28 Ocak 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

28 Ocak 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

a $SON-POSTA IİHMI Ve l'ler 'zih Üm, ç <SA bi v * &z Ve * t'?et' Eülıba_ ön se- İÇtimat ve si- Krinı “-Meşru. Ve milli duy- Ş—nqk' t“lElkf;ıı halinde ıhde îtâı embunlar: er '1 L Ordu, edehilu:ıelıten 4 Nîı&m 4 | *' “,l!nıkf— €tmiş Yegâne _:ı Üzere «Ed bi y bi edeğî'd'— Edehiyî uğn NL atı Ce- diş ;:ğ;mîı;q: bir fikri a aa Ka Yarı % de nlüteq : Yaratıcı g- ıî.'!::% ol::;e sıste - öi Ülki 'quı hu p * ta yayılm olit kendîıini daıîî ta- vâzıh de şı:lltiyete te. ”) ü ga A'Tu illlanlar aras N k%. .n:îkl_yordu_ Bu İ l',ık hır Siya. ğ '.iEVam İttihad ve Terakkide on sene —— On birinci kısım TERAKKİ DEVRİNDE FİKİR HAREKETLERİ ' a G“Yazan: Eski Tani.n Ba.şm.uharrirl.wluhittin Birgen — | Sokalp kendi fikirleri etrafında çeşitten mürit toplamıştı No. dera . %e yaınız 7 , ' .kiı'n Siyast inkı-| tihte kısa bir| | ae Ziya Gökalp diye bir mecmua çıkardı ve bu mec - müada hem ameli, hem de nazari bir Türkcülük hareketi uyandırdı. Sonra bunun yanına'bir de «Halk» ve «Halka Doğtu» sözlerimi kattı. Sonraları bu sözlerine daha başka bir şey karıştırdı: Cemiyet, İçtimaiyat... Selânikten kal- kıp İstanbula geldikten ve burada yer- leştikten sonra Ziya Gökalp, etrafına gittikce mikdarı artan bir takım mü - ridler toplamıya ve kendisi de bunların arasında milli bir dergâh postuna otur- muş bir mürşid gibi, mevki aldı. O za- man geçmişin şiddetli ve derin bir ten- kidine başladı. En şiddetli hücum ettiği şey, tanzi - mat ve tanzimatcılık oldu. Bununla bü- tün bir Avrupalılaşma hareketinin ru - hunu, mecrasını, hedefini değiştirmeğe doğru gidiyordu. O zaman, birer birer, bir takım fikirleri yıktı ve yerine yeni- lerini koydu. Dediği şeyler şunlardı: Ziya Gökalpin fikirleri 1 — Tanzimat, bir Osmanlı hare- ketidir. Halbuki Türkiyenin bir Türk hareketine ihtiyacı vardır. 2 — Tanzimat, bir Avrupai taklit hareketidir; halbuki Türkiyenin Avru- palılığı temsile ihtiyacı vardır. Şekli .İtaklit yerine bir ruhi temsil inkılâbı yapmak icap eder. 3 — Türk ruhu, şuradan buradan alınan türlü türlü içtimaf müesseseler- MAJiIK SiNEMA ve FiLM Türk Anonim Şirketinden : Şirketimizin hissedarlar umumi heyeti 18 Subat 1937 tarihine rastlıyan Perşembe g'ü-— nü saat 16 da Taksimde vaki İdare Merke - zinde âdiyen toplanacaktır. En az yirmi his- seye mâlik olan ve asaleten veya vekâleten istirâk etmek isteyen hissedarların toplan - madan evvelki 10 gün zarfında 10 dan 12 ye kadar hsse senetlerini Banka Komerçiyale |İtalyana'nın İstanbul, Galata ve Beyoğlu şu- belerine tevdi ederek mukabilinde dühüliye varakalarını almaları lâzımdır. Aşağıdaki Ruznamede yazılı bilânço ve kâru zarar he- | sabile murakıplar raporu Şirketin Merkezi İdaresinde salifüzzikir saatlerde hissedarlar tarafından tetkik edilebilir. Ruznamei müzakerat: 1 — İdare Heyeti ve Murakıp raporları - nın km;ati. 2 — 936 senesi bilânçosile kâru zarar he- sabının tasdiki, 3 — İdare âzasının ibrası, 4 — İdare âzasile Murakıpların 936 sene- sine aid hakkı huzur ve ücretlerinin tesbiti, 5 — Murakıp intihabı, 6& — Müddetleri hitam bulan idare âzala- rının yerine yenilerinin intihabı. "e | Haf h bürokratlar y € | a Pîe ayni zamanda 'ki insâmn bir arada yaşadığını her zaman velâ mistik, idealis! bir heyecan ile, sonra da objektif ilim usullerile çalışmak isteyen bir hüviyet le örtülmüş, yabancı şeylerin altında gömülü kalmıştır; bunların hepsini satmak, Türke Türk ruhunun yirminci lasırda muhtaç olduğu şeyleri; mües- seseleri vermek lâzımdır. 4 — Osmanlı imparatorluğu hâlâ dini müesseseler üzerine kurulu duran bir saltanattır. Tanzimat bunu değiş- tirmemiş, bu saltanat içinde dini mahi- yeti haiz yeni yeni saltanatlar yapmış- tır; bunları yıkıp dünyevi bir devlet kurmak ve bu devlet — camiası içinde Avrupai bir devletin teşkilât organla- rını vücuda getirmek icap eder: Din ile devlet ayrılmalıdır. İ 5 — Osmanlılık bir milliyet değil- dir. Bir milliyet asrı olan yirminei asırda, tanzimatın yapmak istediği gibi gayri mümkün bir Osmanlılık milliye- ti değil, yirminci asırda bir Türk milli- yeti vücuda getirmek iktiza eder. Bu, imparatorluk içinde hâkim milliyet o- lacaktır. 6 — Tanzimat bir politikacılar, hareketidir; milli Türk devleti bir bürokratlar hareketi de - gil, bir halk hareketi olmalıdır. 7 — Erkek ile kadının cemiyet i- çindeki mevkileri arasında hak farkı bulunmamak lâzımdır. İşte, Ziya Gökalp, etrafına top - ladığı gençler arasında bu fikirleri yay- maya başlamıştı. Onlara yeni yeni şey- ler öğretiyor, zihinlerine yeni fikir sa- halarında jimnastikler yaptırıyor, içle- rinden istidatlı gördüklerini şuraya bu- raya ve bilhassa Darülfünuna soku- yor, yetişmelerine — yardım ediyordu. Hergün merkezi ümumiye gidip gel- dikce, arada bir ona tesadüf ederdim. Bir koltuğa gömülmüş, boynunu bir tarafa doğru eğmiş, gözleri dalgın ve rüya içinde, daima düşünürdü. Ken- disine küçük bir sual sormak suretile onu harekete getirecek olursanız, der- hal canlanır ve söylemeğe başlardı. Sorduğunuz şeyin evvelâ tarihinden bahseder, sonra eski Türk an'anelerin- de onun izlerini arar, nihayet Avrupa medeniyetinde bugün ona tekabül e- den müesseselere bakar, bunlarla Ro- ma müesseseleri arasındaki münase« İbetleri tahlil eder ve nihayet modern Türk veya Türkiye için bu meselenin İne suretle mütalea edilmesi lâzımgel- diği noktasında karar vererek sizi mü- kemmel surette tenvir ederdi. Ziya Gökalpin hüviyeti Ziya Gökalp, normal bir adam de - ğildi. Ben onda ayni zamanda iki insa- nın bir arada yaşadığını her zaman gö- rürdüm: Mistik, idealist bir heyecan ile kendisini hülyasının dalgaları için- de bırakan adamla objektif ilim usul- lerine hayran olup kafasını yalnız bu usullerle işletmeğe meraklı olan bir in- san... Bu iki muhtelif varlık onda mü- temadiyen mücadele halindedir. Mese- lâ, onun bu hareketi bütün kuvvetile ileri sürmeğe çalıştığı sıralarda karşısı- na geçip harbin idaresindeki fenalıkla- rı sayıp dökseniz, — o, bunları dinler, dinler, sonra da birer mantık ameliye- si ile doğru olarak tasvir ederdi. Fa- kat, bir yandan da kendisi bir şeye hü- cum etmek, yıkmak istedi mi, o za- man şiiri bile müsbet bir ilim sayfası haline getirir, tam manâsile objektif ve realist olurdu. (Arkası var) « « M b y DS0 a d Hikiöye Süha ile Güzin Ayni büroda çalışırlardı. Hepsi! de genç.. Hepsi de şakacı idiler. Daha sa- bahtı.. Bir masanın başında toplanmış- lar bir şey konuşuyorlardı. Konuştuk- ları her halde işe dair değildi. Çünkü her söylenen söz onları üzun uzun güldürüyordu; bir ara kapı açıldı, bir genç daha içeri girdi: — Ö, nerede kaldın? — Hiç mühim bir iş yaptım. — Geç, sen ne mühim iş yapabilir - sin? — Ne mühim iş mi? Mühim, hem çok mühim, evvelâ söyleyin bakayım, Sü- ha geldi mi? — Gelmedi. — Âlâ, şimdi size anlatayım. Bir yandan pardesösünü çıkarıyor, bir yan- dan da anlatıyordu: — Hani bizde eskiden bir daktilo vardı. Hani şu sarışın güzel kız.. Gü - zin. Bu sabah ona rastgeldim. Tram - vayda beraberdik. Artık hiç bir yerde çalışmıyormuş. Zengin bir amcası var- mış, ölmüş, mirası buna kalmış.. Mü - kellef bir apartımanda oturuyormuş,. Telefonlu, filân bir apartıman. Telefonu olduğunu söyleyince he - men aklıma bir oyun geldi. Bizim Sü - hayla alay etmek, Süha Güzin çıktık- tan sonra gelmişti.. Kendisini tanımaz. Güzine Sühayı, onunla her vakit şa- kalaştığımızı anlattım. Sühayı telefon- Yazan: İsmet Hulüsi ' günah değil mi? Arkadaşları birbirlerine — bakıyor, Sühaya farkettirmeden gülümsüyor * lardı. Süha, esasen açıkça gülseler bi« le farkına varacak bir vaziyette değil- di. O telefonda konuşmasına devam e- diyordu: — Peki öyleyse, yarın ayni saatte. — Teşekkür ederim. Telefonu kapadı, yerine oturdu: — Ne haber Süha? — Hiç hususi bir şey.. O akşam Güzinden Güzinin söyle « diklerini öğrenmişlerdi. Ertesi sabah.. birbirlerile konuşanlar 1lâf arasında Güzinin söylediklerini tekrar ediyor. - lardı. Süha şaşkın şaşkın bakıyordu: — Acaba nereden duymuş olabilir « lerdi. O telefonda konuşurken yanında kimsecikler yoktu. Olsa bile telefonu kulağının dış tarafından uzaktan din - liyebilmek için ne derecede kuvvetli bir kulağa sahip olmak lâzımdı. Saat üç oldu. Telefon gene çaldı.. Sü- ha telefona koştu: — Memnunum.. la aramasını, telefonda kendisine ilânı — Hay hay, yarın.. Hay hay. aşk etmesini söy- ledim. Mükem - mel bir şey de - ğil. mi? — Sonra Güzin ne konuş - tuklarını bize an- İatacak.. Biz de Yarınki nushamızla : SERGÜZEŞT Çeviren: Şerif Hulüsi Telefon — ka « pandı., Güzinden gene bir şeyler öğrendiler, gene tekrarladılar. Far kat Süha hiç o « ralı olmadı. Ve artık ertesi, dahâ Sühayla mü - kemmel alay e - deceğiz.. Nasıl mühim değil mi? — Fevkalâde. — Hem dikkat edin, bugün tam üç- te telefon edecek, yarın, öbür gün fi - lân hep hep ayni saatte, sonra biz ken- disinden öğreniriz. Bir gün sonra Sü- haya kızın söylediklerinin hepsini te- ker teker tekrarlarız. Tabii şaşıracak. — Oyun oldüğunu anlar. — “Anlar amma, anlayıncıya kadar da bir kaç gün geçer. Biz de eğlenmiş oluruz. * Saat üçe gelmişti. Telefon çaldı. 'Te- lefonu açtı. — Süha seni telefona çağırıyorlar; Telefonu açan Sühaya telefonu ver- dikten sonra arkadaşlarına manalı ma- nalı baktı. — Telefondaki o! ; Demek istiyordu. Süha pembeleşti, morardı, kızardı. — Ha, meçhul, demek meçhul bir bayan! Peki amma ben meçhulât için- de yüzemem ya! ertesi, daha erte- si gün telefon çalınmadı. D> Bu vak'a olmuş, aylar geçmiş, unu- tulmuştu. Bir gün-Süha arkadaşlarını düğününe çağırdı. Düğün İstanbulun en kibar diye tanınmış otellerinin bi « rinde yapılıyordu. Düğüne giden arkadaşları, gelin! gördükleri zaman şaşa kaldılar. Bu gü« zel bir kızdı, Güzindi. Süha arkadaşlarına güldü: — Şaka yapıyordunuz;, dedi, güzel bir alay mevzuu bulmuştunuz. Sizin a- layınız yarıda kaldı, amma benim saa- detim tamamlandı. * İkinci defa telefon ettiği zaman Gü- zin, Sühayi merak etmiş, telefonda 0- na randevü vermişti. Bunu da eski ar- kadaşlarından saklamıştı. Süha ile Gü- zin buluşmuşlar, birbirlerini beğen - mişlerdi. Süha beğenilmiyecek genç değildi. Güzin ise onu görüp te beğen.. memiş erkek dünyada yoktu. Anlaş- mışlar ve evlenmiye karar vermişler « di. Bu kararla beraber Sühaya yapılari şakanin da öcünü almayı kararlaştır - — Tabif boğuluveririm. Hem bana mayı unutmamışlardi. —— — Büyük harbe sebep olan adam (Baştarafı 7 inci sayfada) 1914 de, bütün gayreti ile çalışan, çırpınan, yırtınan Kayzer harbi durdu- ramadı. Bunu da taç ve tahtından kork- tuğu için yapıyordu. Kayzer daha harb başlamadan mağ - lüb olduğunu anlamış, tıpkı delinmiş bir balona benziyordu ve bir deli gibi, birbirini tutmaz çılgın plânlar kurdu. O, kendisini başkumandan yapmıştı. Ve günde bir buçuk saatten fazla hari- ta üzerinde çalışmazdı. Erkânıharbiye- sinden yalnız iyi ve muvaffakiyet ha- berlerini kabul ederdi. Kat'i bir karar veremezdi. Sonunda işler o kadar sar- pa sardı ki, müşavirleri, çıkar yolun, ancak kendisinin hastalığı yüzünden başkumandanlık vazifesinden çekile - ceğini işaa etmekte olduğunu söyledi - ler. Ve © da memnuniyetle kabul etti. Harb bütün şiddetile devam ediyor- du.. beklenilen netice kendisini gös - terdi. Hindenburg'dan bir telgraf gel - di: «Sadık bir ordu kalmamıştır. Haş - metmeâb ne emir buyuruyorlar...» — * rr — En l AA y | > eli lli Berlin kumandanı da şöyle bir tel çekti: «Bütün alaylar dağıldı...» * Sonunu biliyoruz. Holanda hudu « duna savrulan Kayzer, ömründe bi kerecik, bir dakika bile olsun bekletil- imeğe alışmamış olan Kayzer Vilhelm, kraliçe Vilhelmina ile nazırları, hak « kında bir karar verinceye kadar hu « dudda tam 6 saat bekledi ve nihayeti Doorn'a gitmesine izin çıktı. Rumen vapurunun vaziyeti tehlikeli Çukurkaya civarında karaya oturan runun vaziyeti yapılan keşiften sonra tehlikeli görülmektedir. Vapurun sağ tarılması ümidi azdır. Fakat gemi kur« tarma şirketi geminin tahlisi için çalı - şacaktır. Havaların müsaadesi beklen- mektedir. a Çeşme önünde oturan Exmoor vâa« Epurunun kurtarılmasına başlanmış - F RA Rumen bandıralı Karmen Silva vapu « tarafı tamamen parçalanmıştır. Kur « —

Bu sayıdan diğer sayfalar: