Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
- Di Yumuşak kürkler içinde kaybolmuş SON POSTA —USMANLI SARAYINDA KÂDIN ELLERİ [ Hiköye * Muhterem Mösyö Gaudinot 10 — Eyüplü Voyvoda kızı Yazan : Ragıp Şevki Voyvoda kızının Deli İbrahime anlattığı bir masal, aylarca memleketi samur çılgınlığı ile kasıp kavurdu 1640 da "I'opkapı sarayında yeni bir kadın çehresi görülmeğe başlandı: Eyüplü Voyvoda kızı... Odalar ve solalar çengi ve çığan gü- rültüleri, mest kahkahalar, fettan Çiğ- lıklarla çınlarken Deli İbrahimin ya - nıbaşında Eyüplü Voyvoda kızı da yer alıyordu. Daha bir ay evveline kadar Eyüpte ötekine berikine fal bakmakla dilenen bu kadının nenin nesi olduğunu bilen Yyöktu. Fakat saraya girer girmez der- hal bir mevki sahibi oldu. Üstü başı ipeklilere büründü. Her gün akşama doğru saraya araba ile gelir, bazan günlerce saraydan çıkmaz olurdu. Voyvoda kızının harikulâde denecek kadar kuvvetli bir cerbezesi “vardı. «Muntazam söze kadire ve yeniden hi- kâyeler düzüp söylemekte mahire» idi. Deli padişahın en hassas taraflarını ya- kalar, sonra saatlerce, bir hokkabaz Bi- bi hareket ederek masallar söyler, çal- gıları hafif hafif çaldırıp kısık kısik şarkılar okutarak hikâyeler anlatırdı. Güzel ve yarı çıplak kadınlar, dumanlı ve buğulu bir hava ve şarap kokuları içinde bu hikâyeler padişahı büsbütün Mestederdi,. * Bir kış gecesi Deli İbrahim gene bir eğlence meclisinde Voyvoda kızını kar- Şisıma aldı: — Söyle, dedi. Bizi eğlendir, dinlen- dir!.. ; Voyvoda kızı o gün saraya öğrendiği Yeni bir masalın sevinci ile gelmişti. Padişahın huzurunda diz çöküp 1e ye- Ni masalını anlatmağa başlarken çalgı- lar da hafif hafif bir şark havası çalı - Yorlar, cariyeler, hasekiler, saray ha - demeleri padişahla falcı kadının etra- finda halka oluyorlardı. K Eyüplü Voyvoda kızı kalın sesile Masalına- başladı: Üti — Raviyanı ahbar; nakilânı âsar ve Muhaddisanı ruzigâr şöyle rivayet € - erler ki, zamanı evailde Hind deniz - _leı—'mde hüküm süren bir padişah var imiş, Serveti vafir, azameti zahir, kendisi 2€vk ve hişata pek müzahir imiş.. Hind denizlerinin en güzel adalarının birin- de büyük, çok büyük bir sarayı, içinde nlerce gidilse bitmiyecek büyük bir bahçesi, havuzları, güllük gülüstanlık- ları var imiş. n ÂAmma ve lâkin padişahın en büyük h“s“lsiyeu nefsinde bir cildi muteber Ve bevnelhükema cevheri civani tabir *dilen samura düşkünlüğü imiş. / Elbiseleri, sarayının bütün döşeme- Si, duvarları, kapıları, pencereleri sa- TMurla kaplı imiş. Yastıklarını ve P€F - €lerini hep samurdan yaptırmış. Vel- asıh.,., : Voyvoda kızı anlattıkça deli Pâdl_'_ $ahın gözleri büsbütün kayıyor, kendisi buîuyomlu. -— Bu samur denilen nesne ne den- lü şeydir?, Yo Gayetle güzel şeydir hünkârım. Cildi gayetle tatlı, yumuşak.. Vücuda ğse, insanı mesteder, elle temas edil- S€ zevk duyulur. Eyüplü Voyvoda kızı masalma c Ti Vam ederken padişah büsbütün duşı%l'l_ Ceye varmıştı. Hele masalın bir yeriü de, Hind padişahının saray Ddalmı Samurla döşedikten sonra rekkaseleri- Di soyarak bu samurlar üstünde rak - Settirmesi, uyutması, sarhoş €€ Bi ası, Deli İbrahimi büsbütün an çıkardı. O gece yattığı zaman sabaha kadaî hep Eyüplü Voyvoda kızının samur ö" Sahnı