, ta- kıştırmış «ÂAmbassadeur» lokantasından çıkan Hindliler, Amerikalılar şimdi bu masanın etrafına toplanmışlar; Krupye: — Bankada elli bin frank var! Diye bağırdıkça onlar da;, sanki üşenir gibi, nazlana nazlana ellerini uzatiyor- lar: — Banko! diyorlar. Kâğıd destesinin önünde yüz bin franklık banknot, fiş toplanmış. İki kâ. ğıd bir yana, iki de öteye... Birer tane daha ya çekiyorlar, ya çekmiyorlar: Şan- sı yolunda gitmiyenin sekizine dokuz çı- karan olur; aşığı cük oturanlar da baka- raya karşı bir sayı ile kazanıyorlar.. Croupier'in elinde ekmekci küreğini andıran, geniş ağızlı, tahtadan bir kürex, o banknot destesini, fiş yığınını yakala- dığı gibi bir yandan öbür yana akıtıyor. Beş on dakika içinde, sekiz on el oyun oysayıp bir iki milyon frank kazananlar, bir o kadar da kaybedenler var. O gün- lerde birisi 25 milyon frank kaybetmiş, ağızdan ağıza onun hikâyesi do'laşıyoruu; fakat bir iki gün ya sürdü, ya sürmedi; unutuldu gitti... Salonun bir köşesinde başka bir kapı daha var: Önünde sırmalı esvablar giyin. miş, kurumlu uşaklar bekliyor. Öteki o- yun salonlarındaki gibi para vermekle, haftalık, aylık bir kart almakla buraya gitilemiyor; ayrıca müsaade lâzım... Yal- nız kadınlar, müstesna!.. Kazinoya kadar girebilen her kadın, artık canının isted:- ği, daha doğrusu işinin icab ettiği her köşeye sokulabiliyor.. Asıl «ali cengiz> oyunu da işte bu sa- londa oynanıyor. Amerikalı milyoönerle- rin, Hindli zenginlerin en ileri gelenleri, akşamları birkaç saat burada toplanı. yorlar; ne oluyorsa işte o zaman oluyor. Kapının bir kenarında ayrı bir yer var: Burada para alınıp veriliyor, çekler ya- zuüryor, adetâ bir banka muamelesi dö- nüyor. Benim en çok acıdığım, işte şu elinde geniş tahtadan bir kürek, bütün bu mil- yonların mukadderatı ile oynıyan adam: Krupye... Her dakika ellişer, yüzer bin franktan bütün bir gece, dıyelim k? sekiz on saat içinde, önünden milyonlar geçi- yor; kanter içinde, elinde hep v kürek, önünde de zımbalı bir defter: — Bankada yirmi bin frank var!.. Elli bin frank var!. Diye bağırmaktan sesi kısılmış, bu bir cebden ötekine giren binlerle, milyonlar- la frank, hep onun elinin altında... Bu parayı da, onu kazandıracak iskambil kâğıdlarını da hep o, kendi eleği ile ve- riyor; et doğrıyan bir kasab gibi kayıd- sız. nikâh kıyan bir memür, ölü yi. kıyan bir yıkayıcı gibi matemlere de, neş'elere de yabancı, bütün bu sağdan sola, soldan sağa geçen serveti hep o da- Bitiyor... Kim bilir, kaç hastayı ölümden kurta- rabilecek, yuvalar kurmaya, ev bark yık- maya elverecek bütün bu paralar; sırası | gelince haysiyet mefhumlarını tehlikeye koyacak, namus lekelerini bile - haydi te- mızliyecek demiyeyim de göze görünmez bir renge boyayacak - kadar tılsıml. bir kudreti olan bu kirli; kokmuş kâğıd par- çaları hep bu yeşil çuhanın üstünde do- laşıyor!., Bı_ırada, paranın kıymeti bile başka türlü. İktısadi hayattaki bütün kudreti adetâ unutulmuş: Bilmem ama şu her da- kika ellişer bin franga banko diyen, boy- nunun derileri sarkık Amerikalı kadın; kazanınca bir yığın banknot destesini ö. nüne çekmiye üşenen esmer yüzlü Hind milyoneri; kaybedince sanki sigarasının külünü sılker gibi binlerle lirayı atıv&ren şu altın başlı, zümrüd bakışhı yakut du- daklı cynak kadın bu paranın kaç kilo ekmek. ne kadar katık, kaç şişe ilâç de- ğerinde olduğunu düşünüyor mu? Dü- şünmek değil, biliyorlar mı acaba? Hepsi de parayı, paranın yoktan var eden kuv- vetini, tılsımları bozan kudretini o kadar unutmuş görünüyorlar ki... İşte, birisi üç beş el kazandıktan sonra bahşiş diye Krupyenin önüne kıtk elli li- ralık fiş forlatıyor; öteki, masaların et- rafında dolaşan hep öyle sırmalı esvab- lar giyinmiş uşaklardan birisi sigarasını yaktı. diye herifin eline beş liralık bir fiş sıkıştırıyor; bir başkası çantasının — bil köşesinde kalan üç beş liralık birkaç fişi kazinodan çıkıp giderken, mantosunu saklıyan kadına veriyor. Ne cömeralili değil mi? Fakat acaba kazinodan çıktık: tan sonra, hemen oracıkta, yolun bir kö- şesinde, kuru bir ekmek parçasını kemi- ren soluk yüzlü, ölgün bakışlı hir çocuğa çıkarıp ta elli santim verirler m. üers. nız? Yalnız onlar değil, bu para mezbaha- sında herkes başkalaşıyor. Demin kazi noya girerken altı üç kat köseleli, çok şıl bir iskarpin görmüştük. Hani, sorduk tâ: «Beş yüz İrank» dediler. Frangi şöyle ailı kuruşcan hesab ettik: Otuz lira kadar tuttu. İskarpinin güzelliğine pek bayıls dik ama bir türlü paraya kıyamamıştlılk. Gene onun yanındaki mağazada da Hınd fularından bir boyun atkısı vardı. Bir e< şini de geçen gün bir İngiliz gencinde görmüştük. Tenis oynamış ta yatına dö. nityordu. Onun boynunda da tıpkı bunâ benziyen, yalandan bağlanmış, geniş bir fular vardı ya; ne şıkti değil mı? İşte © mendilin eşini sorduk: Üç yüz frank 1s- tediler. Pek pahali değil ama parayı bir türiü kıyamamıştık. Fakat şimdi burada bütün bu binlerle, milyonlarla frank BÖ- zünüzün önünden, muharebeye giden as- kerler gibi, gelip geçerken şeytan hiç durmadan sizi de dürtüyor. Ne olursa ol- sun, diyorsunuz. Daha küçük oyun oyna. nan masalardan birine'de siz sozülüyor. sunuz; kaç gündür o bir türlü harcıya« madığınız paracıklarınızın arasından hir kaç yüz frank çıkarıyorsunuz: — Bir kere de taliimi ben ı'îeniyeyim., ne olur sanki? diyorsunuz.., Kemal Ragıp Enson Afişaj ücretleri ucuzlatıldı Afişaj talimatnamesinin tatbik mev. kiine konulması Şehir Meclisinin şu - bat toplantısından sonraya bırakılmış- tır. Yeni talimatnamede afişaj ücret - leri ucuzlatılmıştır. Bilhassa tenvirat jle yapılan afiş fiatları âdi afiş fiatları haddine düşürülmüştür. e 4 İki ahbab çavuşlar V Buğa güreşçi:inin hilesi