İltp Ve TE No. SON: POSTA İttihad ve Terakkide on sene On birinci kısım RAKKİ DEVRİNDE FİKİR HAREKETLERİ 1 Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen h. topraklarında “ Türküm,, demek .ı_ç.îk kimselerce a bi Se6 4 olan un hissettiği i ğa selerce ayıp kavm, Arnavut besa dediği zaman yeri göğü oynatan şecazt tkes levent vücutlu, kahraman insandı, Türke gelince... sayılıyordu Harp esnasında Alman İmparatorunun Enver Paşa ile birlikte Çanakkaleyi — ziyareti den, necabetlerinden, kahramanlıkla - b rından bahsedilirdi. Araplar necip bir kâvm idi; Arnavudlar asâletin timsali îîo' idiler. Çerkeslere gelince, o tarihlerde m tir, Muvaffaki. &n * Terakki N q_.::.dl:l devrin ima istik. Yi "*—iıı iyet inkılâbı, için işe başla ik- a ba içinde bir sid - hayli Ssnasında istikrazla- Cumhu- Birmiş bulu u tsdiye larından iliyetini h —.';ea,ğ:xu::bp sarayı ellerine almış olan bu unsurun şerefi daha büyüktü. «Türk» denildiği Zzaman, hani şu İstanbulun kaldı mla- rinda insanın ayağına altın dizileri do- laştığını duyup da İstanbula gelen, ona «Büyük bir kapıya yapışl» denildiği “Tiçin kendisini bir konağın kapısına ya- “|pıştıran budala uşak tipi yok mu, işte bu tip hatıra gelirdi. Küçüklüğümüz bu tipin budalalıkları karşısında herkesi güldüren masallarla dolu idi. Türk ap- tal bir millet, korkak bir mahlük, aşa- ği bir. insannümunesi - idi. Halbuki Arab, peygamberin içinden çıktığı bir |kavm, Arnavud «Besa!» dediği zaman .|yeri, göğü yerinden oynatan şecaat hâ- rikası, Çerkes denildiği zaman da sü - Tansız. Man Sün, Yayı bu BEr geçi; tel bu yük ha- , Mali ham - St bankasi S€nebi elin- Siaaltta h ) W&. wı h lüp gibi atlar üzerinde, levend vücud- larını göstere göstere kahramanlıklar yapan insanlar hatıra gelirdi: Hattâ, Rumun meziyeti vardı: Eski medeni- yetlerin mümessili olan bir yarım Av- rupalı olmak. Onlara Möayö denilirdi. Hattâ Ermeniler bile: Komiteci! Sınıfta benden başka Türk olanlar da bulunurdu ve belki de ekseriyetimiz hakikaten Türktü. Fakat, herkes bir taraftan kolayını bulur, Türkten gayri| ) bir $eye kendisini bir suretle yapıştı. - rırdı. Ama ben, babamın elinde bir şe- riflik şeceresi bulunduğu ve bu şecere ile kendimizi Zeynelâbidin'e bağlamak kolay olduğu halde bunu bir türlü be- cenemezdim. Beceremediğim için de derdli idim; herkes, şerefli, şanlı, ne - cabetli, kahraman bir asla sahib olsun da ben böyle hakir bir mahlük olayım! Küçük Muhittin'in gururlu şuuru buna bir türlü razı olamıyordu. Bir gün ba- bama sormuştum: — Baba, biz Türküz, değil mi? — Evet, oğlum.. — Niçin her millet, Arap, Arnavut, Çerkes, şerefli ve cesur oluyorlar da |biz değiliz? Türk yasası!.. Fiskıyieler yukarı fırlıyor; salkım söğütler aşağı sarkıyordu. Çeşit çeşit ağaçlar üzerinde olgun yemişler var- dı, Yeşil çimenler arasında renk renk çiçekler açmıştı. Şurada bir çeşme bal akıyor; ötedeki kaynaktan süt kaynı - yordu, Yemyeşil ağaç dallarınım kuytulu - ğunda beyaz hayaller göründü. Gülüm- siyerek, oynıyarak, sıçrıyarak ona yak- laşıyorlardı. Gözlerini uğuşturdu: — Rüya mı görüyorum? Diyecek oldu. Fakat buna vakit kal- madan gördü ki hayal sandığı şeyler birer genç kızdır. Derinden bir ses geldi: | — Senin bana bütün kalbile bağlı bir insan olduğunu sanıyorum. Büyük bir vazife vereceğim. Onu yaptıktan sonra artık hep burada kalacak, bura aksın! Burası cennetin bir köşesidir. Şimdi şu cennet yemişlerile hurilerin hepsi senindir! Yalnız onlara bir tek söz sö İ yoktan cehennemi yaratmama sebep olan hep insanların kötü dille yen Allahın sesidir. $ti Unutma! Başında tatlı bir ağırlık buluyordu. Henüz on yedisindeydi. Yarkengi be- lan babası ölünce yasaya göre bey- büyük kardeşe, mallar küçüğe kal- mış, © da adsız olarak babasının atile silâhlarını almış batıya yollanm$tı. Reyde bulunduğu sırada bir dervişin ona tatlı bir şurup verdiğini ancak ha- tırlıyordu. Derviş ona uzun uzun cennetten bah- setmişti ve şimdi kendisini orada bu * luyordu. Huriler onun etrafını sardılar. Cam kadar şeffaf tüller içinde ışıktan ve â- levden yaratılmış gibiydiler. Fakat in- sanı yakmıyorlar; ilik bir hâz içinde kendinden geçiriyorlardı. Güneş battı. Masmavi ve yıldızlı bir gök altında $ içiyor, elini uzattığı zaman di - yemişi bu - Juyor; — hurilerle dizdize yeşil çi - menler ve renk renk çiçekler a- rasına Uuzanıyor - du. Pulat çoktan kararını vermiş - ti. — Burada büsbütün kalmak için ne olsa yaparım! Süha ile Gözlerini açtığı zaman dört tane kor gibi bakışla karşılaştı ve ürperdi. İki tane kapkara, iriyarı herifle kar- şılaştı. Korkunç ve çirkin yüzleri var dı. Ağızlarının iki uçlarından parmak İyak biraz ilerideki çalılığa Yarınki nushamızda : Yazan: Kadircan Kaflı ceksin! Çünkü o adam Allahına u eğmemiş, cennet ve cehenneme mamıştır. Pulat yeri öptü. Dar koridorlardan, dar merdivenlerden geçti. Alevleri aş- ti ve burasının büyük bir kale olduğu- nu gördü. Kapıda eğerli bir at vardı. Bir kılıç, bir yay, bir çok ok ve da verdiler, Kıvrıla kı f dik yollardan yeşil bir ovaya tını batıya doğru mahmuzladı. * Bilecikle Karaköy arasındaki or - manlık ve yalçın bir boğazdan geçi yordu. Birdenbire kayaların a dan bir ses duyuldu: Kımıldama! Ve bir ok burnunun ucunu n - sap Ayni zamanda on adım ötede y lı birden belirdi Pulat yayını çekti ve bir ok Bir kişi devrildi. İkinci atışta biri daha vuruldu. Kılıçla ileri fırladı. Fakat tek başına bu kadar nasıl başa çıkabilirdi? Sağ kolu yaralandı. Sol elle dövüşmeğe baş Neredeyse yenilecekti. Gür bir ses ağaçlı bayırlarda akislı yaptı: - Savulun!, Atlılardan biri diğerlerine haykırdı: Kılıç Aslan geliyor.. Kaçtılar, Örme çelik telden zırh giyinmiş ve başına sivri bir tolga giymiş olan genç bir adam delikanlıya yaklaştı. Onun at üstünde sallandığmı görünce yardım etti. Beş yüz kadar atlı da hemen bo « ğazı doldurmuşlardı. Pulat çok kan kaybetmişti. Kılıç Aslan Selçuk sultanıydı. Pulat onun adın: çok duymuştu. Kahraman bir adamdı. İşte onu ölümden kurtar- - mıştı. Şimdi de yarasını sardırmış; hat- tâ onu bir sedye ile Bileciğe götürmek istemişti"de Pulat at sırtında gidebile- ceğini söylemişti. Pulat kekele - di: — Size bu iyi « liği nasıl ödiye - bilirim? Güzin Yazan : İsmet Hulüsi delikanlı. yurdum- TiMm Çünkü da hiç haydut bulunmamalı, yolcular hiç çekinmeden diledikleri yere git * melidirler. _Kılıç Aslan onu Bileciğe bıraktı ve yiğit atlılarile birlikte yoluna devam etik Pulat orada bir iki hafta kaldı. Ya -« rası iyi olur olmaz İzniğe gitti. O gece kutuyu açtı ve oradaki kâğı- erlik âlemi- | ÖD Te hale geli! Modern KUVVET ŞURUBU Zaafı umumt, kansızlık ve ke mik hastalıklarına — şifai tesirleri çoktur. Çocuklar, gençler, genç kızlar ve ihtiyarlar her yaşta istimal ede bilirler. 1936-1937 başmahsulü NORVEÇ MORİNA BALIKYAĞI Halis Morina balığının ciğer - lerinden çıkarılmıştır. İçmesi ko- lay ve nefistir. Mideyi bozmaz. Gayet temiz ve muakkam ve yeni Hasan markalı - şişelerde satılır. Taklitlerinden sakmnınız. 1/4 litre 40, 1/2 litrelik 60 1 litrelik 100 kuruştur. HASAN DEPOSU İstanbul, Ankara, Beyoğlu Beşiktaş, Eskişehir. |da ve Velet Çelebi' Babam yüzüme baktı. Onun gözle- İrindeki infiğli şimdi bile görür gibi - yim, — Onu söyfiyenler haltetmişler, oğe lum! dedi; asıl şerefli, necabetli, kah- raman bir millet varsa o da Türktür. Bende ilk Türklük şuuru O gün, babam, ilk defa olarak, ba- na Türklük ve Osmanlılık münasebet- leri hâkkında bir konferans vermişti. Bir müddet sonra, uyanmıya başlıyan bir çocuk kafasının okuma ihtiyacı içinde, her eline geçen şeye yapıştığı sıralarda, bir gün, Maarif mecmuasın- in bir makalesini okumuş olduğumu iyi hatırlarım. Ve- let Çelebi, meşhur Macar Oryantalisti Vamberi'nin - Aaya seyahatlerine aid marüf eserinden bahsediyor ve bu su- İretle biz Türklerin asılları ve tarihteki İzolleri meselesine dokunuyordu. Fa - kat, ne kadar korka korka! Ben Rüş - diye mektebinde iken nasıl Türk oldu- gumu söylemekten çekinir, bunun ha- tırlanmasından korkardımsa, — Velet |Çelebi de Türklerin eski ve şerefli bir kavm olduğunu cesaretle yazmaktan çekiniyordu. Bununla beraber, baba - mın sözleri ve bir müddet sonra oku - duğum bu makale beni uyandırdı ve hem Türk olduğumu daha iyi hisset - tim, hem de bundan dolayı haz duy - dum (Arkası var) uzunluğunda iki keskin diş çenelerine | gn üstünde şunları okudu: «Kılıç As- doğru sarkıyordu. Sağ ellerinde diken- | lan» N birer topuz taşıyorlardı. 1090 yılında İranın şimalinde yalçin Hiç bir şey söylemeden delikanlın'ın | ye korkunç Elmut kalesine yerleşen omuzlarına parmaklarile dürttüler. Bu parmaklar sanki birer hançerdi. Pulat yerinden- fırladı. Ayni zaman- da bir çığlık duyuldu. Onun geldiği ta:- rafa bakınca demir parmaklıkların ar- dında kocaman bir âlev ve bu alevle: içinde de çıplak bir delikanlı gör- dü. Buranın cehennem olduğunu anla - mıştı. Ğıı iki kara adam da şüphesiz zeba - nilerdi. Zebaniler onu daracık ve yalnız te - peden ışık alan yarı karanlık koridor- da yürüttüler. Başka bir parmak'lığın ardından gene çığlıklar geliyor; bit a- damın çıplak vücudu kızgın demirle dövülüyordu. Cennette duyduğu ses şimdi de ona şunları söylüyordu: — Buraya düşmek istemezsen sanâ verilen vazifeyi yapman lâzımdır. Kendinden geçti ve bu sefer uyan- dığı zaman mermer direkli, geniş, süs- lü bir salonda kara sakallı, alev ba - kışlı bir adamla karşılaştı. — Yaklaş ve diz çök!.. Bunu hemen yaptı. Kara sakallı adam ayağa kalktı, De- likanlıya küçük bir kutu verdi: — Bunu al ve Bizansa yakın İznik denilen şehre git. Orada aç. İçinde kü- çük bir kâğıtla bir hançer bulacaksın. Kâğıdın üstünde yazılı adamı öldüre - Hasan Sabbah bütün Acem, Türk - ve Arap beylerini haraca hkesmiş, Takat Kılıç Aslan ona boyun eğmemişti. Af- yon, cennet, cehennem ve para ile kan- dırdığı fedailer onun «öldür!» dedikle- rini hemen öldürüyorlardı. * Cennetin hatırası aslından daha gü“ zel olarak kafasında genişliyor ve içini çekiyordu. Oraya tekrar kavuşmak ve hep orada kalmak arzusu bile onu de- rin bir hâzla ürpertiyordu. Fakat kendisini ölümden — kurtaran bir adamı nasıl öldürebilirdi? Buna da, onun ruhuna cennet hül « yasından daha derin bir suretlte yer « leşmiş olan Türk yasası engeldi. — Yapamam! Kara sakallı adama gi« der söylerim ve emrini geri aldırırım. Eibet o bir alçak değildir. Dedi. Hanın kapısına çıktı. Atına bindi ve geldiği yola doğru sürdü. Kale kapısından henüz çıkmış! arkasından gelen iki atlı onun rafına geçt Bunlar birer tü lığına girmişlerdi. Birisi sordu: Delikanlı! Niçin geldin ve niçin böyle hemen dönüyorsun?.. Pulat onu baştan ayağa kadar süz « dü: ki iki ta - rkie Geldiğim yere dönüyorum. Niçin ğunu kimse soramaz bana!.. (Lütfen sahifeyi çeviriniz) oldu