| | | | İv | | 14 Sayfa SON POSTA “ Son Posto ,, nın tefrikası : 14 şehit 151 numaralı (Ertuğrul faciasına karışan aşk macerası) Yazan : A. R. Bahriye Nazırının, Japonya seferine kendi damadını göndereceği duyulunca ortalıkta bir dedikodu aldı yürüdü, Herkes: “Bozcaadalı damadını yere vurmak istiyor, bu çürük teknelerle yola ç karıyor.,, diyordu Ayni günde, mabeyin başkitabetin-! çıktı... Meğer bu, (Japonya seferi) nin den bahriye nezaretine şu tezkere gön-|iç yüzü ne imiş?.. derilmişti: I Yaveranı hazreti şehriyariden ve bahriye miralaylarından Osman Bey; Eztuğrul firkateyni bümayantEumat- danlığı ile, tarafı şahaneden Japonya — Ne imiş?... — Damadı, Osman Beyi kaldırıp yere vurmakmış. — Nasıl?... — Nasıl olacak)... Zavallı adamı, hükümdarına gönderilecek olan nişan| bu çürük teknenin kumandanlığına ve sşair hüdayayı seniyeyi götürmeye memur edilmiştir. Mektep vefinesi namı altında Hint ve Çin ve Japonya sularında gezecek olan mezkür fırkateyne ehliyet ve li - yakati mücerrep olan kaptanların ta - yini irade buyrulmuş olmakla evsafı matlübeyi haiz zevatın derhal inha ve iş'ar buyrulması, bâ iradei seniye ıvııa olunur.| Hasan Paşa, erkânıharbiye reisi Fa- İkazaya uç inha etmiş,.. Halbuki bu teknenin sağ selâmet Çanakkaleyi geçebileceği bile şüpheli... şüphesiz yolda ya bir acak.. yahut da, yoluna FB devam edemiyerek dönmeye mecbur kalacak. İste o zaman; Bozçaadalı da, damadından bol bol intikamını alacak. — Tuhaf şey.. intikamını mı?.. Ne intikamı?.. Ayol, damatla kayınpeder — A, birader!. Sen de, uykuda i « mişsin... Malümya, Bozçaadalı, ne za- ik Paşa ile damadı Osman Beyi celbet-| — 1 y l ni kiskanıp dürü- miş; uzün bir müzakereye girişmişti. | » Bu müzakerede verilen kararın netice- 'or. — Bundan hiç haberim yoktu.. Se- &i olmak üzere, ertesi gün, doğrudan bep?, doğruya mabeyin başkitabetine şu ce- yabı göndermişti: | Mektebi fünunu bahriyeden mah-| geç talebenin ikmali malümat eylemeı lJeri için Ertuğrul fırkateyninin talim gergisi ittihazile Hint ve Cin ve Ja - ponya taraflarında gezdirilmesi tebliğ buyurulan iradei seniye iktizayı celi- Hinden olmasile, mezkâr - firkateyne erbabı malümat ve iktidardan bir sü- yari ile bir de muavin tayini lâzımgeldi- ğinden, ve asakiri bahriye binbaşıla- xından TekirdağlıAli ve Cemil Efendi kaptanlarsıffatı matlübe ile müttasıf zabitandan bulunduklarından, rütbe- lerinin kaymakamlığa terfii ile muma-| ileyhimden Ali Efendi kaptanın süva- yiliğe, Cemil efendi kaptanın da mua - yinliğe tayini arz ve inha olunur.) Başkâtip Süreyya Paşa, bahriye na- zırinın bu tezkeresini, Abdülhamide arzetmişti.. Abdülhamit de, bu inhayı kabul ederek, Ali ve Cemil Beylerin rütbesini kaymakamlığa terfi, ve Ali Beyi süvariliğe, Cemil Beyi de mua - vinliğe tayin eylemişti. Fakaaat.. ertesi gün, gene — başta, (Tokatlının kahvesi) olmak üzere, bütün denizciler muhit ve mahfelle - rinde, yaman bir dedikodu başgöster - mişti. Fakat, bu seferki dedikodu, öyle pek fazla açığa vurulamıyarak, kulak- tan kulağa intişar etmekte, ve şöylece devam eylemekte idi: — Tevekkeli.. Karamanın koyunu; sonra çıkar oyunu, dememişler. İşte, Bozçaadalının marifeti Günlük Notlarından — (*) Kaşınma hastalığı “ Pitgriasis Versicolor ,, Bazı insanların derileri üzerinde bühasıa göğüş karın ve omuzlarla arkalarında sa- rı renkte yayılmış lekeler görülür. Bu le- köler bazılarında bütün vücudu kaplıya- cak derecede sarar. Hafif kaşınır. Bu haz- talığın adına (Pityriasis versieolor) der - ler, Hususl gözle görülmiyecek derecede küçük bir mantar yani nebati mikrob tahtı tesirinde maydana gelir. Zayıf ve lenfatik olanlarda daha çok görülür. Yıl- Jarca devam eder. Halbuki bu kadar de- vamı, bastalarıa kündi ihmalinden baş- ka bir şey değildir. Çünkü bu hastabk bir kaç günde İyileşir. Böyle ürırası olanlar varsa Son Posta doktoruna mürücaat ct- sinler. Kendilerine lâzım gelen direktinle- Ti maalmemnun!ye verir, reçetelerini gön- deririz. (*) Ba notları kesip saklayınız, yahut pir alhüme yapışlırıp kolleksiyon yapımız, Bıkıntı zamanınızda bu notlar bir doktor gibi imdadınıza yetişebilir. Cama de meydıxul — Malümya.. Osman Bey; — gayet zeki, dirayetli, ateş gibi bir zabit... Ne olur, ne olmaz?.. Belki, birdenbire padişahın gözüne girer.. amirallar â- rasına geçer de, günün birinde kaptan paşalığı elimden alıverir; diye... — Yok canım?.. — Bana sor, azizim, Ben, işin iç yü- zünü biliyorum. Bir muhavere, daha... “ — Japonya seferi, bahaneden baş- ka bir şey değil. — Niçin2.. — Maksad, bahriye ocağını söndür. mekte onun için. — İyi amma, bunda ne menfaat İyarn.. — Bunda menfaatten ziyade, bir teh likenin önüne geçmek maksadı var. — Nasıl tehlike?.. — Efendim!.. Sultan Hamide jür - nal vermişler, «Nâzırın damadı Osman bey, bir takım "münevver zabitleri ba- şına topluyor. Bunlarla bir cemiyet teş- kil edecek. Bahriyede islâhat istiye - cek. Eğer bu islâhat yapılmazsa, günün birinde zırhlılardan birini fayrab etti- rerek köprülerden geçecek. Salıpazarı önünde .demirliyecek. Zırhlının topla- TInı saraya çevirecek Sultan ÂAziz ve Sultan Murad nasıl kolaycacık — hal ediliverdi ise, sizi de öyle hal ede- cek.p demişler... Hünkâr bu jurnalden fena halde kuşkulanmış. Bozcaadalıyı çağırmış.. «Ben seni sadık bir adamım, zannediyordum. Meğerse, hâinleri si- İnende besliyormuşsun... Oku, şunu.» e —| demiş.. jurnali eline vermiş... Bozcan- dalı; jurnali okur okumaz, yüreğine inecekmiş... Derhai hünkârın ayakları- na kapanmış. «Padişahım!.. Sen, müs- terih ol. Üç bin tane damadım olsa, se< min uğrunda hepsini bir anda feda e- dım olmak üzere, bahriyede ne kadar münavver zabit varsa, hepsini çürük bir gemiye doldurur.. uzak bir sefere gönderirim. Eğer onlar da o seferden dönebilirlerse.. gu boynum, kıldan in- ce, kılıçtan keskin...» diye cevab ver -! miş. İşte onun için de şimdi damadı ile diğer münevver zabitleri (Ertuğrul) a doldürup Japon denizlerine göndere « cekmiş. . Birddne < Bergüleri skü'alir şöy değil?.. — Akıl alır şey değil mi?.. Ben bu- nu, sarayda kulağile işiten haremağza- larından birinin at uşağının süt birade- rinden işittim. — Allah, Allasaaaah... Bir başka muhavere daha... — Zavallı Osman bey!... (Arkası var) derim... Hiç merak etme. Başta dama-|© « Soan Posta » nn Tariki Tefrikam 1 $7 Sama, onun sevineceğini umuyor- du. — Evet; dedi, seni mâbede götür - mesem.. serbest bıraksam, memnun olmaz mısın? Genç kız: İ Hayir, borkklm Sama hayretle genç kızın yüzüne baktı: — Kimden korkarsın? — Sefahat mâbudundan.. —. O neredön Dilkcak tenin buruya kurban olarak geldiğini?.. — © bir kara Şel gibi her yörde eser.. har şeyi bilir, Samal Önün gö- zünden hiç bir mahlük kaçamaz. — Bir deneyelim.. belki görmez se- nit ölümden kurtmursun! Bak, güzel, sevimli bir kızsın! Seni kim olsa ça« bük sever ve seninle evlenmek ister! — Korkarım, Samal Ben onun şid- det ve gazabindan korkarım. — Onun şiddeti, ölümden daha kokunç döğüdin Tüküna! Heydi cel seni burada serbest bırakayım.. iste- diğin yere git, Sana acıyorum. Sen ya» şamağa lâyik bir kızsın! Mâbut (Ba - al)a yalvar.. seni (Sefahat mâbudu)- nun gazap ve şiddetinden korusun. — Peki amma, Gudeca duyarsa be- nim kaçtığımı?... — Ben senin iç gömleğini kana bo- yarım. Ur'a götürür kendisine teslim ederim: (İşte onun kanlı gömleği. Kendismi elimle kestim.. kanını mâ- buda ikram ettim!) derim. — ÂAh.. sen ne temiz yürekli bir er- keksin, Samal Beni ölümden kurtar- mak istiyorsun! Fakat, benim Nipur- da tanıdığım bir kimse yok. Beni bu- ada ükban koruyacak darın Ben. metaya, kimin yanına sığınacağım? Sama bir kaç saniye düşündükten sonra cevap verdi: — Ur'un meşbur Asularından Ka- tuma beş on gün önce buraya gelmişti. Ben onu yakından tanırım, Sihirbazlar ketum olurlar, ağızlarından sır almak imkânı yoktur. Seni ona teslim ede - yim, Ondan çok yardım — göreceğini umuyorum. — Ya annem?.. Ur'da benim ar - kamdan kimbilir ne kadar ağlamıştır zavallı kadın.. — Ben Ur'a düner dönmez onu da buraya, senin yanına gönderirim... Genç kız sevinçle başın! yere koy » du ve üç kere toprağı öptükten sonra: — Ben senin kadar temiz yürekli bir insan görmedim,. dedi, bana biraz önce güzel bir kız olduğumu söylemiş- tin! Ben sahiden güzel miyim? — Evet.. gene tekrarlıyorum: Hem çok güzel, hem de çok sevimli bir kız- sın senl Genç kız gülümseyerek önüne bak.