düşündü. Deli aklı ile bu masa ahramanını kıskandı. Onunla * aT Sarasındaki kudret ve kuvvet faı_*_k'_îl " düşündü ve nihayet ertesi sabah butlj'; Şüncelerini mevkii tatbika koymağ karar verdi. KA ZıVâ- * soda Sabah olur olmaz EyüPm'_Yo vata Sini çağırttı. Üzerine giydiği z p Mükerremlerine mahsus» içi © b Murdan, altın düğmeli elbiseyi gös edip sız - |yo şahı böyle bir elbise giymiş midir?, Voyvoda kızı bütün cerbezesini kul- lanarak bu samur elbisenin eşevketlü hünkâra» çok yakıştığını ve dahi bun- dan sonra da her samurlu şeyin yakı - şacağını söyledi. Deli *İbrahimin çılgınlıkları arasın - da birdenbire samur da yer alıvermiş- ti. Artık her gün kasırlar, köşkler, o - dalar ve divanlar samür ve dibalarla süsleniyor, padişahın gözü samurdan başka hiç bir şey görmüyordu,. Voyvoda kızının hayalhanesinden çı- kan bu sarı ve yumuşak nesne kısa bir zamanda devlet ve millet için korkunç bir mahiyet aldı, yüz kuruşa satılan samurlar, bin kuruşa bulunmaz oldu. Devrin şairleri bu gidişle köpek deri- sinin ve domuz kafasının kıymetlendi- rileceğini ima ederek: Ol kadar rağbeti var samurun, Oldu tahsili anın emri asir!. Böyle kalırsa olur zikıymet, Nafei kalp ve kafayı hmzır!.. Diye alay ediyorlardı. Voyvoda kızı, küçük - bir mîsalınîn bu kadar büyük bir tesir yaptığını g0- rünce, büsbütün şımardı. Artık saray- 'dan ayrılmaz olmuştu. Padişah samur ve diba döşeli odalarında. Voyvoda kı - zına fallar baktırıyor, hikâyeler ve ma- sallar anlattırıyör, bilhassa Hind de - nizleri padişahının masalını mütema - diyen tekrar ettiriyordu. Padişah Eyüplü Voyvoda kızından dinlediği masalı, hayatının bütün kuv- vetile canlandırmağa çalışıyor samurlar üzerinde rekkaseler oynatıyor, haseki- lerini ve cariyelerini göğüsleri, bağır - idu. Padişahı samur o kadar sarmıştı ki, her gün saraya bohça bohça taşınan samurlara doymuyor, divan çavuşlarını devlet erkânına samur tahsiline gön - derir, defterdarı samur tedariki için divan tezkereleri göndertmeğe mecbur ederdi. Halk ta, asker de, devlet erkânı da bu samur çılgınlığından müşteki idi. Eyüplü falcı kızının ortaya attığı bu nesne yüzünden yüz binlerce lira Rus- yaya akıp gidiyordu. Hele ocak halkı bu şikâyetçilerin başında geliyordu, Bir defasında defterdar ocak ağala - rının en korkuncu olan Kara Murat a- ğaya samur istemek üzere bir adam göndermişti. Murat ağa teklifin mahi- yetini öğrenince kaşlarını çatmış: — Defterdar efendiye söyle, ben Gi- yağlı kurşundan başka bir şeyim yok. Samurun adını biz ilden işitiriz, gör - memişiz, Bizden selâm eyle, böyle söy- le! diye bağırmıştı. * Eyüplü falcı Voyvoda kızının masalı memleketi dört beş ay içinde kasıp ka- vurdu. Fakat bir gün ihtilâl kopup ta Deli İbrahim ocak ağalarının ve aske- rin eline düşünce Eyüplü Voyvoda kı- zı da ortadan kayboluverdi. Padişahı üzerinde egülgün atlas bir entari, kırmızı çakşırı, mutalla uçkur- ları» ile öldürdükleri gün de Voyvoda kızı büsbütün ortalıktan silindi. Bir yı- lan gibi sarayın içine girerek zehirini bırakmış ve aylarca memleketi samur çılgınlığı ile kasıp kavurduktan sonra padişahtan aldığı atlas keseleri ile bir- ları açık samurlar üzerinde sızdırıyor- ——— — likte bir «semti meçhule» karışmıştı. Hergün Türkiyenin muhtaç olduğu Şeylerden biri: Ucuz benzin! —SeÖazan!: Muhittin Birgen — (Baştarafı 2 inci sayfada) de pahalı bir fiyatla satsın! a " ğunun için, Türkiye, maafıELe_mîın uzunluğuna, hareket ihtiyacının şığ?î' tine ve hayat seviyesinin düşkımlugı%— ne rağmen, benzinde en Pahâh î:ıî memlekettir. Hem de öyle bir pahal ki bu kadarına cevaz vermeğe, herhan- imkân bulunamaz. * Zaman zaman, sırası düştükçe, diyo- ruz ki, bugünün milli mü_dafaası a_ırtık bir motör meselesi halini aldı. Cihan harbinde bizimle düşmanlarımız ara- sındaki harp vasıtası farkı ehemmiyet- siz bir şeydi. O zamamla_nb_eri ordular değişti. Ordulara motör girdi. Ordu ma- kine ile hareket eden kıt'alardan mü- rekkep oldu. 'Tanklar çı_ktı._Harp, hare- ket küdretinin faikiyeti —ile kazanılır diye kaideler çıktı. Halbuki motör, sinde maalesef geri bir memleket oı_c_lu- ğumuzu bilmemiz de lâzımdır. Bugün- rın Türkiye için bir imtihana girmek lâzımgelse kâfi derecede hareket vası- tası, kâfi derecede şoför bulmamız güç- tür. Türkiyede mevcut ve yarısı hurda halindeki 8 - 10 bin otomobil ve kam- nu ve yarısı fenni kıymetten mah- rum şoförü ihtiyacımız için kâfi göre- meyiz. Türkiyeye her giren otomobil ve kamyon hem halkın hareket ihtiyacını arttıran bir kuvvet, hem_ ma]_iıye içîn daimi bir irad, hem de bir imtihan gü- nünde ordu için bir fazla kuvvettir. Şu halde Türkiye içinde bu meselede bir tek siyaset var: Otomobil Sân#yi'me Sü- hip olmıyan milletlerin yaptıkları gi- bi, ucuz gür ük ve ucuz benzin! Ucuzluk Devlet Demiryollarına vu- ridat membar oldu. Ayni ucuzluk ma- liye için de öyle olacaktır. Bilfarz ben “nde bir liralık benzin sarfediyorsam benzin ve otomobil ucuzlayınca ben o- Terek: - 4 — Nasıl. dedi. Hinâ denizleri PAdİ” nu gene sürfedeceğim — ve fakat, o za-| Ki P el © gi bir sebeple onu mazur göstermeğe | iştialli motör bah-| | Gören bilen var mı? | - Bir zabiti arıyorum Sultan Reşad Kosvayı ziyaretı sıra- sında Selânik vilâyetinin Gevgili kasa- basından Ömer oğullarından Osman oğ- lu Ömeri, küçük bir çocuk olarak alıp İstanbula getirmişti. Bu çocuk mek- tebde okudu ve zabit olarak yetişti. Be- nim amcamdır. Acaba nerede olduğunu bilen var mı? Polatlıda, helvacı Kâzım oğlu Hayreddin PASLANMAZ Hasan Tıraş Bıçağı Bir dakikada tiraş eder. Ne sa- bun, ne de fırçaya ihtiyaç vardır. Katiyen paslanmaz. Alâmeti fa - rika ile ihtira beratı vardır. Ne İngilizler, ne Fransızlar, ne de Amerikalılar, ne de bütün dünya aynını yapamaz. Hasan tıraş ma- kinasile Hasan tıraş sabunu ve Jaıraş kremi, tıraş kolonyası, tıraş pudrası birer şaheserdir. Mutlaka Hasan markasını arayınız; — israr ediniz. Hasan deposu : Ankara, İstanbul, Beyoğlu. man, benimle beraber, bugün hiç ben- zin sarfetmiyen başka birisi de hiç ol- İmazsa günde elli kuruşluk benzin sar- fetmeğe başlayacak, Avrupalı bu işleri böyle hesap edi- yor. Bu sahada - biz de Avrupalı gibi hesap edelim! ——— — Muhittin Birgen ritten geldim. İnce perdaht barut ile| | «V. Geranda dan Arsöne Gaudinot yirmi beş yaşında evlenmişti; o vakte kadar bir bakire gi- bi temiz hayat geçirmişti. Karısı, bir müddet sonra bir çocuk bırakarak öl- dü. Çocuk ta anasının arkasından git- mekte gecikmedi. O zamandanberi ke- der ve üzüntü saikasile iffet ve isme - tini muhafaza eden Gaudinotta bu hal bir itiyat oluverdi. Böyle hiç bir kadın yüzü görmeden ellisine bastı. Birçok vazifelerde çalıştıktan sonra bulunduğu müessesenin veznedarı ol - muştu. Onun tavrü hareketi bir nümü- nel imtisaldi. Doğruluk ve iyilikle meş- bu bulunan veznedarın hiç bir arzusu ve hırsı yoktu. Ne iskambil oynar ve ne de at yarışlarında bahse girerdi. Olabil- diğine kanaatkâr ve perhizkârdı. Hat- tâ bir kahveye girdiği bile görülme - mişti daha. : , Bu zevksiz, arzusuz, ihtirassız adam canlı bir mahlük olmaktan ziyade âde- ta bir cansıza benziyordu. Parayı da sevmezdi. Her ne zaman maaşının art- tırılmasından patron bahsetse Gaudi - not bunun lüzumsuzluğunu söyliyerek kabul eylemezdi. O, uzun boylu ve iri yapılı bir a - damdı. Fakat biraz kamburumsu yürür dü. Azalmış bulunan saçları da çabuk ağarmıştı. Avurtları çökük, benzi sarı ve vücudü zayıftı. Modası geçmiş eski, ucuz siyah elbiseler giyerdi. Kocaman bir gözlük te gözlerinden eksik olmaz- dı. Az konuşurdu ve terbiyeli bir in- san olması dolayısile herkes onu beğe- narlar ve kendisine hususi bir mevki verilirdi. Gençler bazan belli etmeden onunla alay etmekten kendilerini alamazlardı. Onu, muhterem Mösyö Gaudinot diye çağırırlardı. İhtiyarlamağa yüz tutmuş olan so - ğuk ve hissiz veznedar, nedense çok müşfikti. Ve bü - nir ve şerefli bir insan olarak onu a- Faik Berçmen —— mile Gulot'ya benzemiyor. Belki de bu Mösyö ben sarhoşken bir gün yanıma gelmiş olacak; çünkü çocuk kendisinin- miş gibi davranıyor. a * ” Hâmile olduğundan beri Morget ile alâkasını kesmiş bulunan eski âşıkı Gu- let, onun iyi bir hayat geçirmekte, iyl bit evde oturmakta ve iyi, yüksek bir. adam tarafından bakılmakta olduğunm? öğrenince, onun yanıîıa gitti ve eski a-. lâkayı tazeledi.. Bir müddet böylece herşey tabii sey- rinde aktı gitti. Fakat veznedarın bü- tün birikmiş parası, Gulöt'nun bir şey- ler istemeğe başladığı bir sırada bit « mişti. Morget'nin gittikçe çoğalan i& « tekleri karşısında, Gaudinet mali vazie yetin bozuk olduğunu ve biraz müktes. sit davranmasını talep etti. Kazandı « ğı paralarla, şahsi masrafından biraz kısarak"anaya ve çocuğuna bakabili « yordu. Fakat biraz muktesit ve hesap- lı hareket etmek şartile, İ Şimdi kendi kendine bu kadar fazla parayı Morget'nin ne yaptığını düşü « nüyordu. Tabif Gulot'nun mevcudiye « tini aklına getirmiyordu. ı Morget ona yüksekten atıyordu a « tık. Herhalde bu işte birşey olmalıydmk, «Eğer çocuğu büyütmek istiyorsa, bü « tün ihtiyaçlarını temin etmek lâzımdır, Pariste böyle bir çocuğu büyütmek kan lay değildi hani. (Şimdi çocuk epey gür büzlemiş ve babası gibi bir hergül ol- mağa namzet olmuştu.) Eğer çocuğun ihtiyaçları karşılanmıs yacaksa bunu M. Gaudinot derhal söy« lemeliydi. O zaman, çocuğunu köydeki akrabalarının yanına, baksınlar diye gönderecekti.» Morget, âşıkımndan öğrendiği bu der: si tekrarladıkça veznedar müteessir O« lur, inecinirdi. Ve bu suretle onun iste- çüğü kaybetmekten korkarak bu çaça- tün müşfik insan- lar gibi çok kor - kaktı. Onun bu müfrit şefkati ö - len karısina kar - şı sadakatini mu- hafazaya — vesile, Çeviren : Yarınki nushamızda : Ben milyonerim