Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Azerbaycanda İttihat ve Terakkide on sene 17 inci kısım .— Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen — No T —ıl son İttihatçı Azerbaycan gençliği arasında modern kültüre ait bütün tezahürler mevcuttu, fakat sahte merasimden eser yoktu Evinde kadını ve çocuklarile, yahud e- vinde kocası ve çocuklarile, hattâ kar- nında bir kaç aylık bebeği ile, talebe olarak benim karşıma geçmiş bulunan bu muhtelif yaştaki ve muhtelif cins- teki hoca kafilesini talebelik yaparken görmek kadar tatlı bir şey yoktur. Ha- yatımda en çok haz ve lezzetle gördü- ğgüm iş, bu talebeye verdiğim dersler- dir. Okadar dikkatli, okadar alâkalı, okadar çalışkan ve gayretli bir talebe kütlesini dünyanın hiç bir tarafında görmek kabil değildi. Bana yeniden ho- calık aşkı vermiş olan bu insanların ço- gu, hepsi değilse, pek çoğu, içinde ya- şadıklari rejime intibak etmelerine im- kân bulunmadığı için, şimdi birer ha- tıra olmuşlardır. Bu hatıraların huzu- runda hürmetle iğilmeyi bir vazife bi- İirim, Üniversiteye gelince, orada da baş- ka bir hava vardı. Her biri bir tarafta ve ekserisi Rus liselerinde tahsil yap- mış, sonra, ellerinden geldiği kadar türkçe öğrenmiş bir hayli genç, bizim gençlerimizin pek azının tahammül e- debilecekleri müşkülâtın bir kaç misli hbayat müşkülâtı içinde çabalamalarına rağmen, bir ellerinde kara bir ekmek, öteki ellerinde bir kitap, bir lâhza vakit | buldukça, okur, dururlardı. İstanbulda Üniversite talebe ile, kütüphaneler de kitapla doludur; böyle olduğu halde kütüphanelerin hazin boşluğu benim tüylerimi ürpertir. Halbuki, adedi yüz elliyi geçmiyen Baküdaki talebemi ne zaman aramak lâzım gelse hepsini o küçük Sabir kütüphanesinin rmıahdut kitapları arasında bulurdum! Ders esnasında beni dikkatle dinler- ler, ders bittikten sonra etrafıma üşü- şürler, sorarlar, konuşurlar, anlarlar, düşünürlerdi. Hayatımda, bir senesi Baküda olmak üzere, on bir sene ho- calığım vardır. Bir sene içinde, gerek bilgi, ve gerek ilim usulü bakımından bu derece kuvvetle dolmuş ve sür'atle yükselmiş bir talebe kütlesi hiç bir za- man görmedim ve bir daha görebilece- gimi de tasavvur edemiyorum! Bir kaç gün içinde, telâffuz farkı müstesna, hepsi de benim dilimle ko- nuşmaya, hepsi de, Türk kitaplarını tam mânalarile anlamaya başladı. Milli hayata yeni doğan bu nesil, o kadar şevk ile çalıştılar ki onların içinde on- lar gibi çalışmamak için hocanın ta- mamen hissiz olması lâzımdı. Bu çalışma esnasında, iyi bir pedagok olan mektep müdürü, tatillerden isti- fade ederek, mektepte talebeyi biraz din lendirmek ve eğlendirmek işine de dik- kat ederdi. Böyle zamanlarda, akşam- ları, mektebin erkek ve kız daireleri arasında kapı -açılır, iki taraf talebesi, hocalar, bunların yakınları bir araya gelirler, çay semaverleri kaynar, her- kes güler, oynardı. Talebe arasında musiki merakı çok münteşir bir halde -- olduğundan, başta şeştar, her biri bir saz yakalar, bazıları ellerine birer gar- manka (1) alırlar ve müsiki yaparlardı. | Güzel halk havaları ve sonra Âzeri o - yunları, erkekler ve kızlar hep bir ara- da, çalarlar ve oynarlardı. İçlerinde, nükte ve zarafet se' < ruhlar da bulunurdu. Bunlar, sade - türkçe ile, satir dedikleri manzumeler hazırlarlar, bunları okurlardı. Ruslar, Fransızlardan ve Almanlardan öğren- dikleri bu satire meraklıdırlar; Azeri- ler de bunu onlardan almışlardır. Sa-| tirler'in mevzuu ekseriya dersler ve ho- calar olurdu. Derslerin tuhaf, veya müş- (D Hârmoniğin Ruscası, 'Ev —I saklayınız, 30 tanesini bir seri halinde derenlere — bir kilo şeker verilecektir. kadınının şeker kuponu Ev kadını, taze yemiş mevsimi geçmeden kilerini reçel ve şurupla doldur. Bu kuponları 30 gün neşredeceğiz. Onları hergün — kesiniz, n numara vereceğiz. Sonra ulusal munun İstanbul şubesi tarafından tayin olunacak bir günde bu numaralar ara- sında kur'a çekilecektir. İlk 25 numaraya yirmişer kilo, müteakıp 25 numara- ya onar kilo, bundan sonraki 50 numaraya beşer kilo, 250 numaraya da ikişer kül, hocaların zayıf taraflarını bulur- lar, bunları zarif nükteler içinde naz- men anlatırlar, fakat bu nazma bir de basit — beste uydurarak, bizi hem eğ- lendirirler, hem güldürürlerdi. Bir se- neden fazla zaman, her gün içinde ya- şadığım bu koskoca mektepte, bir defa bile erkek - kız vak'ası olmadığını da burada kaydetmeliyim. Hulâsa, felsefe, ilim ve san'at aşkı- nın bir genç ruhunda bu kadar derin a- kisler yaptığını hayatımda ilk ve son defa olarak bunların arasında gördüm. Dikkat ettiğim gayet enteresan bir hal de şü idi: Azerbaycanın, köylere varıncıya ka- dar muhtelif yerlerinden gelmiş olan bu gençlik arasında modern kültüre a- it bütün tezahürler mevcud olduğu hal- de medeniyetin şekil ve nizam halinde tesis ettiği sahte merasimden hiç bir şey yoktu. Aralarındaki muamele tar- zı, kiyafetleri, bütün hareketleri sade- liği ve samimiyeti muhafaza etmişti. Önceleri, dilleri de sade idi, Sonraları, yavaş yavaş: — Sağ ol! Yerine: — Teşekkür ederim! Dediler. Böli'yi unutup yerine «E- vet» i getirdiler. Ben bazan onları gül- dürmek için bizim İstanbulun Babiâli dili ile salon merasim ve nezaketinin te kerlemelerini anlatırdım. Abdiahkar, bendeniz, kulunuz, zâtidevletleri vesai- re gibi tabirler, onların pek hoşlarına gider, bazan gülmek için aralarında bu tabirleri de kullanırlar, fakat biraz çet- refil olanlarında dillerini bir türlü dön- düremezlerdi. Orada tanıdığım muallimler de tale- beleri gibi idi..Hemen hepsi de Rus da- rülfünunlarından çıkmış olan vüksek kültürlü talim heyeti arasında tam bir âhenk vardı. Çalışkanlıkta hiç biri di- ğerinden ve hepsi de talebeden aşağı kalmazlardı. Her hafta muallimler bir meclis yaparlar, bunda bir taraftan mektebin umumi meselelerini, diğer taraftan da muhtelif dersler arasındaki münasebetleri konuşurlardı. Bu içti- malarda boş lâf konuşulduğunu, hikâve ile vakit kaybedildiğini, yahüud müdü- rün söyleyip herkesin «Evet!» diye val- nız baş salladığını görmedim, Umüumi meselelerde herkes sıra ile fikrini söyler, birbirlerile alâkası olan ilimlerde hocalar, yapmakta oldukları |şeyleri birbirlerine haber verirler, son- ra derslerinin aynı âhenkte gitmesi i- çin daha neler yapılması lâzımsa bun- lar üzerinde anlaşırlardı. (Arkası var) M F Nöbetçi Eczaneler Bu gece nöbetci olan eczaneler şunlar- dır; İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (Şeref). Alemdarda: (Bsad). Beyazıdda: (Asador). Samatyada: (Te- ofilos). Eminönünde: (Mehmet Kâzım). Eyüpte: (Hikmet Atlamaz), Fenerde: (Emilyadi). Şehremininde: (Hamdi). Şehzadebaşında! (Asaf). —Karagümrük- te: (Kemal). Küçükpazarda: (Hikmet Cemil). Bakırköyünde: (Hilâl). Beyoğlu cihetitndekiler: İstikiâl caddesinde: (Kanzuk). Dairede!: (Güneş). Topçularda: (Sporidis). Tak- simde: (Nizamettin). Tarlabaşında: (Ni- hat). Şişlide: (Halk). Beşiktaşta; (Ali Rıza). Sariıyerde: (Asaf). Boğaziçi, Kadiköy ve Adalardakiler: Üsküdarda: (Selimiye). Kadıköyünde: (Saadet, Osman Hulüsi). Büyükadada: (Halk). Heybelide: (Tanaş). biriktirip idaremize getirenlere ve gön- ekonomi ve — arttırma kuru- SON POSTA SON POSTA nın TARİHİ TEFRİKASI —j — Yazan: M. Rasim Özgen — İşte buradan, senin gelişini gör- düm.. dedi, Sen, önüme baktığımı zan- nettiğin zaman, ben sağ gözümle, se- nin o kadar dikkatle yürüyüşünü takib ediyor.. için için gülüyordum. Bir taraf- tan da, ne yapacağını Mmerak ediyor- dum. Tam bu sırada, ilâh Tubitiyi temsil eden putun içinde bir takırtı oldu. İki arkadaş, konuşmalarını bırakarak ora- ya baktılar. Putun arkasından, biraz sonra bir adam çıktı. Bu, kale kuman- danı idi. Rüstemi, kürsünün üstünde görünce, şaşırdı; olduğu yerde durdu. Hurap, onu görünce, ayağa kalktı. Kür- süden indi. Ona doğru ilerledi: — Gel, dostum! Şüpheleneceğin bir şey yok. Yanımdaki zat, arkadaşım Zâl oğlu Rüstemdir. Deyince.. kale kumandanı, acı bir te- bessümle Rüstemin yüzüne baktı. Son- ra, müteessir bir sesle şöyle cevab ver- di: — Onu, hudut muhafızlarımızın ha- ber vermesi üzerine.. tüccar namı al- tında, mühim bir İran asılzadesi olarak biliyorduk. Zâl oğlu Rüstem olduğunu hatırımıza getirmedik. Çok kurnazca tertibatımızla onu da tuzağa düşürdük. Demek, ki o Zâl oğlu Rüstemmiş. Ben, biraz evvel kaleye uğramıştım. Orada, onun, bir gardiyanı boğarak kaçtığını haber aldım. Ona da tesadüf etsek de birlikte hareket etsek, diyordum. Za- ten, sen de arkadaşlarının kurtulmasın- da israr ediyordun. Ne ise, o kendisini kurtarmış ve iyi bir tesadüfle, şimdi de aramızda bülunuyor. Mahalesef, Givle iki hizmetciniz, yerime kale kumandanı olan muavinimin şiddetli nezareti al- tında bulunuyor. Onları da kaçırmıya vakit bulamadan vazifemi terketmek mecburiyetinde kalişiım fena oldu, A- leyhimdeki hüküm, bu kadar sür'atle, kat'ileşmeseydi, bu gece, onları da ka- çırıp bir tarafa saklıyabilirdim. Rüstem.. Hurapın yüzüne baktı. Bu bakıştaki mana çok âşikârdı: O, Givle hizmetciler kurtulmadan firar etmiye- ceğini anlatıyordu. Hurap, bunu anla- dı. Kale kumandanına hitab ederek: — Arkadaş! Vakit geçiyor. Ne konu- şacaksak konuşalım da derhal harekete geçelim! Dedi. Bu söz üzerine üçü de yere o- turdular. Uzun bir müzakereden sonra, ne yolda hareket edeceklerini kararlaş- tırdılar. ı * Hurapla kale kumandanının ve kâ- hinin anlaşmaları şöyle vukua gelmişti: Derebeyi, on iki gün evvel hastalan- mıştı. O, yedi gün, tütsülerle, kayna- mış ot suları ile tedavi edildi; fakat has- talığı geçmedi. Sıra, âdet olduğu üzere, cinlerin hülülünü, muzır ruhların tesi- rini aramıya geldi. Bunu, yalnız kâhin- ler keşfedebilirdi. Başkâhin çağırıldı. Derebeyinin vücudüne bir cinin yahud bir muzır ruhun hülül edip etmediği soruldu. Başkâhin, bir ıhlamur dalı ka- buğunu soymakla ilk kehanetini yaptı ve derebeyinin hastalanmasına ve has- 'talığının devam etmesine, çok kuvvetli bir «cin» in sebeb olduğunu., bu «cin» in, derebeyinin vücudüne yerleştiğini.. çıkarılmadıkca, hastalığın geçmiyece- ğini söyledi. Kâhin. «cin» in, derebeyine neden musallat olduğunu da keşfetti: Kale ku- mandanı, derebeyinin başına yalan ye- re yemin etmiş.. bu yalan yemini tem- sil eden cin de, gelip onun vücudüne H | girmişti. Bu cini, hastanın vücudünden Hi | çıkarmak için, onun girmesine sebeb o- Hilan muzir ruhu ifna etmek lâzımdı. O Hi | halde, kale kumandanının idam edilme- İ | si.. ruhunun ve o ruhtan mazarrat kuv- M | vetini alan «cin> in cehenneme gönde- rilmesi icab ediyordu. Kale kumandanı, başkâhinin verdi- || ği hükmü işidince, başkâhinler meclisi- nin diğer iki âzası olan kâhinlere baş- vurmuş., meclis reisinin verdiği hükmü a rdan e— N ölüm hükmünü işidince başkâhinler meclisine koşmuş, fakat oradan da ayni cevabı almıştı. iptal etmelerini, onlardan, rica etmiş- ti. İki kâhin, böyle bir halde, kale ku- mandanının yerine reislerini feda et- meyi göze alamadıkları için, onun bu ricasını reddetmişlerdi. Kumandan. başkâhinler meclisinden ümidini kesince, ikinci derece kâhinler meclisine müracaat etmiş.. meclisi teş- kil eden üç kâhinden, başkâhinler mec- lisinin vereceği hükmü tasdik etmeme- lerini dilemişti. Bunlardan yalnız biri- si, başkâhini sevmediği için, ona, lehin- de hüküm vereceğini ve diğer iki arka- daşını da iknaa çalışacağını vaad etmiş- | ti. Kumandan, beş kâhinin aleyhinde olduklarını görünce, hayatının tehlike- de olduğunu anlamış.. lehindeki kâhi- nin vaadinden bir netice çıkmıyacağını |. kestirmiş olduğu için, şimdiye kadaf kimsenin yapmadığı bir şeyi yapmıya" canını kurtarmak için bir tarafa kaçmı- ya karar vermişti. Kumandan, firar kararını verinc8 kendisine bir sergüzeşt arkadaşı bul* mak istemişti. İlk evvel, hatırına, kei” di lehinde kehanette bulunacağını vaad eden kâhin gelmişti. Bu adam, başkâ- hinin dehşetli bir düşmanı idi. O, bü kinli hissinin sevki ile başkâhinler mec- lisine tarafdar olan ve onu hiç sevmi- yen iki arkadaşının yalandan edecekle- ri vaad üzerine, lehinde hüküm vermek gafletinde bulunursa, o da ölmiye mah* küm olacaktı. (Arkası var) ——i Buruşmuş ve İhtiyarlamış bir cildi gençleştirmiştir. BiR. DOKTORUN ŞAYANI HAYRET BiR KEŞFİ Viyananın tıbbi mecmüua- ları, bütün dünyayı hayrette bırakan fennin en son mu - zafferiyetini ilân ediyorlar, Buruşuklukların yalnız sebe - bi teşekkülünü değil, onların izale — çaresini de bul- muşlardır. Anneler, hattâ bü- yük anneler, gençliklerindeki taze ve açık tenlerini 50 ve 60 yaşlarındaki kadınlar, gençliklerindeki buruşuksuz ve yumuşak cildlerini temin edebilirler. | Hastanelerdeki tecrübeler Buruşukluklarımız, ihti - yarlamağa — başladığımızda meydana çıkar. Cild bazı can- Jandırıcı ve besleyici unsur « larını kaybeder. Bu unsurlar, şimdi büyük bir itina ile se- çilmiş genç hayvanlardan is- tihsal olunabilmektedir. Cild, bu cevherle beslenildiği tak- dirde yeniden tazeler ve genç leştirir. İşte Viyana üniversi- tesinde profesör Dr. Stejskal idaresinde yapılan tecrübe « MAFi bü“lia'&iâ" Si e n HRİRKAKL a 3 üzi aa lerde şayanı hayret semere « leri budur. Doktorun bu şa - yanı hayret keşfinin münha- sıran istimali hakkı, fevkalâ- de mali fedakârlıklarla To « kalon müessesesi tarafından temin edilmiştir. Boicel tabir edilen bu canlı cild hüceyratı hülâsası ancak penbe —rengindeki Tokalon kremi terkibinde bulunur, Hastanelerde yapılan tecrü - beler neticesinde 60 ve 70 yaşlarındaki kadınların buru- şuklukları altı hafta zarfında zail olduğu görülmüştür. Muvaffakiyet garantidir. Her gece, yatmazdan evvel penbe rengindeki — Tokalon kremini kullanınız. Siee uyur- ken cildinizi besler ve genç- leştirir. Bir kaç hafta zarfın- da buruşukluklar zail olur ve daha genç görünürsünüz. Gündüz için yağsız beyaz ren gindeki Tokalon kremini kul- lanınız. Siyah noktaları eritir, açık mesameleri kapatır, en sert ve en esmer bir cildi yu- muşatıp beyazlatır.