- — O halde beni neden almıyorsun? — Ben mi? — Öyle ya.. bana çok güzel ve se- vimli bir kız olduğumu söyliyen sen değil misin? Beni hiç beğenmedin mi? Sama vücudünde hafif bir ürperme duydu. Ve birdenbire cevap veremedi. Genç kız tekrar sordu: — Beni neden beğenmiyorsun? Sen beni alırsan, hem ölümden kurtu- lurum, hem de senin gibi yakışıklı bir hassa zabitinin karısı olurum, — İyi amma, yavrum! Ben Ur'a dönmeğe mecburum. Seninle evlenir- sem.. — Beni burada bırakırsın! Aradan biraz zaman geçerse, her şey unutu « lur. korktuğunu söylüyordun? — BSenirnile evlenince artık mâbut- tan korkacak bir günahım kalmaz. O zaman her şeyden önce sana taparım! Bu sözler Samanın hoşuna gitmemii değildi. Ve o gece ilk defa bu kızı ku-| caklayarak öptü.. koynuna aldı.. Sababa kadar hurma ağıçları aa - sında uyudular, ... Sihirbaz Katuma'nın evinde.. |les vardı. Ertesi sabah sihirbaz -Katuma'nın evine geldiler. Katuma, Sumerden Mıisıra - gidip gelen ilk Sumer bilgini idi. Katuma Mısırda çok şeyler öğren - miti. Sihir, büyü, esrarlı tütsüler, mum- yalar, gözden kaybolmalar.. ve daha bir çok akılları durduran hünerleri var- dı. Katuma Mısırdan geldikten sonra, bütün Sumer halkına yıllarca Mısır hakkında malümat vermişti. Samayı burdenbire karşısında görünce şaşırdı. — Ur'dan ne zaman geldin? Diye sordu: Sama yanındaki kızı göstererek, si- hirbaza hakikati anlattı ve kendisini çok sevdiğini, fakat şimdi birleşmeleri- ne imkân olmadığını sevgilisini himayesi söyledi. Katuma bir kaç yıl Nipur'da kala - caktı. Samayı reddetmedi. — Ne istersen yaparım.. severim benl, Diye cevap verdi. Gudea, Katumaya Nipür tacirlerin- den bir kısmının her yıl Mısıra gitme- lerini istiyordu. Katumayı halkı teşvik için Nipur'a göndermişti. Sihirbaz Katuma, Nipura gelir gel- mez (Baal) mâbedine gitti.. şehrin zenginlerini ve rahipleri etrafına top- ladı. Onlara Mısırda gördüklerini an- latmağa başladı. Sama, bir kaç gün Katumanın mi - safiri olarak Nipur'da kalmağâ karar wermişti. ve mümkünse altına almasını seni çol 0 devirde “Esrar beldesi,, olan Mısır'a bir bakış.. Katuma, o devirde Mısırı ve misir- kları tanımayanların hayatta bir şey görmediklerine ve bir şey bilmedikle- rine kaniydi. Vaktile büyük göçten sonra Dicle - Firat kıyılarına yerleşen orta Asya Türklerinden bir kabilenin de (Nil) boylarına indiğini, Mısıra gidince öğrenen Katuma, Mısırda hü- kümdar Tanis ile de görüşmüştü. Katumaya göre Mısır gözle görüle. cek bir «esrar beldesi» idi. Mısırlılar rahiplere fevkalâde hür- metediyorlardı. Halkın bu kısmı, her| yazılarile çıkmıştır. gün, rahiplere yemek - pişirir, — sebze, kaz eti ve şarap varirlerdi. Halk, bu vazifeyi dini bir mecburiyet — altında | yapardı. Eski Mısır arazisi üç kısma ayrıl -| mıştı. Bunun bir. kısmı hükümdarın bir kısmı rahiplerin, bir kısmı da cen- gâverlerin idi. Maişetlerini bu suretle temin eden rahipler, artık, dünya işle- rini hiç düşünmezler, ibadetle, mukad- des kitaplar okumakla vakit geçirirler. di. Her mâbette bir baş rahip, on iki rahip, bir kâtip, bir muhasip, bir mü- neccim, bir muganni, bir de ayınlar es- nasında mabutlara elbise giydiren me- | mur bulunurdu. Rahipler temizliğe çok riayet eder - lerdi. Üç günde bir vücutlarını yıkare lardı. Hayvan kılından veya derisin - — Heniya biraz önce mâbuddan İden elbise giymek