y ği İ i > Aly Ne. SON POSTA İttihad ve Terakhkide on sene — On birinci kısım TERAKKİ DEVRİNDE FİKİR HAREKETLERİ 4 Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen 1 adınların serbestisi için Y Türk 4 Yeşi vkin Umumi ile Mama Ziya <0 olmuştur. Ye pe mide görü 0, Ti katşıya kik, ie taraftan hana kap fetva birbirleri, van , Müftü ile > bir gi er | “diyen, Yasi câ- Veriş, “SİNİ tâyin - Müca miş, gözlerile istikbalin haremsiz Tür-| İ birleştirir, halife ve şeyhislâm dinini kiye hülyasına dalmış, Talât paşanın bu sualine cevab verir: — Ya bu deveyi gütmeli, ya bu di- yardan gitmeli! Der. Halbuki, onlar böyle konuşa dursun, Şişli tarafında hemen hemen harem hiç kalmamıştır. Hattâ, ben ara da bir, benimkilerin başlarına birer şapka koyarak Viyana operetlerine götürürdüm. Bir kere sivil bir polis me muru yanıma yaklaştı; tereddüdle bu işin câiz olmıyacağını söyledi, ben de bu işin onu alâkadar etmiyeceği ceva- -İbini verdim. İki gün sonra Talât paşa bana soruyor; ben teyid ediyorum. — Peki, ama, anarşi olmaz mi? — Olur ama, diyorum, yaptığım da fena değil, hani geçen gün merkezi v- mumide ne konuşuluyordu? O, bunu hatırlıyor, gülüyor: — Fakat acele olmuyor mü? Diyor. Ben, ona geç bile kalmış ml olduğumuzu söylediğim zaman da, #â-| gönlü benimle beraber olan bu iyi adam: — Dediğin doğru ama, bir hışırın ür, İbirine çatarsın da mesele çıkar, diye Ve Tesinde küçük gal vana, i iy eye a lar için a da yu yat kü. Meler Mm? itin, m Say uk, MN a korkarım... Dikkat et, bari... Demekle iktifa ediyor. Enver paşa ile Talât paşa arasındaki farkı, hattâ tezadı burada da görebiliriz. Fakat, hayat yürüyor; İttihat ve Te- rakki inkılâbı yavaş yavaş şekil ve ma- na almıya başlıyor. Ziya, bir taraftan fikirlerine birer şiir halinde şekil verip verip ortaya atiyor; nihayet bunların hepsi Yeni Hayat diye bir mecmua İ- nde toplanıp meydana çikiyor. Bu küçük şiir, daha doğrusu fikir kitabın- da yeni bir hayata, yeni Türk inkılâb ideallerine dair her şey vardır. «Din» in ne olduğunu anlatır; bir sofu ve vü - cud Vahdetcisi dille, Ziya bâlik ile HASAN KUVVET ŞURUBU Zanlı umumi, kansızlık ve ke mik hastalıklarına şifai tesirleri çoktur. Çocuklar, gençler, genç kızlar ve ihtiyarlar her yaşta istimal ede bilirler, 1936 - 1937 baş mahsulü NORVEÇ MORINA BALIKYAĞI Halis Morina balığının ciğer İerinden çıkarılmıştır. İçmesi ko lay ve nefistir. Mideyi bozmaz Gayet temiz ve muakkam ve yeni Hasan markalı şişelerde satiln. Taklitlerinden sakınınız, 1/4 Titre 40, 1/2 litrelik 60, litrelik 100 kuruştur. HASAN DEPOSU Ankara, Eskişehir, Beşiktaş, Bey- oğlu ve İstanbul merkezi 1 dele başlamıştı! ün yanına eş diye aldığı kadının umacı gibi kapatılmasına : Merke a Gökalp taj böyle fikirler gördükçe memnun oluyordu mahlüku bir «sevgin duygusu içinde bir tekke ve sofu dini içinde eritip kaybeder. Bu, «Yeni Hayat» ın birinci şiiridir; ondan sonra «Dinle İlim» di- ye ikinci şiir, bu iki kuvveti karşılaş - tarır ve dini bir iyilik duygusu, ilmi de müsbet bir bilgi olarak tasvir ettikten sonra, neticede her ikisini ilimde bir * leştirerek ilmi onun yegâne muvaffa « kiyet âleti olarak (gösterir. Ziyanın «Vatan» mefhumile kasdettiği şey, bu- günkü vatandır: Bir ülke ki camlinde türkee ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın... Bir ülke ki mektebinde Türkçe kur'an eku- nar, Küçük, büyük herkes bilir buyruğunu Hudanın.. Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın! * Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok, Her ferdinde mefküre bir, lisan, âdet, din birdir.. Meb'usânı temiz, orda Buşoların sözü yok.. Hududunda evlâdları seve seve can verir! Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanm! * Bir ülke ki çarşısında dönen bütün sermaye, | San'atine yol gösteren ilimle fen Tür - kündür. Hirtetleri birbirini dâim eder himaye; * Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren Tür - kündür. Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır satanın! Ziyanın bu şiiri bundan yirmi iki se- ne evvel yazılmıştı. O zamanlar pek çok kimsenin hayalinde böyle bir va- tan kurulmuş bulunmuyordu. Ziya bunu hayalen kurdu ve bir gaye olmak üzere ortaya'attı. Bugün Ziyanın iste- diğinden fazlası bile tahakkuk etmiş bulunuyor. Hattâ, o, genç ölmeseydi hulyasının tahakkukunu görebilirdi. Bu kadar kısa bir zamanda vücuda ge- trilmiş olan eserin büyüklüğünü an - lamak için bir şiir parçası üzerinde de- tin derin düşünmek lâzımdır, | yeler de benim elime geçmi (Arkası var) “151 numaralı Şehit,i Niçin ve nasıl yazdım (Baştarafı 7 inci sayfada) tn en mühimmi o zaman Ertuğrul fa- clasını tetkik eden komisyonun, elde ettiğim, bir kısım raporlarıdır. Faciadan kurtulanlar iki Japon kru- vazörü tarafından İstanbula getirildik- leri zaman - ki bu iki Kruvazörden biri olan Kongo gemisinin ikinci kaptanı, o tarihlerde kaymakam olan meşhur Cuşima kahramanı Amiral Togo idi - bir tahkik komisyonu teşekkül etmişti. i Komisyon zamanın Bahriye Nazırı Boz caadalı Hasan Paşanın riyasetinde ve Amirallerden mürekkepti. Bunlar hâ - diseyi inceden inceye tetkik ederek fa- cianın sebeplerini tesbite muvaffak ol muşlardı, Tahkikat bitince evrak Yıl- dız sarayına kaldırılmış, Abdülhamidin halinden sonra Babıâliye getirilmiş, fa kat sonraları bu evrak ta diğer evrakla beraber Babıâli yangınında yanmıştır. Ancak şa var ki bu evrakı tesellüme memur olanlardan biri tahkikatın mü- him kısımlarını kopye etmiş ve bu kop iştir. İşte bu evrak mehazlerim arasında bulunmak tadır. — Üstadım tarihi romanlarda, roma mn ve tarihin mütekabil münasebetle- tini Jütlen izah eder misiniz? — Tarihi, roman olarak vermek bu günkü hayat şartları içinde âdeta el - zem, Çünkü düpedüz tarih yazılarını pek az kimseler okuyor, Ancak tarih meraklılar: ve yaşlı zümre, Halbuki öy le tarihi vak'alarımız var &i bunleri gençlerin de okuması mecburi gibidir. | Hikâye Yazan: Maurice Darin — Beni tanıyamadın, değil mi? Ta- numazsın a! Çok değiştim. Dostum Roberi Brasselot'yu tanı » mak hususunda doğrusu hayli zorlük çekmiştim. Birbirimizi ne zamandı görmemiştik. Eskiden Robert Brasselot şişman, koca göbekli, gam, kasavet ne- dir bilmez bir delikanlı idi; halbuki şimdi karşımdaki derdi, zayıf, bir a - damadı, Baktıkça şaştım; vaktile sl al, de yirmi yanaklafı şimdi pörsümüş etleri sarkmıştı. Eskiden boğazına dar gelen, kat kat ensesini taşıran yakalığı şimdi bir kuyu çemberini andırıyordu. Yele- ği bir körüğe dönmüştü; pantalonu ba” caklarının etrafında bir bayrak gibi delgalanıyordu; yüzünde de eskiden hiç görmediğim bir hüzün vardı. — Yoksa bir hastalık falan mı ge - çirdin? diye sordum. — Hayır. Maamafih hastalık da de- nebilir ya! Hâlâ da iyileşmiş sayılmam. Bir çeyrek saat boş vaktin varsa anla- tayım da dinle, Brasselot ötedenberi derd anlatmağı sever; bak! işte bu huyu değişmemiş - ti. Az kaldı kaçacaktım ama doğrusu benim de merakım uyanmıştı. Zaten o, benim cevap vermeme meydan bırak- roadan koluma girdi, bir kahvehanenin taraçasına doğru sürükledi, iki bira 1$- marladi ve hemen başından geçerler! anlatmağa başladı. — Sehden hiç bir sırrımı saklıya - mam, Rene Lenormand'a âşık oldu- ğumu zaten evvelce de bilirdin. Hatır- lıyorsun ya! Onun da bana karşı sem - patisi vardır ama beni öyle aşkla sev mez. Beni tanırsın: benim gibi insan” lardan Don Juan çıkmaz.. Yüz yir- mi kilo gelen bir adamı kadınlar re yapsın? Uzun uzun içi- ktikten son- — Acelesi yok, dedim, ona yavaş ya vaş kur yaparım, sâbrederim, bana alışmasna vakit bırakırım, o dâ taş yürekli değil yal bir gün banâ alışır... Bu düşünceyle her hafta evine gittim, ona elimden geldiği kadar yaranmağı çalıştım, her ne dedi ise itaat eltim. Benim için: «Doğrusu iyi çocuk! pır - lanta gibi bir adam! artık mükâfat gör- meği bak etti!» dedirtmek için ne yap- mak lâzımsa yaptım. Âşık olduğumu açıkça söylemeğe cesaret edemiyor - dum; arasıra bir çıtlatmak istesem O hemen: i— Ben de sizi sevmiyor değilim ya! derdi. «— Ama sizinki arkadaşça bir sev * gi... «-—- Yetmez mi? derdi.» Elbette ki yetmiyordu. Ben çok şiş” mandım, o beni sevmezdi, Fakat tut tuğum yol da iyi neticeler vermiyor de- Bildi; Rende, yavaş yavaş, benim şiş - manlığıma alışmıştı. İnsân datma' gör. düğü adamların kusurların: arketmez olur, Vefakârlığim hoşuna gitmeğe başlamıştı. Benim kederimi görüyor ve zannederim o da biraz. üzülüyordu. İ Hattâ müteessir gördüğüm günler bile oluyordu. Bir gün bütün belâğatimi sarfettim, cür'et gösterdim; kucakla - dım, artık beni reğdetmiyecek sanı * yordum. Fakat o beni yavaşça itli ve: «— Hayır, dostum, dedi, elimde de - gil... Pek şişmansınız... Zayıflamanız lâzım... Hele bir seksen kiloya inin, belki... Bu bal gücüme gitmiş, cesaretimi de kaybetmiştim. O kadar uğraştıktan, bekledikten sonra nih böyle bir netice ile karşılaşan adamda ümit mi Yarınki nushamızda : Sahipsiz mektuplar... Yazan: Peride Celâl Karar olmazki! AE deyer A NS Çeviren: Nurullah Ataç kalır? Ama ben azimkâr kadınları da iyi bilirim, on! salar şaşmam. Hem Rende'yi ten seviyordum. ZayıNamağa karar verdim. Görüyorsun ki muvalfek da oidum. Bir doktora m, bana yıflamanın çaresini öğretti. Ha aylar var ki doyasıya yemek yemiyo - rum;. halbuki bilirsin, ben boğazıma düşkün adamımdır. Her gün yaya on ilometre yol yürüyorum. bisiklete bi- niyorum, türlü türlü jimnastikler ya - pıyorum. Halimi görüyorsun: sabit bir fikre kapılan her adam gibi ben de si- nirli oldum; perhiz eden her adam gi- bi de bir an keyifti olduğum yok... A” ma bir ümidim vardı... Ben sözünü kestim: — Haline bakılırsa şimdi seksen ki- lodan fazla değilsin. — Hele biraz sabret, orasını da an “ Jatacağım. Her hafta tartılıyordum. Ça- bucak kilo kaybetmeğe başladım: yüz on, yüz, doksan beş, doksan. Doksan kiloluk zarhanım epey sürdü, Olüz beş kilo kaybetmiştim; düşün bir kere: o » tuz beş kilo birden kaybetmenin bir a- cısı olmaz mı? Nihayet yemiye yemi - ye, jlmhastik yapa yapa seksen kiloya indim. O günlerde ne kadar sevinç için» de idim, tasavvur edebilirsin. Doğrusu aynaya bakıp ta yanaklarımın sarktı » ğını, yüzümün sapsarı bir renk b dığını gördükçe telâş etmiyor da de - ğildim. Ama ben bir kere başladığım işi sonuna kadar götürmeden bırak * mam: seksen kiloda kalmağa da amımdır; razi olmadım, yetmiş sekize kadar in - dim; yetmiş beşi bulmak istiyor « dum ama olma « dı... Arık Re - ne'nin evine git tim ve: «— İşte, dim, eski şişmanlığım kalmadı, şimdi yetmiş sekiz kilo geliyorum... Verdiği- niz sözü hatırlıyorsunuz yal. Bunlar dün oldu. Rende bana mürai mürai bir tavırla baktı ve: «— Ne diye söz verdim ki? dedi, hiç hatırlamıyorum. Yalan! hiç şüphesiz ama dostum kadın dediğin nefes a'ır gibi yalan söyler. Her ne ise! vadini hatırlattım. Bana o zaman ne dese be ğenirsin? Önce bir gülümsedi, sonra en tatlı sesi ile, benim o pek sevdiğim 68- si ile: «— Size ay e hiç de yakışmıyor, Robert! dedi. İnsanın tabiate karşı koy ması hiç iyi bir şey değil, Zayıflık sizi bir tuhaf etmiş. Hem şişmanlık bir ka- bahat, bir ayıp değil ya! Zaten son zâ- manlarda moda oldu, herkes şişmanla « mak istiyor. Siz de, Robert'ciğim, be - nim hatırım için şişmanlayın. Hele es- ki vücüdunuzu bir bulun, size vadedi- yorum ki... Bana kız madını?, değil mi? İşte dostum, başımdan geçenler caba benimle alay mı ediyor der — Bilmem ama etmiyor da denemez. — © benimle alay ediyor ama, ne; yapayım ki ben onu seviyorum; bunun, için tekrar şişmanlamağa çalışacağım. Beni gülünç buluyorsun, değil mi? Haksızsın diyemem. Ama ben şişman- lamağa Karar verdim; bu akşam seni de yemeğe davet ediyorum. Garson, bize iki bira... Bir aya kadar tekrar yüz yirmi beş kiloya çıkacağım. Ama o zaman Re nde sözünde duracak mı? orasını A) » lah bilir, O zaman da bana tekrar za « yıflamağı emretmesin ide... de - A mmm Gençlik ise böyle tarihi vak'aların an- cak romanlaştırılmışlarını okuyor. Çün kü bunları gerek okumak, ve gerek haz metmek dâha kolay. Üstada tekrar sordum: — Bu şart içinde yâ tarih veyahüt roman kendi hususiyetlerinden birşey- ler kaybetmezler mi? -— Kat'iyyen. Çünkü tecrübelerimiz var. İşte halen Son Posta sütunlarında tefrika edilmekte olan (Çarlık ülkesin de bir Türk zabiti) adlı roman buna en güzel bir misaldir. Bu tarihi, romanın ne tarih, ne de roman kendi bünyesin den bir çizgi bile feda etmemektedir. — Son Posta okuyucularına (151 nu maralı şehit) in kahramanmı kısaca ta nıtır mısınız? — Yani birkaç kelime ile bütün To- manım mevzuunu şimdiden söylevi mi vereyim? Yok az , müsaâde et te bü da romancının tek sırrı olsun, Üstada teşekkür ederek ayrıldım. Hâ Jâ düş rum da «vomancının sirri na» bir mâna veremiyorum. Acaba ro“ mancılarda sir saklamak Ka i ha kikalen mevcut olabilir mi? K.T,