Tahir Nadinin hicviyeleri Ahmet Haşim neden sık en sık sık ev değiştirirdi ? - Şair değiştiren bir şir ve kaside olan hicviye - Romancı Esat Mahmudun çocukluğu ile aktörlüğü Yazan: Halld Fahri Ozansoy benim Şem numa bitişi pansiyoner gibi Ahmed Haş sitap mahalle: £ olan Bayan Peruzun evin olmuştu. evvelce yazdığım artık büt nıdıklarınca mütearife lini alan ği yüzünden bir ay geçmeden gene bir gürültü çıkarıp başka bir mahallede ba çekilmiş git- mişti. Peruzun evine de, o tarihte Kaör- köy Lisesi müdürü bul ü 'Tevfik yerleşmişti. Bu e bütün gün mu bir eve sesile bütün arkadı müdürümüzün — mah olmuştum. Her sabah o, ben kardı ve hor defa srıka ruza şöyle seslendiğini duyardım — Peruz Hanım, hakkını helâl et! Bir gün dayanamadım, kendisine sor dum: — Kuzum Niyazi Bey, söyle Allah aş- kına.. Niçin her sabah Peruz Hanımla vedalaşmadan yola çıkmıyorsun? Bana şu cevabı verdi: — Azizim Halid Fahri, biliyorsun! Bizim sokaklar tekin değildir. Meselâ te- lefon santralının duvarıma demir ke- penkler dayalıdır. Geçen arabaların sar- sıntısından bir kaydılar mı doğru insa- nın kafasına inerler ve eceli de geldi ise insan ölebilir. Biraz aşağıdaki Makbule yahut Fatma Hanımın penceresindeki fesleğen saksısı da, önünde hail olmadı- ğından aşağıya yuvarlandı mı gene 'n- sanın kafasını patlatabilir. Daha bunun gibi görünür görünmez birçok tehlikeler vardır. İşte onun için ben her sabah b na evin kapısını açıp dışarıya salanla vedalaşırım!> Niyazi Tevfikin mektepte de uzun fık- raları, hikâyeleri ve Avrupadaki ikameti zamanına aid hatıraları böyle uzun izah- larla bizi müstefid ederdi. Esasen o mek- tepte sekiz sene devam eden muallimli- ğim esnasında onun müdiriyet odasında hatırlıyo- rum. Hemen bütün ders arası dakikala- rını ve öğle teneffüsü zamanlarını tam bir samimiyetle bizim muallımler - oda- sadece dinlerdik. Arasıra bahçeye indiği ve ba- Fa- Şiş- man vücudu içinde poflıyarak, kıpkırmı- z bir yüzle tekrar yukarıya, bizim oda- ya çıkar ve daha kapıdan girer girmez: oturduğu günleri pek nadir sında geçirirdi. O anlatır, biz zi talebelere haykırdığı da olurdu kat her haykırış sonunda, kısa ve (*) Bu yazı muharririn (Kadıköyünde süren bir edebiyat sezonu) seri- beş yıl sinin 9 uncu yazısıdır. GONUÜL ISLER “Biri zengin, diğeri Fakir iki genç kız,, Ankarada oturan Bay «E. B, A.» tah. tilin! bitirmiş, askerliğini yapmış, ka- zanmak yoluna girmiş bir gençtir. Ar- tık evlenmeyi düşünebilir. Fakat ki - minle? Tesadüf karşısına iki genç kız çıkarmış, biri zengin, diğeri fakir,. Bay «E. B. A.> her iki kızı da ya - kından tanımıyor, fakat tahmin ediyor ki, hangisini istese alabilecektir. Ken. disini tereddüde sevkeden de işte bu emniyettir. Zenginin bir mahzuru olacak. Eski- den:; — Karı malı, hamam takmağı, der- Jerdi, doğru amma, fakir için de: — İki çıplak bir hamamda yakışır, cümlesi vardır. Ve soruyor: — Ne yapayım Teyzeciğim? * Çocuğum ,diyeceğim, eğer aranızda bir gönül macerası olsaydı, bir aileyi geçindirebilecek vaziyette bulunduğu- ha göre sana fakirini almakta hiç bir mahzur görmediğimi şöyliyecektim. Tahir Nadi hiddet Cemal Nadire göre — Vallahi, derdi, bir gün beni boğacak! Saonra tekrar yeşil uzun masanın ba- şındaki mevkline kurulur, tabakasından sigarasını çıkararak yakar ve dinlemesi- ne doyum olmaz bir talâkatle bilhassa âlimi olduğu Avrupa hükümdar aileleri- nin kadın, erkek yedi göbek ecdadını sa- yarak ve hangi prensesin hangi milletin hangi prensinin yahut dükünün kızı ol- bu yalanciı duğunu haber vererek malümatımızı ço- ğaltırdı Malüm ya, devir mütareke devri.. Ma- aşlar iki ayda, üç ayda bir çıkıyor. Ba- zan yarım, bazan yüzde on! Bir gün ge- ne maaş verileceği şayiası üstüne mekte. bin mutemedi Şahin Efendi Üsküdara gitmişti. Akşam oldu, ortalık karardı, hâlâ gelen giden yok! Muallim odası hın- cahınç dolu! Kimse parasızlıktan kalkıp gidemiyor. Artık Niyazi Tevfikin hidde- ne payan yoktu! İkide bir pencereye koşup Fenerbahçe klübü önündeki cad- deye bakıyor, tekrar dönüyor, elleri ce- binde dolaşıyor, derken gene pencereye gidiyor, hâsılı sinirinden yerinde dura- mıyordu. En sonunda mutadı - olmiyan sükütünun acısını cinaslı bir nükte ile çıkarmak istedi ve pencereden sokağa sarkarak: — Haydi Şahinim, diye seslendi, ça- buk ol, yöksa adını kıruya çevireceğim! Mütarekede wapurlar seyrek işlemeğe başlamıştı. Çünkü kö- mür yoktu. Bu sebebden her iki vapur arasında çok zaman beklemek lâzım ge- liyordu. Vapurların yolu da gittikçe a- zalmıştı. Niyazi Tevfik çok defa İstanbu- la gideceğini söyliyerek mektepten çı- kar, fakat denizi lodoslu görürse derhal (Devamı 8 inci sayfada) Dünyanmın en büyük serveti gönül fe - tahında, gönül rahatındadır. Servetir elde edemiyeceği yegâne şey de bu- dur. Hayatın sana yalnız muayyen se- heler için bahşedeceği sevmek ve se- vilmek zevkinden kendini neden mah- rum edeceksin. Mademki yaşıyacak ve yaşatacak paran var, bu yolu tercih et. Fakat Bay E. B. A, tle bu fakir genç kız arasında gönül masalı mevcu: de- ğil. O halde zenginine tevseccüh etme- sinde bir mahzur görmüyorum. Eğer kızın karfkteri müsait ise.. Çocuğum, Servet ve kazanç muayyen bir sevi- yenin altında kaldığı müddetçe tek kişiye ancak basit bir hayat temin € - der, fakat ikincinin getireceği mikta- rın inzimamı ile o muayyen seviyeyi aşınca her ikisine de beherinin yalnız başına yapamıyacakları bir hayat stan. dartı getirir. Menfaatler birbirine da. ha iyi bağlanır, anlaşmak ve sevişmek imkânları daha çoğalır. Fakat bütün bunlar ancak kadınla erkekte anlaşî- bilmek ve sevişebilmek kabiliyetleri olduktan sonra tetkik edilebilir. Aksi halde servetin getireceği rahat değil, azaptır. Saçlar vaktinden evvel niçin ağarır, çaresi var mıdır? Saçların çabuk ağarması moselesi ha- kikaten mühim ve şayanı dikkat bir me- seledir. Bir kere muhakkak ki yaş ilerle- saç beyazlaşmasında büyük bir ı farklarile saçı yişinin, rolü vardır. Az çok ara ne demeli? bu beyazlaşmada, ğarmağa başlı: Prf. Dr. Aşof'a göre saçların diplerindek fazla faaliyeti büyük bir dır. Fakat bundan g küreyvatın mil olmakta - muhtelif sebep- küçüklerin mbeyazdır. Bir çok asabi ve ruhi hastalığa müptelâ olanlar vardır ki, vakitsiz saçları beyazlanmış. tır. Asabi ve ruhi teheyyücatın, ruhi sa » demelerle büyük felâketle süra'tle saç beyazlanmasını intaç ettiği görülmüştür. Rus - Japon deniz harbinde bütün Ja- pon zırhlıları, Rus amiral gemisi olan (Rojestovenski) yi bir gece akşamdan sabaha kadar kes&if bir top ateşine maruz bırakmışlar, karşılıklı çarr muş, yangınlar çıkmış, toplar ölüm saç. mış, dehşet son dereceyi bulmuştur. Sabah sükünet avdet ettiği zaman Rus gemisinde sağ kalan bahriyelilerin mü - him bir kısmının saçlarının bembeyaz ol- duğu görülmüştür. Birçok mahkümlar