Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
..... 151 numaralı şehit (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) ; Yazan v A.R. Eruğrulu Süveyşten eçiren klavuz hiyanetini yapmış ve gemiyi nihayet kuma ve çamura oturtmuştu — Süvari Bey!.. Gemi, yoldan kal- dı, Galiba, bir yere yasladı. Diye bağırmıştı. Ayni zamanda; klavuz da kısa bir ağız palavrasından sonra; makineye (tam sür'atle tornistan) kumandasını basmı_stı. Gemi, durduğu yerde, birdenbire sarsılmıştı. Sonra, bir ihtizaz başlamış- tı. Makinenin, bütün kuvvetile geri harekete çalışmasına rağmen, (Ertug-| rul) yerinden kımıldamamıttı. Kumandan Osman Bey, koşa koşa, kumanda köprüsüne tırmanmıştı. Fa- kat büyük bir soğukkanlılıkla klavuz- dan izahat istemiş.. kumandayı ele al- mıştı. En evvel, iskandil yapılmıştı. Ge- minin, çamurla karışık kuma oturduğu anlaşılmıştı. Fakat; şurası memnuni- yeti mucip olmuştu ki; gemi suyu su- yuna yasladığı için bu kumlu çamura saplanmamıştı. Derhal büyük tahlisiye sandalların- dan biri indirilmiş.. altına, tonoz de- mirlerinden biri bağlanmış.. sahile doğru gönderilerek kıçtan tonoz atıl- mıştı. Lâkin; tonoz atılan yerler cıvık çamurdan mürekkep olduğu için, ma- kineler işlemeye başlar başlamaz; to- noz demirleri de taramıştı. Kumandan Osman Bey, bu manev- ra ile gemiyi yüzdürmek pek güç ola- cağını anladığı için, mühendis zabit- lerden mülâzim Agâh Efendiyi bir sandalla en yakın kanal istasyonların- dah birine göndermiş.. iki romörkör ile bir kaç duba istemişti. Üç saat sonra, romorkör ve dubalar- la, Kanalın istasyon müdürü ve bir kaç memur gelmişti... Osman Bey, istasyon memurunu görür görmez, geminin oturmasının bir kumanda ha- tası olduğu söylemişti. Fakat istasyon memuru, büyük bir soğukkanlılıkla şu cevabı vermişti: — Olabilir... Fakat ne yapalım ki; Kanal nizamnamesi mucibince, kla - vuzlarımız, hiç bir mes'uliyet kabul etmezler. Önün için, klavuzunuzu muahaze etmek.. veyahut değiştirmek hakkına malik değilim. Demişti. Vaziyet; beyhude münakaşalara müsait değildi... Bahusus, Abdülha - mit hükümetinin siyaseti; (hiç bir yerde, hiç bir sebeble sızıltı çıkarılma- ması) esasına müstenit olduğu için; kumandan Osman Bey de: — Allah mğistahkıı_ıızı versin... Ha- —.. # öaena e ratüdamaan her nedense, sînirlendi'ri;(;r'du. Bu te- lefon niye susuyordü? Mel'un telefon!, Bu suretle iki saat geçti. Ölü, esmer gölge'er yavaş yavaş odayı doldurma- ga başladıleş — Oda, Nikolâ Petraviçe, batan bir geminin kamarası gibi görü- nüyordu. Bitişik komşu Düra'ın bir valsini çalıyordu. Ansızın keskin bir telefon zili odayı çınlattı. Nikolâ Petroviç, heyecandan buz Fibi olan elile âhizeyi. kaldırdı: — Alo, kim telefonda? — Benim, ben... Lenockanın uzak - lardan gelen sesi âdeta titriyordu. — Baba, bak dinle!. Annem mühar- rirden pek neşeli geldi. Galiba mu - harrirle evlenecek. Sen hemen ona te- lefon et,, Olmaz mı?, Bilirsin, ki ilk defa, sen anneme telefon etraeden, im- kânı yok, o sana etmez!, Galiba annem buraya geliyor, ça - buk-ona telefon et.. Nikölâ Petroviçin odası yeniden ses- sizleşti. Ortalık, iyice kararmıstı. Kom- | şu gene Düranı çalıyordu. Çalık adam masanın başında otürüyor ve ısrarla te- lefona bakıyordu. Bu basit kara âhizeyi yerinden oy - natmak, acaba niye bu kadar güç dlu- yor? Yarınki nyshamızda - INME Çeviren: Faik Beremen yırlısı ile, şu kanalı geçip gidebilsey - dik. Demekle iktifa etmiş.. artık sözü kısa keserek, gemiyi kurtarmak için lâzım gelen manevralarla işe girişmiş- ti. O gün ve o gece sabaha kadar uğ - raşılarak — gemi — yüzdürülebilmişti. Derhal denize bir dalgıç indirilerek, ge- minin altı muayene ettirilmişti. Gemi- nin altında, yola devama mâni ola - cak hiç bir rahne görülmemişti. Fakat; bu vaziyetten iyi bir intibah dersi alan kumandan Osman Bey; ka- nalın beş saat kadar Ertugrula açık bulundurulmasını.. dar ve akıntılı yer- lerde manevralarda lüzum kalmadan geçip gidilerek ikinci bir kazaya mey- dan kalmamasını istasyon müdürün- den rica etmişti. Müdür, bu ricayı kanal idaresine bildireceğine dair teminat vermiş.. çı- kıp gitmişti. Gemi, tekrar yoluna devama başla- mıştı... Geminin kumanda erkânı, nö- betle kumanda köprüsünde bulunu - yorlar; büyük bir dikkat ve basiret gösteriyorlardı. Maltız klavuz, etrafında çevrilen bu tarassut çemberine fena halde kızıyor; vakit vakit kendi kendine homurdanı- yordu. Epeyce yol almişlardı. Artık (Sü - veyş)e varmaya, ve kanaldan kurtul- maya, on beş mil kalmıştı... Birden- yordu. bire sahildeki işaret kulelerinden, bir bayrak kalkmıştı. Klavuz: — Aşağıdan, gemi geliyor. Burada, durup bekliyeceğiz. Diye bağırmıştı. Ertugrulun bulunduğu yer, ne ma- nevraya ve ne de tevakkufa müsait değildi. Tevakkuf edildiği takdirde, hiç şüphesiz ki buradaki şiddetli akın- ti gemiyi karaya sürükleyecekti. Ba- husus o esnada, kıç istikametinden de sert ve sağnaklı bir rüzgâr esmekte idi. (Arkası var) SON POSTA « Son Posta » nın Tariht Tefrikam : 76 Yazan : Celâl Şiddet mabudundan korkan müşteri Samadan, kendisini muhafaza etmek için iki katlı bir çadır istiyordu Sama, bu günahsız kıza"günahın ne demek olduğunu öğrettiği gecedenbe- ri vicdan azabı çekiyordu, Sumerliler gibi, Akatlar ve Elâmlar da şiddet ve felâket mâbudu (Enhil)- den korkarlardı. O günün inanışına göre, fenalık yapan bir insan, dünya - da bu Ffenalığının cezasını gekmeden ölmiyecekti. Mâbut Enhil, suçlu insanı nerede ve ne zaman olsa arar, bulur - du. Sama, sevgilisi Mârayı arayıp sor - mıyacak ve onü uzun müddet beklete- cek olursa, Enhilin elinden kurtulamı- yacağını biliyordu. Samanın düşündüğü bir nokta var- dı. Maâra, Samayı sırma püsküllü keme- rini ve at üstünde aslanlar gibi gidişini görmüş, onu bu heybetli kıyafetile sevmişti. Ya şimdi? Mâra, âşıkını bir çadırcı kılığile görecek olursa, eski aş- kile ve eski ateşile sevebilecek miydi? Sama mâbette savgilisinin mâbut - lardan neler istediğini de kulağile duy- muştu. İnsanları ve dünyayı tanımı - yan genç ve saf kızın kafasını kolayca okumak fırsatını bulan Sama, Mâraya bu kılıkta görünmekten çekiniyordu. İşte Samanın bütün kafasını kurca- layan, kalbini burğulayan bu düşünce onu mahvediyor, uykusuz bırakıyordu. *ok e “Mabud Enhil, bir yıldırıma benzer...., Bir gün Sama çadırcı dükkânında çalışırken, Nipurlu bir genç dükkânın önünde durdu. Samanın ustası dükkânda yoktu. Genç Mmüşteri, Samanın yüzüne hay - retle baktı: — Yeni mi geldin buraya? — Evet.. — Güçlü kuvvetli bir delikanlıya benziyorsun! Gudeanın yanında atlı bir hizmet bulamadın mı? Sama içini çekti: — Hayır. Ur'a gidecek param yok. — Ben senin yerinde olsaydım, Ur'a kadar yürüyerek giderdim. Hele şu göğse., şu omuzlara.. şu pazulara.. şu boya posa bak| böyle pehlivan gibi bir gencin çadırcı dükkânında çalışmasına şaştım doğrusu. Sama bu sözlere kulak vermemiş gi- bi göründü. Çadır ısmarlamağa mı geldin? — Evet. Fakat, iki katlı olacak.. — İki katlı mı? — Neye şaştın? ben öyle sağlam bir çadır istiyorum ki, içine mâbut Enhil bile giremesin. — Ben iki katlı çadır yapmasını bil- mem., Biraz bekle de ustam gelsin. Genç müşteri dükkânın eşiğine o - turdu. Sama çalıştığı tezgâhın önünden çekildi.. genç müşteriye sokuldu: — Sen de Enhilden korkuyorsun galiba?... - — Ondan korkmayan kim var? — Suçsuz insanlar.. — Suçsuz insanlar mı? — Öyle ya.. suçu olmayan insanın şiddet mâbudundan korkusu olur mu? — Ben şimdiye kadar yeryüzünde suçsuz bir insan görmedim. Firat su- yunu içen bir insan günahsiz kalamaz! — İki katlı çadırı ne yapacaksın? — Enhilden kaçmak için, çadıra sı- ——— vÜka ., J ü vr u- - KI KUMBARA | TARLADIR otübaca SO ”  | ü (f rıf ',ı lt g)w "'ı' H :w İı'î “.ç[.j ":_,"r’ Li ql"ı“*ıı__v ı*ı : l. ! N’ât ' u_h İ ü "ı_hi Ç :""?İ’*'!;f!d'*î,:*İ 'f 'Vi J_,'i Y AAA u AUAT KO Ülşti *K%i b -;ı 3 DU ( İN h BİRE, Te'ele VEREN N .. ” d - t giınacağım, — Günahın o kadar büyük mü?» Delikanlı hafif bir göğüs geçi sözüne devam etti: — Çok büyük.. ve uzundur. Ustâ gelinceye kadar kısaca anlatayım. — Beni dinliyorum. j — Ben geçen yıl içinde bir ilk bahaf günü Nipur dağının yamaçlarında klf çiçekleri toplarken, arkamdan acı bir ses duymuştum. Başımı çevirdim" genç bir kadın haykırıyordu: « B“ çiçekler benimdir. Ben onlarla geçini * yorum. Neden benim çiçeklerimi yolt” yorsun ?» Kadına: « Bunlar tanrın!f çiçekleridir. Sen kim oluyorsun? B? engin vadiler sana babandan kal yal...» dedim. Fakat o ısrarla bağıt” yordu: «Onları bana mâbut Enhil be* gışladı. Eğer bir yaprak daha koparif” san, Enhilin şiddet ve gazebinden küf” tulamazsın!» Ben bu sözlere ku vermedim., çiçeklerimi topladım.. ge * çip gittim. Bir başka gün ona şehir E" yısında rastlamıştım. — Güzel miydi bu kadın? K — Benim gibi, o güne kadar hiç bif kadınla görüşmemiş bir erkek için © güzeldi.. çok sevimliydi. Ezici bakif” ları, sülün gibi boyu vardı, Bana y laştı: « Kendini Enhilin şiddetindef koru! Gençsin.. acırım sanal» ded" korktum.. çekindim.. ve o daki Enhilin zebanilerini ensemde dolaşıy?? sandım.. ürperdim. — Başka bir şey söylemedi mi bt kadın? — Belki daha söyleyecekleri vuîd':' fakat ben o kadar korkmuştum ki.. b* raz sonra kendime geldiğim zaman © nu karşımda görmedim. — © kadın sakın bir cin olmasm,' — Hayır.. hayır.. onu ben çocuklu” ğgumda da görmüştüm. Küçüktü.. bef de küçüktüm.. Firat boylarında an#” sile beraber çamaşır yıkardı. — O halde bu kadın (Enhil)in © k- Jisidir. n — Nereden anladın? : — Enhil bir kere (Suz) şehrind? kadın kıyafetinde görünmüş, — Sen (Suz) da olup bitenleri ne” den biliyorsun? — Duymuştuüm.. — Elâmlar (Enhil)den çok korkar” larmış. | — Yalan hiç korkmazlar.. — Korkmadıklarını, da biliyofs“n' demek?. — Bir Suzlu tacir söylemişti.. — Ben Suzlu değilim.. Enhilde? çok korkarım. — Şimdiye kadar bir fenalık yapt mı sana?.. (Arkası var) | - ea Nöbetci Fczaneler Büugece nöbetçi olan eczaneler şunnı" dır: İstanbul cihetindekiler: Aksarayda: (Bar m), Beyazitte: (C7 mil), Şehremininde: (Nazım), Fen ”İ (Emilyadi);“ Karagümrükte): — (Fuât0 Samatyada' WRıdvan), Şehzadebaşındi” || (Hamdi), Eyüpte: (Hikmet Ati e Eminönünde: (Hüseyin Hüsnü), KüçÜ ef pazarda; (Hulüsi), Alemdarda; — (BW Neş'et), Bakırköyünde (İstepan). Beyoğlu cihetindekiler: re- İstiklâl- caddesinde: (Dellasuva), ür pebaşında: (Kinyol), Karaköyde! (H ç seyin Hüsnü); İstiklâl caddesinde! (Di y İ monciyani, Pommnmraltıda: ı'NarmwBiyâu Beşiktaşta: (Süleyman Recep). Boğaziçli ve Adalarda: rde: Üsküdarda: * (Ahmediyel, Sariyt » (Osman), Büyükadada! (Şinasi F Heybelide: (Halk).