9 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

9 Eylül 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Jmomunıı İle İstanbuldan Avrupaya Alman adan adeta yıldırım gibi geçtik Bunun iki sebebi yardı: Evvelâ markı elli kuruştan | “bozdurmuş olmaklığımız, Yaran: sonrada yolların güzelliği Vasfi Rıza Zobu - —ı”_ a — iiş ea A — — Münihten «Mark» 1, benim gibl elli kuruştan boz- snf'n '—q' duranlar için Almanya, seyyahları kızdı- | racak kadar pahalıdır. Hariçten gelen her cins eşyaya, bilhassa yiyecek şeylere mühim zamlar yapmışlar. Bundan dola- yı, eli, yüzü düzgün bir lokantada yemek iyemek, bilmeden bir halt etmek gibi in- sanın içinden kolay kolay çıkmıyor. Bun- dan dolayı, Almanyada göreceğimiz şey-| leri e«register» denilen ucuz markları al- dıktan sonraya bırakıp bir an evvel bu- ralardan uzaklaşmağa karar verdik. Bu kararın neticesile bir nefeste kendimizi «Münih» de bulduk. Almanlar, müstakbel harblerde sağ ve sol taraflarındaki düşmanlarına çabuk yetişebilmek - için askeri beton yollar yapmışlar. «<Dayşotoban» ismini taşı- 'yan bü yollar bir kudret ve bir bilgi şâh- eseridir. Bir devletin, yola bu kadar e- hemmiyet verip, âbideler kadar heybetli ve onlar kadar san'atkârâne olan böyle eserler vücuda getireceğini tahayyül bi- Je edemezdim. Bu, bir «yol» değil, bir milletin ve bir devletin «irade kuvveti- ni» gösteren şerefli bir âbidedir. Bu yolların üzerinde sür'at, acemi da- hi olsa, bir şoför için oyuncaktan başka bir şey değildir. Benim de kilometre sa- atim, yüz yirmi ile yüz otuz arasında cil- ve edip kırıtıyordu. Ben ki, seksenden | bİr manzara fazla sür'ate çıkmamış bir sürücü idım Yürüdüğümüz yol o kadar düz, o kadar pürüzsüz ve o kadar rahattı ki: İhtar et- meseler, sür'atte yüzü aştığımın farkına bile varmıyacaktım. İşte bu pahalı mem- leketten hızlâ geçmemize bu eşsiz yollar da yardımcı oluyordu, * «Münih» in, Almanyanın en büyük şehirlerinden biri olduğunu bilirdim. Bu- raya vardığımız zaman henüz gündüz- dü, Mademki sür'atli gitmek istiyorduk. O halde şehrin büyüklüğüne kapılmadan hemen hareket etmeliydik. Fakat, bun- dan sonra gideceğimiz yol hakkında ya- nımızda tafsilâtlı haritamız yoktu. Oto Klüb'e gitmek, oradan maâlümat almak lâzımdı. Otomobili bir kenara çektik. E- limizde klübün adresi, Daverle beraber, yaya olarak «Münih» sokaklarına düş- tük. Genç bir general kadar yakışıklı olan polisleri, eski bir dimalomat kadar na- zik. Sorulan suallere, imtihana girmiş bir lise talebesı gibi dikkatli cevablar ve- riyorlar. Onun için Münihte Otö Klüb'ü bul- mak; tramvaylarda yer bulmaktan daha kolay oldu. Güzel bir bina içinde mun- tazam bir büro. Doktor gibi beyaz, ter- (Devamı 1l inci sayfada) -—“—“ Okuyucularıma Cevaplarım Adanada oturan bir küçük okuyu- — eum Bay M. E. mektubuna: — Benim babam yoktur, cümlesi ile acı bir şekilde başlıyor ve şöyle de- vam ediyor: ' — Yaşım on yedi. Fakat buna rağ- men başımdan öyle işkenceler geçti ki benden yaşça bir misli büyük olan- Jarın bile hayatlarmda görülmez. Fa- kat size bımları anlatacak değilim. 