6 Sayfa Bir Si-livri - İstanbul seyahatının intıbaları Yazan: — Naci Sadullahlan hâlâ bir ha - ber yok mu? — Yok... Aratmadığımız yer kalma- dı... Ne bilen var, ne gören! - Başına bir kaza gelmiş olmasın! Matbaada, bulundukları odaya gir - diğimin farkma varmıyan dostlarım, benden böyle bahsediyorlardı Beni karşılarında görmek gözlerindeki hak- h endişeyi giderebildi. Fakat kılığımın çok aşikâr perişanlığına bakınca, hep- si de, sevinçlerinden evvel hayretleri- ni, ve meraklarını ifadeleştirdiler: — Bu ne hal böyle? — Geçmiş olsun yahu? Ben, uzatılan elileri sıkamıyorum: Çünkü çamur, tırnaklarımdan dirsek - lerime kadar siyah bir eldiven gibi geçmiş... Altıma sürülen sandalyeye oturamı- yorum: Çünkü tabanımdan saçlarıma kadar bulaşan çamur benimle, ıslak kerpiçten yapılmış bir insan heykeli a- rasında çok az fark bırakmış. Tıpkı etrafa sirayet etmekten çeki - nen merhametli bir hastalık gibi hiç kımıldanmadan duruyorum. Dostiarım beni, müthiş facialardan” kurtulmuş Bgarip bir kazazede gibi merhametle, hayretle, tecessüsle süzüyorlar, ve sü- kütumun büsbütün — kamçıladığı — bir merakla soruyorlar: — Nerelerdeydin? — Bu hale nasıl girdin? Nöhayet içlerinden birisi, avuçla - nnm gamura bulaşmasını dahi göze alıp yakama sarılıyor: — Anlatsana yahu? Sen çamurdan kurtulmuşsun amma, eğer biraz daha susarsan biz meraktan boğulacağız' * * * Otomobil çamura gömülü.... Şoförlerden biri arabanın önüne yığılı çamurları kucak kucak kenara taşıyor. Öteki kenardan tekerlek- lerin altlarına etek etek taş getiriyor. Çamurdan hiçbir taraf- ları gözükmiyen şoförlerin birbirlerine “ Sen misin Mustafa ? ,, “ Sen misin Tevfik ? , diye seslenmelerini hâlâ duyuyor gibiyim. Naci Sadullah Altıma sörülem lekemleye etaramıyorum. —Çünki tabanımdan — saçlarıma kadar — bulaşan çemur benimle, slak topraktan yapılmış bir insan hey- keli arasında çok ax fark bırakmış ! dudak büküşüm, nedense şoförün gu - ruruna dokunuyor: — Zaten, diyor, gelmek isteseniz de götüremeyiz sizi... Çünkü otobüse on sekiz kişiden fazla yolcu alamayız. Ve Mmevcut yerler de, daha sabahyan tutul du!, Bü cevap beni, seyahatimı bir gün sonraya atmak mecburiyetinde bırakı- yor, Verilmiş bir karardan dönmek Anlıyorum ki, sükütu biraz daha de-İrgğdesinde kalmanın hoşnutsuzluğu wam ettirirsem, benim muru altında boğulmaktan kur mâk, çamur deryası içinde boğulmak - tan kurtulmaktan zor olacak. Bir sandalyeye yaydığım eski bir ga- zete üzerine yerleşiyorum, çamurlu paketimden çamurlu bir sigara çıkarıp, çamurlu kibritimle yakıyorum. Ve ça- murlu maceramın hikâyesine girişiyo. rum:! Ortadan tam iki gece, üç gün kaybo- luşumun, onları hiç istemeden endişe- ye düşürüşümün, ve hepsini hayrete boğan o perişan kılığa girişimin, ber- taraf edilmesi elimde olmıyan sebep - Jerini anlatıyorum. Beni bazan güle- rek, bazan şaşarak, bazan kızarak din- Tiyorlar. Ve ben susar sasmaz hemen | hep bir ağızdan kışkı! — Yazsana bunları!.. O anın, kılığım kadar perişan haleti ruhiyesi içinde, karşıma dikilen fo - toğrafçının objektifinden kaçınmayı bile akledemiyorum. Bu suretle de, muzip dostlarım, arzularını yerine ge- tirmemi bir emri vaki haline sokmuş oluyorlar. Ve ben bugün, boynuma borç olan işi görüyorum, onlara anlat- tıklarımı size yazıyorum! * Koca İstanbulun, gazeteci kalemile eşelenmedik köşesi kalmadı. Ve biz, mevzularımızın hududunu şehir hari- cine doğru genişletmeyi tasarladık, Ve | tatbikma devam edeceğimiz bu çok ye- rinde niyetle de, işe evvelâ yakınlar- dan başlamayı, ve ilk seyahati Sili ye yapmayı kararlaştırdık. Bana bu ka- rarı verdiren meslekdaş: — Silivri — diyı Şuracıkta, burnumuzun — dibinde... Hem ora- nın, kayda değer bir. çok hu- susiyetleri de vardır... Meselâ Silivri. nin yoğurdu meşhurdur. Gidip te sade Silivri yoğurdunun nasil yapıldığını görüp yazsan bile kâfi!. sonra, her gün Sirkeciden Siliv-| gelen otobüsün şoförile ko - Çarabası ağırlığile ilerlemek mecbi B içinde Babıâli yolunu tutuyorum, Bi. zim meşhur yokuşun başınrla, tesadüf beni, bi bir şaförle karş: Selâmlaşırken, kabule müsa vap ummamanın verdiği soruyorum: — Beni Silivriye gölürüp getirir mi- sin Mustafa? Bu sualime hiç tereddütsüz: ümltsizlikle — Gideriz. bayım! cevabını. ve- ren — Mustafanın, ummadi ka - dar müsait — bir ücret — isteme si bana, vaz geçmek — mecbu - riyetinde kaldığım kararı fatbik im - kânanı kazandırıyon Şoför Mustafa, ve onun eskı araba - sını işleten şoför Tevfik hiç vakit ge - girmeden silivri yolunu tutuyoruz! Kısa'seyahatimizin asfaltın ni lendiği noktaya kadarki kısmı, en şai- rane tasvirlerin ilhamını verebilecek kadar zevkli geçiyor. Fakat sabık Bigados, lâhik Selimpa- ga köyile Silivri arasındaki kısa me - jsafe bize bütün bunları unutturuyor. Çünkü Bigados köyünden — çe karken; takip ettiğimiz yol bir patika | halini alıyor. Ve otamobil, bir manda yetinde kalıyor. Hele az sonta, kuru - muş çamurları; üzerinden isimleri ve hudutları silinmiş bir kabartma hari - taya dönmüş olan yolda, otomobil, ri diri kızgın tavaya atılmıs bir koca hamsi gibi zıp zıp sıçrıyor. Otemobilin tekedleklerini, çamur - | -|P zamanda oradan geçmiş olan nakil vasıtalarının bıraktıkları derin izlere kaptırmamak için, adım başında bin |çareye baş vuruyoruz. Şöförler müte- madiyen: Bereket, diyorlar, yağmur yağ - mamış!.. Eğer buralar — islak içinden çıkılmaz bir bataklık halir hrdi! Ve işte, bülün facia, şoförleri gi - derken korkutan bu tehlikeye, © nuşuyorum; Biz, dlor. Buradan her gün saat kalkarız. Ve geceyi Silivride Reçirip, ertesi tâbah saat 8,30 da ora- dan İstanbula hareket eder:z!. Geceyi Silivride geçirmek işime gel. miyor. Benim mütereddit ve isteksiz te uğramamızdan doğuyor. V: reket etmek için, başlamış olan yağ- murüh dinmesini bekliyoruz, fakat o zamana kadar da yağmur geçeceğimiz yolun, © kuruyken bile güç aşılan kis- mıni tutkallı ve yağlı bir bataklık hali- ne sokmüş bulunuyor, Biz de üzerinden uçarak geçemiye- «|memiz, — otomobili SON POSTA “ Biz Türkçe konuşmıyacağız! ,, Bir gazeteye beyanatta bulunan Mu sevi cemaati reisi Marsel Franko, İstan buldaki Musevilerin türkçe konuşmala rı hakkında demiş ki: — Bu iş küçük merkezlerde daha ko a tatbik edilebilmiştir. Fakat İs- laylı faydalı tır. Burada yalnız elli bin Musevi var- dır. Bunlara lâ türkçeyı öğretmek, zımdır. Bu suretle yetişen talebe za: ihtiyaç hâsıl olmuştur. mediğinden Frankonun sözl iteciye yanlış tercüme etmi; Marsel Frankonun elli bin Mu: |nin elli bininin de türkçe bilmedikle- İrini iddia edeceğini hiç zannetmem. Sonra beyanatın şu kısmını da yanlış tercüme edilmiş olacak: Bay Franko, Türk mektepierinde iyade Türkleşm'ş Müusevi mekteplerinde okutmak lâzımdır.» Dememiştir. Dese dese şunu demiş- tir: «Bütün talebeyi türkleşmiş Musevi mekteplerinde, daha ziyade Türk mek teplerinde okutmak Vâzımdır.» Hele asla : «Bu suretle yetişen talebe zaten ken diliğinden türkçe konuşacaktır.» Diyip bugünkü nesli : konuşmıyacağız! Sözünü söylemeye teşvik etmemiş - tir. £ otomobili kurtarmıya çalışabilmel de çamura gömülmekten başka kalmıyor. Çünkü, şiddeti gittikçe artan müthiş çare "|bir ayaz ve tipi altında, ne donmadan Bigados köyüne kadar yürüyebilmiye, ne Silivri kazasına kadar dönebil ye, ne de saplandığımız yerde ümitsiz ümitsiz tesadüflerin yardımını bekle - miye imkân var!.. Binâaecnaleyh, hayatımızı kurtarabil. kurtarabilmemize bağlı... Ve bizim, canımızı dişimize ta- karfasına çabalamamız da, çamura sap Tanan otomobili değil, çamura sapla- nan hayatlarımızı kurtarmak için!. Büurnunun dibinde bulunduğumuz İstanbul bizden öyle uzak kı.. - Kendimizi içinde bir milyona yakın Pinsan yaşıyan, ve sokaklarında eşek |görmiye bile tahammül edemiyecek kadar medenileşmiş koca bir şehre iki saat mesafede sanabilmemize imkân yok:.. Şoför Tevfik, otomobilin önüne yı. ğılan çamurları kucak kucak kenara ta- . Şoför Musta tinaj yanma - rı için, tekerleklerin altlarına e- i «|tek etek taş getiriyor. Ve ben, kopan | bir tekerlek zincirini tamire çabalar ken: «İş başa düşünce kaptan paşa kü- rek çeker!» darbı meseline gülemiye - -| rUmM, Şoför Must anın Üstüne — titcediği a, çamurdan bir tuluma iş. Benim ondan geri kalır yanım yok. Hele Tevfik, iyice yüz göz olduğu çamurların içinde hemen hemen kay- bolmuş. Size mübalâğalı bir şaka gibi geleceklir amma, ben, çamurdan bir tarafları gözükmiyen birbirlerini: şoförlerin fa? ik? diye dürtüp 3, tanıdıklarını ha- k direksiyon tut - ğmur ; tırlıyorum! Bir ara mak için, kenarda! ğünde elini yıkamı d — Yahu... Çamurların içinden elimi bulup çıkaramıyorum! diye eseflenişi- — Türkçe öğrenmediğimiz için türkçe îıS;'ı vardır. lere tâbi olan suçlar da eskimekte, is- İhtimal tercüman da türkçeyi iyi bil| tintak dairelerine ve ceza hakyerlerine gaze- verilmsi gerek olan suçlar da, müddei umumiliğe, eskisine nisbetle gelmektedir. Aradan bir bu kadar zaman geçtik- ten sonra, vaziyetin bir kat daha lehte değişiklik göstereceği ve daha fazla za- manla da, kat kat düzeleceği kuvvetle umulmaktadır. Öte taraftan, son zamanlarda yaka- lanan hırsızlık suçlularından - birçoğu- nun, çocuklar olduğu görülmektedir. Bunlar, muhtelif yaşta, fakat en ziya- de 12 - 14 yaşlarındaki çocuklardır. Çocuk suçlular, hemen umumiyetle suçlarını açıkça söylemekte, bu arada hattâ «ben vaktiyle filân yerden de fi- Mesrur oğlu Asaf, iki hırsızlıktan suç - |lu ve mevkuf: Üçüncü cezada duruş - (ması yapılıyor. Tıknazca, orta boylu bir adam! Bu iki hırsızlıktan biri, Beyazıtta olmıyan kilidi kırılarak yapılmış ve içe riden yatak takımları aşırılmış. Diğeri, *|Akbıyıkta olan bir hırsızlıktır, k£ bun- *|da da bir zerzevatçı dükkânının açık duran kapısından içeriye girilerek, bir kadın fanilasile bir kadın atkısı aşırıl- mış. Mesrur oğlu Asaf, bu davada çalmak tan suçlu. Fakat, başka bir süçu da var: İbrahim adlı, esmer, dinç tavırlı bir a- dam! Bu da, çalınmış malı, çalındığını bilerek satın almaktan suçludur. İbrahim, tamamile inkâr , ediyor, «ben, çalınmış olduğunu bilerek mal satın almadım» diyor. Hırsızlık. suçlu- ,suna gelince, Mesrur oğlu Asaf, şu yol da cevap veriyor: — Yatak takımlarımı çalan ben de- ğilim, Bu İbrahimdir. Bunları bana sat temeyince, bana öfkelendi. Bu yüzden bana yükletiyor! Hattâ, İbrahim'n sahibi Osmanın karısı bilir bu vüzünü! — Ya öteki iş? Akbıyıktaki ? Haan, onu da ben yapmış değilim, -İama üstüme aldım! | — Neden? — Eh, ne yapayım? Babatık icabı! | — Babalık icabı da ne demek? — Ne demek olacak? Oğlumu karu- mak istedim. Çünkü ti öküzlerin arabasına bağlıyoruz. |Otomobili unutup o biçareleri kurlar - mMiya koyuluyoruz! Tam ellerimizi ümitsiz ümütsi lerimize koyacağımız sırada, ş: fik karayı seçmiş bir kristof Kolomp taylası gibi bağrıyor: — Otobüs geliyor! İstanbula leceğiniz kadar geniş bir sevinç veri - şan otobüs, çamur deryasınm selâmet Mehut suçlar anununun Mahkemedeki işler azaldı. Fakat çocuklar suçlarının tanbulda pek © kadar kolay olmıyacak (çoğaldığı görülüyor ve ıslahhaneler açmak icap ediyö! Meşhut suçlar kanununun geçen yı-|lân şeyleri aşırmıştım!» gibi, yakalâf' bunun için bütün talebeyi Türk mek-|lin sonuna doğru, Teşrinievvelin başın teplerinde veya daha ziyade Türkleş- | da tatbikına girişilmişti. Beş aydan bir miş Musevi mekteplerinde okutmak lâ | az fazla bir müddet içerisinde, elde edi len neticeler müsbettir. Meşhut suçlar ten kendiliğinden türkçe konuşacaktır. |gün günden azalmaktadır. Kanun tat- Bay Marsel Franko, türkçe bilmedik | bik edilmezden evvelki vazıyetle bu i söylediği elli bin kişiden bırdir. | günkü vaziyet arasında, bariz bir fark Türkçe bilmedğine nazaran da kendi- sine müracaat eden gazeteci ile konu- şabilmesi için herhalde bir tercümana | sır değildir. Binnetice, umumi hüküm- Bu fark, meşhut suçlara da münha- daha az 'Babalık icabı işlemediği suçu kendi işlemiş gibi itiraf eden adam |Kendini müdafaa edeceği yerde ikinci suçluyu göste"' yor ve onun evvelce de mahkemeye verildiğini söylüy0 bir handaki oda kapısının pek muhkem |. İ mak istedi. Ben, şüphelenip almak is| her nasılsa bir ca' müzakere edecekler! wzw Fakat gelin görün ki cılız öküzler de| takılmış bir ağı çeken birer de saplandıkları yerde kalıyorlar. Ve biz| gayretile asilıyorlar: Ve otomobilif. | r Tev-|Sün mert şöförü Muharreme, ve İY'N, çoktan vardığını sandığı- | derken bi Miız otobüsün, tesadüfen geç kalmış ol-| betâni dü duğunu görerek bize, tasavvur edebi- | İstanbırl yolg, bu kahil kazalara *:'"N, yor, Saplandığımır: sahayı güç halle a-/toprağı kadar zengin görünmiyet “, sahiline varınca, hize halatm: atıyor. | ğurdile değil, berbat ve kara çamıır” -|Otomobilin dingillerine bağlanan bu| meşhüur olacak demektir. halata, bütün otobüs yolcuları hirdml —a neticeleri malarile ilgili olmıyan suçları da dökmektedirler. Fakat, bunlar hapishanelere göndd lememekte, salıverilmektedirler, ÇÜ kü, ceza kanununda yapılan tadi n nazaran, 15 yaşını tekmillemiş olmi yan çocuklar, ceza müddetlerini mü! ka ıslahhanelerde geçireceklerdir. nüz ıslahhanler kurulmadığına göre d 18 yaşına gelince yakalanıp cezaları pishanede çektirilmek üzere, şimdi verilmeleri lâzım gelmektedir. Kndilerine cezaj mes'uliyet mııt’ şeden büyük yaştaki kimselerin çoct rı hırsızlığa sevkederek, kendi larına çalıştırdıkları ve onların ha konulamayışlarından istifadeye dukları, onları elaltından idare cı'l#îJ kendileri gölgede kaldıkları sanıl tadır. Bu itibarla, ıslahhanelerin bir an © vel kurulması ve çocuklarda bu Eii temayüller uyanmasınm, kendile büyük yaştakiler tarafından istismaf dilmesinin önüne geçilmesi, icap di mektedir. Alâkadarların bu nokt nazarı dikkate almış ve tetkikata bel Jamış oldukları da şüphesizdir. hillik etmiş. Dükkânın kapısını açık rünce dalmış içeriye, atkıyla hnl?: Lalıvermiş eline! Çocuk aklı bu! Bnılf* şeyin kanunen yasak olduğunu, ne *” lecek! Durüşmada beş şahit dinlenildi. Bt arada araştırmayı yapan polisler d€” şahitlerin dinlenilmesi tamam olun!? duruşmanın tahkikat safhası da tamaf) lanmış oldu ve müddelumumi muıV": Feridun Bağgana, Mesrur oğlu Asafi her iki hırsızlıktan, İbrahimin de s'"; miş malhı çalındığını bile bile satin maktan cezalandırılmalarını istedi. Dosyadaki bir kayıttan yatak taklik larının yeni iken otuz lira değeri! olduğu, fakat kullanılmış bulundi anlağşıldı. İbrahim, müdafaasını, başta b)’“*.: tiğimiz gibi yaptı, kısaca Mesrur oğ Asafa gelince, o da, yukarıda kayt tiklerimizi tekrarla beraber, sözler şunları kattı: — Bu İbrahim, evvelce bir dikiş T kinesi meselesinden de mahkemeyt ç miştir. Bundan da edindiklerimin d“ ıruluğu anlaşılır. O... ılandı: ; — Sen onu bırak ta kendini mü' şöyle ihtarla kı (dör faa et! bir Necip Nadir, Hüseyin ve Tahir, * | hâdisede bab: bi kendini yakti d ğından ve bir vak'ada bir yıhın(ll' süçü kendisine yükletildiğinden» be seden adamla, öteki hakkındaki karaf' yapışıyorlar. Hepsi de, layısde hayatlarımızın manasız. d yesiz bir ölümden kunulmacndı':,w rekli yardımcılarımıza teşekkürü unutuyoruz. ğ O teşekkür barcunu burada “ık:;i a e Silivrinin şüpheli ” eVti vorüm. — Eğer Sil bırakmıyacak hale sokulmazsa, vallhı kaza; tez günde nefis ve ak )" Naci Saduttaft