vardır ki, akşam üstü kendilerine ertesi sabah asılacak- ları haber verilmiş, zavallı adamlar bir gece ıztırab içinde kıvrandıktan sonra şmalar ol - ertesi sabah saçları bembeyaz bir hale gelmiştir. Buna mukabil sakin, nikbin, mütevek- kil insanlarda saç beyazlığı daima geç olur. Bunlarda hayat ihtirasları hemen yok gibidir. Muttarit bir sükünet için- dedirler. Fırtınalı hâdiselerle hemen hiç karşılaşmazlar. Bu gibi insanlarda yal- nız saç beyazlığı değil, yüz kırışıklığı da- bi görül: Beyin — yorgunuğunun, felâketlerin, mihnet ve meşakkatlerin saç ağarmasın- da dalma büyük bir tesiri olmuştur. İh- tiyar babalardan meydana gelen çocuk- larda da vakitsiz ihtiyarlama alâmetleri daima görülür. Yaşını başını almış bir erkek genç bir kadınla evlenip te çocu- ğu olduğu zaman, bu çocukta birçok gay- ri tabilliklerle beraber saç afarması da baş gösterir. Diğer taraftan ayni hal al. kolik babaların, frengili ailelerin çocuk. larmda da meydana çıkar. Bazı hastalıklar da vardır ki, saçların çabuk ağarmasında âmil olurlar, Meselâ şeker hastalığı.. Tababetle şüp- hesiz kat'iyyet beyan etmek caiz olamı- yacağından buna da mutlak diyemeyiz. Fakat ekseriyetle şeker bastalığına tutu- lanlarda bu vakitsiz saç ağarması da vu- kua gelmektedir. Entani büyük hastalık. lar geçirenlerin de iyileştikten sonra bir- denbire saçlarında beyazlık başladığı görülür, mez. Saçların — beyazlanması — ihtiyarlıkta gayri kabili ictinab bir şeydir. Yalnız in- sanlarda değil, büyük hayvanlarda da bu, böyledir. Yaşlı göriller, orangotan- larda daima ayni hal görülür. Bu işin önüne geçmek için münhası- ran, şu veya bu tedbir alınmalıdır, deni- lemez. Umuml hıfzıssıhha kavaidine ria- yet etmekten başka çare yoktur. Bu hususta alkol iptilâsından, frengi- Bahreyn adalarında bir dola İnci nedir, nerede |) nasıl avlanır ? O kirli kahvelerde gördüğünüz fakir kıyı adamların ceblerinde bazan on binlerce | inciler bulunur, onlar inci tacirleridir İstrldyelerin içindeki inciler alınırken Sahne bir Arab kahvesidir. Kahveleri- ni höpürdeten Arablar tahta peykelere bağdaş kurmuş, pabuçlarını, yerde bi- rakmışlar. Akşam serinliğinde cırtlak bir gramofondan vıizildiyan arabca nağmeler dinliyorlar. Üzerlerindeki, ince pamuklu sözüm ona elbiseleri çıkarıp tellâla ver- seniz, aon, an beş kuruş edeceği şüpheli- dir. Böyle olmakla beraber, bunlar, Basra körfezinde en iyi incilerin çıktığı Bah- rayn adalı inci tacirleridir. Fakir görü melerine rağmen, on binlerce liralık Inci- lerle oynarlar. Yanlarında her zaman on on beş adamı senelerce müreffeh yaşata- cak kadar para taşırlar.. * Geliniz seyredelim şunları: Uzun boylu Hindli ile pazarlığa gir meğe çalışan şu sakallıya dikkat ediniz. Bir arada oturdukları, muhabbet kay- nattıkları müddetce, her şeyden bahset- mişler, ama, incinin ismini bir kere ol- sun, ağızlarına almamışlardır. Şarkın, i- tinalı nazekati böyledir, bunu icab etti- rir, Arab, birden kat kat ve lâta kılıklı ce- binden, düğüm vurulmuş yün bir paçav- ra çıkarıyor. Cebinde buna benzer ve si- kı sıkıya düğümlenmiş nice paçavralar yardır, ve o düğümlü bezlerin içinde de satmak istediği inci saklıdır. Hindli 4 eline alıyor, bakıyor, ve dişleri arasından garib bir 1slık sesi çÇı- karıyor. Bu aksatanın olmıyacağını, pa- zarlığın uymıyacağına içarettir. Fakat inci Hindlinin gözlerini kamaştırmıştır, pazarlığa da