ci: 'Tâ uzaklarda, «Haiti» nin dağları bir Bür siyah bulut gibi, sanki semada mu” #llük duruyor; enguvanileşmiş sisler a- Tasından bu dağların yalmız sivri tepe- göze çarpıyordu. , Ben ve Kont (Lukner), dört direkli (Mopelia) gemisinin baş tarafında, ta- Mam civadirenin önünde ayakta duru. < Yör, gemi ile yarış eden yunus balıkla- , Tini seyrediyoruz. Kont (Lukner) süvarisi bulunduğu kenlinin, mavi denizin dur- hını beyaz köpükler saçarak a dalgın, dalgım bakarken çok likkat bir şahsiyet hakkında şu ati veriyor: Meraklı ve acaib sergüzeştler, he- Yecanlı deniz kazaları ve batış macera- arı emek mi istiyorsunuz? Kanlı is- Yanlar, tebdili kıyafet ederek kaçışlar, kudurmuş tayfun hikâyeleri mi işit. Mek arzusundasınız? Harbıumuminin ©h kahramanca deniz çarpışmalarına, Bemiler zaptedilmesine; tahtelbahirle- Tin, tuzak gemilerinin faaliyetlerine şa- .11 olmak mı niyetindesiniz? Öyle ise Bütün bunları fani bir ömre sığdırmıya Müvaffak olan dostüm kaptan «Juley B_ub"îhımv a müracat Şayet İ Sönlünü eder de kendisini söylet — Seniz astımızın en şayanı hayret ve ha- kiki bir deniz romanını elde etmiş o - hursunuz |. Konta bu kaptan «Juley Bum-Bum»- :71 kim olduğunu sorduğum zaman de- .& ki: | — Kaptan eJuley Bum-Bum», kap- n «Julius Lauterbah» ın müstear İs- Mi; lâkabıdır. Harbtumumide büyük bir #öhret kazanmış olan meşhur Alman Sorsan kruvazörü «Emden» in macera- örmı hatırlarsınız değil mi? Kaptan *Lauterbah» bu kruvazörde seyir zabi. Lâkin sergüzeşti, maceraları bu örün harekâtına inhisar etme: *SEmden» onun maceralarından ancı Ptk küçük bir kısmını teşkil eder. Bi Tüz izahat vereyi ediniz. tindan otuz sene kadar evvel Çin s: lerinde başlar, Hiç şüphe yok ki do: Mmun «Emden» deki maceraları da şa: Yamı dikkattir. Fakat asıl sergüzeşti ıda Wfhlar hiç mesabesinde kalır. ina neler gelmemiştir ki... Meselâ da zuhur etmiş olan müt. li kaptan eBgm-Bu Hele Hattı istivadaki ha inden bir kaçışı ve İngiliz Istihbarat leri tarafından takib edilmek $: vardır | kimseler için kaptan (Lauterbah) ele r ken- y ri olarak getirene sterlin vâdettikleri halde das. k sıyırmıya muvaffak olmuş- tü Sonra tuzak gemilerine kumandan t'ı'iuğ'ıı zamanki sergüzeştleri; nihayet leşhur korsan gemisi «Möves» nin sü- Varisi sıfatile yaptığı . Ne diyo- Tum size! Ben dünyada böyle bir adam Gaha görmedim.» ,*Hr:'aııuııu:nîdc başardığı işlerle biz- n']“ kendisi büyük bir şöhret kazanmı. &n Kont «Lukner» gibi bir kahrama- 2t ağzmdan çıkan b am.Bun» un pek ede is adam olduğunu kâfi de £ (Lauterbah )- ezdinde tal a yapmış olduğum bir Bt €4 Haa (Lauterbah) dan sık sık bahse; er kaptan £ hilkatto <— SON POSTA Denizlerin Mal_ıygv_eli Kaptan/Bum : Bum Çeviren : Ailem aile değil, Alman ordusuna zabit yetiştiren bir fabrika idi, buda benim işime gelmi Kaptan Bum-Bum (Lawterbah) miş; kendisinin asri bir «makyavel» ol- | duğu zikrolunmuştu. Hattâ tahtelba- |hir süvarilerinden birisi bu zat hakkın- da: — Sergüzeştlerinin tenevvü ve aza- meti hususunda hiç birimiz doğrusu (Lauterbah) a erişemeyiz. Bu adam cihanın bir ucundan diğer ucuna kadar gidip«gelmek şartile o kadar acaib, o kadar şaşılacak maceralar geçirmiş - tir ki insan bunları masal zanneder.. de- mişti, Şimdi Kont «Lukner» de şayanı hayret adamdan bahsediyordu. Kendisine (Lauterbah) a neden dolayı kaptan (Bum-Bum) lâkabını takmış ol- duğunu sordum. Gülerek cevab verdi: — Ben henüz genç ve bir gemide tay- fa çırağı iken iri, yarı; şişman; daima neş'eli Müslüman bir süvarimiz vardı. Ben bu adamla cenub denizlerinde u- zun seferler verdim. Kendisine (Muley Bum-Bum> derdik. (Lauterbah) da iri İEyarı; şişman ve dajma neş'eli bir kim. sedir. Ne zaman kendi: görsem (Mu- ley Bum-Bum) u hatırlarım. Ben de kendisine bu lâkabı taktım. Kont! İri yarı ve şişman adamlar ekseriya lâpacı olurlar, sergüzeştlerden pek hoşlanmazlar, Demek ki «Lauter- bah» bu kaidenin bir istisnasını teşkil ediğor, öyle mi? sen dostumun acalb tara dan birisi; sergüzeştlerini daha heye - canlandıran noktalardan, bir tanesi de budur ya! Harbiıumumi ilân edildiği zaman kendisi Aksayişark limanları a. rasında seferler yapan büyük bir va- İpurun arisi idi. Bizzat kendi hi | tımı nazarı dikkate alacak olursanız öy: eyleri takdir edecek mı tasdik eder: Deniz maceralarını; efsane telâkk lebilecek cesurane ser; bana bu | edi- âzeştleri seven geçmez bir tiptir diyorum size.., Bu kat'i ifade karşısında «Bum-Bum» gibi acaib bir lâkab taşıyan bu kaptan (Lauterbah» la alâkadar olmtya baş dım. Ve «Emden» kruvazörünün se tmi harbiye zabiti; Baltık deni- tuzak gemilerinin ve bilâhara «Möve> korsan kruvazörünün süvarisi maruf htiyat bahriye binbaşısı «Ju- Hus Lauterbahs n maceralarını kendi ağzından işitmiş olduğum gibi aynen neşrediyorum. Bütün vekayiin muhay- | yele mahsulü bir hikâye ve roman de- | küçük teferrüatına ka: «miş a lüzum görüyorum, Çünk Öözü maruf kaptana bırakalım —2İ- DENİZDE..... Almancada «Lauterhah valsi> isnıî'n-luıl' olarak mekteblen çikardım. Ahmet Cemalettin Saraçoğlu yordu de bir şarkı vardır. İlk mısraı şöyle baş- lar: «Lautorbah! Ben çorabımı kaybet- tim...» Benim ismim de «Lauterbah» olduğundan hele bira içilirken can ve gönülden terennüm edilen bu şarkıyı pek benimsemişimdir; bu vals âdeta benim şahsi marşım olmuştur. O kadar ki sık sık devam ettiğim birahanelere; lokantalara ayak atar atmaz şayet bu lokanta veya birahanelerde bir çalgı warsa, mutlaka bu vals çalınmıya t lanır. Görülüyor ya! «Lauterbah» ismi ta- nınmış bir isimdir, fakat bu ismi taşı- mıya hak kazanmak için bazı şartlar vardır ki bunlar da daima neş'eli ve hovarda olmak; birayı sevmek ve hele kuru ve sıska olmamaktır. Bunu ben değil 0 meşhur valsın misraları söylü. yor. Ben şahsan bu şeraiti haiz olduğu- mu zannediyorum, çünkü: Evvelâ pek neş'eli bir adam olduğumu b tekrar ederle: sıya âşi n üheba saniyen biraya çıldıra- m; salisen ağırlığım (115) ki- lo olduğundan pek zayıf bir kimse te- lâkki edilemem. Lâkin boyum bosum da ağırlığıma uygun olduğundan öyle| tostoparlak, fıçı gibi «yüz kiloluk» lar-| dan da değilim. Şişman Almanların hemen hepsi ho. ğazlarını se r; . Onlardan ay- rıldığım bir nokta varsa onların fazla | harekete, yorgunluğa yüz! sına mukabil İ e di 'e maceraperest olmaklığımdır. Bu arla tevazudan ayrılmış ö l şartile (dünyanın en macerapere! kosu) yenl diyebilirim. (1914) senesinde milletler birbirleri- nin gırtlaklarına atılmak için kolları. | nı sıvadıkları zaman, ben pek çok var kittenberi Çin denizinde kaptanlık edi- yordum:; Şark denizlerinin bütün kıyı- larını, bucaklarını iyice bilen bir k.;p- tan idim. Benim için istenecek bir şey yoktu; zira Çini ve Çinlileri can ve gö- nülden seviyordum. «North Cermene hattt sey faln şir. ketine mensub zarif bir posta vupu;u— nun süvarisi sıfatile (Vladivostok) dan (Singapur) ve (Bombay) a kadar ne kadar liman varsa bepsine sefer ediyor ve bu denizlerin her akıntısının, her ka- yalığının, her kumsalının âşinası bu- lunuyordum. Hele şarkın umacısı olan (Tayfun) hakkutda ve bu berbad rüzgârın cehen- nemi şiddetini lamak hususun çok tecrübelerim vardı, Harbten evvel Avrupalılar Uzak yata, bu âsude yaşayışa bir nihayı di. Biraz da size tercüme! halimden bah- sedeyim: Ben Baltık denizine sahil şehirlerden | «Rostok» da doğdum. Sizin anlıyacağı- nız yah uşağıyım. Ailenin bütün efradı orduda zabit idiler, Den'lebilir ki, «La. uterbah» ailesi sanki orduya zabit ye- ştirmek için kurulmuş bir fabrikadır. Babam benim de bu âile an'anesine ria- yet ederek zabit olmaklığımı arzu edi- yordu. Hıik, mık ettim. Çaresi yoktu. İster İstemez «Lihterfelde» harbiy idadisine altı yıl devam ettim. K steyen —âske zabıt ve disiplinine bir türlü aradılış itir k ki ben de za- daykası ver) İyirmi beş kuruş MİZAH Şairlerin toplantısı Yazan: İsmet Hulüsi — Şairler, Tavukpazarında toplanmış, festivalde bir şiir gecesi tertibi için kü- nuşuyorlar! demişlerdi. Başımı şapkama, sırtımı ceketime üy- durup matbaadan fırladım. Ve soluğu 'Tavukpazarında aldım. Sıra kahvelerden birinde hararetli hararetli konuşuyorlar- dı. — Her halde burasıdır! Deyip içero girdim. rer girmez farkına — varmadan ka- pıya yakın oturan Yahya Kema- lin nargilesini devirmişim. Şangırtıdan kendime geldim. Yahya Kemalin sesini duydum: kiya meclise gel cismime gelsin canım>, tövbeler, ol sağare — kurban olsun>, sAyağın sakınarak basma aman sul - tanım>», «Dükülen mey kırılan şişei rindan ol- suns, Demek ki darılmıyoardu, dövmiyecekti; bundan cesaret alıp içeri girdim, — Hey zair evvelâ kral tahtının saça- ğını öp! Florinah Nazım bir peyke üzerine buğ- daş kurmuş ofurmuştu. Başında mu - kavvadan bir taç vardı: — Bendeniz tebaadan olmadığım saçal mekten muaf tutulabilirim. Dedim, Ve bir köşeye oturdum.. Artık imle alâkadar olmuyorlardı. Florinali söylüyordu: — Beni dinleyin, tabai sadıkam, Fos- tival denilen aşta bizim de bir avuç tu- zumuz olması için gelin de biz de bir şiir gecesi tortip edelim. — Edelim!,, sesleri.. Halid Fahri: — Ben bir şey arzedeceğim. — Arzet, dinliyelim. — Bu şiir gündüzü olmayıp gecesi ol- duğu için buna baykuş gecesi gibi bir isim de verebiliriz, Nurullah Ataç — Tenkit ederim, ken- disine teklâm yapmak için böyle bi lepte bulunuyor. Yahya Kemal — Bön Saadabat gecesi ismi verilmesini daha muvafık bulurum. Nazım Hikmet — Hayır dâhi, hayır ol- maz. Makinalaşmak gecesi diyelim. Nurullah — Yanlış, makinalaşmak de- nilmez, makineleşmek denilir, şiveye e hatadır. Necdet Rüştü — Ne o, ne bu; benim teklifim daha başka, biz buna büsbütür başka bir ad verebiliriz. Meselâ, meselâ si de denilebilır. bu geceye verile- Fakat gi- <Ahtlar, içir ben Şiir satışımın — ölçi cek en iyi isimdir. Orhan Seyfi — Necdet Rüştü herkesi kendi terazisile tartmak istiyor, fakat o- nun terazisi şimdi Emlâk Bankasında maaş cüzdanı tartıyor, Böyle şey olmaz. Yusuf Ziya — Akbaba gecesi demek daha muvafık olmaz mı? Orhan Seyfi — Kabul! Paruk Nafiz — İki ortak anlaştılar am- ma, bizi kandıramazlar. Kabul etmiyo- rum. Florinalı — Krall leyi halledecektir. diyelim, Hep bir ağızdan — Olmat.. 'Yahya Kemal — Şiir gecesi desek. F bi i'da seleyi hallediverdi. Eğer bi ha uzun uradıya münakaşı tık ik makamı bu mi Şiir kralının ge e- me- O gece ben bir mil, b yüz d şiirimi ok ) Hikmet l F rum. zım — Üst. Florinalı — Üstat deme, kral, de, | yasayı bilmiyorsun, yahut ta... |ta mısra nedir, onu bilmiyorsun, Florinalı — Ben kral olayım da bilmi« yeyim, buna imkân var mı? | Yusuf Ziya — Bu münakaşa kâfi zan- | nederim. Hep bir ağızdan — Kâfi! Yusuf Ziya — Ben Aşk mektebi opere- tinden bir şarkı okuyacağım. Orhan Seyfi — Beraber okuyalım. Yusuf Ziya — Hangisini? Orhan Seyfi — Benim derdim sende çok! Halit Fahri — Benimki ikinizin der * dinden de çok ya! Ali Ekrem — Dert çok, hem dert yok düşman kavi, talih zebun! Nurullah Ataç — Aman doktor, canım cicim doktor, derdime bir çare.. Yahya Kemal — Kâfi dert dinlemiya gelmedik, Derdi olan Marko Paşayı gimn. O dinler. Şimdi burada bizim işimiz festivalde bir gece tertip etmekti. Nazım Hikmete döner:; — Sen söyle, aen ne oku; | Nurullah Ata — İmlâ yazarsa göstersin, ben tash Nazım Hikmet — bana ıraat okumam, şiir im, yalnız şir okuduğum yer sağ olmalı. Yahya Kemal — Benim gezineceğim 'er gibi. Nazım Hikmet — Evet Yahya Kemai nasıl çürük yerde gezinemezsa, ben dae, şiir okuyamam, — Neden? | Nazım Hikmet — Çünkü sesimin tesi- rinden camlar kırılır, tavanlar çökez, dö- şeme tahtası eğrilir. — Böyle bir yeri nasıl bulmalı! Halid Fahri — Ben buldum. — Ne buldun? Halid Fahri — Bir kafiye buldum. — Biz de yer buldun zannetmiştik. Halid Fahri — Afletmişsiniz, benim yerim yurdum yok değil ki. Bu sırada kapıdan içeri Necip Fazıl dürdi: Necip Fazıl — Ben adam yaratıyorum Yahya Kemal — Adam yaratacağına Nazım Hikmetle, bana bir yer yarat . ,gökmesin, Nocip Fazil — Çöker, — Ne çöker? şi Necip Fazıl — Şehir tiyatrosunun sah- i çökel — Niçin? Orada adam yaratacağım iç: m B — Üzerine su dökecek misin? Necip Fazıl — Tabil dökeceğim.. - Yusuf Ziya — Su da dökecek, gübre |de koyacak, sonra tohumlar filiz halinde topraktan çıkacaklar, büyüyecekler, bu da biçecek. Orhan Seyfi — Necip Fazıl, sakın onla- rı biçtikten sonra Babıâliye salıvereyim deme, rızkını veremeyiz, açlıktan ölür - ler. / — Açlık! Açlık sözü üzerine oradakilerin hepsi ağızlarını tex i size on şür okuyayım, ruhunuz karnınız açsa işte izin gibi benli karınla: arının aç olduğunu tahmin © Doyurr «Doysun ruhlar ü Gid eİşi gücü yoksar, (Devamı 10 uncu sayfada) Tdu elinde üsa),