-— l İttihad ve Terakkide on sene Dördüncü kısım Ne. 1 HARBİN SİYASI İDARESİ 'Harp meselesinde Devlete emri Başkumandan verdi. Enver Paşanın askeri san sörü çok defa Talat Paşanın gzıetelere verdiği beyanatı bile Sansör ediyordu. Enver Paşa “Devlet benim,, diyeceği günün gelebıleceüını umuyodu Siyaset ve askerlik | soirrbeılık ve harbe iştirâk bahisle- Titde söylemiş olduğum vechile sefer- İtlikle beraber memleketin idaresi o ."Yl ve başkumandana, yani Enver nn eline geçiyordu. Harbe girin- *Crdunun ve Enver paşanın hâkimi- İti düha kat't oldu.ve bütün devlet ve set onun elinin altına girdi. , Tarih gösterir ki askerlik ve ordu i- n yetîşmiı. sonra siyasi hayata ş, sivilleşmiş çok büyük insanlar kıq ve bunlar siyaset dümenini ek © aldıkları zaman büyük işler yap- Tuşlar, milletleri büyük istikballere, ve manevi, büyük fütuhata gö - e üşlerdir. Tarihin her devrinde bun Börülmüştür. En yeni misallerini —’Nnkıı Türkiytede görüyoruz. Vak- V€ Roma tarihini de bize böyle misal |, Böstermişti. Fransa tarihinde de ay- . teyi gördük. Bunlar, memleket ve Nlıı duygusunun en hararetli dere- Bı.rıeıahüı ettiği yerlerde, yani or - khl:. we askerlik ocağında bir takım fikirlerin, kuvvetli iradelerin ve mek kablerin sivrilip çıkmasıdır. 'hl!. buna mukabil, nerede siyaseti % halinde ordu yapmış ve yahud 9 teşkilâtın mümeesili sıfatile ona ku- B eden eline almışsa orada işler idare edilememiştir. Bunun sebebi de şudur: Siyaset, yu- "Fh. akıcı, şekilsiz, bir şeydir. Or- » Sert, çev çerçiveli, şekilli bir ktır, Siyaset, mütemadi bir fikir ve YAt manevresi ister; ordunun sev- Manevre ise tâbiye, — sevkülceyş leridir: Toprak üstünde, nizam İnde, ferdiyeti tanımıyarak, — yalnız 'et ve hâkimiyet gayesi güden bir tet. Siyasetin manevresi bütün fi- laplıyırık bütün fikirler ara - manevi bir topluluk vyücuda ge- ğe çalışarak yapılır. Orduda ise ı&l fikir vardır: Kumandanın ida- k.> Siyaset aşağıdan yukarı ve aşa- h yukarıya müteveccih — kontro - altında yapılır. Orduda ise hareket "hrd.uı aşağıya müteveccihtir ve a- p 'dan yukarı müteveccih bir kontro- değil, hattâ küçük bir suale dahi | yoktur. Dünyada büyük bir in. —ı yapmak isteyen bolşevikler bile Udın yukarıya bir ordu yapmayı u- Zaman tecrübeden sonra nihayet s"Yı tarihi şeklini vermeğe ve ida- İ yukardan aşağıya kat'i ve hâkim g.:ğk idarenin emrinde toplamıya ur oldular. Bir kelime ile, siya - y Otdüuya istinad eder. Fakat, devlet hde emri orduya siyaset verir. Si- a emri ordudan alınca her şey bo- B ı"e. bunun içindir ki seferberlik ve 9 ile birlikte devletin ve siyasetin i- *i ordunun ve başkumandanın eli- Ll'“;mee işler bozuk gitmeğe, devlet izesi şaşkın işlemeğe başladı. L'k' kere, harb meselesinde, orduyu * harbe sevkedecekken ordu dev- Kk rbe soktu. Başka bir - ifade ile, Umandan hareket emrini devlet « k'lkakken devlete emri başkuman- Yerdi, Emir şekline değilse bile em- İ şeklinde olsun, göze görünen ) lkı bundan ibarettir. **“&i derecede memleketin orduyu l& Mesi lâzım gelirken ordu mem çi beslemeği kendi üzerine aldı. çü'leıı derecede, siyasetin orduyu kı etmesi lâzım gelirken ordu siya *line aldı. Devlet, “ben,im — Ssa, ordu bir ıılıllıuı ve insan - T rYarmm Harp günlerinde Beyazıt meydanı na konan hâlırai celâdet topunun resmi küşadın da bulunanlar larda silâh kullanmak, yalnız müda - faa için câiz olduğu halde milletler a- rasında bir silâhın müdafaa için de, ta- arruz için de kullanılmasına cevaz ve- rilir. Ordu bir silâh olunca onu kulla - nacak bir devlet bulunmak iktiza eder- ken Cihan Harbinde ordu ve yahud o- nu temsilen, ona istinaden, başkuman- dan devleti kullandı ve ordu siyasette rolünü eline almak istedi. Eğer tarih- te hakikati söylemek kabahat değilse, binglin, Elii beşetin bet mevi ibtiratlar « dan kurtulmuş olan Enver paşanın da, bu hakikati böyle açıkca söylemedi « ğgimden dolayi beni affetmesi lâzım ge- lir. Napolyonun, (Devlet Ben im!) de- diği meşhurdur. Enver paşa bu sözü böyle açıkca ifade etmedi. Bunu böy- lece söylemek için onun beklediği gün vardı. Nitekim, Napolyon da bir çok egünn ler beklemiş ve bu «gün» leri topladıktan sonra bu sözü söylemişti. Bununla beraber Enver paşa işleri, bu fikre içinden inanmış gibi tuttu. Şimdi size bu tatumun misallerini sayacağım : Sansör 1 — Bir kere memleketin siyast fi- kirlerine bizzat kendisi hâkim oldu. Büyük karargâhın istihbarat şubesi ga« hastahklarile sesi kısılanlara şifai te- sirleri çoktur. 30 K. Hasan deposu İstanbul, Ankara, Beyoğlu, Bqdııq, M zeteleri sansür ediyordu. Bu sansürün yalnız askeri olan tarafı orduyu alâka- dar etmek lâzım gelirken her şeyi, ale- lâde edebiyat bile onun yalnız «nefi» eden «isbatv la bir alâkası olmıyan kalmaktan geçti. İyi hatırlarım ki çok defalar ben as- keri sansür memurları ile mücadele et- mişimdir. Faraza bugün Talât bey, pa- şa ile konuşmuşum. Filân meseleyi yazmışım, O akşam, gece yarısında ve yahud daha sonra o yazdığım şeyi san- sür çıkarmıştır; matbaadan bana tele- fon ederler, hçn sansürü ararım ve bu- larak münakaşa ederim, O, - aldığı bir emri kim bilir nasıl tefsir etmiş « tir? - kani olmaz ,ben de yazının be - nim yazdığım gibi neşri için matbaaya emir veririm, Ertesi gün kıyamet ko - par, «sen de mi?» derler, ben de lâ- zım gelen cevabı veririm, iş geçip gi - der. Yalnız, bu işlerde benim mutlaka haklı olmam lâzımdır. Eğer bir defa ayağım sürçerse, yanlış bir iş yapar » sam, Enver paşa bundan istifade edip beni gazetenin başından attırabilir. Ben de buna dikkat ettim. Gene çok defa vâki olmuştur ki san- sür, alelâde bir şeyi, bazan manasız bir kelimeyi, kim bilir nasıl bir mes'uli - yet vehmi ile çıkarmıştır. Bu halde de aynı şeyi yapardım. «Fakat, bu bir a » narşı aluyor!» dedikleri zaman da çok defa verdiğim bir vevabı tekrarlarım: «Anarşi yapmanın inhisarı devlete ve- rilmiş değildir; bizim de hakkımız varl» Hakikaten bu tarihlerde devlet kuvvetleri anarşik bir şekilde çalışır, Fakat, zannedilmemelidir ki sansürün çıkardığı şeyler, askeri bir sırra, yahud memleketin manevi veya siyasi mü - him bir meselesine taallük eden şey - lerdir; hayır, bu mücadeleler daima a- lelâde, bazan da hattâ manâsız şeyler için yapılmıştır. Halbuki, eğer siyasi sansür yapılmak icâb ederse bunun da matbuat idaresi ve siyasi unsur tara » fından yapılması muvafık olurdu. Böy- le bir usul koyduruncıya kadar göbe- ğimiz çatlamış, bununla beraber mat- buat idaresi sansürü de gene büyük ka- raragâhı umuminin emirlerine uymıya mecbur olmuştu. Matbuatın kâğıdı — | 2 — Yavaş yavaş matbuat bizim ka- rargâhı umuminin de elinden çıkarak Alman büyük karargâhının nüfuzu al- unı girmeğe doğru da gidiyordu. Hat- ugnyoı'du)ı deül. görmişti. Şafak ağtırmıştı. Yanımızda köyün ihitiyarlarından Halil ağa olduğu halde Madranım Mutaflar yaylası yolunu tüt- tuk. Orada bir hafta kalmak üzere Ay - dından gelmiştik.. Güneşin gölgeli işıkları ve sabahın tatlı serinliği içinde ilerliyorduk. Dar bir merdiveni andıran dönemeçli yol- ları geçtikce ovayı aşağıda bırakıyor - duk.. Yavaş yavaş çam ağaç'ar: çoğalı- yor ve derenin çağlayışı daha iyi işidi- Hiyordu.. Artık beygirler zahmet çekiyordu; nalların taşlara vurmasından acı bir ses çıkıyordu.. Dört saattenberi gitti- #imiz halde daha yaylaya ulaşamamış- tık.. Şimdi tahminen sekiz, dokuz yilz metreye yükselmiştik.. Bir aralık : — E.. Halil ağa dedim.. daha uzak mı şu güzel yayla? — Hayır.. bey diye cevab verdi. naha şuracıkta... Geldik sayılır gayri.. Helil ağanın eşuracıkta» dediği yer gene aşağı yukarı dört beş kilometre vardı.. Nihayet hayvanlarımız kadar biz de yorulduktan sonra yaylaya gelebildik. O gün Halil ağa bizi evinde misafir etti.. Tavuk yoğurt ikramında bulun J dular... Süyün tesirile — farkın » da olmadan bir hayli yemek ye - Yataklı miştik.. Bt Ertesi günü çamların altın - da, bize ayırdık - ları küçük evde oğlak kebabını kendimiz hazn rlıyorduk. — Esma, kız ne dokuyorsun? — Kıl çuval, ağa.. — Kıl çuval mı?.. kıl çuvalı? — Dokuduklarımızı Aydına götürü- rüz ağa... Yemiş (1) basmak için alır- lar onları.. hem kil heybe de dokurüz ya.. de gidi de!.. Sen bilmiyon mu bun- ları? Mutaflar yaylasının bütün kadın ve kurlar.. Bütün gün çamların hışıltısını dinliyerek, tezgâh başında otururlar; dokudukları çuval — paralarile kış- bk zahirelerini alırlar.. Soğuklar başlayınca asıl köylerine inerler ve orada yenâ mevsimi bekler- lerdi.. Ne yapacaksınız Yayladaki bütün tezgühları dolaş - mak ve görmek hevesine düşmüştüm.. Bütün gün oturmak beni sıkıyordu.. Önce Esmaların komşularına uğra - dım.. Tezgâh başında çuval dokuyan ih - tiyar bir kadındı.. yanı başında da genç ve dinç bir kadın oturmuş yedi yaşın - daki çocuğunu avutmak ve kundakta - ki, yavruyu sallamakla meşguldü, Genç kadının yaslı duruşu gözüme| ilişti.. gözleri gamlı gamlı bakıyordu.. | Yedi yaşındaki çocuk beni görünce bir () — İncir, İşte uykusuzluktan kıvranan Yarınki nüushamızda : yolcusu Yazan: Muazzez Tahsin Yazan: F. Berçmen fşey hatırlamış gibi silkindi. Anasının yüzüne bakarak gözleri dolu dolu ol - du. Şaşırmışlım. Anası benim sormama meydan bırakmadan titrek bir sesle: — Seni görünce babasını hatırladı da.. dedi.. — Babasını mı? Ne oldu ki ona? — Ah.. ne olacak, bey.. dedi.. sözleri- ni bitinmesine göz yaşları mani oldu. — E. anlatsana.. dedim.. Gözlerinin yaşını, baş örtüsünün u- cile kuruttuktan sonra: — Yusufcuğum, diye başladı, Çine pa zarına Öte beri'almak için indiydi.. Ak- şâm serinliğinde dönerken ;:arm.m bir batar (2) dikilivirmem mi?, Hiç hir şeyciği yoktu; işte o batar bir hafta sür- dü.. Isıtma tuttu dedik. Süleymanların Molla Zülâ'ya sarımsak okuttuk emme fayda vermedi.. ne ettiysek batarı ke- semedik... — Peki madem, ki sıtmaydı.. vermediniz mi? — Yoktu ki verelim.. — Çineye gidip doktora ne söyleme- diniz.. hem parasız verirlerdi size.. — Öyleymiş bey.. İbrahim ağa da söylediydi.. Yusufu kasabaya indırin doktor baksın dedi.. Dediğini yaptık o nun.. Sabah erkenden bizim hayvanı bir minder koya» rak Yusufu da üstüne yerleştir « diye de urganla bağladık onu Binecek hali yok: tu erkeğimin. Çocukları ana « ma bıraktım; ve yola koyulduk.. ah.. Genç kadm buraya gelince gene göz sulfata vagon | yaşlarını tutamadı, Ben merakla ve şaş. kınlıkla sordum: — Sonra ne oldu ki?, — BSonrasını sormayın.. Tam yarın dönemecini dönüyorduk.. müsibe! bey- gir ürkmesin mi? Onu ne kadar tutmak Ve durdurmak istediysem yapamadım.. Elimden gemi kopararak dört nala deli gibi koşmağa başladı.. Nühayet gözüm- den knyin]uwrd.ı Yarım saat öyle yalnız yürüdüm.. İkinci yarın başına gelince ne göreyim?. Beygir durmuş, Üstünde Yusufcuğum yok.. Yaklaştım.. Yerde kan izi vardı. Şöyle bakınca er« keğimin uçuruma yuvarlandığını gör- düm.. koşarken hayvanın ipleri gevşe- miş olacaktı. Yar o kadar derindi ki a- şağı inip kocamın cesedini öpemedire bile... Kadın sözünü biütirince boğulacak gi- bi hıçkırmağa koyuldu.. Mahzunlaşat! çocuğu aokşıyanak orada daha fazla du- rTamadım.. Üç dört gün sonra tekrar Çineye ini- yorduk.. Yusufa mezar olan yarm ba- şına gelince ürkek bir nazarla uçuru: ma ve inliyerek akan suya baktım ve zavallı genç kadının dereye karışan hıçkırıklarını duyar gibi oldum. (2) — Sancı, tinirlilerin bitmer tükenmez Gilekleri . Üstenllen salâh getmez, her gün artan sinirllikten gittikçe kuvvet ertesi gün İnsan yorgun argın, tilç bir çey yapamamak halsizliğile kalkar, Bromural «Knoll. bu felâketten kurtutmak için © Knoll A-Oş kimyevi maddeler fabrikatarı, Ludwigshafen 4/Rhin TA |N ai — ÇA LAM AA AD kullanılacak Hüçte. Asta zaram voktur, sinlim leri yatıştırır ve elkin ve sâlim bir uyku davel eder. 99 konpelineyi tarl tiy- Herür eazanclerde reçcte Te sanılır. TERCIİH EDİNİZ SAATLARINI