girişmek istemektedir. Arab takkesini başında bırakarak çöz- düğü sarığını yere yayar, alıcı ile satı- cı, sağ ellerini sarığın altında birleştire- rek tokalaşırlar ve fiatta uyuşurlar. Bu tokalaşışta avuçları birbirine dokundur- mak mukannen bir fiatı ifade eder. Sarık altındâ geçen bü el işareti mu- havereyi, fiatın başkası tarafından dü- yulmamasını sigortalar. Eğer fiatta uyuşulamazsa, akşamın o sessizliğini bir şamata, bir gürültü, pa- tırdı kaplar. Arab Hindlinin sarığımı çe- kip koparmıştır. Alıcı ile satıcının ara- sında müthiş küfürler savurulur, ağız dalaşı yapılır. Bu esnada Hindli verdiği fiatı biraz daha artırmıya karar vermiştir. O zaman tekrar sükünet avdet eder ve eller gene sarığın altında kaybolur, İş gene bitmiş değildir. Bir kaç hırlamadan, kabarma- dan sanra, nihayet pazarlık uyar, İnci, paçavrasile birlikte yeni sahibine geçer. * Körfezdeki inci ticareti eski saltana- tını çoktan kaybetmiş bulunmaktadır. Japanların üretmeğe başladıkları sun'i olmıyan hakiki inciler, körfez inci tica- den uzak kalmak,; bünyevi ve entani has- talıklara yakalanmamak, bilhassa ruhi ve asabi teheyyücat ve sadmelerden son derece sakınmak, normal, muntazam, sa- kin bir hayat sürmeğe çalışmak, metodik ekzersizler, güneş ve deniz banyoları yapmak gibi tedbirler şayanı tavsiyedir. Doktor İbrahim Zati Övet retini âdeta mahvetmiştir. Bu Yaber, ticaret gene devam etm lemektedir. İnci avlamak için denize da siminin en hararetli zamanını maktayız. Mevsim mayısta hurmaları olgundaştıran rüzgüâ yacağı, ve denizi köpük ve sise eylüle kadar devam eder. Şafak söker veyahud da sula ken inci avlamıya mahsus sağ nalar, inci ile dolu sahillere aç Bahteyn şeyhi bütün bu fil şıdır. İnci avcılarının - kılıkları da Burunlarına, burun deliklerini için bir kapak — geçirirler. parmaklarında kösele dır. Boğazlarında da, doldurdukları torba asılıdır. Bunlar mavnanin kenarına bellerine bağladıkları ve ucund. taş bulunan bir halatla suya di 12 kulaç kadar derinliğe inerle: kaldıkları 100 saniye içinde, i ri toplar, sepetleri dolunca, gel latla işaret verir vermez, çekilirler. Avcılar günde 30-40 defa da lar. Körfezde epeyce köpek bal sına rağmen fellâhlara asla d lar. Denizin sathında kıvrıla k: zen müthiş zehirli yılan balik kulâde renkli nebatları andıran lar da bu fellâhlara vız gelir. Bahreynli inci avcıları, incid denizin dibinden tatlı su da çı! zaman, avcılar yanlarına her kili bir keçi tulumu alır, dala: nisbeten menba mahallerindel menbalarından birine yaklaşır, nu dolduyur. Tulumun ağzını d sımsıkı bağladıktan. sonra yul kar, Suy1 * Eski zamanlarda, inci avcıla larından, hattâ dedelerinden, rına olan borçlarına tevarüs kendileri bunları ödeyemedikt: bizzat borçlandıklarını da veri Bu yüzden, daima <esaret> içi lardı. Şimdi bu sistem değişm dir. * Bahrindeki inci tacirleri, Avrupa mücevher modasile alâkadardırlar. Ve bunu kendi rinin barometresi olarak saya! kü inci fiatları, bu iki merkezdi eder, Festival maçları İstanbul Pestival Komitesindi den gelecek olan mühtelit takım buldan çıkarılacak muhtelit takı sında aşağıda yazılı program dâh bol maçları yapılacaktır: 1 — 28 Ağustos cumartesi günü Tuksim stadyomunda Galatasara; taş muhteliti ile - Pire muhteliti. Hakem: Ahmet Âdem, yan Feridun Kılıç, Samim Talu. 2 — 20 Ağustos pazar saat 17 stadyomunda Fenerbahçe . Cünel ile Pire muhteliti,