9 Eylül 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ADK A Üsera kampının etrafı yaylım ate Singaporda da kan dökülüyor, âsilerle İngilizler arasında| amansız ve vahşi bir boğuşmadır gidiyordu Kampın bütün etrafı yaylım ateş ses- jkriie çın çın ötüyordu. Demek oluyor iki Singapur şehrinde de kan dökülü. Yordu ve âsilerle İngilizler arasında a- Mansız ve vahşi bir boğuşmadır gidi- Yordu. Bana öyle geliyordu ki ©o gün bir türlü akşam olamıyor, etraf bir türlü kararmıyordu. Dakikalar asırlar kadar Uzuyor, belli etmemeğe çalışmama Trağ- Men gözlerim saatimin yelkuvanından bir türlü ayrılamıyordu. İşte saat altı buçuğa geldi... Yedi ol | du... Yedi buçük oldu... Oh nihayet se- kize geldi!. Ş Kampta her şey sakin, her şey uyu- . <A Her taraf koyu bir karanlığa gömül- Müş; göz gözü görmüyor... Ne âsilerden, ne de İngilizlerden et- Tafta eser yok. Yağmurlu günlerde 8iydiğim elbisemi, pipomu, bir bıçak Ve biraz da tütün aldım ve arkadaşlara İltihak ettim. * Kampta kalanların nazarı dikkatini Celbetmemek için sessiz sadasız kamp- —ta!n dışarıya çıktık, Firarimız sırımı bildikleri halde bizimle birlikte kaç- Mak cesaretini gösteremiyen birkaç ÂAl- Man kapıları tarassud ediyorlar, bize Sözcülük yapıyorlardı. Firarımız şayi o Uhca peşimize düşecek olan takib Müfrezelerini aldatmak için kaçmış ol- Uğumuz cihetin tamamile aksi olan Sihette maniaların altını kazıp bir 0- Yük husuüle getirdik. İlk bakışta bizim 9 taraftan ve o oyuktan kaçtığımız zan- Iı"-fdîlecekti ve bu süretle muakkibleri- Zi yanlış bir istikamete sevketmiş ö- Caktık. Aynı zamanda dikenli teller- En bir kısmını demir makasla kesme- Vi de ihmal etmedik. Ve ancak bu işler Sörüldükten sonradır ki arkadaşlar bi- Ter birer dışarıya süzüldüler. En sonra fıkan da ben oldum. Malüm a.. gemiyi En sonra kaptan terkeder. Tamam kapıdan uzaklaşacağım bir Sirada kalın bir sesin: — Kaptan Lauterbah nerede?.. diye Seslendiğini işittim. ÂArtık bizi hürriyete kavuşmaktan €neden yegâne mania olarak önümüz- bir elektrikli tel kalmıştı. Karanlık- 8 bu tele sürünecek olursak halimiz Yaman olurdu. Binaenaleyh uzun bir| Sitıkla kabloyu kaldırıp altından geç- ik. Boyuma, bosuma ve çevik — bir denizci olmaklığıma rağmen kablonun Üzerinden atlamayı her nedense gözüm €smemişti. ı,_"Iîlektri'kli tel maniasını geçip biraz “Ürüdükten sonra karşımıza dar bir ke- Si yolu çıktı ve bu yol bizi bir derenin Sahiline götürdü. ! Dere kıyısına- gelince Alman tacir- 'den birisinin Çinli uşağı kilavuzluk üzifesine başladı. Yolumuz muntazam î&sılalarla dikilmiş olup gece karanlı- glnda hayaletlerden mürekkeb bir as- Seri kordon gibi görünen kauçuk. a- Saçları arasından geçiyordu. Olacak a, y 19181 gittikçe kuvvetleşiyordu. Vakıa €n firar için aysız, ışıksız bir gece in- Tihap etmiştim ama Hintliler tahıninim- €n evvel isyan etmişlerdi. Kauçük ağaçlarının gölgeleri arasın- da kalmıya uğraşarak birbirimizin peşi Sita dikkatle ilerliyor, etrafımızı dinli- Or, mümkün mertebe kendimizi belli “tmemeğe çalışıyorduk; Nihayet adanın ana şoselerinden bi- he #eldik. Şimdi ne olacaktı? Ingiiizler (Singapur) adasında ge-| *leri sokağa çıkan yerlilere mahsus Mak şartile bir usul ihdas etmişlerdi. şeceleyin ana şoselerde dolaşacak yer- ler mutlaka bir fener veyahud bir el 191' Bu suretle otomobil kazalarının ö- N alınabiliyordu. (Ahgilizlerin bu mükemmel usulü bi- İ de pek çok işimize yaradı. Zira yol- * bize doğru yaklaşan bir ışık gördük Thü yolun kenarındaki hendeklere giz- “niyor veyahud tümsek gibi, ağaç gi- lej bası taşımak mecburiyetinde idi-|| Makyaveli 5 w kadar gizlersek, kurtuluş ümidlerinin de o nisbette artacağını içimizde herkes iyice anlamıştı. O gece inadına yolda gelip geçenle- rin sayısı pek fazla idi. Biz de yolu bı- rakıp, müşkülâtına rağmen, tarlalar- dan geçmeyi kararlaştırdık. Bu süretle biraz daha fazla yorulacaktık ama hiç olmazsa kestirme yol almış bulunaca- gımızdan vakit kazanacaktık. Çinli kı- lavuzumuz yolları gayet iyi bilmekle beraber tarlalardan yürümeğe başla- yınca şaşırır gibi oldu ve bu çukurlu, tümsekli arazide iki saat yol aldıktan sonra yolumuzu kaybetmiş olduğumu- zu bize nezaketle haber verdi. Birkaç Malezya köyünün yanılıdan geçmiş ve yerli köylülerin aralarında yüksek sesle ve heyecanla konuştuk- larını işitmiştik. Demek ki isyan bütün adayı altüst etmişti, Biz nihayet deniz kıyısına çıkacağımızı ümid ediyorduk. Halbuki yürüdük, yürüdük... Ne de - nizden, ne de kıyısından bir eser göre- medik. Bunun üzerine tehlikesini göze alarak yolumuzu — sormiya karar verdim. Bir kulübede oturan bir Çinliye sa- hile civar en yakın köyünm nerede oldu- ğunu sorduk. Herif bize karşı dostane davrandı ve kendisine teklif ettiğimiz parayı namusile kazanmak merdliğini gösterdi. Yolumuz bir köy polis kara- Kaptan Bum Bum YA KM îcuîrîî : VA'hmet CemılettiEaçoğlu ş sesleri ile çınlıyordu. Evvelâ îRostoklu, yani hemşe tim Diehn isminde birisi vardı dikkati celbetmemek için karakolda kimseyi uyandırmadan sessiz, sadasız o tehlikeyi de atlattıktan ve nihayet ge- ce yarısından bir buçuk saat sonra sa- hile kavuştuk. Oh!. Çok şükür yarabbi!,. Ay ışığının gümüş parıltıları altında yakamozlar yapan deniz bana bir cennet parçası gibi göründü. Bu ıssız sahilde tek başına bir köşk görünüyordu. Etrafta kimseler yoktu. Biz bu köşkü hücum ile zaptetmeyi ka-« rarlaştırdık. Bir işaret üzerine hepimiz köşke saldırdık ve kumar oynamakla meşgüul yirmi kadar Çinli ile burün bu- runa geldik. Bunlar önlerine bir yığın dolar koymuşlar, «Fan-Tan» denilen bir nevi bakara oynuyorlardı. Bizim böyle ansızın saldırışımızı görünce bir polis baskınına uğramış olduklarını zannettiler. Ben kendilerini hemen te- min ettim, bizim zabita memuru olma- yıp Alman olduğumuzu ve yerli balık- çılarla bir âni temasa gelmek istediği- mizi kendilerine çince izah ettim. Çinli- ler aralarında bir hayli görüştüler, mü- zakere ettiler. Hiç şüphe yok ki bir po- lis baskınına uğramadıklarından dolayı memnundular ve bize canı gönülden hizmet etmek istiyorlardı. Yalniz hangi balıkçı köyüne müracaatin müreccah olacağını tayine uğraşıyorlardı, Niha- yet en yakın balıkcı köyüne başvur- mak karargir oldu. (Arkası var) kolunun yanından geçiyordu. Nazarı çekmek.. H GRiPiNn L En şiddetli baş ve diş | ağrılarını, romatizma sancı ve sızılarını Çaresi varken ıstırab keser kl bir yere siniyorduk. Kendimizi ne _ğ'l ne acınacak hal! H GRiPİN: Üşütmekten Mmütevellid bütün ıstırabları, adale, bel, sinir ağrılarını Gripe, nezleye ve emsali hastalıklara karşı bilhassa müessirdir. RiPİN Kaşelerini alınız. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. . gaa dindirir (| Sonra müteessir olurum. Sana darılırım | sin! — Mustafa haber göndermiş, seni is- tiyor! Dediler.. Merak ettim: — Acaba hasta filân olmasın! ta imiş, sokağa çıkamıyormuş. Mustafa benim çok eski bir arkada- şımdı. Onunla ayni mahallede doğmuş, mahalle çocukluğu zamanımızı beraber geçirmiş, ayni mektepte okumuştuk. Ço- cukluğunda çok sessizdi. Hemen hergün de dövüşürdük.. Daha doğrusu ben dö- verdim, O dayak yerdi, fakat çabuk ba- rışırdık. Mektepten çıktıktan sönra bir iki sene birbirimizi göremedik. O Avru- panın bilmem hangi şehrine tahsile git- mişti. İstanbula döndüğü gün bana gel- di. Ben Avrupada onun değişeceğini, sessiz Mustafanın biraz seşleneceğini ummuştum, amma nafile hiç değişme -| mişti. Gittiği zaman nasılsa gene öyle idi, Benim oturduüğum apartımana yakın bir yerde yer tutmuştu. Evinde annesi, ve bir de hizmetçi vardı. Birbirimizi ge- ne sık sık görüyorduk. Bazan ©o bana geli yor, ötürüyördük. Ben ona hiç gitmi- yordum. Evinin sessizliği içimi karartı- yordu. Zili çaldım. Kapıyı hizmetçi açtı. Biraz sonra annesi göründü: — Ne iyi ettin de geldin, dedi, Müsta- fa sabahtanberi belki kırk defa söyledi. Mustafa yatakta yatıyordü. Hastalığı ehemmiyetli bir şey değildi. Fakat bir hafta evden çıkmaması lâzımdı. Yanına oturdum: — Ne o, dedim, beni çok mu özledin? — Söyle bakalım. Söylemek istiyordu. Fakat ediyordu. — Söyle haydi, merak ettim! tereddüd yapar miısın? — Niçin yapmıyayım canım? ' — Sen iyi arkadaşsın amma alayı se- versin! ? . ; — Alayı sevmem seriin işini yapmama mâni değil ki! — Öyleyse dinle, amma bak eğlenme.. çok kırılırım. — Söyle haydi. — Ben birini seviyorum. Birdenbire gülmem gelmişti. — Ne gülüyorsun? — Hiç senin âşıklığına! — Hani alay etmiyecektin. — Peki etmiyorum, — Sevgilim yarın beni köprünün Ka- raköy tarafındaki tramvay mevkifinde bekliyecek.. Sen- oraya gideceksin, onu göreceksin ve benim hasta olduğumu bir hafta sokağa çıkmıyacağımı söyliyecek- — Peki söyliyeyim.. Amma ben senin sevgilini tanımam, sonra saat kaçta bu- luşacaksınız? — Saat tam on biri on geçe sen oraya gidersin, o da © saatta gelir.. Bak tarif edeyim.. Toparlak fakat gayet güzel bir yüzü var. Saçları sarı ve esasen birden- bire saçlarını görür görmez tanıyacak- Ş&ın! — AÂzizim şimdi bütün kadınlar sarı saçlı, tramvay mevkifinde bunlardan en aşağı otuz tane vardır. ; — Fakat o otuzunun içinde göze çar- par, Saçları hem. öyle boyama saç değil.. kHakıkî sarı saçtır. RANDEVU — Hizmetçisi geldi, sorduk. Biraz has-| — Sana yaptıracak bir işim var da.. | — Senden rica edeceğim şeyi bilmem | Yazan: İsmet Hulüsi Ertesi gün Mustafanın söylediği saatte tramvay mevkifine gittim — Vallah Mustafa ben tramvay mev- kifinde: «Hey bayanlar hanginizin saç- ları boyama, hanginizin anadan doğma sarı» diye nara atamam. — Dur bitireyim canım.. Başında kır- mızı bir şapka olacak. Küçük toparlak bir şapka, giydiği rop ta gene kırmızı, üstünde beyaz çiçekler var. — Ya başka şapka, başka rop giyerse. — Giymez. — O zaman iş değişir, pekâlâ! Ertesi gün Mustafanın söylediği saat- te tramvay mevkifine gittim. Fakat 0- nun sevgilisi gelmedi. Akşam evlerinin önünden geçerken sevgilisinin gelmediğini Mustafaya ha- ber vermek için uğradım. Mustafa şa- şırdı: — Ya, dedi, demek gelmedi. — Gelmedi ya! — Bak ben günü şaşırmışım, bugün gelecek değildi. Yarın için sözleşmiştik. Ertesi gün gene gittim. Gene gelmedi. Gene haber verdim. Bu sefer de bir baş- ka bahane buldu. Beni bir gün sonra ge- ne ayni yere gönderdi ve Mustafa iyi 0- luncaya kadar hergün muntazaman saat on biri öon geçe tramvay tevakkuf ma- hallinde arzı endam ettim, fakat hafta- nın yedi gününün hiç birinde Mustafa- nın sarı saçlı güzel sevgilisi veçhi lâtifi- ni göstermedi. Hafta bitti, benim de ve- kâletim nihayet buldu. Birkaç zaman sonra bir gün on birde Karaköy mevkifinde idim. Baktım Mus- tafa da orada idi. Kendi kendime: — Herhalde gene sevgilisile randevu- su var. Hele bekliyeyim de sevgilisini göreyim! Dedim. Mustafanın beni göremiyeceği bir yana çekildim ve bekledim. Saat on biri on geçti, yirmi geçti, on bir buçuk oldu. Ne gelen vardı, ne giden, Mustafa iki tarafına bakındı, Üümidsiz bir halde ilerledi. Bana doğru geliyordu. Artık kendimi saklamama lüzum- kalma- Mmüşt. Karşısına çıktım: — Merhaba Mustafa! — Merhaba! — Gene randevü mu? — Ha evet! — Seyvgilin gene gelmedi inşallah. — Ne münasebet, şimdi ayrıldık! Yalan söylüyordu. Güldüm: — Yalan, ben burada idim. Böynunu büktü, koluna girdim. — Allah aşkına şunü bana anlat, gali- ba bu senin sevgili sana randevu verdi- ği zaman: Bir sene, yahut ta iki sene içinde bir gün on biri on geçe Karaköy tramvay mevkifine gelirim. Sen üşen- meden hergün gel, ayni saatte beni bek- le; dedi galiba! İçini çekti: — Keşke öyle olsaydı. Daha çok merak sarmıştım: — Bu aşkı bütün teferrüatile sana anlatacağım, dedi, bundan bir yıl evvel- di. Hava bugünkü gibi güzeldi. Ben tram- vayla Beyoğluna çıkıyordum. Mevkifte tramvay dürmuş, tekrar hareket etmişti. Hareket ettiği zaman ayakta tramvay bekliyen bir kadın gözüme ilişti. Saçları sarı amma nasıl sarı. Ben bu kadar gü- zel sarı saç ömrümde görmemiştim. To- parlak bir yüz. Fakat şimdi görmüşüm gibi aklımda, o kadar güzel bir yüz gör- mek ne sana ne de bana kısmet olmuş- (Devamı 15 inci sayfada

Bu sayıdan diğer sayfalar: