ge YU e y $ gaI YA AR ( W — A a HŞ k M e E İi İm :;4_.:# B * ti Çar, adat n yi Tşlir 4 '« a “niyetle dövüştü; Lausanne (Lazan) da — doğru süzülmeğe başlamıştır. Öyle — koyulmuş olmasıdır. i masıdır.» — faa bakımından kurulmuş diğer fabri- - milli müdafaasını değil, belki de harp | hâlâ kalbinde taşıdığı muhakkak olan - bir insan için bugünü görmek ne bü - | lacağı belli bulunmıyan bir dün - |— günkü hali arasındaki fark. hiçle hep — nakkaleyi müdafaa için harbettiği sıra- - larda, toplarının ağzına koyacak gülle * bulamıyan Türkiye, bugün emsali her . î:[lnlk fabrikalarının temellerini atıyor! — ti? İşin bu tarafı bir mistik meselesi-| » dir. Fakat, bildiğim. bir şey varsa, o a- - tini tatmak çok güzel bir şeydir. Bi - bir Türk: İsmet İnönü ea Yazan: Muhittin Birgen — ir asrın sekizde biri demek olan bir zamandanberi 'I_’ürkîye Iîi'ı_- kümetine reislik yapan İsmet İnönü, Karabük fahrikalarının temel atma me rasimi esnasında güzel bir nutuk söy - ledi. Bir temel atma merasimi için, bize bu fabrika etrafında söylenmesi lâ - zım gelen her şeyi söyliyen Ve her bahsi hatırlatan bu nutuk güzel bir şey- dir; fakat, ondan daha güzel olan bir şey vardır ki o da bu, uzun sene!erden- beri Türkiye davasının Vamelelernııe_ k:u- manda eden ustanın Türkiye talihi ile bir olmuş talihidir! Gözlerimizi, bundan ön yedi sene evvele çevirecek olursak, harap b?r memleket, kırık bir tüfek ve yaralı bir millet görürüz; her tarafı düşman, € - linde silâhı yok, her tarafından kan a- kan bir Türk, kendisine yeni bir vatan yapmak azmile dövüşüp duruüyordu. | Soy adını bu tarihin en küçük çapta, fakat en büyük kiymetteki muzafferi- yetinden alan İsmet İnönü, her şeye rağmen dövüşüyordu. a Dövüştü, dövüştü. — Hariçteki düş - manla dövüştü; içimizdeki düşmanla - rın envaı ile dövüştü; tarihin, ı_ımk Za- manlardanberi taşıyıp getirdiği zih - dövüştü. para ile dövüştü, tabiatin huy- suzluklarile dövüştü, Hülâsa tabii ve- Ya içtimai, binbir türlü unsurla dö_- vüştü. Nihayet, bir zamandanberi, bü- tün o mücadelenin mahsullerini top - luyor: Bugün burada bir demiryolu şe- bekesi, yarın ötede bir fabrika, bir fab-| Tika daha, bir eser daha açıyor. En ye- ni muvaffakiyeti de işte, Karabük mü- esssekünipaqlini atıxorıl! t S İ O) * . ü— rikaların da temellerini atarken, baş - vekil sıfatile, kendisini dinliyen mil - lete dünya vaziyetinden de bahsediyor; «Umumi olarak, beynelmilel siyaset,) sık sık halecan verici buhranlara ma - ruz kalmaktadır. Fakat, son zamanlar- da siyasi cereyanlar daha ziyade sulha günler yaşıyoruz ki bir, iki sene gibi kısa bir zaman için kat'i teşhisler koy- mak mümkün değildir. «Beynelmilel sahada son senelerin en “mühim değişikliği silâhsızlanma teşeb- büsünün akamete uğraması ve her memleketin silâhlanmıya var kuvvetile «Böyle mühim bir geçit devresinde çok hassas olması ve hazırlıklı bulun - Bunu söylerken de, Karabük fabri - kalarının temellerini atıyor. O fabrika- lar ki, ondan evvel ve sırf milli müda- kalarla birleştikleri zaman, artık Tür - “ve sulh bakımlarının her ikisi ile bir - den bu milli müdafaa işini tamamlamış bulunacaktır. İnönünde düşmanla kar- şı karşıya geldiği zaman elindeki yök- luğun ve yoksulluğun büyük acılarını yük saadettir! İki sene sonrasının ne o- yada Türkiyenin o günkü hali ile bu- arasmdaki fark kadar büyüktür. Ça - memlekette mevcut olmuiyan demir ve et İnönü dün gülleyi değil, kurşu- nu hesapla sarfeden insandı; bugün gülleyi değil, harp için de, sulh için de memlekete lâzım olacak demir ve çeli- ğin bir çok nevilerini kendi kendisine yapan bir vatanın oğlu olmuştur, * Bilmiyorum, talihi mi arayıp onu buldu, yoksa o mu kendi ellerile Tür - kiyenin talihini arayıp yakasına yapış- cı günlerden sonra burünlerin lezze » zim hep birden uzaktan duyduğumuz bu lezzeti o, o günün de, bugünün de, Röntgen âletleri bulunmaktadır. :Po a - A Bazı kimseler hayatı münhasıran lurlar. ibaret sanırlar. Ve bir defa muayyen bir servet derece - sine eriştiler mi, genç yaşta dahi çalışmayı bir tarafa bırakarak başıboş, kaygusuz bir ömür sürmiye koyu - para kazanmaktan adam hayatta hiç dedir;. Ne kadar zengin olursa olsun çalışmadan yaşıyan bir rolü kalmamış, tamamen lüzumsuz bir “unsurdur, boş vaktini doldurmak için sefahate sapaca .. ğına göre etrafına hastalık aşılıyan bir mikrop halin - İ aldı. Sayfaları çevirdi. İçindeki resit Avrupada Zürafe Hangi tarihte Görüldü —< Ü ———j — Ü 9 ç Ü Z Avrupada ilk defa zürafe 1486 se- nesinde görülmüştür. Mısır hükümdarı, bir İtalyan pren- sine hediye olarak bir zürafe gönder- miştir. Bu zürafe sokaklarda kendi is- tediği gibi gezmiştir. Halk zürafeden hoşlanmış ve evlerinin pencerelerin- den ona yiyecek vermişlerdir. “Hava ne güzel sözü dostluk tezahürüdür,, İki kişi karşı karşıya geldikleri za- man konuşacak söz bulamazlarsa ubu gün hava ne kadar iyi, yahut ne kadar fena» , falan gibi sözler — kullanır - lar. Bazı kimseler, bu sözleri mânasız bulurlar. Halbuki bir İngiliz psikoloğu bu sözleri hiç de mânasız bulmamakta ve insanların medeni olduklarına bir delil saymaktadır. İngiliz ruhiyatçısı diyor ki: &İn- sanların birbirlerile kavga etmeden konuştukları yegâne mevzu havadır. Hava mevzuu üzerinde müuhakkak it- tifak ederler. Birbirlerile uğraşmak is- temiyen insanlar hoş geçinmek — iste- diklerini bu suretle ifade ederler: — Hava ne güzel sözü, dostluk te- zahürüdür.» : | , Sovyetler portatif röntgen | makineleri yapıyorlar Moskovada, seri halinde, portatif imaline başlanmış Bu Sovyet mamulâtı âletler, iki çe- şittir. Bir cinsi 19 kilo sikletindedir ve bir bavul içinde taşınabilmektedir. Di ğer bir cinsi ise ancak 9 kile gelmekte ve ufak bir el çantasında götürülebitr mektedir. Bu âletler, bilhassa doktorun has- tasmın evinde Röntgen ile iş görmesi icap ettiği takdirde, büyük hizmetler görecektir. —e -|lerdi. Bu tarihi kemiği ye bu eşi bu- ARAS | KERGÜN BİR FIKAA | Kâğıda yazmamışsınız Ragıp Paşanın budala bir uşağı | vardı. Paşa uşağının budalalığını bildiği için her sabah evden çıkma- dan bir kâğıda o gün yapılacak sey- leri yazar, uşağa bırakırdı. Uşak ta kâğıtta ne yazıldıysa onları yapar - dı. Bir akşam paşa eve döndüzü za - man odasmda mangalı devrilmiş buldu. Halı yanıyor, uşak ta karşı - sına geçmiş seyrine bakıyordu. Paşa bağırdı: — Bu ne hal, ev yanacak, bunu söndürmek aklına gelmedi mi? — Uşak ellerini uğuşturdu: — Ne yapayım paşam, devrilirse ne yapacağımı | yazmamışsınız, * z mangal kâğıda Firavunun bir Kemiği felâket.er Doğurımuş Lort Aleksandr ve Lady Leton İn gilttereye Mısırdan yeni gelmişler, ve beraberlerinde de meşhur bir Hravu- num iskeletinden bir kemik getirmiş- lunmaz antikayı siyah kadife bir yas-, tiğın üzerine koymuşlar ve salonda bir camekânın altında teşhir etmişler- di. Fakat on beş gün sonra; felâketler birbirini kovaladı. Lort Aleksandr'ın yeğeni acayip bir hastalığa tutuldu, derhal deniz kenarında bir yere gön- derilerek tedavi edildi. Şatonun ahırları tutuştu, yandı kül oldu. Hizmetçiler, şatonun mahzenle- rinde hayaletler gördüklerini söyliye- rek evi terkedip gittiler. Dolapta asırlardan beri mahfuz tu- tulan antika çanak çömlek kırık bu- lundu. Elleri gözleri Bağlı otomobil İdare eden adam — Elleri hağlı oldoğa Hakde: otomobil |kullananlar olmuştu. Fakat son za- manlarda Muanjon adında bir adam gözleri ve elleri bağlı olduğu halde, polis ve gazetecilerin nezareti altında |bir otomobili üç kilometre boyunca i- dare etmiştir. Tenor Çalyapin nasıl kral olmuştu? Meşhur tenör Çalyapin başına ge- len en komik macerayı şöyle anlatmış- tı: : «Umumi harpten hemen biraz son- İra idi. Cenubt Amerikada uzun bir turne yaptıktan sonra AÂyvrupaya dö- nüyordum. Beni getiren gemi, kömür ve iyi su almak için ufak bir adada durdu. Ben iş olsun diye karaya çıktım. Sahilden biraz uzaklarda bir ağacın di- binde canım istedi, o zaman yeni çı- kan çarliston havalarını söylemeğe baş ladım. duydum, kalkıp ta bakınca B0 kadar çıplak zencinin beyaz dişlerini göste- rerek tebessüm ettiklerini gördüm. Ben korkumdan susunca, onlar yarım bıraktığım musiki nağmelerinin aynını ve fakat çok acemicesini söylemeğe ve etrafımda daireler yaparak dans etme- ge başladılar. Sonra beni kucaklayıp bir kulübe- nin önüne getirdiler, başıma bir hotoz elime de bir âsa verdiler, bir çokları da gelip bana biat ettiler. Ben kral olunca ilk iş olarak onları bir emirle başım- dan savdım ve güç belâ vapur demir alırken içeriye girebildim.» vetlilerin gırtlağı sıkıldı. Lort hurafata inanmadığını söyle- Lordun ayağı kırıldı. Bir gece da- gidecek ve yerli yerine koyacaktır. (Devamrı 8 inci sayfada) — T af İSTER İNAN İSTER İNANMA! Dün Beyvkoz kazasında bir memur tarik bedeline tâbi | sokak kapısına fırladı, memura: olanların tahakkuk defterini yapmakla meşguldü. Ma - halle mahalle gezerken bir sabıkalınm evine de uğradı. Sabıkalı zendisinin ne için arandığını ânlayınca derhal İSTER İNAN İSTER İNANMA! vergiyi çıkarırsan -— — Bana bak, dedi. Ben yıllardanberi tarik bedeli ver- miş değilim, şimdi adımı deftere yazıp ta başıma bu senin canını alırım, anladın mı? z ——— z |yenin bir reklâm vasıtasıdır. | dar mükemmeldir. Birdenbire etrafımda - bir çıtırdı. mişse de şimdi kemiği alarak Mısıra . ) Sözün Kısası - Boğaziçi ve *7 Türk tiyatrosu | " İsmet Hulüsi E vimde idim. Bir ecnebi dostül gelmişti. Kendisile şuradan Dl radan konuşuyorduk. Ecnebi dostll masamın üzerinde duran iki mecm yı gördü, Bunlardan biri «Türk Tiyat' rosü» mecmuası, öteki de «Boğaziçi» * di, «Türk Tiyatrosu» mecmuasını elili ler ve yazılar hakkında kendisine izâ hat verdikten sonra: . — Bu mecmua tiyatroda dağıtılır. | Bir mecmuadan ziyade tiyatroda O) nanacak bserlerin eşhasını seyirciler tanıtmak içindir. ; Eecnebi dostum «Türk Tiyatrosü! mecmuasını bıraktı. «Boğaziçi» mec ” muasını aldı. Bu sefer de «Boğaziçi!? mecmuasındaki yazılar ve Tresimle hakkında izahat verdim. Muharrirle rin şahsiyetlerinden bahsettim. Yazı ' ların bazı kısımlarını kendisine anlat ! tım. Ve dedim ki: J — Bu mecmuayı Boğazda vapur iş leten Şirketi Hayriye çıkarır.. Bu dâ yenin bi reklâm vasıtasıdır. Ecnebi dostum yüzüme baktı: — Türkiyede mecmuacılık meğet Avrupa memleketlerinin hemen pek çoğundan ilerde imiş. J Dedi, bu sefer ben onun yüzüne bak» tım: O sözünü bitirmemişti, devam et Ecnebi dostuma kurduğu nisbetimi. ne derece doğru olduğunu söyliyemez- dim. Ona: — Evet! â Derken içimden de: 4 — Ah, keşki öyle olsaydı. a ğ “Diyordüm. ”ç rA : “ 3 İsmet Huülüsi î Biliyor musunuz ? | — X şuaını kim, hangi tarihte bul* muştur? * 2,— Mısırlı Mehmet Ali Paşanın oğ* lu Ibrahim Paşa kaç yaşında ölmüş w tür? ; 3 — Oşmanlı tarihinde padişah olas rak kaç tane «Mustafa» gelmiştir? | (Cevnplan'Yırm) * | — Pariste gündüz saat on iki iken bizim Van şehrinde saat 3 tür. Bu iki şehirden Vanda sabah daha erken o » lur. 2 — Paduali Varsalius 1541 yılında yer yüzünde ilk anatomi eserini yar zan adamdır. 3 —. Türkiyede ilk rasathane İstan« bulda Tophanede Fındıklı sırtlarında - 4 — İranın:bugünkü nüfusu 10 mil- yon küsurdur. : -< | y e | “İnhisar bizimle eğleniyor,, İki insanın arasında dostluk ve tek« Lifsizlik olmadığı takdirde taraflardari birinin şaka yapması acaba kanuneri memnu mudur? ' . Şakanın da mahiyetini tetkik ederi Fransız kanunları bu vaziyetlerde has karet faslmın mevcudiyetini kabul et- mektedirler. Nitekim — bir hâdisenirni mahkemeye intikal etmesi bunun ba“ riz bir delilidir: - Pariste sigara satıcıları grev ilân etmişlerdi. Piyasada bilhassa amelele« rin içmedikleri lüks sigaralar bulun: muüyordu. ; O sırada Fransız inhisar idaresi, ye* ni ve lüks bir çeşit sigaraların ilânıni yaptırmağa koyuldu. Bu ilânlar, ortada mevcut, ve bu nevi sigaraların her yerde bulunabile- ceği yazılı olduğu halde, grev yüzün- den hiç bir yerde bulunmaması, bazi kimseleri fena kızdırmış: — İnhisar bizimle eğleniyor, diye mahkemeye müracaat — etmişlerdir. Mahkeme hey'eti kararını vermemiş” * pörn tir