151 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) Yazan ! A.R. Suat, kamarasının kapısından girer girmez, mülâzım | Alinin âşıkane bir tavurla kollarını açarak: “ Seni seviyorum! ,, diye bağırmasından zevk almıştı. Bu, altı kişilik zabit kunıamsmdı.w kendi yatağına uzanarak bir kitap o- kumakla meşgul olan mülâzim Asaf| başını kaldırdı: — Oo.. maşallah... Epeyce terakki var... Aferin Ali. Vallahi, ne işini bi- lirsin. Bedava İngilizçe hocasını bul - muşsun, Diye, gülmeğe başladı. — Bedava mı?.. Yağma yok... O bana İngilizçe öğretecek. Ben de ona musiki meşkedeceği Gel, Suat efendi. Şöyle karşıma otur bakalım... Ben, defteri hazırladım. Şimdi, en lâ- zım olacak şeyleri soracağım, Günde, on kelime öğrenmeğe çalışacağım. Ye- tişmez mi?, Diye söylenmeye başladı. Gülümseyerek mülâzim Alinin yü- züne bakan Suadın gözleri, birdenbire mülâzim Asafa kaymıştı. Asaf, yata- ğında yüzüstü dönmüş.. başı, yataklı- ğın kenarından sarkmıştı. Lombozdan giren hafif bir ışıkla çehresi biraz daha koyu bir şekil almış.. gözleri, daha berraklıkla parlamıya başlamıştı. Şu anda, Suadin kalbinde; hayatın- da ilk defa hissettiği garip bir heyecan yardı. O, kamaranın kapısından girer girmez; mülâzim Alinin, âşıkane bir tavır ile kollarını açarak: — Seni seviyorum, Diye bağırmasından, zevk almıştı Çok iyi biliyordu ki; bu sözler, hiç bir ciddi ve samimi mahiyeti haiz de- ğildi. Ancak; gidilecek memleketin dilber kız ve kadınlarına daha munis görünmek istiyen çapkın ruhlu bir gen- gin, öğrendiği iki kelimeyi tekrar ede- rek, dilini alıştırmak istemesinden iba- retti. Böyle olmakla beraber; o iki ke- Hime Suadın genç ve bâkir kalbinde şimdiye kadar duymadığı bir telezzüz husule getirmiş.. bu lezzetin verdiği sersemlikle, hiç düşünmeden: — Ben de, sizi seviyorum. Diye mukabele göstermişti. Fakat bu müukabele; onu büsbütün sermest etmişti... Hattâ; bâkir haya- tının, ilk aşk muhaveresini: ı,öyıel bir sahne muaşakası gibi ciddi ve sa- mimi olmadığını düşünerek, kalbinde gizli bir teessüf bile hisseylemişti. Mülâzim Ah, defterini çıkarmış; öğrenmek istediği sormaya başlamıştı: —E bakalım, Suat efendil.. «ÂAh, madmazel!.. o kadar tatlı ba - kışlarınız vaz ki,..» nasil derler?. — İngilizçede, madmazelin muka- Mese emsalsiz bir şeyleri, EBir Doktorun Günlük Notlarından İstimnai Bilyet | Büluğ çağını bulan gençlerde maaleset || ekseriyetle tesadüf olunan bir sulitiyat- tır. İstimnai bilyedin mütemadi ve faz - lasile devamı cümlei Aasabiye üzerinde derin akisler tevlit ettiği gibi gitgide za- fiyeti mucip olması haseblle bilhassa ve- reme müstait kansız kimselerde tehlikeli âkibetler yaratabilir. Büluğ çağına gelmiş olan delikanlıları ve çocukları yapayalnız odada bırakma- malıdır. Pazartesi c ' Uykusu gelmeden yatağa yatırmamalı- âir. Yatak mümkün olduğu kadar sert ol - lıdir. m: | tapları kontrol etmek li yatı körükleylel imleri çocuğa e roranlar Bgöstermemeli ey açık havada gezmek & xpor yapımak veya- gul olmaktır. | bir albüme yapıştırıp kolleksiyon yapınız. gakıntı zamanınızda bu notlar bir dokter “gib imdadınıza yetişebilir. bili «Misntir. Siz de, öyle diyeceksi » niz. — Daha alâ, ya... Biz de, mis gibi koklarız. Mülâzim Alinin defterine, şu cüm- leler sıralanmıştı: ( Ah, misl.. O kadar tatlı bakışla - rınız var ki, ( Gözlerinizin cazibesi, beni bir an- da size meftun etti. (O kadar tatlı bakışlarınız var ki; | bunlar karşısında tahammül edemiyo- Tüm, ( Hayatımda, ilk defa olarak - sizi seviyorum. ( Aşkınız, bir alev gibi kalbimi sardı. Bu ateşin içinde yanıp kül olmak isti- yorum. (Bu nermin elleriniz, bütün haya - tımda, ebedi bir hatıra olarak —kala - cak.) Mülâzim Ali ile mülâzim Asaf; u- İzun müşaverelerden sonra bu cümlele- Ti tertip etmişler; İngilizcelerini sora- rak deftere geçirmişlerdi. Suat; bu iki taşkın ruhlu gencin sn- allerine, birer birer cevap vermişti. Fa- |kat, her sual soruldukça da, kelbinde derin bir eza ve ıztırap hissetmişti Yarım saatten fazla süren bu meş- guliyetten sonra; mülâzim Ali elinde- ki defteri kapayarak: | — Bugün, bu kadar yeter... Hadi bakalım; şimdi de musiki dersine baş- |iyalım. Demişti. Fakat Suat,derhal ayağa kalkarak: — Efendim!.. Bugün bana müsaa -| de etmenizi rica edeceğim. Hem, fena halde başım ağrıyor.. hem de, (Aden)- de aldığımız resimlerin camlarını kâ- ğıda çekeceğim. . Diye mukabele ederek, sessizce ka- marayı terketmişti. Suat, dayak yemiş bir kedi gibi, ba-| şını önüne eğmiş.. doğruca kamarası-| na inmişti. İçeri girer girmez, kapıyı | arkasından kilitlemiş.. fesini bir tarafa attıktan sonra;” hafif hafif — sallanan brandasının üzerine uzanıvarmıştı. Yüzünde, bir tiksinme alâmeti be- lirmişti. Dudaklarını büke büke: — Meğer, erkeklerin ne iğrenc ruhu varmış?.. Diye söylenmişti. Suat, hayatında henüz bir aşk oyu- nuna girmemekle beraber; — kalbinde aşka karşı çok mühim bir mevki ver - mişti. (Aşk) denilen şeyin ne olduğunu; * 0 tarihte elden ele gezen - ( Pol ve Virjini) ismindeki romandan öğren - mişti... Suat; bu romandan öğrendiği aş - kın - hayatını mütemadi bir özlet ve safvet içinde geçirmiş olan ihtiyar bir | muharririn hayalinden doğan - basit bir köylü hissinden ibaret olduğunu farkedememişti. Onun için; şimdi mü- lâzim Ali ile Asafın kendisinden sor- dukları sualler karşısında, Suat derin |bir hayret hissetmişti. Kalbindeki saf ve bâkir aşk duygusu; tıpkı bir çomak- la karıştırılmış, içi toprak dolu bir su kaynağı gibi , bir anda bulanıvarmış - ti. — Demek ki, bu erkeklı decekleri kadının henüz y meden, böylece parlak kelimeler ta - sarlıyorlar.. cazip cümleler hazırlıyor- lar.. tam zamanı gelince, yerine göre bunları kullanmıya başlıyorlar.. böyle- ce de genç kızları avlıyorlar... Tıpkı, ökse ile kuş tutan merhametsiz ve ha-| şarı çocuklar gibi... Suat, böylece düşündükten sonra, içinde büyük bir memnuniyet hissedi- yordu: (Arkası var) — Babam nerede? — Sarayın taracasında. Muzafler Nâraşın ordusunu seyredecek., Gudeanın kizi - cariyesile beraber sarayın taracasına doğru yürüdü. Gudea saray muhafızı ile taracada konuşuyordu: — Nâraş bu kadar deveyi nereden bulmuş acaba?... — Suriye inci ve deve memleketidir. Orada kuzudan çok deve vardır. — Nâraşın bu kadar ganaim getire- ceğini umuyor muydun) | — Umuyordum. Çünkü, Nâraş bu- radan giderken, (Hamatı Ur'a getire-| çeğim ) demişti. — Sözünde durmuş.. Hamatlıların bütün hazineleri Hamattan Sumere geliyor. — Nâraş kahramanlar oldu... — Beline üç sarı püskül |bakkıdır. Güdea bu sırada taraçaya — giren kızını gördü.. sevinçle ellerini uzattı: — Gel yavrum.. muzafler kahramanı takmak Nâraşın ordusunu ve Hamattan getirdiği hazi- İneleri birlikte seyredelim, Sumer, prensesi babasının oturmuştu. Ortalığı aydınlatan güneşin ilık ha« rareti altında prensesin sırtı isındıkça neş'esi arlıyordu. Gudea kızından çok neş'eliydi. — Nüâraş nihayet muzaffer olarak 'döndü yavrum! Göğsümü ne kadar| kabartsam yeridir sanırım. Sen de be- nim gibi, onun muzaffer dönüşünden sevinç duyuyorsun, değil mi? Güzel prenses önüne bakarak gü- lümsedi. Cevap vermedi.. fakat, belliydi ki| o da babası gibi seviniyordu., neş'e - liydi. Sarayın önünden, eski an'aneye gö- re, ilk önce ganaim yüklü hayvanlar, ondan sonra esirler geçmeğe başlamış- tı. yanına Muzaffer ordunun ilk (yol gösteri- | |si) kolu önden geçmişti. En arkadan Wulıçu ve nişancı muharipler geçiyor - du. Nâraş bu muhariplerin arasında kır bir ata binmiş, miğferli başı yukarda, sarayın taraçasına bakarak yavaş yavaş | İilerleyordu. Kumandan, Sumerlilerin — âdetince Jordunun son nelerine kadar alayı takip eder. Muhariplerin — yanından ayrıl - mazdı. Bütün sokakları dolduran yerliler: — Yaşasın Nâraş.. Diye bağrışıyordu. Gudea; bel kocanın kazandığı şerefi?. Diye mırıldanırken, sokaktan nâra yükseldi: bir Nöbetçi Eczaneler Bu gece nübetçi olan eczaneler şunlar- dır: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (Pertev), Beyazilte: (Bel- kıs), Şehremininde: (Hamdi), Fenerde: ( Bmilyadi ), Karagümrükte: ( Suat ), Samatyada!: (Rıdvan), Şehzadebaşında: (Üniversitei, Eyüpte: (Arif Beşir), Emitı- minde: ( Aminasya ), Küçükpazarda : 4 Ahmet), Alemdarda: (Esat), Ba- ânde: (İstipan). yoğlu cihetindekiler: nelbaşında Mer - Şi CAİL Riza), (Kemal - Rebul), lide: (Pertev), Beşiktaşta: Boğaziçi ve Adalarda: — Kızım, görüyor musun müstak- | « — Hamat saltanatını yıkan Nâraş, Suriyeden muzaffer döndü. Onu mu- zaffer ordusile Akata gönderelim.. Akat tacını da yere vursun!» Sumerli prenses omuzlarını kaldı - rarak, mağrur bir tavırla babaşına dön- dü: — Samayı Akada göndermekte is- tical ettin sanıyorum. Keşki bir kaç gün daha gecikseydiniz! — Onun yerine Nâraşın gideceğini mi sanıyordun? — Şüphesiz. Niçin gitmesin.. fazla şeref, omuzda-taşınan bir yük değil ki ağırlık versin.. Gü leri nefsinde toplamasını, onun herke- sin fevkine yükselmesini istiyordu. Gudea: — Nâraş yorgundur, dedi, istiraha- ta muhtaçtır. İhtiyar anası dün gece - denberi yollara düştü.. uzun zaman- danberi hasretini çektiği oğlunu gör - mek istiyor. Sumer prensesi babasının cevaptan memnun olmamış Nâraş Ur'da kalacak olursa, düğünl izel prenses, Nâraşın bütün şeref- de çabuk yapılacak.. ve - birbirlerine çabük kavuşacaklardı. Develer ağır ağır yürür ve halk coş- kun nâralar atarak bağrışıp dururken, Gudeanın kızı birdenbire neden, otur- duğu yerde sapsarı olmuştu?. Zavallı babal.. Zavallı Gudeal.. Koskoca bir ulusun krah olduğu hal- de, kızının yetiştiği gündenberi - sırf nden - hiç de yüzü gülme- iztirap ve neş'esiz- lik içinde geçmişti. O, kızını mes'ut görmek için, kaç kere evlendirmek istediyse, hepsinde engel çıkmış ve güzel prensesin bütün ümitleri birer sebeble suya düşmüştü. Güzel prenses, muzafler Nüraş ar « dusu geçerken, neden birdfnğiîe sara- Üsküdarda: ( İskelebaşı ), Sarıyorde : (Osman), Büyükadada: (Şinasi), Heybe- Tide: (Tanaş), ,|Recep Peker tarafında: :| musikisi, 19,30: Çocuklara masal: İ. Gali? Yazan : Celâl Cengiz Güneşin ılık harareti altında Prensesin sırtı ısındıkça neş esi artıyordu rıp solmağa başlamıştı? Bunun sebebini anlamak güç bir iş değildi. Her gören göz, güzel prensesin ne- den birdenbire ümitsizliğe düştüğünü anlıyabilirdi. Nâraşın arkasında bir deve üstünde genç bir kadın görünmüştü. Bu devenin başına, Nâraşın beline taktığı asalet püskülü sallanıyordu. Herkes kolaylıkla anlamıştı ki, bu. Nâraşa ait bir kadındı. Onun karısıydı. *15 Mart 10937 Pazartesi İSTANBUL Öğle neşriyatı: 12.30: Plâkla Türk musikisı. 12.80: Havadiik 18,05: Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: Y7: İnkılâp dersleri üniversiteden nakleü, 18.30: Plâkla dan$ Arcan tarsfından, 20: Rifat ve arkadaşlafi fından Türk musikisi ve halk şarkılark 20.30: Ömer Rıza turafından arapça söylt” 20,445: Safiye ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, Saat ayarı, Zi 15 Şehir tyatrosu dram kısma ( Rigoletto )- 2215: Ajans ve borsa haberleri, 22,90: PLük* la sololar, Opera ve operet parçaları. Yarınki Program 16 Mart 1937 Salı İSTANBUL Öğle Neşriyalı: 12.30: Plükla Türk musikisi. 12,80: Hava- diş, 13.05 Muhtelif Plâk neşriyatı. Akşam Neşriyatı: <i 1830 Plâkla dans müsikisi, 1930: Eminöt Halkevi neşriyat kolu namıma Bay Nusrtf BSefa (Yeni kitaplar), 20: Belma ve arka * dasları tarafından Türk musikisi ve şarkıları, 20,80: Ömer Rıza tarafından A” rapça söylev, 20,45: Cemal Kâmll ve arkâ” daşları tarafından Türk musikisi ve şarkıları, Baat ayaczı, 21,15: Şehir wıuo: öperet kismi tarafından — (Lüküs hayatl» birinei perdesi, 2218: Ajans ve borsa bü berleri, 22.30: Plüâkla sololar, Opera ve O” peret parçaları.