27 Ocak 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

27 Ocak 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

.k to D İMD Ve İttihad ve Terakkide on sene — n birinci kısım TERAKKİ DEVRİNDE FİKİR HAREKETLERİ Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen — Praklarında “ Türküm,, demek No. ı A $aSok kimselerce ayıp sayılıyordu " bi ) VN | ıı W NLT W İ j & .ı V — v | Übih np Ti di Tazla baş'I; - L Çat # bi f hi İ day da dTvek K c bir kavm, Arnavut besa dediği zaman yeri göğü oynatan şecaazt erkes levent vücutlu, kahraman insandı, Türke gelince... İtaz dl; ha ' faz| “Tindeki ha Suç! u h AM İssettiği i » Or Yekü Ve__allyordu. Beçti, "nederse"lı on İstikray llndan kaPandıktan İs almış ü & n Ü. ill' gayı-etkeşlik bqh il: Ve a t'. On * n İŞte baî:"“'îş Ü istikraz Onların ükümetin ti. ' ve Pa- T muvaffaki- * e!'rut.ıy_et inkılâbı, n Yet . Sen iş İma: istik- TiCİ istik- J dCVri' da - Ununla be- aid hpyli Şünaamda 'tipin budalalıkları Harp esnasında Alman İmparatorunun Enver Paşa ile birlikte . , Çanakkaleyi ziyareti ; den, necabetlerinden, kahramanlıkla - "İrından bahsedilirdi. Araplar necip- bir kavm idi; Arnavudlar asâletin timsali idiler. Çerkeslere gelince, o tarihlerde sarayı ellerine almış olan bu unsurun |şerefi daha büyüktü. «Türk» denildiği .zaman, hani şu İstanbulun kaldırımla- rinda insanın ayağına altın dizileri do- laştığını duyup da İstanbula gelen, ona «Büyük bir kapıya yapış!l» denildiği için kendisini bir konağın kapısına ya- pıştıran budala uşak tipi yok mu, işte bu tip hatıra gelirdi. Küçüklüğümüz bu karşısında herkesi güldüren masallarla dolu idi. Türk ap- tal bir millet, korkak bir mahlük, aşa- gı bir idi. Halbuki Arab, peygamberin içinden çıktığı bir kavm, Arnavud «Besa!» dediği zaman yeri, göğü yerinden oynatan şecaat hâ- rikası, Çerkes denildiği zaman da sü - HASAN KUVVET ŞURUBU Zaafı umumi, kansızlık ve ke mik hastalıklarına şifat tesirleri çoktur. Çocuklar, gençler, genç kızlar ve ihtiyarlar her yaşta istimal ede bilirler. iİnsannümunesi 1936- 1937 başmahsulü NORVEÇ MORİNA BALIKYAĞI Halis Morina balığının ciğer - lerinden çıkarılmıştır. İçmesi ko- lay ve nefistir. Mideyi bozmaz. Gayet temiz ve muakkam ve yeni Hasan markalı şişelerde satılır. Taklitlerinden sakınınız. 1/4 litre 40, 1/2 litrelik 60 1 litrelik 100 kuruştur. HASAN DEPOSU İstanbul, Ankara, Beyoğlu Beşiktaş, Eskişehir. lün gibi atlar üzerinde, levend vücud- larını göstere göstere kahramanlıklar yapan insanlar hatıra: gelirdi: Hattâ, Rumun meziyeti vardı: Eski medeni- yetlerin mümessili olan bir yarım Av- rupalı olmak. Onlara Mösyö denilirdi. Hattâ Ermeniler bile: Komiteci! Sınıfta benden başka Türk olanlar da bulunurdu ve belki de ekseriyetimiz hakikaten Türktü. Fakat, herkes bir taraftan kolayını bulur, Türkten gayri bir şeye kendisini bir suretle yapıştı, - rırdı; Ama ben, babamın elinde bir şe- riflik şeceresi bulunduğu ve bu şecere ile kendimizi Zeynelâbidin'e bağlamak kolay olduğu halde bunu bir türlü be- ceremezdim. Beceremediğim için de derdli idim; herkes, şerefli, şanlı, ne - cabetli, kahraman bir asla sahib olsun da ben böyle hakir bir mahlük olayım! Küçük Muhittin'in gururlu şuuru-buna bir türlü razı olamıyordu. Bir gün ba- bama sormuştum: — Baba, biz Türküz, değil mi? — Evet, oğlum... — Niçin her millet, Arap, Arnavut, Çerkes, şerefli ve cesur oluyorlar da biz değiliz? İ Babam yüzüme baktı. Onun gözle- rindeki infiâli şimdi bile görür gibi - yim. — ÖOnu söyhyenler haltetmişler, oğ- lum! dedi; asıl şerefli, necabetli, kah- raman bir millet varsa o da Türktür. Bende ilk Türklük Şşuuru O gün, babam, ilk defa olarak, ba- na Türklük ve Osmanlılık münasebet- leri hakkında bir konferans vermişti. Bir müddet sonra, uyanmıya başlıyan bir çocuk kafasının okuma ihtiyacı içinde, her eline geçen şeye yapıştığı sıralarda, bir gün, Maarif mecmuasın- 'da ve Velet Çelebi'nin bir makalesini okumuş olduğumu iyi hatırlarım. Ve- let Çelebi, meşhur Macar Oryantalisti Vamberi'nin Asya seyahatlerine aid marüf eserinden bahsediyor ve bu su- retle biz Türklerin asılları ve tarihteki rolleri meselesine dokunuyordu. Fa - kat, ne kadar korka korka! Ben Rüş - diye mektebinde iken nasıl Türk oldu- ğumu söylemekten çekinir, bunun ha- tn-]anmamndın korkardımsa, Velet Çelebi de 'Türklerin eski ve şerefli bir kavm olduğunu cesaretle yazmaktan çekiniyordu. Büununla beraber, baba - mın sözleri ve bir müddet sonra oku - duğum bu makale beni uyandırdı ve hem Türk olduğumu daha iyi hisset - tim, hem de bundan dolayı haz düy - duüm. (Arkası var) | Sayfa -13 'f' | Hikâye L Türk yasası!.. e Fıskıyieler yukarı fırlıyor; salkım |söğütler aşağı sarkıyordu. Çeşit çeşit ağaçlar üzerinde olgun yemişler var- dı, Yeşil çimenler arasında renk renk çiçekler açmıştı. Şurada bir çeşme bal akıyor; ötedeki kaynaktan süt kaynı - yordu. Yemyeşi) ağaç dallarının kuytulu - ğunda beyaz hayaller göründü. Gülüm- siyerek, oynıyarak, sıçrıyarak ona yak- laşıyorlardı. Gözlerini uğuşturdu: — Rüya mı görüyorum? Diyecek oldu. Fakat buna vakit kal- madan gördü ki hayal sandığı şeyler birer genç kızdır. Derinden bir ses geldi: — Senin bana bütün kalbile bağlı 'bir insan olduğunu sanıyorum. Büyük bir vazife vereceğim. Onu yaptıktan sonra artık hep burada kalacak, bura- dâ, yaşxyacaksın! Burası cennetin bir köşesidir. Şimdi şu cennet yemişlerile hurilerin hepsi senindir! Yalnız onlara bir tek söz söylemiye kalkışma. Cen - nette konuşmak yasaktır. Çünkü hiç yoktan cehennemi yaratmama sebep olan hep insanların kötü dilleridir. Unutma! Başında tatlı bir ağırlık buluyordu. Henüz on yedisindeydi. Yarkengi be- yi olan babası ölünce yasaya göre bey- lik büyük kardeşe, mallar küçüğe kal- mış, o da adsız olarak babasının atile silâhlarını almış batıya yollanmıştı. | Reyde bulunduğu sırada bir dervişin ona tatlı bir şurup verdiğini ancak ha- tırlıyordu. Derviş ona uzun uzun cennetten bah- setmişti ve şimdi kendisini orada bu - luyordu. Huriler onun etrafını sardılar. Cam kadar şeffaf tüller içinde ışıktan ve a- levden yaratılmış gibiydiler. Fakat in- sanı yakmıyorlar; ılık bir hâz içinde kendinden geçiriyorlardı. Güneş battı. Masmavi ve yıldızlı bir gök altında Yazan: Kadircan Kaflı ceksin! Çünkü o adam Allahına hboyun eğmemiş, cennet ve cehenneme inan - mamıştır. Pulat yeri öptü. Dar koridorlardan, dar merdivenlerden geçti. Alevleri aş- tı ve burasının büyük bir kale olduğu- nu gördü. Kapıda eğerli bir at vardı. Bir kılıç, bir yay, bir çok ok ve altın da verdiler. Kıvrıla kıvrıla inen dar ve dik yollardan yeşil bir ovaya indi. A - tını batıya doğru mahmuzladı. * Bilecikle Karaköy arasındaki or « manlık ve yalçın bir boğazdan geçi « yordu. Birdenbire kayaların arasın « dan bir ses duyuldu: — Kımıldama! Ve bir ok burnunun ucunu sıyıra * rak biraz ilerideki çalılığa saplanadar. Ayni zamanda on adım ötede yirmi at- lı birden belirdi. Pulat yayını çekti ve bir ok attı. Bir kişi devrildi. İkinci atışta biri daha vuruldu. Kılıçla ileri fırladı. Fakat tek başına bu kadar adamla nasıl başa çıkabilirdi? Sağ kolundan yaralandı. Sol elle dövüşmeğe başla - Sana bunları söyliyen Altahm sesidir. #etı. (Neredeyse yenilecekti. Gür bir ses ağaçlı bayırlarda akisler yaptı: — Sâvulun!.. Atlılardan biri diğerlerine haykırdı: — Kılıç Aslan geliyor.. Kaçtılar. Örme çelik telden zırh giyinmiş ve başına sivri bir tolga giymiş olan genç bir adam delikanlıya yaktaştı. Onun at üstünde sallandığımı görünce yardım etti. Beş yüz kadar atlı da hemen bo - gazı doldurmuşlardı. Pulat çok kan kaybetmişti. Kılıç Aslan Selçuk sultanıydı. Pulat onun adını çok duymuştu. Kahraman bir adamdı. İşte onu ölümden kurtar - mıştı. Şimdi de yarasını sardırmış: hat- tâ onu bir sedye ile Bileciğe götürmek istemişti de Pulat at sırtında gidebile- yiyor, içiyor, elini uzattığı zaman di -. ceğini söylemişti. lediği yemişi bu - luyor; — hurilerle dizdize yeşil çi - menler ve. renk renk çiçekler a - rasına uzanıyor - du. Pulat çoktan Yarınki nushamızda : Süha ile Güzin Yazan : İsmet Hulüsi Pulat kekele .- di: — Size bu iyi - liği nasıl ödiye « bilirim? — Ben sen- 'den özür dile « TiMm delikanlı. kararını vermiş - ti. — Buüurada büsbütün kalmak için ne .olsa yaparım! * Gözlerini açtığı zaman dört tane kor gibi bakışla karşılaştı ve ürperdi. İki tane kapkara, iriyarı herifle kar- şılaştı. Korkunç ve çirkin yüzleri var- dı. Ağızlarının iki uçlarından parmak uzunluğunda iki keskin diş çenelerine doğru sarkıyordu. Sağ ellerinde diken- li birer topuz taşıyorlardı. Hiç bir şey söylemeden delikanlının omuzlarına parmaklarile dürttüler. Bu parmaklar sanki birer hançerdi. Pulat yerinden. fırladı. -Ayni zaman- da bir çığlık duyuldu. Onun geldiği ta- rafa bakınca demir parmaklıkların ar- dında kocaman bir alev ve bu alevle:- rin içinde de çıplak bir delikanlı gör- dü. Buranın cehennem olduğunu anla - mıştı. , Şu iki kara adam da şüphesiz zeba - nilerdi. Zebaniler onu daracık ve yalnız te - peden ışık alan yarı karanlık koridor- da yürüttüler. Başka bir parmaklığın ardından gene çığlıklar geliyor; bir a- damın çıplak vücudu kızgın demirle dövülüyordu. Cennette duyduğu ses şimdi de ona şunları söylüyordu: — Buraya düşmek istemezsen sana verilen vazifeyi yapman lâzımdır. Kendinden geçti ve bu sefer uyan- dığı zaman mermer direkli, geniş, süs- lü bir salonda kara sakallı, alev ba - kışlı bir adamla karşılaştı. — Yaklaş ve diz çök!.. Bunu hemen yaptı. Kara sakallı adam ayağa kalktı. De- likanlıya küçük bir kutu verdi: — Bunu al ve Bizansa yakım İznik denilen şehre git. Orada aç. İçinde kü- çük bir kâğıtla bir hançer bulacaksın, Kâğıdın üstünde yazılı adamı öldüre - zi Çünkü yurdum- da hiç haydut bulunmamalı, yolcular hiç çekinmeden diledikleri yere git * melidirler. Kılıç Aslan onu Bileciğe bıraktı ve ytiıtğ'it atlılarile birlikte yoluna devam etti. Pulat orada bir iki hafta kaldı. Ya « rası iyi olur olmaz İzniğe gitti. O gece kutuyu açtı ve oradaki kâğı- dın üstünde şunları okudu: «Kılıç As- lan» 1090 yılında İranın şimalinde yalçın ve korkunç Elmut kalesine yerleşen Hasan Sabbah bütün Acem, Türk ve Arap beylerini haraca kesmiş, fakat Kılıç Aslan ona boyun eğmemişti. Af- yon, cennet, cehennem ve para ile kan- dırdığı fedailer onun «öldüt!» dedikle- rini hemen öldürüyorlardı. * Cennetin hatırası aslından daha gü“ zel olarak kafasında genişliyor ve içini çekiyordu. Oraya tekrar kavuşmak ve hep orada kalmak arzusu bile onu de- rin bir hâzla ürpertiyordu. Fakat kendisini ölümden — kuriaran bir adamı nasıl öldürebilirdi? Buna da, onun ruhuna cennet hül « yasından daha derin bir surette yer « leşmiş olan Türk yasası engeldi. — Yapamam! Kara sakallı adama gi« der söylerim ve emrini geri aldırırım, Elbet o bir alçak değildir. Dedi. Hanın kapısına çıktı. Atına bindi ve geldiği yola doğru sürdü. Kale kapısından henüz çıkmıştı ki arkasından gelen iki atlı onun iki ta - rafına geçtiler. Bunlar birer tüccar kı- lığına girmişlerdi. Birisi sordu: — Delikanlı! Niçin geldin ve niçin böyle hemen dönüyorsun?.. FPulat onu baştan ayağa kadar süz « dü: -- Geldiğim yere dönüyorum. Niçin olduğunu kimse soramaz banal!.. (Lütfen sahifeyi çeviriniz) S 43 yAğüğei ge —

Bu sayıdan diğer sayfalar: