€ Sayin 'SON POSTA | KADİN Anneler çocuklarına nasıl bakmalıdırlar Çocuk kolayca memnun olur gülümser Fakat buna mukabil pek kolaylıkla ve en ufak şeylerden de mahzun ve hırçın olür. Kederini çığlıklarla ilân der, Çünkü bu Bessiz yaş zamanı değildir. Elbiselerin ilikleniş şekli Farzediniz ki: Elbisesinin arkasına iliş- tirilmiş olan bir toplu iğne yerinden çık- mış olsun. Çocuk sessiz sessiz rahat rahat uzandığı yerde, sırtındaki iğnenin açılı- ganı duymuş olsun. Ne felâket çocuk eti- min üstünde duyduğu bu yabancı temas- tan huylanıp kaçmak istedikçe iğne onu büsbütün incitir. O zaman yavrunun yaygarasının sonu gelmez. İşte bunun için çocuk eşyasını hemen hiç bir zaman - ister çengelli ister toplu- iğne ile tutturmamaya çok dikkat etme- lidir. İğne yerine ince şerit, düme ilik, git çit ve saire kullanılab!lir. Bunları da arkada bulundurmamalı dalma — önde iliklemelidir. Çü arka Üstü yatarken çocuk şerit veya iliğin fazlalığını duyup sinirlenebilir. Eğer mutlaka iğne kullan- mak zarureti olursa onu tıpkı şerit ve saire gibi öne koymalıdır. Bunun için de çocuk gömlekleri, elbiseleri vesair bü- “tün eşyası önden açık olmalıdiır. Korsa - Bel bağları Bazı anneler çocukların bel ve belden yukarısını tutmak üzere kullanılan ke- . ten veya pike (Bel bağları-küçük korse)- lerin aleyhindedirler, kullanmazlar. Bu, yanlış bir düşüncedir. Çocuğu beşiğin- den kaldırıp koyarken elimizin onu in- gitmemesi için bu küçük korselerin pek büyük faydası vardır. İncitmemek için elinizin ne hafifliğine, ne de maharetine güvenmemelisiniz. Çocuk vücudu zanno- lunduğundan çok daha naziktir, Bu kor- senin başka bir faydası daha vardır : sız etmemelerine yarar. Ayni zamanda bebeğin daha pek nazik ve incinmeye çok müstalt olan «büst>» me bir destek olur ve onu korurlar. Fakat destek kuyvetli olsun bu (korsebelba' Bi)nı hiç bir zaman fazla katı bir şeyden yapmamalıdır. Biraz dikçe duracak kâ- dar tok bir kumaştan yapılmış olmaları kâfidir. Baştaki kepek ve kabuklar rinde kabuk gibi beyazlıklar olur. Bun« lar derinin lüzumundan fazla yağlılığın- dan İleri gelir, Eskiler bunu çocuğun sıh- hatine bir işaret sayarlardı. Halbuki bu fikir tamamile yanlıştır. Baş derisinin Küzumundan fazla yağlılığı gayri tabil bir şeydir. Çocuğu bundan derhal kur - tarmak lâzımdır. Bu kabukları su ve sa- bunla yıkamak fayda vermez. Ya vazelin yahut da kold kremle te - mizlemeli. Kabukların üstüne parmağı- nızla hafif hafif - bunlardan birini sürer bir kaç dakika beklersiniz. Fazla yağ kreme veya (vazelin)e karışır. Bir kaç dakika sonra eczalı pamukla hafifçe si- lersiniz. Hiç bir şey kalmaz. O zaman ©- raya bir parça tâlk podrası serpersiniz. Bu ameliye çok basittir. Fakat fazla dikkat ister, Çünkü: Çocuğun tepesi da- ha katılaşmamıştır. En ulfak bir basış veya biraz hızlıca oğma büyük felâketle- re sebeb olabilir. Bu tehlikeyi düşünerek | Fipeer bebeği başındaki kabuk ve kepeklerle bırakmak icab etmez. Yalrız krem sü- rerken, gerek pamukla kurularken eller- nizin temasının çok hafif olmasına dik - kat etmelisiniz. Meyva suyu İnek sütü, anne sütünün yerini tula - bilen en iyi gıdadır. Fakat ondan bir far- kı var: İnek sütü daha fazla besleyici ve daha ağırdır. Anne sütü kadar lint verici değildir. Bunun için Çocuğa daha yarar hale koymak lâzımdır. Taze meyvVa suları bu hususta pek faydalıdır. Bunlar hem inek sütünü hafifletip çocuğun tabil gi- dası olan anne sütüne daha ziyade ya - kınlaştırır. Hem kaynamış sütün kabız verici mahzurunu giderir. Hem de bol (vitamin)i olduğu için bebeğin neşvüne- masına yardım eder. Bebeğe verilecek meyva suyu portakaldan, kirazdan ve el- mMadan alınabilir. Bilhassa portakal ve el- ma suları çok müesserdir. Hazmına yar- dim eder. Bü iştiha açıcı gıdayı çocuk mutlaka sever. Eğer sevmez, yahut ko - layca hazmetmezse bunların yerine do- Tüteğ “suğunü' da, teörübe edebilirsiniz. Bu salar çocuğun emziğinden ya saat öhce yahut da iki sââ teonra tatlı ği- le içirilmelidir. : Çocuğa derece nasıl konulur? Çocuğun hararetinin yükseldiğini fark Bazan pek küçük bebeklerin tepele -İeder etmez derhal derecesini almalıdır. Hakaret sayılan İltifatlar Çarşambadan mavi kâğıda - yazıl- mış bir mektup yollıyan kadın oku- yucuma: Tanımadığı bir kadına selâm ve- ren bir erkek bu hareketi cemiyet hayatında meselâ bir salona girip çı- karken yapmiş ise bir nezaket lâzi- mesini yerine getirmiş sayılır. Fakat sokakta tanımadığı bir ka- dma selâm veren, mukabele görme- diği halde müteakip tesadüflerde de ayni harekette ısrar eden, biraz son- ra da kadına yaklaşma işareti yollı- yan erkek.. kaba, saygısız, küstah bir adamdır. Yanılıyorsunuz, yüksek tahsil görmüş bir aile çocuğu olamaz. Hayır, yanına giderek: — Benimle evlenmek istiyorsanız aileme müracaat ediniz, maksadınız eğlenmek ise bir başkasını arayınız. Demenizi doğru bulmam. Teati edeceğiniz birkaç kelime bile müna- kaşanın uzamasına sebep olabilir, tehlikelidir. Yapacağınız şey boyu- na yağmakta olan selâmları görme- den geçmektir. Alelhusus düşünmelisiniz ki, bu adam size yanına gitmeni işaret etmekle hakaretin en büyüğünü yap- Maış, sizi bir saniye içinde bir bar ka- dını derecesine indirmiştir. TEYZE Örenler, örülenler Epey zaman evvel bir delikanlı şairin bir şiirini okumuştum: «Anlamadım bu ne iş,» dek a «Bayanlar yün örüyor... <Ellerinde iki şiş;> «Bayanlar yün örüyor.. «Evde, bahçede, parkta,» «Bazan durup sokakta;» «Kâh yerde, kâh ayakta, «Bayanlar yün örüyor..> Delikanlı şairin hakkı varmış. Bayanların yün örme merakları haki- katen çok salgın. Kışın o kış giyecekleri- ni, yazın da gelecek kışa giyeceklerini hazırlamak için yedisinden yetmişine ka- dar hepsinin ellerinde şiş, kucaklarında yumak var ve elleri durmadan işliyor. Ne mi örüyorlar? Ne ise tehlikeli değil, kimsenin başına çorap örmüyonlar ya, kendilerine kazak örüyorlar. * Kadınlar haklıdırlar.. büfün erkekle- rin kılıbık oldukları bu devirde kendile- rine yünden kazak örüp müteselli olu- yorlar, Yün ören bir kadını sakin kızdırayım demeyin, elindeki şişi gözünüze batırır ha! Yün yumakları kucaklara dökülüyor, şişler ellere alınıyor. Eller işliyor, bura- ya kadar iyi., fakat çeneler de işliyor. İş te bu fena! * Ben yünlü giymekten hiç hoşlanmam, koyunun yününü giyince koyun gibi ab- dallaşırım diye korkarım. Haminnem tentene örerdi. Ne ince ruhlu kadın! Karım da yün kazak örü- yor, ne kaba ruhlu! 4 * Buklet yününü örmek bukleli bir genç kıza çok yaraşır.. makafna yününü ör- mek de bir İtalyan madamına! 'SET ada sarseremcesaneAKALAL A anaran nneler dereceyi büy oldu- ğu gibi çocuğa giyili olduğu halde koyar- lar. Derecenin ucu elbiselere temas eder. Hakiki ateşi göstermez. Çocuğun derece- iyi şöyle alınır. Sağ kolunu soyunuz İ dereceyi çıplak koltuk altına koyup çı- karıncaya kadar çocuğun bu kolunu kı- mıldatmamasına dikkat ediniz. (Resim- de görüldüğü gibi) Bir yaşından küçük çocuklara güneş banyosu yaptırılabilir mi? Bu mesele çok nazik ve mühimdir. Bu Katdar küçük çocukları hiç bir zaman bütün vücutlarile güneşe tutmamalı, Ön- ce iki dakika yalnız ayaklarını güneşe Röstermeli. Ertesi gün kollarını, daha er- tesi günü bacaklarını.. daima yalnız iki- şer dakika... Böylece çocuk yavaş yavaş güneşe alıştırılabilir. Fakat hiç bir zaman uzun müddet güneşte bıfakmak doğru değildir. Bütün vücudünü güneşe gös- tereceğiniz zaman bile başını ve ensesini örten beyaz bir güneş şapkası giydirmeyi ihmal etmemelisiniz. Çok küçük çocuğa su verilir mi? Bazan çocuk hiç bir rahatsızlığı olma- dığı halde ne yatağında, ne de kucakta bir türlü rahat ve sakin durmaz. Müte- madiyen kımıldar, sinirlilik gösterir. Bu sebebler hırçınlık ekseriya susuzluktan ileri gelmektedir. O zamana kadar su iç- meye alışmamış bile olsa vücudündeki su ihtiyacından çocuk rahatsızlık duyar ve bunu hallerile gösterir. Derhal biraz suyu kaynatıp iyice so - Buttuktan sonra bebeğe yudum., yudum içiriniz. Rahatlaştığını görürsünüz. Bu suya portakal suyu da katılabilir. Ve pek iyi olur. İki kaşık suya bir kaşık porta- kal suyu katıştırmak kâfidir. Alelâde su- yu da, meyva suyu gibi çocuğa emzikten ya bir saat önce veya iki saat sonra ver- melidir. Emzik nasıl temizlenmeli? Her kullanıştan sonra şişeyi kaynar su ile iyice çalkalayınız. Ve kullanılmadığı zamanlar daima kaynatılmış temiz su ile dolu bir kabın içerisinde bulundurunuz. Bu kabın üstünü . sineklerden ve tozdan korumak için - bir tülbentle örtünüz. Eğet uztm şişe şeklindeki emziklerden kullanıyorsanız kullanılmadığı zamanlar bu şişeyi mutlaka kapalı ve temiz bir kap takılan lâstik uçlar her kullanmadan sön- ra tuzlu suda iyice çalkalanıp yıkanmalı- dır. Kullanılmadıkları zaman da kapalı bir kutuda saklanmalı, emziğe takılır - ken ucuna parmak dokundurmamayı dikkat etmelidir. .#x Yurdda tayyare ile seyahat edenler artıyor İIstanbul üzerinde bir saat Havayollarının tayyarele- rile 4500 yolcu seyahat etti, 7500 kilo gazete nakledildi üSN Tayyareden İstanbu la bir bakış Ş Hikây& meşhurduür: Adamın birisi, sı- cak bir yaz günü, buzlu bir hoşaf kâse- sinin başına geçmiş. Midesinin harareti- ni söndürmeye girişmiş. O sırada kargı- sında oturan bir fukara, habire yütkunur durürmuş. Beriki, buz gibi hoşafa her kaşığı çaldıkça: — Oft... Öldüm! dermiş. Biçare fukara, nihayet dayanamamış! — Bana bak, demiş... Artık yazıktır sana... Şu kaşığı bırak da, biraz da ben öleyil ! * Bu maruf hikâyeyi, dün, Havayolları- mın tayyaresile İstanbul üzerinde uçar- ken hatırladım. Pirinç kenarlıklı maroken koltuklara gömülüp, kübik pencerelerden gittikçe aşağıda kalan şehri seyretmenin zevki- ne doymak, bir yaz günü, buzlu hoşafa doymaktan da zor. Ve mübarek tayyareciler, bizim kırk yılda bir duyduğumuz bu zevki, her gün doya doya tadarlar da, üstelik kahraman geçinirler. İnsan bunu düşününce, hoşafı kaşıkla- yıp da: — ÜÖldüm! diyen zenginin karşısında oturan fukaranın isyanını duüuyuyor. Ve tayyareciye: — Bana bak! Artık yazıktır sana... Sen in de, biraz da biz kahramanlık edelim! Demek arzusunu duyüyor. Çünkü bugün artık, dünyanın en emin, en hızlı, en rahâat, en eğlenceli ve en ucuz nakil vasıtası haline giren tayyareye bin- mek, tayyarelerin bu derece tekemmül- den çok uzak bulundukları günlerde ol- duğu gibi bir kahramanlık değil, doyul- maz bir zevktir! a Binaenaleyh artık, tayyarelerle yapi- lan kahramanlıkları alkışladığımız ka- dar, tayyareyi tehlikeli bir nakil vasıtası sayıp da tayyareye binmeyi bir kahra- manlık sayanları ayıplıyalım! * Dün Yeşilköyden tayyareye binerken, elime bir kese kâğıdı verdiler, ve: — Eğer, dediler, hava tutarsa kullanır. sınız! — Lüzum yok! « Belli olmaz! Az evvel gezdirdiğimiz arkadaşlarınızdan birisi dehşetli bir bu- lantı geçirdi de! — Ben bulantıdan kurtulmanın çare- sini bilirim! Merakla sordular: — Nedir? — Yukarıdaki temiz havaya kavuşun- ca, aşağıdaki pislikleri hatırlamamak! Tayyare havalandıktan sonra, pilotla konuşuyoruz. Onun suallerimize dikkat- le cevab verişi, içimizdeki bütün endişe- leri gideriyor. Anlıyoruz ki, vatmanla, şoförle konuşmak bile tehlikelidir. Fakat layyare pilotile konuşulabilir. Çünkü tayyare, otomobilden, ve tramvaydan bi- le tehlikesiz bir nakil vasıtası olduğu i- çindir ki, onu.kullanan pilotun dikkatini ikiye taksim etmesinde hiç bir mahzur yoktur. Pilottan öğrendiğimize göre, Ha- vayollarının, Ankara-İstanbul-İzmir ara- Bında her gün gidip gelen tayyareleri, şimdiye kadar tam 600 sefer yapmışlar. 4500 yolcu, 7500 kilo gazete, 1375 kilo ba- ğaj taşımışlar, Tayyareler her seferden sonrâa ince muayeneye tüâbi tutulur- muş. Tayyare, İstanbulla Ankara ara- sındaki mesafeyi bir saat 530 dakika çine — de aşıveriyormuş. Yani sabah kahvaltıtım İstanbulda yapanlar öğle yemeğini Ankarada yiyes biliyorlarmış. Yakında on iki kişilik taye' yarelerimiz gelecekmiş, O zaman, Ankas raya gidip gelmek 36 liradan da ucuza mal edilebilecekmiş. Şimidye kadar tas, şırımış olan yolcular, idârenin bütün 19« rarlarına rağmen, en küçük bir şikâyetta bile bulunmamışlar. Bu yüzden, tayyas reyle seyahat edenler, gün geçtikçe artı« yormuş. Nitekim, idarenin 1933 yılmdâg& 8699 lirayı güç dolduran hasılâtı geçen sene tam 30345 liraya yükselmiştir. ğ Bu gidişle, yakın bir âtide, yolcu nake liyatında şimendiferlere, vapurlara çok az iş düşecekmiş. Havayollarının şikâyet kutusu, gibi, vuükuat defteri de bomboş duruyormuş. Çünkü seferlerin başlayışından bugüne kadar, en ufak bir kaza bile kaydolunmâae mış, Beferlerin çoğaltılmasına ihtiyaç ha« sıl oluyormuş. Maamafih, postayı kaçıs n;ılnr. isterlerse, saati 80 liradan tayyard kiralıyabiliyorlarmış. Nitekim, evvelki gün, Bayan Afet, Ankaradaki vazifesine; saat hesabile kiraladığı bir tayyareyle yetişti! Pilotun verdiği bu sevinçli haberler, bol ve temiz havaya kavuşmaktan doğan neş'emizi büsbütün artırıyor. İstanbulun 300 metre üstünde, ve 250 kilo metre sür'atle üçuyoruz. Pilot: — Haydarpaşa üzerindeyiz! diyor. Pencereden bakıyoruz: İnsanlat karın« ca, evler oyuncak, ağaçlar birer küçül üşık buketi, ve trenler kara birer kırka* yak yavrusu gibi görünüyorlar. Pilot, biz daha Haydarpaşayı tanıya* madan sesleniyor: — Üsküdar... Üsküdarı görmeye vakit bulamadalt pilotun sesini duyuyoruz: — Beylerbeyi! Gözlerimiz Beylerbeyini- bulamadafi pilot: — Taksim! diyor! Mesafe, sür'at mefhumunun iflâsın! görmek, ve beşeriyete tepeden bakmak insana esrarlı, gizli fakat çok tatlı bi gurur veriyor. Karaya dönerken içimizde âdeta, tah* tından azledilmiş birer hükümdar inkisâ* rı var: Az evvel karınca gibi gördüğümüz if* sanlar arasına kavuşacağımızı... Oyuncl* ğa benzettiğimiz evlerde oturacağımızlı." O buket kadar ufak gözüken ağaçlardaff gölge dileneceğimizi, 6 kırkayaklara bis neceğimizi... Az evvel beş dakikada REF” tiğimiz yerleri 5 saatte dolaşabileceğifti” zi hatırlamak, yüreklerimize acaib bir ine kisar veriyor. © zaman, pilotun az evvel söylediği bi sözü hatırlıyorum: — Tayyarenin, diyordu, m—yık?l“'ı vardır. Saati B0 Tiradan tayyare kiralar yıp, İstanbul üzerinde saatlerce uçan hat va tiryakisi zenginlerimiz var! Onlara hak vermemek elimden gelmiya“ Ve tayyareden inerken: — Bereket, diyorum, zengin ÜCĞ“W Yoksa bu tayyareler beni mutlakâ iflâsü z sürüklerdi! Naci SadullaP —