Jagan Nath bir Hint mabudunun —adı- . dır, bu mabul mil- yonlarca Hintli arasında «Horşeyi yapmıya kadir » bir heykel olarak telâkki edilir. ve milyonlarca halkın hediye ettiği altın gümüş ve mücevher ile süslenir. Kraliçesinin tacını süsliyen meşhur Güh - u - Nur elmas vaktile bu heykelin alnında parlıyordu. Meşhur otumabil fab- örü Henri Ford miş, ber samiye Türk kuruşu tirmiştir. Şimdi İngiliz pilabilir. 26 tane kibrit çö- pü ile ancak 8 ta- ne murabba ya- SON POSTA 76 yıl evvel Amerikan ibtilkli başladığı xaman bu kışla iki gün müte- madiyen bamban — edil- di, Fakat hiç bir ha- vera —uğramadı, Bo — Göçen Temmurda Tern yunuz, siz susunca o size bazdan sanra kışla af edını taşıyan — yelkesli — FB ” Skudüğunm eğyi radı teslim olduğu tar — içinde üç geç olduğu man evvelee — patlamı- Bakde Woyomnth lims> kamları baştan 50- Yü düldeii çe — urdan kalkmış, aygi günün ekgemi içinde hç — na kadar aynen Hal atti, iki kişi öldü, — Kimee olmadığı halde İlmana dönmüştü. Gençe —— Ş OD l n D GARİP VE İNANILMIYACAK ŞEYLER | ler kahveal ipisi “kopanrak müsait —— y Ü Hesıptan hoşlanırsanız y penez; Bir çakının sikleti bir keşık ile bir çatalu müsayi.. 5 xa- gığın #ikleti bir çakı ile bir mütevi, 1 tabağın sikleti bir. çakı e bir ka- şığa müsevi. 1 çatalın sik- leti dört gram. O balde diğer maddelerin aileti »e olmak Ulzı çin bir kayaya çıkınca yelkeali bir rüzgürm tesirile geldiği yere dönmüştü. Amerikada kanlı bir aşk faciasının son perdesi Mahkeme sevgilisini elinden aldığı için arkadaşını öldürmüş olın genci şu esbabı mucibe ile beract ettirdi: “Bir arkadaşının sevgilisine göz koyan insan mert değildir. İnsanlığın belli başlı vasıflarından biri de mert olmaktır. Bu itibarla suçlu bir insanı öldürmüş sayılamaz, beraet etmesi lâzımdır ,, a aaaa eee ea şd ee HBi eee l y eee S0 l Mert olmayan insanın yaşamağa hakkı Yoktur. İnsanlığın unsurlarından bir ta- hesi namuslu ve yiğit olmaktır.» Bu ka- :::' Peru ağır ceza mahkemesi vermiş- Cenubi Amerika, ihtirasların kaynaş- biğı, mücadelelerin hızla ve kırsla devam *tiği bir yerdir. Orada her gün çeşitli ':_’:ilar Ve çeşitli davalar görülür, şimdi .u_wmz vak'a bunlardan bi - Yano den üç dürmüş: türuna 22 Yaşında bir gençtir. Kendisin- Yaş büyük olan bir arkadaşını öl- tür. Ve bu suçla mahkemenin hu- ha0 hükümete muhalif olan, fakat bir ça asında fevkalâde nüfuzu bulunan m:'y“el adamının oğludur. Ölen ise Memleketin hariciyesinde nam sal- ::; bir aralık meb'usluk etmiş bir ada- kayınbiraderidir. n için dava, çok ehemmiyet ka- aşlmış, halk arasında bir sürü dediko - l'ruud:n açılmasına sebep olmuş, gazete - Vayı teşrih etmişler, ve memleket Umumiyesi bu yüzden ikiye ay - âl adliye sarayının önüne halk — yı- *m"“l Ve salon bu kadar insanı istlap e- Övh İ için, koridotlara, ve sarayın n“'lmı hoparlör konulmuştu. ieğ ı: hangi bir hâdiseye meydan ver - dü_“:: için ihtiyat tedbirleri kuvvetlen- -î jJandarmalar süngülerini tak - .*.. Wcılmme reisi: İse açılmıştır. Suçhu getirilsin, de- :îığ'u'““““ bir hışırtı, bir gürültü du- Pıyıâ ljılk maznunların getirildiği ka- Oğru bakmağa başladı. Bir sandal- devrildi, uzun koridardan, esmer, ' biraz iğri, şişmanca, parlak mun - Mm faranmış saçlı, sert bakışlı bir € Beldi ve yerine oturdu. Reiş: tü Mathiasi taammüden öldürmekten GlUsunuz, ne diyeceksiniz, dedi. G » r“ç Yışıo ayağa kalktı. Reisin evvel- _“ıu""ıymnı tesbit için sorduğu beylik İi ©& birer birer cevap verdikten son- — Ba füten bamın israrına Tâğmen avukat 1Yacağım, diye söze başladı. 'i öyliyı ademi takip kı:’::-ıg nıılııî:ğhl)nî:î & baş vurdular. Bunların içinde hafiz adamlar vardı. Benim deli ol- ümü şöylıyebılecek doktorların isimle ıünü;'l'fdıler. Ben hopsini reddettim. Bir İi Macerasını burada efkârı umumi- , önünde adaletin karşısında hallet- mkte.dim. Ben size hakikati bildire « "“Hni; 'lu: de hakkımda istediğiniz kararı * Çok düğı * x * Yano Jilviano Jilvianoyu tanıdığım zaman o henüz za baktı... İçini çekti: bir lise talebesi idi. Ben de kendi lisemi bitiriyordum. Kendisile amcamın kızı - nın evinde tanıştık © onun en iyi arka - daşı idi. Jilvianonun babası da babam ile kadim dost imişler, ailelerimiz bir - birlerile -tanışırlarmış, ahbaplıklarımız ilerledi. Annesi beni kendi evlerine da - vet etti. Biz bilmukabele onları çağır - dık. Üniversiteye ikimiz beraber gittik. İkimiz de hukuk okuyorduk, şimdi ar- tik üstelik sınıf arkadaşı da olmuştuk. Onun erkek kardeşi yoktu, onun için be- raberce tenise gider, eğlencelere annesi kızını ancak benim refakatimle gönde - rdi, Pikniklerde eğlenir, çaylara, balo- iara giderdik, bu arada aramızda, sami- mi bir arkadaşlık vardı. Sevgiye, aşka, muhabbete dair ne ben ona tek bir keli- me göylemiştim, ne de ondan böyle bir Söz işitmiştim. M Onu sevdiğimi hissediyordüm. Her hangi bir yerde onsuz olduğum zaman Sçime sinmiyor. Onu dalma yanımda arı- yordum, seviyor muydum? Yoksa bü iti- yadın bahşettiği bir alışkanlık mı idi? Bilmiyordum, Hukuk Fakültesinin son sınıfında |dik. Bir gün Jilvianonun bahası işlerini tes- viye etmek için uzakça bir yere seyaha- te gitmişti. Ben bir sabah erkence gaze- teleri okuduğum zaman adamcağızın bu- lunduğu yerde bir kalb krizinden ölmüş olduğunu gördüm. Derhal kalktım ve onlar) gittim, bu kara haberi onlar sabah sabah bir pata - vatsız ziyaretçinin teselli sözlerinden al- mışlardı. Evin içi karma karışıktı, Jilvia- nonun annesi çılgın gibl dövünüyordu. Jilyiano... Yano burada biraz sustu, gözlerini sa- mün arasında dolaştırdı, kenara sığın - muş olan siyahlara bürünmüş bir genç kı- — Evet Jilvlano bugünkünden daha müteessirdi, dedi. Gözleri ağlamaktan kızarnaş yüzünden renk kaçmıştı, beni görünce ellerimden tuttu. — Yano gördün mü başımıza geleni di- ye hüngür hüngür ağlamağa başladı. Ba- na bir kardeş gibi sökülüyor, benden te - selli arıyor, ve bu hissini de gizlemiyor- du. — Yano akşam gene uğra, beni en iyi sen teselli ediyorsün diyordu. Müuhterem reis biz birbirimize bir şey söylememiştik amma, biz birbirimizi se- viyorduk, Uzun ve kasvetli elem günlerinin tesiri | dağılımağa başladığı zaman, birbirimize her zamandan daha yakın olduğumuzu hissetmiştim. Jilviano o zaman çok mağ- rur bir kızdı, daha doğrusu ben öyle zan- nederdim. Bana beni beğendiğini söyli - yemezdi. Beni sevdiğini söyliyemezdi, bu cesareti ilk defa benim göstermem lâ - zımmdı, Fakat ben de bir türlü cesaret edemi - yordum.Onun dostluğuna, samimiyetine bir şeyler katıştırıp bulandırmak iste - miyordum. Fena bir şey yapacakmışım gibi geliyordu, bana... Sonra ekmeğimi daha kazanmamıştım. Aradan bir sene daha geçti, ben o se- nenin yazında şehirde kaldım. Jilviano annesile beraber sayfiyeye gitti. Beynine kurşün sıkurak geberttiğim Mathlas yok mu? İşte o benim lisedenbe- ri arkadaşımdı, birbirimizle çok iyi anlaş- tığımızı zannederdim, o beni bir kardeş gibi sever, ben de ondan sırlarımı sak - lamazdım. Esasen saklamağa da lüzum yoktu, o her şeyi gözlerimden anlardı. O yaz eniştesile beraber o da o sayfiyeye gitmişti. Bir gün bana geldi. (Devamı 12 inci sayfada) Tariht;:n Sayfalar : Dünyanın en kuvvetli hafı- fş zası bu adamdadır. Bir sa- at mütemadiyen rakam oku- biliyetine maliktir. Yeniçeri ocağı nasıl tereddi etmişti ? Yeniçerilerin askerlik ve Yaza Osmanlı devletinin ilk zamanlarında muntazam asker yoktu Harbe gidenler | ve yurdu muhafaza edenler gönüllüler-| den ibaretti we bunlar ayni zamanda | kendi geçimlerini de tersin mecburiye- tinde oldukları için talimlere vakit bula- mazlar, ekme ve hasat mevsimlerinde köylerine dönerlerdi. Orhan Bey muntazam ve daimi bir or- du ihtiyacını kuvvetle duyunca Yeniçeri ocağım kurdu. Bunlar bilhassa müslü- man olmıyan halk arasından seçilen de- likanlılar veya çocuklardı. Ön üç, on beş yaşlarından başlıyarak kışlalarda talim Börürler, usta birer asker olarak yetişir- lerdi. Osmanlı İmparatorluğunun yükseliş. devrinde bu askerlerin yaptıkları hizmet ler çok yüksektir, Fakat üçüncü Mehmet ten sonra nizamları bozulmuş, Yeniçeri ocağı devlete hâkim bir kuvvet olmuş- tur. Vezirler boğdurmuş, Padişah öldür- müş, halkı kasıp kavürmuştur, Nitekim —Roma imparatorluğundaki Gretoryen askerleri de ilk zamanlarda büyük zaferler kazandıkları halde daha sonra kim kendilerine daha çok maaş ve- girse onu İmparator yapan azgın bir sürü halini almıştır. bd 1800 senesine doğru Yeniçeri ocağının pali son derece bozulmuş; karışmış bulu- nuyordu. Ocağın bazulması üçüncü Mehmedin sünnet düğününde babası Muradın ho- şuna giden birtakım cambaz, hokkabaz, maskara ve çapkınları mükâfat olarak yeniçeri yazılmalarile başlamıştı. 1800 senelerine doğru ocağa girmek da- ha kolay olmuştu. Her yeniçeri ımcdonı evvel kendi çocuklarından - birini, oğlu yoksa akrabasından ve yabancıdan ev- lâtlığı varis tayin ederdi. Bunlara (Ağa çırağı) denilirdi; Yeniçeri ölünce onun yerine geçerlerdi. Kalelerin muhafazası için yerli kulu Hamile rastgele yazılan askerler daha sonra ocaklı defterine yazılırdı. Vilâyetlerde, ata binmek, caka yapmak ve gerzip tozmak istiyen delikanlılar ma- aşsız olarak yeniçeri yazılırlar, kollarına mensup oldukları yeniçeri bölük veya kıt'a veya taburunun işaretini dövdürür- lerdi. Bunlar haiz oldukları imtiyazlar dolayısile nizam dinlemezler ve her fe- nalığı yaparlardı. Bir harp çıkarsa top- lanırlar ve maaşa geçerlerdi. İstanbulda Sofalılar diye bir sınıf ta vardı. Yeniçerilerden - birisinin hemşeri- si İstanbula gelirse ona en büyük iyilik yemiçeri yazdırmaktı. Kıslaya götürür - ler; bölük veya tabur zabitinden bir tez- kere alırlardı. Bunda: «Biz ki yeniçerileriz, Hacı Bektaş Veli > ÜN İ / hanlarda veya sahip oldukları evlerde yatarlardı bunların pek çoğu İstanbulda manavlık, bakkallık, sakalık, hamallık gibi isler tutmuşlardı kışla ile alâkaları yoktu : Turan Can Pirimiz, erenler evliyalar destkirimiz - dir. Kırılmakla bitmeyiz, birimiz eksilir ise binimiz türer... Gibi sözlerden sanra yeni askerin adı yazılı olurdu. Bu derme çatma askerler muntazam bir kışla hayatına tâbi olsalar ve talim yapsalar herhalde hiç olmzasa bir kısmı âşe yarardı. Fakat askerlik ve kışla ile alâkaları yoktu. Hanlarda veya sahip ol- dukları evlerde yatarlardı. Pek çoğu İs- tanbulda manavlık, bakkallık, sakalık, hamallık gihi işler tütmuşlardı. Yeniçeri- liği kendilerine kalkan tutarak esnaflığı da bir çeşit haydutluk haline getirmişler- di. Kışlalarda yatanlar ancak hiç bir iş beceremeyen birtakım budalalara kalm fı. İstanbulun en kötü yerlerinde h Meyhanelerde dolaşırlar, kaldırım efelik taslarlar; gürültü çıkarırlardı. Meyhane ve kaldırım bavgalarında ya- man oldukları halde harp meydanların- da düşmana kurşun atmadan kaçarlar, hattâ kendi ordugâhlarını yağma eder - lerdi. Buna mukâbil ulufe denilen ma- aşlarından hiç vazgeçmezlerdi. Yeniçerilerin bir kısmı paşalara men- sup idiler. Bunlar efendilerinin konakla- rında otururlar, ona hizmet ederlerdi. kışlaya ve muharebeye çitmedikleri hal- de maaşlarını muntazaman alırlardı. 1150 senesinden sonra Yeniçerilere ulü felerini satmak veya başkasının ulüfesini Batın almak hakkı verilmisti. Bedesten- deki birtakım sarraflar onların maaş cüz danlarını ucuz fiyatla kırıyorlar; sonra bunları muayyen azmanda devlete ibraz ederek paralarını çekiyerlardı. Bu cüz - danlar bugünkü esham ve tahvilât gibi bir hal almıştı. Bizzat yeniçerilerin tara- sında da bu işi kârlı bir ticaret halineo getirenler çoktu. Bazan bir tek yeniçeri- nin bir iki yüz ki maaşını aldığı, mükellef konaklarda yaşadığı görülürdü. (Devamı 12 inci sayfada)