'Asıl şimdiki derdimi söyliyeyim: Orta mektebi henüz bitirdim. İki yıldanberi bir genç kızı seviyordum. Nihayet düyuldu. Ailelerimiz bizi Yyekdiğerimizle görüştürmez oldular.» * İki sene evvel. Yani bu çocuk he- nüz 15 yaşımdaydı, kendi söylediğine bakılırsa orta mektepte talebeydi ve mekteb kitablarımı, sporu, jimnastiği, beden ve fikir oyunlarını değil, aşkı düsşünüyordu. — Geçirdiği felâketler kendisini fazla hassasiyete sevketmiş plabilir, bu fazla hassasiyetin sevkile doğru yoldan ayrılmış olması müm- kün görülebilir, fakat ben bu çocuğun mevsimsiz inkişafından evvelâ muhi- ni mes'ul tutuyorum: — ÂAnnesinden, hısım akrabasından devam , ettiği muhitc kadar. Fakat bu öyle bir mev- CÖNÜL İSLERİ zu ki, tetkikinin yeri burası değildir. 4 Genç okuyucuma hitab edeyim, biraz fazlaca maddi olarak şüöyle söyliyece- ğim: | Çocuğum, hayatım sırasına göre en İ| tatlı, sırasına göre en acı bir yoluna zamanından çok evvel ayak basmışsın, demiyeceğim, — muahazenin faydası yök. Seviyorsun, seviliyorsun, pek iyi anlıyorum. Fakat hayat sade sevmek- ten ve sevilmekten ibaret değildir. Sevmek ve sevilebilmek için sevebi- lecek ve sevilebilecek vaziyette olmak, haysiyetini muhafaza edebilen insan- ların arasında bulunmak lâzımdır. Bu da her şeyden evvel bilgiye ve paraya bağlıdır. Bu iki şartın ikisini de sende görmüyorum. OÖrta mektepten henüz çıkmışsın, bilgili bir insan olabilmekli- ğin için hiç değilse liseyi bitirmen ve- ya hayat mektebinde tecrübe görmüş olman lâzım. Para meselesine gelince, o da ancak bilgi ile elde edilebilir. Sev- din ve sevildin, farzedelim, evlenme yaşına da geldin evlendin, ne ile geçi- neceksiniz. Babam yok diyorsun, bin- bir felâket geçirdiğini söylüyorsun, böyle talihsiz ve neticesiz bir evlenme- | den doğabilecek bir çocuğun ayni ça- kıllı yolda yuvarlanmaya peşinden mahküm olmasımı nasıl istiyebilirsin. | Vazgeç çocuğum, babanın ruhunu da muazzeb edeceksin, TEYZE — Dem l —- Gerçi beş parmağım, beş tırnağım, bir avucum var amma minimini bir şeyim ve başkalarının büyük ellerinin belki orlda biri kadarım. Arasıra canım sıkılınca burun denilen bir deliğe parmağımı Bo- kuyor, oynuyorum. Evvelki gün adı an- ne olan kadın beni o halde gördü ve ba- na bir tokat vurdu, belki tokadın acısın- dan belki de tokat yemiş olmaktan hiş - settiğim mahcubiyetten kıpkırmızı ke - sildim. u * Tuttuğum her şeyi kaldırıp atmaktan zevk alıyorum. Bu yüzden kaç defa to- kat yedim.. Fakat bir türlü huyumdan vazgeçemiyorum, Bana oyuncak denilen bazı şeyler veriyorlar, Eviriyorum, çevi- riyorum. Ve sonra bunların içine girmek iİstiyorum. Bazılarının içine kolayca gi- rebiliyorum. Bazılarının ise giremiyo- rum, O zaman onlarda girebileceğim ka- dar bir yer açmak arzusunu düyuyorum Kurcalıyorum, kurcalıyorum, Nihayet muvaffak oluyorum. Fakat o zaman da gene dayak var. — Buü el yok mu, diyorlar, hiç tek dur- maz, * Baba denilen bir adam var. Yalnız ak- şamları görürüm, O biraz evvel beni tut- tu. Baş denilen yere götürdü. Hoşuma gitmemişti. Fakat 0 bunu tekrarlamamı kaç tokat yedikten sonra çarnaçar dedi- ğini yapmaya mecbur kaldım, * Ben başa döğru gidiyordum. Baş ta biraz eğiliyordu. Bu hareket yapılırken ağız da: — Allah ömürler versin efendim! Diyordu, Bu işin adına «temenna» de- nirmiş, Baba bunu öğretirken., — Bunu yapmayı bilmiyen insan dün- yada rahat edemez. Ne kadar fazla ya- pılırsa o kadar iyi ömür sürmek imkânı vardır. Diyordu. * Baba, bana: (Alkış) denen bir hare - keti de öğretti. Bunu yaparken canım a- cıyor amma, anlattığına göre çok lüzum- lu şeymiş.. Ne kadar canım yanarsa sa - hibim hesabıma o kadar iyi imiş.. Bir gün beni sokağa çıkardı. Kendi büyük elle- rini gösterdi. Ben ne vakit bunları bir- birine çarparsam, sen de harekete ge - çersin! demek istedi. Bekledim. Daha bekliyen bir çok kimseler vardı. Bir aralık öteden atlar gözüktü. Atların üzerinde yaldızlı elbiseler giymiş insan- lar vardı. Kendi kendime: — Her halde bunlar için öteki elle çar- pışmam lâzım. Dedim. Hemen faaliyete hazırlanmış- tım. Baba: — Şimdi değil, dedi, sırası gelir! Arabanın üzerinde uzun bıyıklı bir a- dam vardı. Güzel adamdı, başında kıp - kirmızı fes, sırtına pırıl pırıl parıldiyan elbiseler gitmişti. Bir elile dizginleri tu- tuyordu. Bir eline de bir kamçı almıştı: .— Hah işte! dedim ve harekete geç - tim.Baba tuttu. — O değil! Dedi ve arabanın içindeki, eli başına inip çıkan tostoparlak bır ihtiyarı gös - terdi: - — Bumnun için çarvacaksın! istiyordu. Ben inad ettim., Nihayet bir | İsmet Hulüsi fa çarptım. Ve baba öğretti: — Daha başka zamanlarda da bunu yapmak icabeder, sırası geldikçe öğre - köşll * Bu sabah anne isimli kadının eli beni rinin eline bıraktı. O elin içinde uzakça bir yere gittim. Orada beni sıra denilen bir şeyin üzerine koydular. Sıranın üs- tünde bir şişe vardı. Şöyle dokunayım, dedim, şişe devrildi. İçindeki siyah su sı- ranın üzerine döküldü. Şişenin devrildi- ğini gördüler ve hemen koşup bana cet- vel denildiğini sonradan öğrendiğim bir '|tahtayla kıyasıya vurdular, O kadar vur- | dular ki kemiklerim kırıldı zannettim. Ağız bana acımış olacak ki, ben dayak yerken benim hesabıma: — Bir daha yapmam, vallah billâh bir daha yapmam, bir daha mürekkeb şişe- sini devirmem! Diye avaz avaz bağırıyordu. Gözlerden de yaş akıyordu. * Defterime dokunmuıyalı çok sene geç- ti. Birçok sene içinde ben de çoök değiş- tim, Şimdi artık ufacık bir çocuk eli de- ğil, büyük bir elim. Dünyada birçok şeye süründüm.. En çok hoşuma gideni para denilen kâğıdlara sürünmek oldu. Onları avuçlarken, — parmaklarımla — tutarken duyduğum heyecanı başka ne yapsam duyamıyorum, Paraya sürünürken tirtir titrediğimi hissediyorum ve her an para dolu cepte oturmak istiyorum, * Bir zevkim var. Başkalarının yüzlerine hızlıca çarpıp yüzlerini acıtmak, ilk za- '| manlarda bunu yaparken, bazı hatalara düşüyordum. Ve ben yüze çarptım mı o nim bağlı olduğum vücuttaki yüze ini - yordu ve o kadar hızlı iniyordu ki yü- zün acısı bana kadar tesir ediyor ve bir daha kalkıp yüze inmiye kendimde kud- ret bulamıyordum. Şimdi artık ustası oldum. Çarpacağım yüzün bağlı olduğu vücuda bakıyorum. Benim bağlı olduğum vücuttan daha cı- lız değilse çarpmıyorum. Eğer benim yağ- h olduğum vücuttan cılızsa hiç tered - düt etmiyor, hemen çarpıveriyorum, Ve dikkat ediyorum, gördüğüm bütün eller böyle yapıyorlar. * Ben kendim gibi birçok eli sıkıyorum ve bir çok el beni sıkıyorlar. Kalbler bir- birlerinin dillerinden anlamazlar amma biz eller birbirimizin dillerinden anlarız. Çok kere görünüşte birbirimizi tatlı tat- h sıkarız. Fakat o beni, ben onu tatlı tat- h sıkarken: Kendisini kandırmak istedi- ğimi, sıkmaktan maksadımın ne olduğu- nu hissettiririm, — Ben seni sıkıyorum amma, derim, sebeb senin bana arada sırada börç ver- mendir. O da bana der ki: — Ben de seni sıkıyorum amma şu Ben de sağ elimi sol elime beş altı dı'e-î tuttu. Kapıya gelen hiç görmediğim bi- | yüzün bağlı olduğu vücuttaki el de be- | borç verdiğim parayı bir kere geri lt yım bak hiç sıkar mıyım? Yahut başka bir el beni sıkarken #? latır: t — Seni böyle hararetle sıkmaktal maksadım şu: Senin bir imzan beni bü lunduğum işden attırır. Tek o imzâ) koymıyasın diye seni sıkıyorum. Bu tarzda düşünen ellerin bazısı ©! beni sıkmaya cesaret edemezler, onl;ğ yerine ağızlar vekâlet eder, eğilir, öperler. ; * b - Bir zaman tesbih taşıdım. Ondan Son' ra bunu bıraktım. Eldiven denilen elbi' venin adabı erkânı pek fazla idi. Onlafk evvelden öğrenmiş ellere baka baka Öğ * rendim. Bir eve girerken çıkanlıyord“" Bir başka eli sıkarken çıkarılıyordu. Buf' lar güçtü, fakat iyi tarafı beni soğuklâ ısıtıyordu. Ve en iyi tarafı beni eldivenli gören eldivensiz ellere caka yapıyordum" nımdan ayırmıyorum. Şu insanlar ne kâ* * Benim adım erkek eli, fakat bir takım eller de var ki onlara kadın eli diyorları Onlar bana ve benim gibi erkek ellerin€ nisbetle daha küçük ve daha güzel olu” yorlar. Dün bir kadın eline rastladım. Ben eli tutar tutmaz, sahibimin ağzı da öptü. BU el şimdiye kadar rastladığım kadın elle- rinin hepsinden fazla hoşuma gitmişti. dın eline de bana takılan halkanın bif eşi takıldı. Halkalar takıldıktan sonra bütün eller birer birer beni ve benim sevdiğim kadın elini sıktılar. * Kadın elile yanyanayız. Bir ağız bif şeyler söylüyor. Benim bağlı r.ılldı.ığllıîı vücuddeki ağız: — Evet! bağlı olduğu vücuddeki ağız da: — Evet! Dedi. Ve o bir şeyler söyliyen başkâ vücuüuddeki ağızdan şu söz çıktı: — Evlendiler. * Ne kadar zaman geçti bîlmıyortm" Benden hiç ayrılmıyan kadın eli artık bana eskisi kadar hoş görünmüyor. 0"' dan soğumamın sebebi şu: O bana yah nız cebden çıkardığım parayı almak içif uzanıyor. Halbuki ben onun daima bt? okşamak için bana uzanmasını isterdim * Seneler geçmiş te farkına varmam"” şım., Bugün çok halsizim, kıpırdanâwı yorum. Bu fırsattan istifade ederek hayâ” tımı gözden geçirdim. Hiç te fena bir mür sürmemiştim. Vâkıâ “alkış ve t€ * menna denilen hareketleri pek çok !ap' tım, daima zayıfa vurup, kuvvetlinin B 'nünden savuştum amma, soğuk sıcak suya da girmedim. İsmet numı' — İki ahbap çavuşlar AA Uykucu ressam ve modelîJ seyi giymiye başladım. Fakat bu eldi * Bir zaman misvak denilen tahta pal” çasını avucumdan bırakmazken şimdt iskambil ve poker fişi adlı şeyleri ya * — rarsız mahlüklar Allahım! | Nihayet günün birinde parmak * larımdan birine bir Halka tak * tılar. O benim çok hoşlandığım kâ* Dedi, benim sevdiğim kadının elinif

Bu sayıdan diğer sayfalar: