'Son Posta,, İnsanların sık sık kendilerinden bah- elerine tahammül olunmaz. Fakat Yedi sene kendisinden başka herkes- bahsetmiş, kendi işinden başka her- N işile uğraşmış, her işin iyi ve doğru a çalışmış bir insanın bir defa da Kenditmden bahsetmesi haksız görülmez Banırım, İşlte bu zanna güvenerek <Son Posta> ün kendisinden bahsetmek cesaretini ÜyYor ve bu işin başarılmasına beni kevkil edi. iyor. Gene size Son Postadan, daha doğrusu kü inci yaşını bitiren Son Postanm dün- bayramından bahsedeceğim. Son Pos- r dün, geçen yodi senenin defterini alınla kapayışlarını, saatlerce süren eli bir toplanlı sofrasında tes'it et- Hleri, Novotni bahçesinin serin bir köşesine Ulan uzun maşanın etrafında — Son YI kuranlar, Son Postaya yazanlar Son Postaya yazılan yazıları dizenler, 1"l"llaı', imrenilecek kadar sıcak bir aile imiyeti yaratmışlardı. k sofraya oturduğum zaman, bir haf- Yâtakta kalmaktan mütevellit bir kı- yorgunluk içindeydim. Hafif bir ;? Bayri tabil ataletten doğan mağımum e haleti ruhiye bende acaib bir melân- bey |HYandırmıştı. Bu melânkoliden ko- 9 kurtulabileceğimi hiç sanmıyordum. 'akat içine katıldığım muhitin samimi faşkın neşesi, tatlı ve keskin bir içki ::ı'ıkm zamanda tâ iliklerime kadar iş- h!'?ifımdı atılan kahkahalar, bol mum- birer ampul gibi, haleti rahiyemin ka- Ğ'-nı ışığa boğdular! N'ln 'er Ercüment Ekremi dinlemek o- ktan zevkliymiş. Meğer hiçbir şeye ’uımaı-.ı vermiyen bedbin yazıların- | . fatık, aksi bir İnsan gibi görünen Nu- Ataç, bir bira kadehi başında, ne- '©n taze bira gibi köpürebilecek ka- Hikbin bir döstmuş. Meğer mütema- tarihin karanlıklarından bahseden T Canın, iç açacak aydınlık bir ne- Varmış. Meğer Halid Fahri-Ozansoy » Şensoymuş. Meğer Selim Ragıp bir değil bir âlemmiş. Mge'r Ali Ekrem A bal f ğ[;f Te Dün mütemadiyen sü demler M'& Meğer Cevad Fehmi sade yazı TÜ değil, bir kahkaha korosunun suymuş. Meğer İbrahim Hoyinin fatlı bir Huyu varmış. Ve meğet Nati Sadullahın bütün bunlardan Hİ yokmuş!.. “Ar inanmaya görün!.. Ben bütün böyle olduğunu bilirdim. Fakat T yı çıkaranlar arasında birkaç saat Sekizinci / yaşına basan “ Son Posta ,, nın mensupları «Son Posta» ya çıkaranlar bir arada hepsinin bir araya geldiğini, ve hep&inin kıvamını bulmuş bir gamsızlık içinde coştuklarını görmek ancak dün kısmet oldu... Ve ben, yedi şenede bir gelen bu lezzetli kısmetten kını kana müstefit oldum! Hep bir araya geldikleri için mi o ka- dar neşelendiler? Bilmiyorum. Fakat eğer dün, o toplantıda harcanan nükteleri not edebilseydim, bir mizah mecmuasının en az yirmi nüshasını dol- durabilecek kadar bol mevzu toplamış olurdum! İçlerinde divan edebiyatınım en güzel mısralarını en kusursuz ahenkle okuyan- lar vardı. İçlerinde en ağır ve en oynak şarkıları piyasa hanendelerini utandıracak bir vu. kufla iyenler, çalanlar vardı. Biz n bunları seyredip dinledik ve sonunda son söz Ercüment Ekrem Ta- luya düştü. Ercüment Ekrem: — Arkadaşlar... dedi... Sizlere arka- daşlar diye hitap etmeyi âz *buluyorum. Kardeşlerim... Bir gazete, bir küldür. O- nun mükemmel olması, hepimize müşte- rek iftihar veren bir keyfiyettir. Biz bu- gün burada, birçok güçlükler içinde se- kiz yaşına şerefle basmış bir eserin ifti- harını ve sevincini mütesaviyen paylaş- maktayız. Hi mizin bu — iftihardaki ve sevinçteki hissesi, diğerimizinkinden az değildir... Bir gazete, insanı ikbale ve servete ka- vuşturmaz. Gazetecilik, bütün maddi yoksuzluklarının acılarını manevi hazla- rile unutan feragatkâr insanların mesle- Bidir. Bir gazeteci, mürekkep kokan bir mat- baa odasını, bir saraya tercih eden idea- list insandır. Bu büyük hakfkatin kıyme- tini, ancak bu mesleğin aşkını tıdınhr bilir!.. Biz bu meslek yüzünden çok defa ağır darbelere uğrarız. Fakat bütün bunlara rağmen, çok sevilen belâlı bir kadına benziyen gazetecilikten ayrılamayız... Kadehimi hopinizin şerefine kaldırır- ken, temenni ediyorum ki daima, bu asil gayeden ayrılmayacak kadar feragatkâr kalalım, ve birbirimizden ayrılmayalım! Ercüment Ekrem Talunun gözlerini yaşartan bu samimi sözleri, uzun süren alkışlarla müteaddit defalar kesile kesile üyık olduğu mükâfata kavuştu!, Ve Son Postacılar, seki d yıllarına ilk adımlarını, böylece, çalışma hızlarını, feragat ve dürüstlük duygularını arttı- ran gür bir neşe içinde attılar! Naci Sadullah “'BON POSTA Otomobi! ile İstanbuldan Avrupaya Yazan: Vasfi Rıza Zobu İstanbuldan ayrılış 1 İstanbuldan yola revan olduk colduk» diyorum. Çünkü yalnız değilim. Yanım- da Abidin Daverle eşi ve diğer bir dost daha var. Dört kişiyiz. Bizi korkutmuş- lardı: Edirne ve Bulgaristan yolları çok bozuktur, Köstenceye vapurla gidip ora- dan otomobilinizi haylarsınız diye ten- bihliydik.. E. elelden üstündür derler, yalnız kendi aklımızı beğenenlerden Ol- madığımızdan «peki» deyip vapurla Kös- tence yolunu tuttuk.. ü * Rıhtım idaresinin gösterdiği kolaylıkla arabamızı vapurun vincine taklılar.. Â- man Allah, kalkıyor!. Vincin makarasın. dan sarkan tel gözüme öyle ince görünü- yor ki.. Ha koptu, ha kopacak... Makine gürültüleri kesilip, gözümü açtığım za- man, otomobili güverteye çıkmış, yere yayılmış bir manda gibi sakin sakin du- rurken gördüm... Şükür Allaha! Avrupa yolundaki <ayağımız» elimizin altında sapasağlam ve zinde görünüyordu.. * Vapurda ne kalabalık!.. Herkes yazlık iş paydosunu bir tarafta geçirmek için yola çıkmış... Gülerek öpüşenlerin, ağ- layarak sarılanların haddi hesabı yok. Herkesin de ne çok ahbabı akrabası var- mış! Şöyle etrafıma baktım da en garip, en kimsesiz: Arabamla ben!.. Biz iki ah- bab karşı karşıya kalmış, o bir köşede: Gideceği yolları düşünüyormuş gibi sü- küti, ben bir köşede: Götüreceğim semt- leri katetmiş gibi yorgun ve bitap... * Merhum komik Hasan Efendinin tiyat- rosunda perdeyi açmak için kullandıkları çıngirak burada da bir iki defa çalkalan- dı.. Vapurdakilerde bir hareket oldu.. Ka- hın bacanın yanındaki ince borudan be- yaz dumanlar arasından boğuk boğuk düdük sesleri duyuldu.. Rıhtımın sokak tarafından eline bir mendil alıp, kolunu parmaklıklardan sokabilen, bizim tarafı alabildiğine — yelpazeliyor... Vapurdan rıhtıma, rıhtimdan — vapura lâf atanlar var.. Herkes bir şey söylüyor. Söylemek mecburiyetindeymiş gibi sesleniyor.. Mâa- nasız gülüşmeler, yersiz, yurdsuz espiri. ler.. İçimizde binbir mana ile seyahat edenler var: Karısının çenesinden kaçıp aftosuna gidenler, aftosunun elinden ke- sesini kurtarıp karısına kaçanlar!.. Gi- dip gelmemek var, ölüm Allahın emri. Ah ayrılık olmasa diye düşünenleri güz- lerinden okuyorum... O00!, Epeyce uzak- laşmışız.. Rıhtımdaki selâmetçiler artık yekpare bir hale girdi.. Düşünce ve derd- leri ayrı olan bu İnsanları birbirine ka- rışmış bir halde görüyorum.. Sallanan beyaz mendiller dökülen papatyalar gibi yorulan kollarla beraber aşağı düşüyor.. Minareler, yangın küulesi, yüksek boylu apartımanlar.. Vapur ilerledikçe bu yük- sek, bu muühteşem binalar cüceleşmeğe başladı.. Boğazın iki yanındaki yalıları deminki azametlilerin yanında bodur ta- vuk gibi görüyorum.. İşte Karadeniz boğazı... Sağ ve solda eski kaleler, eski tabyalar görünüyor.. Geçen seneler buralarda sandallar, çıp- lak kadınlar ve erkekler görürdük.. Şim- di, «Boğazlar» muzafferiyetinden sonra kahramanlar karargâhı. olmuş galiba.. Heybetli ve şanlı bir duruşu var.. * Karadenize çıktık. Kahvaltıya davet ettiler. Sonra gene güvertedeyiz.. O ca- nım İstanbul gittikçe silinti haline giri- yor. Akşamın karartıları bastıkça Bo- ğazın sırtları kara kalem resim gibi tek renge boyanıyor... Komik Hasan Efen- dinin çıngırağı gene çaldı! Bu da akşam yemeği içinmiş. Yemekten kalktık. A- caba yatınak için de çıngırak âdeti var mı?.. Kim ne karışır!.. Yarın uzun boylü yollarda şoförlük meharetimi gösterece- ğim, Onun için erken yatmak lâzım.. Ben kamarama çekiliyorum. Allah size de ra- katlık versin!.. Vasfi Rıza Zobu 105 yıllık yaşayışın basit bir hülâsası Ayşe nine iki defa evlenmiş, 21 çocuk sahibi olmuş ve işte o kadar, doğduğu memleketten ve evinden başka bir yer, bir şey görmemiş Bitlis ( Hususi) — Yalnız — yaşıyorum. Benim — vaziyetimde iki arkadaşın yardı - mile günlerim az pe- rişan, az pejmürde geçiyor... Yaşamanın «ilmi»midir, esırrı » mıdır, ne ise, onu pek bilmem, Yanım- da bu iki arkadaş ol- masa; —arada — bir komşularım, dostla - rım hatırlamasa; iti- raf edeyim; pek sıki- labilirdim. Akşam — üzerleri; hemen, hemen bizim gayrttimizle, WWW&IMMMWM fedakârlığımızla bir şeye benzemiş olan evimizin taşlığına çıkarken Ayşe ninenin fersiz sesi gelirdi: — Beyim! Hanumumu getir, hanumu- mu getir!. Ve ahbablığımız, o tarihte, böyle başlamıştı! Zahir, acıyordu çilemi- ZR.e Yüz beş senelik bir hayatın hikâyesi ealibi merak bir şeydi. Zaman, zaman bu hayatın, bu yüz beş senelik ömrün, bir komşuya anlatılabilecek bütün safhaları- nı dinledim. Ninenin, muhatıbını bir parça sıkan ha- li, fazla yemin etmesidir. Buna, daha ilk söze başlarken başlar: « — Vallah, Vallah beyim...... » Nine Bitliste doğmuş, Bitliste büyü - müş, Bitliste evlenmiştir. Umumt harpte yurdu düşman istilâsına maruz kâlınca Diyarıbekire kadar sürüklenmişler, istir- di müteakip yerlerine dönmüşlerdir. Hicrette çektikleri meşakkat ninenin u- nutamadığı derdlerindendir. « Rahmetli kocasının — Beni açlık bi- tiriyor. Bu yüzden öleceğim.. diyen inil- tisini hâlâ, yarı sönmüş gözlerle dola, dola hatırlar ve rahmetli kocasının ölü- mü açlıktan olmuştur. Diyorki: « Sen bakma beyimi menim (benim) örnek bir kadınlığım vardı. gözün evimiz, harar harar zahra ile (zahireyle) dolardı. İşlemeli üç etek entarilerimi sandıklar almazdı. Ayşe nineyi on üç yaşındayken otuz yaşında birine vermişler, üç sene dişini sıkmış, sonra kaçmış ve ayrılmış, on se- kiz yaşında ikinci kocasına varmış. Bu kocasından altı kızı, beş oğlu olmuş, kız- larından yedisini yuva sahibi yapmışlar, « — Yedi tane ibrik, yedi leğen, yedi tane altınlı fes, yedi kat yatak çeyiz ver- dim. diyor. Şimdi bu çocuklardan dört kızla iki oğlu varmış. Fotoğrafını aldıracağımı duyanlar ni- neyi korkutmuşlar. — Senin başını frenklere kestirecekler, iliklerini aldıracaklar, demişler. Basbayağı tnanmış, telâşlanmış, tatmin ettik... Evden, resminin gazeteye verile- ceğini söylediler. Yüzü kızardı: — Etme beyim, men yazugem. w İzah edildi ki bunda fena bir şey yok- « Babanla bile olunca (beraber olunca) ne diyem, çıhsın gazatada... » Fotografa baktı, kendini eyice seyretti, öptü, koynuna koydu, evden takıldılar. « Ne diye erkeğimizi öpüyorsun?» Cemiyet hayatı yaşamış şark kadınları- na mahsus hicap ile kızardı, etrafına tü- kürdü. . — « Tu, tu, tu,! O menim evlâdım... Hem, nar üstüne turp yerler?, Allah me- ni ale!. 'Tabiatin yüz beş yıllık mihnetkeşi, bu yaşında bile maişetini kendi sayile kazan- maktadır. Yün büker, dokuyuculara verir, maruf olan «Vancecimixnden — yaptırır, satar, geçinir. Ama işte o kadar yapabi- lir ki kazancı bir kuru boğazı yarı doyu- rur, yarı doyurmaz. Bir gün onu elinde çapa ile de gördüm. Pencerelerinin önünde üç, beş arşınlık bir boşluğu bostan yapmıya çapalıyordu. Haline acıdığımı hissetmiş, unutmamış: — Vallah, vallah beyim sen menendi olmaz delâlsın diyor. Delâl, gönül feth eden demek... Ninede ev hayatından başka hiçbir şeye ait bilgi yok.. böyle olduğu için konuşma- nn hududu dar kalıyor, Bana anlattığı, bu bir kaç satırlık yazıya sığan sözlerle, yhboşanelikömrün'ımbülünıunü-_ zeştini hikâye etmiş oldu. Bu kadar mah- dut!. Fakat her mahdut telakkide olduğu gibi bununkinde de ateşli ve kavrayışı çözülmez bir anlayış, bir muhafaza ediş kudreti var ki bilebildiklerimiz çelikten bir kafa tasının içinde, çeliklen bir ağa sarmış sanırsınız, bütün tafsilâtile o kadar taze ve o kadar sıcak . İşte size asırlık bir hayatın başı, ortası ve. sonu demeğe bir türlü dilim var- mıyor... İnşallah bu ömür, hiç olmazsa bir parça rahat ettiren lütufkâr bir tali- hin tezahürleri içinde mukadder encamı- Tok Okuyucularımızın Sorgularına cevaplarımız öğleye doğru- vefat etmiştir. 2 — Halifelerin Peygambere imtisalen Cuma namazında imamlık etmeleri â - detti. Hilâfet Yavuz Selim — zamanında 'Osmanlılara geçince Padişahların me « rasimle cuma namazında bulunmaları Adet olmuştar. 3 — M üncü Padişah birinci Ahmet, saltanata hânedandan en büyük evlâ - din geçmesi için bir kanun koymuş ve bununla saltanat uğrunda kardeş öldür- menin önüne geçmek istemiştir. Fakat ü- gçüncü Selim zamanına kadar gene kar - Geşe kıyanlar olmuştur. 4 — İstanbulun belediye hududu Flor- yadan Rumeli fenerine ve Anadolu fenc- rinden Bostancı ve Adalara kadar uzar, Bir günde yaya olarak kal'olunamaz. 5 — İspanyadaki son İslüm hükümeti 492 de İnkıraz etti. 1508 de tahla çıkan 'Yavuz ondan sekiz sene sonra padişah o- lan Kanuni'nin birincisi Şarkta hudut - larını genişletmeyi tercih etti. Diğeri ay- ni zamanda hem Almanya imparatoru ve bem de İzpanya kralı olan Şariken ile Avrupanın göbeğinde çarpıştı. — Elinden gelse İspanyaya değil, Amerikaya da gi - derdi. Bununla beraber İspanyada rul. me uğrayan Endülüslüleri Cezayir gemlle. Ki vasıtasile kasmen Alrikaya — geçirerek yardımını yapmıştır.