Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
İk a ÖCi A ı L "Ti TU ÇT « T d ÇA a) çI ı TA, D SERYEÇ YA AA Si | a Bayra ww sıu LA * 151 numaralı Yazan : A.R. 'Son Posta ,, nın tefrikası: 70 (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) şehit O ziri karanlık içinde, hiç kimse hiç birşey görmüyordu. O müthiş gürültü ve velvele arasında, kimse kimsenin sesini işitmiyordu... — Karaya gidiyoruz!., Tornistan!. Kudurmuş bir dalga, coşkun bir tehevvürle Suadın üzerine atılmış.. onu bir top gibi, fırlatıvermişti. İşte o anda, geminin başı, birdenbi- | re şahlanmıştı. Binlerce ton siklete malik olan -Ertuğrul, seyyal bir dalga- nın üzerinde, bir tüy gibi havalanmış.. bir kaç saniye, öylece kalmış.. ve son- ra, altındaki o dağ gibi dalganın bir anda eriyivermesini müteakip, açılan boşlığa yuvarlanmıştı. İşte o zaman, sanki yüzlerce top, bir anda patlamıştı. Tam (beş yüz dok- san altı can)ın feryadı, bu - korkunç tarakaya karışmıştı. Çünkü, Ertuğrulu şahlandıran o muazzam dalga; bu bed- baht gemiyi, o sert ve keskin kaya dö- küntüleri üzerine atmış.. koca Türk fırkateyninin teknesi bir an zarfında parçalanmış.. çürük bir tahta gibi, tam belinin ortasından ikiye ayrılmıştı. * Biz; Ertuğrulun o dakikadaki feci ve korkunç vaziyetini tasvirden âciz olduğumuzu itiraf ediyoruz. Ve sade- ce; bu hâile sahnesinin üzerine, sür'- atli bir göz gezdirmekle iktifa eyliyo- ruz. O zifiri karanlık içinde, hiç kimse hiç bir şey görmüyordu.. o müthiş gü- rültü ve velvele arasında, kimse kim- Benin sesini işitmiyordu... Makine dairesinde, ve güverteden aşağı kısım- larda bulunan efrat ve zabitan; - o cehennemi sadmenin tesirile - kâmi « len ezilmiş, parçalanmış.. bunlardan Bir tek (fert) bile kendini güverteye atmaya vakıt bulamıyarak hepsi bir anda mahvolmuştu. Güvertede bulunanlara gelince, o müthiş sadmenin tesirile bunlar da kâ- milen yere yuvarlanmışlar.. ellerine ne geldi ise, sımsıkı sarılmışlardı. Tekrar ayağa kalkmağa muvaffak o - lanlar, hissiz ve şuursuz bir halde, koş- mıya başlamışlardı. Fakat, bastıkları yerin, ayaklarının altında kaymıya ve bir tarafa yuvarlanmıya başladığını görür görmez, artık onlar da birer cis- me sarılmışlardı. Denizin üzeri, bir ankaz — meşheri haline gelmişti. Eğer sağ kalanlar, bun- ları görebilselerdi, hepsi de ayrı ayrı kendilerine birer halâskâr bulabilirler- di. “Fakat, o zifiri karanlıkta bir kaç kulaç ilerisini farketmek bile mümkün değildi. Onun için, yaşayanlar, göze çarpar-k kadar büyük cisimler üzeri- ne hücum etmişlerdi. Geminin kıç kasarası, güverteden ayrilmış.. heyulât bir — kaplumbağa gibi yüzmeye başlamıştı. Bunu gören- ler, derhal onun üstüne atılmışlar; sım- ' sıkı birbitlerine sarılmışlardı. Fakat '-:%ara, bu kadar kış'ının sık- —e emek e * se—ememne a & ei Bir Doktorun Günlük - Pazattesi | Notlarından — €) Vücudün mikroplara Karşı müda/aası Bir mikrop her hangi bir şahıstan baş- ka birisine intikal ettiği vakit derakap hastalık infilâk etmez. Mikrop İle vü - cut arasında bir mücadele vuku bulur Bu mücadelede vücudun müdafaası ga- , Jebe çalarsa mikröp mahvolur. Hastalık- tan korunmak şarısı çok olur. Bir çok se- bepler vardır ki vücudun müdafaa kuv- vetini kırar, yorgünluk, uykusuzluk, ke- yif verici zehirler ve alkole iptilâ, gıda - sızlık, söğuk alma, fena meskenlerde İka- met gibi şeyler vücudun müdafaa kud- retini kiran sebenlerdir. Daima vücu - dun müdafaasını küvvetli bulundurma - Ba çalısınız. Bu her türlü hastalıktal korunmak için en esaslı teminattır. letini çekememişti. Evvelâ, sağa sola bir kaç yalpa yapmış.. sonra, bir tarafa Iyatmış.. daha sonra da, alabora olarak üzerindekileri silkip atmıştı. İşte bu sırada, denize" dökülenlerin gözlerine, mizana direği (1) çarpmış- tı. Bu direk de, diğerleri gibi kırılmış.. güverteden ayrılmış.. yüzmeye başla- mıştı. Beş kişi birden, bu direğin üze- rine atılmıştı. Bunların arasında, ku” mandan Osman paşa da vardı. Bunlar, kollarile sımsıkı direğe — sarılmışlardı. Kuduran ve şahlanan dalgaların üze- rinde çalkanıp duruyorlardı. Bir kaç dakika sonra, bu direğe bir genç zahit daha iltica etmişti. Bu da, geminin fo- toğraf memuru, mülâzim Haydar bey- di. Haydar bey, ümitsizlikle — direğin üzerine atıldığı zaman, sol elinin par- maklarını, gorcata (2) nin altındaki incecik bir ipe geçirebilmişti. Ve o an- da, da, manevi bir ilham ile: — Yarabbi!.. Benim elime, şu ince- cik ipi verdin. Artık kurtulacağıma iman ediyorum. Diye söylenmişti. Bu-ölüm mahşeri içinde, herkesin çeneleri kenetlenmiş olduğu için; hiç kimse, birbirile konuşmaya müktedir değildi. Herkesin düşüncesi, bir tek nokta üzerinde temerküz etmişti: — Ele geçirilen şeylere, sımsıkı sa- rılmak.. kendisini dalgalara kaptırma- Dalgaların fasılasız kaynamaları a- rasında, büyük ankaz parçaları, şiddet- le birbirine çarpıyor.. bunların kor - kunç çatırdılarına, ezilenlerin yürek- ler parçalayan feryatları karışıyordu. Bu kaynaşma.. bu cehennemi sah- ne, çıldırtıcı bir şiddet ve heybetle de- vam ediyordu. Bu kadar haşin ve zalim davranan tabiatten, hiç kimse bir lü- tuf ve merhemet ümit etmiyor.. her- kes, derin bir sabır ve tevekkülle ölüm dakikalarını bekliyordu... İnsanın kelbini titreten o zifiri ka - ranlık içinde.. o kudurmuş dalgaların üzerinde, saatlerce çalkanmak beyin- lere sersemlik veriyor; sinirler gevşi- or.. birer halâs vasıtalarına sımsıkı yapışan parmaklar, artık kuvvetten kesilerek birer birer çözülüyor.. takat ve tahammülden mahrum kalan vücut- lar, o kükremiş dalgaların arasına sü- zülüveriyordu. — Arkadaşlar!.. Dikkat.. üzerimize büyük bir direk geliyor. Bu sözleri, mizana direğine sarı!mış olanlardan biri söylemişti. Mülâzim Haydar Bey, başını çevirip arasıra baktığı zaman, titremişti. Üzerine yar pıştıkları mizana - direğine - tamamen amut bir halde gelen bu direk “tam kendi hizalarında idi. Şayet kendileri- ne çarpacak olursa; hiç şüphesiz ki kendilerini ezip geçecekti. Haydar bey, bu büyük tehlike karsr sında metanetini muhafaza etmiş; ken- disinden bir kaç kariş ötede bulunan kumandan Osman paşa ile arkadaşları- hna: - (Arkası var) (1) Geminin ücüncü direği. (2) Direğin ortasındaki çanaklığın 'alt kısmı. İktisadi tahdidi teslihat | (Baştarafı 3 üncü sayfada) Umumi şeklile çok manlıki görünen bu mucize nasıl tahakkuk ettirilebile- cektir? Bu mukadder sual henüz kanaat uyandırıcı bir cevap ve- ren yoktur. — Selim Ragıp Emeç v eAiA GS LAT Bvaf ee Ş sörnde 6t ven daradr a gg can Eminönü Eczanesi yanında her gün akşama kadar hastalarımı J (©) Va notları & Faıvfız, yahut bİr al' vapırt” von vapıniz, AUT ayın” ar bir döklür 1 hakkında | ar Dr. HORHORNİ <a lk'- kabul ecer. Tel. 24151 n :| «Son Posta nm Tariht Tefrikası» : 113 SÜMERYIİLDIZİ TUNCAN Yazan : Celâl Cnglî ; Her yerisular basmıştı. Etrafta bağırışmalar gittikçe artıyordu Tunçay ömründe bu kadar saf ve temiz yürekli bir kız görmemişti. İlk önce çok kıskanmıştı onu. Fakat ya - vaş yavaş konuştukca onun kendisi i- çin tehlike olamıyacağını anlamıştı. Birdenbire yerinden kalktı.. Boynuna sarıldı.. Alnından ve saçlarından öptü. — Hiç merak etme, Mâral Ben se- ni başka türlü tanımıştım.. şimdi iyi tanıdım, Sen çok temiz bir kızsın! Sa- na elimden gelen yardımı yapacağım. Mademki Tanzer sana yardım vaad et- ti. Saçların kesilmiyecek.. ve belki ya- kında Samaya da kavuşacaksın! — Bana bir kardeş gibi, burada, e- vinizin eşiği dibinde yatmama müsaa- de ediyorsun, değil mi? — Şüphesiz. Kapımın eşiğinde de- gil. En üst sedirde., ve bir çatı altın - da. # & & Knrkunç' bir gök gürültüsü | Gudea sarayın taraçasında oturu - yordu. “Akşam güneşi henüz batmamıştı. Ur dağının yamaçlarına esmer göl- geler düşmüştü. Fırat üzerinde pembe ışıklar dalga- lanıyordu. Gökyüzünün batı tarafını kara bu- lutlar kaplıyordu. Gudea, Tanzere seslendi: — Bir felâket başlıyor.. gök karar- dı. Tanzer korkusuz cevab verdi: — Yağmur mevsimidir. Fırat su is- tiyor. — Güneş birdenbire bulutların ar- dında kayboldu, Tanzer! Bir felâket geliyor başımıza, — Merak etme, mellâ! Yurdumuza bol yağmur yağacak. Buna ihtiyaç va:ı dır. Mahsuller susuzluktan kuruyor. Birdenbire gök gürültüsü başladı.. Ortalık karardı. Şimşekler çakıyor.. Ur dağının ya * maçlarına yıldırımlar düşüyordu. Gudea yerinden kalktı: — İçeriye girelim, Tanzer! Felâket büyüyor. Nâraş'ın ölümü yurdumuza felâket getirecek.. — Nâraş öleli üç gün oldu. Eğer (Ulu Tanrı) böyle bir felâketle' bizi korkutmak isteseydi, bu gök gürül - tüsü ve bu yıldırımlar onun öldüğü gün başlardı. İçeri girdiler. Güdeanın odasında pencereleri in - dirip oturdular. — Sen cinlerden ve devlerden kark- muyor musun ? — Hayır, mellâ! — Onlar insana işkence yaparlar.. zayıfları ezerler.. — Ben onlardan kuvvetliyim.. ben onlardan cesurum, mellâ! — Sen şımdwe kadar bır cın veya ve r RötLefçi 1 czaneler Bu gece nöbetçi olan eczaneler şunlardır: İstanbul cihet 'ndekiler: Aksarayda: (Pertev', Beyazıtta: kisl. Fenerde: (Hüsameddin). mininde: (Hamdi). (Suat). Samatyada: (Erofilos), Şehzade- başında: (İ. Halili. Eyüpte. (Arif Beşir). Eminönünde: (Besir Kemal). Küçükpa- zarda: (Necali Ahmet). Alemdarda: (E- sat). Bakırköyünde: THilâl). Beyoğlu cibet'nd-iler: Tünelbaşında: (Matkovic!. . «—e- .e sed (Bel - Şehre - Karagümrükte: Yüksekkaldı- devle çarpıştın mı? — Hayir. Çünkü onlar benim yanı- ma sokulamazlar.. benden korkarlar. — Ya toplu gelirlerse.. seni elbirli- gile ezmek, boğmak isterlerse..? — Merak etme, ve dil birliği yapıp birleşirler. Fakat, cinler birbirinin düşmanıdır.. devler daima birbirlerile çarpışırlar.. onların ikisinin bir araya geldiği vâkidir. Eş - lerile birleşirler. Fakat, üçünün bir a- raya gelmesi kabil değil. Cinler ve dev ler çok kıskanç mahlüklardır, mellâl Onlar bir araya gelip de insan oğulla- rına hücum edemezler. Ben onları çok iyi tanırım. — Nerden tanırsın? — Sirtellâdan.. beş yıl önce ordum- la oraya gittiğim zaman, karşımıza çı- kan bir kabileyi mağlüb etmiştim. On- lar beni cinler ve devlerle tehdid et - mişlerdi. Bir gece çadırımda yatarken yerlerin zelzeleye tutulmuş gibi sarsıl- dığını gördüm.. muhafızlarımla dışarı- ya fırladım. «Cinler etrafı sarmışl» diye bağrışıyorlardı. Derhal karargâ - hımda bir gok yerlerde ateş yaktır - dım. Ne sarsıntı kaldı.. ne de cinler - den eser.. hepsi kaçtılar. Onları bir a- vuç ateşle kaçırmak bile mümkündür, mellâ! Gudea geniş bir nefes aldı. Rahipler ve sihirbazlar Sumer kra- lını çok korkutmuşlardı. Güdea mâkul ve zeki bir hükümdardı. Tanzeri din - ledikten sonra derhal sarayın etrafın- da ateşler yaktırdı.. Ve ateşlerin başına nöbetciler dik - H. Gök gürültüsü çok şiddetliydi.. ve binalar sarsılıyordu. Ortalığı korkunç bir karanlık sar - mıştı. Ur sarayına - bu dehşetlı gök gurul* yer mellâ! İnsanlar el| RADYO tarafından. 20: Rıfat ve arkadaşları tüsü arasında - ne cin, ne de bh'm- ) sokulmuştu. Zaten cinleri ve devleri göröı n yoktu. Halk bunların adından ve “ yalinden korkardı. Tanzere £ in” ona Sirtellâda bu işin içyüzünü "r”j kut anlatmıştı. Tanzer artık cınleı-den ve devle korkmuyordu. Yağmur, bora, ve gök gurultutî 4 tikce aı'tıyordu Tanzer fırtına ve gök gurultı.ı!dliı rasında Tunçayı düşündü.. SA müsaade istedi: (Arkası vl" .FA; l i' Bu günkü Progra 12 - Nisan - 937 - Pazartesi İSTANBUL ı“ İ “.ııx Öğle neşriyatı: Ü 12,80: Plâkla Türk musikisi, 12,50: ğ vadis, 13.05 Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: _ 18.30: Plâkla dans muüsikisi, 19.30: / avı hatıraları: Salt Selâhattin Cihaff fından Türk musikisi ve halk şarkıları. 247 Ömer Rıza tarafından arabca söylev. 44 | Bafiye ve arkadaşları tarafından Türk F | sikisi ve halk şarkıları: Saat üyarı. OÖrkestra, 22.15: Ajans ve borsa 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet ları. Yarınki Program 13 Nisan 937 : Salı İSTANBUL Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Hâ Akşam neşriyatı: .| 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Kont rans: Eminönü Halkevi neşriyat kolu nl mina Nusret Sefa (Yeni neşriyat), 90 | ve arkadaşları tarafından Türk musikisi halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza ta arapça söylev, 20,45: Cemal Kâmil ve »' kadaşları tarafından Türk musikisi ve M gşarkıları: Saat ayarı, 21,15; Şehir tiya M dram kısmı: (Pleas ve Melizandın), ) Ajans ve borsha haberlîî____:___:_) AÇILAN (Baştarafı 13 üncü sayfada) — Evet.. * Genç adam, sargıları yeni açılmış kahve rengi gözlerindeki muztarip ma- nayı saklamak ııstıyerek karşısında du- ran doktorun yüzüne bakmadan ko - nuşuyor: — Teşekkür ederim doktor, hayatım gibi gözlerimi de kurtardınız. Ve et - rafına birini aranır gibi bakarak ilâve "ediyer: — Teşekkür etmek istediğim bir ki- |şi daha var: Hastabakıcım. Doktor onu dikkatle süzerek cevap veriyor: — Bahçede oduğunu zannediyorum: Oturunuz da çağırtayım. Genç adam telâşlı bir tavırla: — Hayır diyor, hemen gitmeliyim. Ben bahçede kendini görürüm. * Bahçede bir kaç basamak merdiven- le çıkılan sedde, çamın altındaki is - kemlelerden bürinde hastabakıcı kadın yalnız başına oturuyor, ellerini çene - sine dayamış, gözleri dalgın, çok düşün- celi bir hali var. — Bayan Fatma.. Hastabakıcı birdenbire uıpererek el- lerini göğsüne gölürüyor. Arkasından aynı'! ses tekrarliyor: — Bayan Fatma.. Sonra kumlar çıtırdıyor. Şimdi genç adam onün karşısında, ellerile iyice yü- zünü kapatmış, ağlıyan hastabakıcısı - na gözlerinde gittikçe büyüyen bir hay- Yetle bakıyor veo ellerini yüzünden çe- | kinca birdenbire kahverengi gözleri bü- vüyerek yüzü sapsarı gerive doğru bir kaç adım atıp kekeliyor: rımda: (Vingopulo). Galatada: (Mer - kez). Tatsimde: (Kemal - Rebul). Şiş - lide: (Sark Mertkez). Beosiktatla: (Sü - leyman Recept. Pafarici ve Adalrrda: Üstüdarda: fİmrahor!. Sarıyerde: (Nu- ril. Büyrkadada>: (Şinasi Riza). Hey.- - belide: (Halkı. — Demek sendin! Hastabakıcım sen- bedin derrek! | Genç kadın yavaşça ayağa kalkıp o-| |yük küstahlığı asıl kendim yaptığ T .I GOZLER nun önünde duruyor. Fakat y bakmaktan korkar gibi hep ongne karak: : — İşte böyle, diyor. Sen hayaw kasdetimekle beni derin bir uykudan Fğ ' yandırdın sanki.. Seni nasıl s ve izdivaç teklifini reddetmekle en o zaman çok iyi anladım. Büyük bir * tırap içinde idim. Senin tehlikeli k vaziyette olduğunu söyledikleri 28 man dayanamıyarak buraya — ko "W Göçen' gün beni hâlâ sevdiğini söyle mese idin, iyi olunca hayatından G'! J kilecektim. Fakat.. ; Hıçkırmıya başlıyatak susuyor '.»xı genç adamın kendisine yaklaşan & seslerini duyunca başını kaldırıp E'â&l lerinden yaşlar süZülerek — Eğer istersen gene giderim di yor. : Yan yana Mhastaneden çıkarlar genç kadının elini sıkı sıkı avucuî', tutan genç bir adam: — Tevekkeli değil diyor. Hastaba”ş cımı o kadar seviyordum, ve.sesi S€ ı nin sesin olduğu için, daima konül masını istiyordum, * Genç kadın gözleri derin bir saad içinde parlıyarak ona bakıp: | — Ben de yavaş yavaş onü kıskan’ mıya başlamıştım zaten diye, cevâp niyor. - Hastanenin penceresinden kemîîıe rini gülümsiyerek seyröden doktol' l farkında olmadan birbirlerine sokulâ ed" rak, bahçeyi sür'atli adımlarla terk' yorlar. Yarınki nuslamızda : ; Şair Yazan: Karel Çapek -Ruscadan çevıren M CseTilT F Fi TAK