günah olduğu için, Yazan : Celâl Cenglz Genç kız Samaya “Seninle evlendikten sonra artık mabuttan korkmam,, dedi ler bir kadından fazla almazlardı. R#* hiplerin zevceleri mâbedin bir daire * sinde oturur, hariçle münasebette bi' lunmazdı. Ahaliye gelince, - izdivaf için dini ve kanuni kayıtlar yoktu, Het” kes bir kaç kadın hattâ bir kaç ta odi” lık alabilirdi. Hükümdarların bir kaf zevceleri olurdu. Asılzadelerden ve zenginlerden yirmi, otuz odalığı olaf” Rahiplerden sonra - kâtipler — sıntb gelirdi. Bunların vazifesi çok mühint di. Kâtipler araziyi idare ederler, ve mahsulâtı toplarlar, hükümdarılf inşaatına nezaret ederler, hükümetili hesap işlerine bakarlardı. Katpler ksbılda mühsüdür el vali ve kumandan olabilirlerdi. Mısır ahalisi ziraat ve sanayi erbabi? İz söbanllrlak ialeklamsi” Ea sınıfı çobanlar teşkil ederdi. Bir babir nın oğlu daima babasının sanatına #Ö” lük ederdi. Mısırlılar, bir san'atin yalnız bir &* ilede devam etmesine son derece dib" İkat ederlerdi. Daha doğrusu üü san'atlar irsi idi; Bir anıfın diğer sınıf üzerine tehakküm hakkı olamı dı. Ahaliyi birbirinden tefrik eden şeJi yalnız meşgul oldukları san'atlardı. — © Çoban sınıfına gelince, bunların he* yatı da tetkike lâyıktı. Bunlar her yet” de olduğu gibi hayvan yetiştiren ço banlar değikli. Delta taraflarındaki v& k|*i otlaklarda dolaşan domuz ve vahşf hayvan avlayan iptidaf kimaelerle kar bail efradına çoban derlerdi. Masırlılar sabahleyin çok erken evler rinden çıkarlar, geç vakte kadar işle * rile, san'atlarile meşgul olurlardı. selerine ehemmiyet vermezler, sade © giyinirlerdi. Çocukları çıplak gezerlet' . Bi (Arkası var) g Sağlık ağızdan gelir Diş hekimi B. Mahlas Düz bu lsimde tstifadeli bir sağlık albümü neşretti. İ leri, ve bu hastalıkların tevlit muhtelif hastalıklar en küçük kadar özlü ve sehil bir dille anlat Değerti hekimin bu eseri, bugün her alif için en lüzumlu bir kitap sayılabilir. Deniz — Türk Ticaret Kaptan ve makiat” ciler Cemiyeti tarafından çıkarlımakta bu mesleki meemuanın 90 inci sayım çıkmlf" Yeni Adam — Bu haftalık kültür ve t0i ııyımmuııuunıuımııyınxıııunıl kı Baltacı oğlu ile Giğer kıymetli imzalarif Nöbetci Eczaneler Bu gece nöbetci olun cczaneler şanlardır? İstanbul cihetindekiler: 4 Aksarayda ; (Ziya Nuri). Beyazıdda İ (Haydar). Fenerde : (Vilali). Şehremir ninde : (Hamdi). Kuragümrükte : (Arifh- Bamatyada : (Teolilos). Şehzadebaşın * da : (Üniversite), Eyüple : (Hikmet At : (Aminasya)», KÜ < lemaz). Bminönünde yearda * d.rda : (Abdülkadir). (Merkez). ğ u cihetindekiler: =ı.ıı caddesinde : (Onlatasarayı. TÜ nelbaşında : (Matkoviç). Galatada : (YE” niyol. Fındıklıda * (Mustafa Nail). cum | huriyet caddesinde : (Kürkelyan). KA yoncuda : (Zafiropulor). — Firuzağada * (Ertuğrun. Şişiide : ÇAsımı, Beşiktaştk” (Nnil Mı'ımııı l ve 3 mm : (Solimiye). Sarıyerde : (A saf), Büyükadada : (Şinasi Rıza). HeY” | | bellde: (Halk).