İngilizler, tiyatroları evlerinden seyrediyorlar Londrada yeniden televizyon istasyonları yapıldı, bu istasyonların neşriyatı 100 kilometrelik bir saha dahilinde çok güzel ve net şekilde alınıyor Londra, (Ağus « Londranın — tos) Mmeşhur fen müze « sine uğrayanlar bu son haftalar - içinde büyük bir yenilik i. de karşılaştılar, At katta bu muazzam binanın hemen bü - tün bir cenahı tele« vizyona tahsis edil. mişti. Ve bu sahada İngilterenin - tele « pan her fabrikasına yeniliklerini göste « rebilmeleri için ge - niş birer saha verile mişti. ; Televizyon ma . kinesi yapan fabrikaların Bu müsaade-|resmini, bir spor müsabakasını, bir de | den istifade şekilleri şöyle oldu: canlı mülükatı seyrettirdi. Yarın daha Her biri kendilerine verilen yerde|ileriye gidecek, sokak hâdiselerini gös- - ötuzar, kırkar kişi alabilecek küçük bi-|terecektir. Esasen şimdiden kâfi dere- Ter tiyatro yaptılar, sahne yerine 2 şer,|cede tertibat almıştır. Verici birer is- | üçer metre genişliğinde birer beyaz|tasyon halinde iki tane kamyonu var - perde gerdiler. Karşısına birer makine|dir. Hâdise yerine bu kamyonlar gi » * koydular ve halka: diyorlar, ses ve manzarayı alarak feza- K — Buyurunuz. Makinelerimizin ka -| ya veriyorlar, verdikleri mevceyi bü - biliyetlerini görünüz, mükâayese edi “|yük istasyon alıyor, daha kuvvetli mev — miz, dediler. ce ile tekrar neşrediyor ve siz evinizin Bu dakikada Londranım büyük bir|bir köşesinde, makinenizin karşısında — televizyon istasğyonu vardır, günün muh | yüz kilometre ötede olup biteni görü - telif üç zamanında faaliyete gelir. Bir| yorsunuz. filmi, bir hâdiseyi, bir konseri resimli Bu şekilde bir kaç defa alınıp veri- olarak neşreder. Bu saatlerde müzenin|len seslerle resimlerin titrek - bellisiz, televizyon tiyatroları hıncahınç dolu -|flu olduklarını sanmayınız, meselâ kü- dur. İsteyen gelir, seyreder ve dün bir|şad resminde bulunanları simaların - hayal nazarile bakılan televizyonun bu| dan tanımak pek âlü mümkündü. gün bir hakikat olduğu kanaatini edi -| — Televizyonun imtişar sahası bugün mnerek evine döner, 100 kilbmettedir. Fakat bir kaç gün İngiliz istasyonunun neşriyatı sa -|evvel Londradan 150 kilometre uzakta dece sinemaya, konsere inhisar etmez. | oturan bir zat emisyonları almaya mu- geçen gün makinesi olanlara bir küşad! vaffak olduğunu bildirdi. Bunun üze - CÖNÜL İSLERİKZ Muhabere ile yardım gösterebilirdi. Bu noktayı kaydettikten sonra is - Evlenmek istiyen Heliğeni söyüüyöyl: Bir genç Gazetede Büyükadadan — yollanmış ,|fedilecek bir gayretin mukabilini beş Betediyemizden İstiyoruz ! (Baştarafı 1 inci sayfada) kayor ve öldürüyor. Kedinin serseri ol- - miyamı yoktur; o, tam münasile nan - kör bir mahlüktur; kendi işi olduğu za man fevkalâde zeki, siz ondan bdr şey istediniz mi alabildiğine ahmaktır, Hod gümhöın ve nankörlüğün — timsedidir. Yegüne meziyet olarak kendisine atler dilen şey, sıçağları tutmaktır. Eğer ke- diden çok fazla zeki olan sıçan, ken « disini ona tutturursa! Eğer döl vermel- te emsalsiz bir kuvveti olan sıçanlardan bizi kedilerin korumâsı lâzım gelseydi, vay halimize! Her kedi hayatında ancak bir kaç sıçan twlar, halbuki her sıçan senede yüz sıçan olur! Son zamanlarda İstanbulu istilâ et - miş olan bu kedilerin ortadan kaldı - rılmasına diyecek hiç bir söz yoktur; hattâ bunu düşünmüş olduğundan do- layı belediyeye teşekkür bile ederiz. Fakat, bir mesele var ki üzerinde dur. mak isteriz. Kedileri toplamak için kullanılan u- sul iyi değildir; bir kedi getirene beç kuruş vermek fikri ne taraftan bakılsa sakattır, çünkü, ne de olsa kedi bir ha- yattır; bir hayatı yok etmek için sar - Bedbine göre kuruşla ölçmek, hiç de güzel bir şey Yazan : Salâhattin Enis olmuyor. Kaldı ki, bir kedi avlamak mukabilinde beş kuruş almak için ça-| , tebiliriz; bu takdirde eaddelerine ©- lışacak insan bulmak güç olduğu için|yun şahdamarları dersek sokakları da bu iş serseri çocuklara kalıyor, Kim bi-| pun ince kan damarlatı olarak tavsif Jir hangi sebepten dolayı sokağa düş-| .. Kabul edebiliriz. Vücudumuzda — ince müş olan bu zavallı serseri çocuk, $0- | 4 marlarla şahdamarları nasıl edebi bir kakta bir kedi gördü mü, derhal gözü"| yan mübadelesi içinde kaynaşırlarsa nün önünde beş kuruşların, kendisi gi-| Agdeler de muhteviyatını sokaklara ve bi kirli, fakat altın gibi sarışın hayali| o xaklar da sakinlerini caddelere itip Şehirleri pekâlâ insan vücuduna bem-| Her çey nasıl cins cins ise mahallenim ganlanıyor ve hemen onun peşine dü- şüyor. Hayır, biz çocuğumuz olduğu za man kendisine güzel, yüksek, nezih şeyler öğreteceğimiz bu zavallı serse - ziye, bir hayatın kıymeti | beş kuruş » tan ibaret olabileceğini öğretmiyelim. O küçücük serseri büyüdüğü ve büyük bir serseri olduğu zaman artık onda hayata hürmet duygusu bulunmıya - caktır. O zaman beş kuruş için değilse bile beş lira için insan, öldürmeği & günebilir bir adam olması dür, Sokaklarda dolaşan bu bedbaht ser mümkün - serilerin talihsizlikleri kâfidir. Ailesiz, | mektepsiz, maişetsiz ve kültürsüz kal- mıya mahküm olan bu biçareleri, bir de hayata karşı hürmetsizliğe sevket- miyelim! Kedileri içtimaf bir vazife olarak toplamak ve istriknin şırıngasının eline lim etmek hiç de fena bir şey değil- ir, Fakat, bir kedinin öldürülmesi işi- ni beş kuruşluk değeri olan bir kazanç mevzuu yapmak ve bu işi de çocuklara bırakmak, cemiyet bakımından, hayata hürmet bakımından çok çirkin ve çok zararlıdır . Belediyeden rica ederiz, bu işi, beş kuruşluk bir kazanç mevzuu olmaktan çıkarsın ve şehrin hizmeti, memurun bir vazifesi şekline koysun! rine de yeniden yapılmakta olan istas. yonların yekdiğerinden daha uzak me- safede yapılmalarına lüzum görüldü. Bu istasyonlar bitince Londrada ya- pılan neşriyatı İngilterenin tâ ötesi u - cundan da almak ve görmek mümkün olacaktır. Esasen kısa bir zaman içinde belki bu mutavassıt istasyonlara da lü- zum kalmıyacak, alıcı makinenin kuv- veti yüzlerce, binlerce kilometreden görmeye kilayet edecektir. İstanbul ile Londranın arasında hât. ti müstakim ile 2500 kilometre mesafe vardır, demek ki mutavassıt istasyona ihtiyaç hissetmeden Londra istasyonu- sürmek suretile bu mübadeleyi yaparlar. Caddeler, gükrültülü ve ekseriya süslü oldukları halde sokaklar daha sakin, da- ha mütevazı ve sessizdir. Caddelere hâ- kim olan şehrin ıztırablarından ve sefa- letlerinden fazla gürültü, süslü ve lüks- tür; fakat ya sokaklar?... Şehri, yoldan çıkmış bir kadına ben- çaddeler, onun harici elbisesi sokaklar, âdeta onun iç çama- zetirsek; ve fakat " İ şırı gibidir. Evvelkisi süslü ve lâkin ikin- cisi şek ve şüphe ile doludur. Hakiki şeh- ri görmek mi İstiyorsunuz?.. Benimle ge- liniz, şu yan sokaklarda beraber yürü- yelim... Daha ilk hatvede adımlarınız. neye durakladı?.. Niçin mendilinizi burnunu- za tıkadınız?.. Karşınızdaki tek katlı e- vin güneş görmiyen penceresinin perva. zına başını dayayarak tâ ciğerlerden ge- len bir öksürükle kesik kesik- öksüren avurdları içeri çökmüş, yüzü sapsarı şü adamın perişan hal ve vaz'ı mı sizi mü- teessir etti?... Geçiniz, geçiniz... Dua et- gin ki, yarın teneşire koyacağı başını hiç olmazsa bugün, penceresinin pervazına dayayabildiği - velevki tek katlıda ol- sa - bir çatı altı bulabilmiş... Ya.. bu ma- hallelerin daha ilerisinde yangın yerle- rindeki bedbahtlar... Onları ne siz gö- rün, ne ben!.. Onları Allah görsün, ve onlara Allah acısın!... Ey benimle şehrin mahallelerini ge- zen okuyucum!... Bu acı perdeleri ka- payalım. Benim kadar sizi de müteessir eden bir temaşa, olduğu yerde kalsın ve kapansın; biraz da başka sokaklara geçe- lim... Başka bir mahallenin küçücük mey- danı... Bir sürü çocuk; kimisi top, kimi- si zıpzıp oynuyor; fakat... sırtındaki kü- fesile çıplak, zayıf bacakları ve tabanı yarık çıplak ayaklarile bitab ve bikud- ret, mahalle çocuklarının oyunlarını sa- dece çöktüğü yerden seyreden şu küçü- cük yavrucak!... Dikkat ediyorum ki; o, ,benim kadar sizi de alâkadar etti. Onun nun verdiği hâdiseleri görebilmek için bu makinelerin takriben 25 defa kuv- hazin macerasını ben size nakledeyim: Anası ömrü el kapısında geçen bir hiz- «Bir meslekdaşınız» imzasile kısa bir mektup aldım. Kenarımda gazetede mevzuu bahsedilirken hangi şehirden postaya atıldığının yazılmaması da Ti- €« edilmiş. Bununla beraber İstanbul dışından geldiğini söylemekte mah - zur yoktur. İsmini bilmediğim bu «maslekdaşı- ma» her şeyden evvel teessürümü kay- dedeyim: Tam sekiz senedenberi bu sütunları yazana gönderilmiş olan hiç bir mektup, hiç bir yabancı tarafın » dan açılmamış, hiç bir isim ve adres hiç kimseye söylenmemiş, fazla olarak tarafımdan bile iltizamen hemen u- mnutulmuştur. Binaenaleyh <meslek - daşım» başkalarının gösterdiği itima- da İştirak edebilir, ismini söyliyeb! « lir, bende fazla itimat uyanmasına P. N. imzalı bir mektup çıkmıştı, bir genç kız bu mektubunda, genç, güzel, y tahsilli, servetli ve namuslu olması - na rağmen koca bulamadığını anlatı- yor, sebebini merak ediyordu. Ben de muhitinizde yaşıyanlardan itimada şa- yan birisine sorunuz, demiştim. Bugün gelen mektup bu münaşe - betledir, diyor ki: Bayan P. N, den sorunuz: 1 — Bir fotoğrafını yollasın, 2 — Kaç yaşında olduğunu. 3 — Evde kaç kişi yaşadıklarını bil- dirsin, ben sizden öğreneyim, belki bir ailenin kurulmasına yardım etmiş o - lursunuz, diyor, Zannetmiyorum, — fakat — meçhul «meslekdaşım» n arzusünü yerine ge- türmiş olayım. TEYZE « ŞB d KD KİKYi a Ca vetlenmesini beklemek Jâzım. Bu ne| metçi, babası ömrü yük altında harab vakte kadar olabilecek? mütehassısı ra- | olan bir gemi amelesi idi. Küçük, ken- kam söylemekten çekiniyorlar: dini bildiği gündenberi anasının yüzü- Belki bir seneye kadar, fakat her -|nü ayda bir ve babasını nadiren görür- /halde $ seneden daha geç değil, x dü. Bir gün garib bir tesadüf eseti ola- rak, zaten doğumundanberi hakiki bir Bugün Londranın fen müzesinde ma|ana ve baba muhabbetinden mahrum 0- kinelerini teşhir eden 8 fabrika vardır. |lan bu çocuk, dayandığı bu iki desteği Fakat bu ayın sonunda bu fabrikaların | birden kaybetti: adedi 16 yı bulacaktır. Bunların ala -| Ayni gün annesi, çalıştığı evin taraça- bildikleri resim sahası ikişer metrelik | sında çamaşır asarken düşerek öldü, ve birer perdeyi dolduruyor. Fakat içle .| birkaç saat sonra da babası gemide vinç- rinde bir tanesi vardır ki perdesi diğer-|ten kopan ağır bir yükün altında ah!... lerinden bir misli büyüktür. Bunun | bile diyemeden can verdi. İşte o gün bu- karşısında tamam 300 seyirci: verilen | gündür bu küçük, takatinin üç misli a- manzarayı rahat rahat seyretmektedir, | Bırlığında yük taşıyarak iki dilim ekmek Fiatlarına gelince: Bu makine 450| kazanmağa uğraşıyor. Onun da bu ço- liradır, fakat öyle görülüyor ki fiatı bir|cuk yaşında mahalledeki çocuklar gibi seneye varmadan 200 Hiraya düşecek, | biraz gülmek, oynamak ve eğlenmek| Bir çocuk bağırıyor: kalite de daha iyileşecektir. (Davamı TI inci sayfada) HNT ASA AUAÇ TU Y Nikbine göre MAHALLE Yazan : İsmet Hulüsi de kibar mahalle, kenar mahalle ve saird gibi cinsleri vardır. Evvelâ kenar mahal- leden gezmeye başlıyoruz. İşte bizi kar- pılayan şu adam mahallenin bekçisi. Bit şehirde belediye reisi ne ise böyle bit mahallede de bekçi odur. Gerçi mükele lef bir masası yoktur amma, elinde düs düğü, belinde tabancası vardır. Gerçi hükümetten ayda şu kadar lira maaşt yoktur amma her evden yirmi beş kus ruş aidat alır, Gerçi bütün şehir içinde ber dediği dedik değilse de mahallede her dediği dediktir. Bir pencereden bir baş uzandı: — Ayşe hanım hu! — Ne o Fatma hanım?.. İşte mahalle karısı.. Sözlerinin ar- kasını dinliyelim.. e — Haberin var mı, bizim Zarifentn kocası Beyoğlunda matres tutmuş. ç — Meheldir Zarifeye de, o ne haldi; herkese zart zurt eder... İşte mahalle dedikodusu.. Bir kapının önünde bir çocuk bağırın yor: — Anne be, simideci geçiyor, simid işx terim. Bu da mahalle çocuğu. Annesinin ser sini işitiyor musunuz? — Sus yumurcak, utanmıyor musun, bak Ahmed Bey amcan geliyor. Çocuğun sesi kesildi; Ahmed Bey ame ca da kim mi? Kim olacak.. Mahallenin' ileri geleni! Biraz yürüyelim, köşeyi dönelim. — Tak, tuk, tak tuk, Mahalle kahvesinden tavla sesi sl-ıı yor... İ Haydi bu mahalleden çıkalım. Vaktie miz (daha doğrusu sütunumuz) dar.. Bir kere de kibar bir mahalleyi görelim. Geniş muntazam caddeler, apartımane | — lar, bu da bu şehrin bir mahallesi. Ame — ma kibar mahallesi... j Bekçi, bizi gördüğü zaman bir baş se- Jâmile selâmlıyor.. Öteki mahalledeki- nin böbürlenen bir hali vardı. Bunun çekingen bir hali var, Bir balkona bir bayan çıktı: — Neclâ hanımefendi. « Yandaki apartımanın balkonuna dâ bir bayan çıktı: — Buyurunuz hanamefendi. Bunlara mahalle karısı demiyorlar,; sosyete kadını diyorlar, — Nasılsınız efem? — Teşekkür ederim. — Haberiniz var mı? - — Ne oldu, henüz bilmiyorum. : — Ferhundenin zevci son Avrupa so* yahatinde üç ay Pariste kalmıştı ya! — Evet! — Orada bir film artistile tanışmi$ amur yapmışlar. — Doğrusu Ferhundeyi biraz kabâr hatli bulurum. Necmi Bey doğrusu kie bar bir sosyete erkeği... Paris gibi bİF yerde karısından ayrı yaşarken tabii Nİ tarzda hareket edecekti, Bunun için de mahalle dedikodusu mü diyeceksiniz. Öyle ise de ismi başkadın BSosyete âleminde buna ne - dediklerini bilmiyorum amma herhalde mahalle de” dikodusu demiyorlar. / v (Devamı 11 inci sayfada)