lışırdı. Morget şunu da ilâve ederdi: — Görüyorsu - nuz ya çocuk ağ » lıyor da.. Bu hen halde hastalıktan olacak.. E İsmet Hulüsi korkaklığı da bu sadakati devam ettirmeğe saik olmuş- t * * Bir sabah Gaudinot, daireye gider- ken, yolda çok çirkin ve hâmile olduğu karnının sişkinliğinden belli, yersiz, yurtsuz ve ölecek bir halde bulunan yorgun bir kadına rastladı. Kadına acı- yarak onu bir lokantaya götürdü. Ve bir hafta için bir oda tutarak kadını oraya yerleştirdi ve cebindeki bütün parayı ona verdi. O gün daireye iki saat geç geldi. Bu geç kalmasına yalandan bir bahane uy- durdu; bu onun hayatında ilk yalaneı. Neden doğruyu söylememişti? Niçin bu merhametli ve şerefli hareketinden utanıyordu? Bu, sadece korkak oluşun- dandı, Sekiz gün geçince kadını tekrar gör- meğe gitti. Kadın kurtarılmış olmasın- dan mes'uttu. Gaudinot bu sefer onu bir doğum evine götürdü. Onu ziyaret etmek için hastaneye git tiği vakit kadının doğurmuş olduğu bir güzel çocuğu ona gösterdiler, Bu küçük, ihtiyara, yirmi beş yıl ön- ce doğan ve ilk ağlamalarını duyma - dan ölen çocuğunu hatırlattı. Bu hâ- tıra onu daha çok müteessir etmiş ve yaralamıştı, Lohusa, sararmış, alık yüzile birşey anlamadan ona bakıyor, ve bu adamın şimdiye kadar kendisile bu derece meş- gul olmasını ve mukabilinde hiç birşey beklemediğinin mânasını anlıyamıyor- du. Hastaneden çıkınca ona yeniden bir oda tuttu; mobilyeler satın aldı, ve hiç bir noksan kalmamasına dikkat etti. Kadın, bir daha eski hayatıma dön - meğe mecbur olmadığını düşünerek memnun oluyordu. | Veznedar, artık her daireden çıkı - şında gelip onu ziyaret etmeği âdet e- dinmişti. Cepleri dolu olarak oraya g- |der ve çocuğa türlü oyuncaklar ve tat- lılar getirirdi. Morget şöyle düşünürdü : Gaudinot kü —'ğ çüğü kaybetmekten korkarak bu şaşa- .ron kadının istediklerini yapardı. | - r İhtiyar iki misli iktısat yapmağa başladı. Şahsi ihtiyaçlarını büsbütün kıstı, ve günde bir defa yemek yeme; ğe koyuldu.. ilâh.. , Fakat hayat tatlıdır, veznedar şinidir. ye kadar reddeylemiş olduğu maaş te« zayüdünü kurcaladı; ve maaşının arttı» rilmasını istedi. Patron hiç bir aksilik çıkarmadan onun maaşını arttırdı. Mor get te çocuğun hastalık bahanesinin işG yandığını görünce isteklerin merha « metsizce çoğallitı. Bunun üzerine Gaudinot ikinci defa maaşının çoğaltılması talebinde buluna du. Üçüncü olarak ta istedi. Ve nihayetl en az maaş alırken, şimdi müessesed en fazla para alan o olmuştu. Böyle olmakla beraber şimdi elbi « seleri daha çok eski ve papuçları daha ziyade yıpranmış bir haldeydi. Dördüncü bir talep müessese sahi | bini hayrette bıraktı. ! Veznedarınır müktedir olmasına rağmen, kendisind gittikçe pahalıya mal olduğunu düşü « nünce dayanamıyarak Gaudinot'ya: — — İyi biliyorum, dedi. Hayat zor v ağırdır. Fakat benden talep ettiğin!z zamlar hizmetlerinizle mütenasip de - ğildir zannındayım.. Hem de yaşadığı- nız hayatla ve ihtiyacınızla dahi mjl-; teradif olmadığını görüyorum. He şerait altında sizi burada ahkquuğuj çe mu biliyorsunuz. Son talebinizi is'af ederniyeceğim. Maamafih sizin gibi 1f tiyar bir memur, memurdan ziyade bes. nim için bir dosttur. Siz artık benim İ- timadımı selbeylemiş bulunuyorsunuz, Hayatınızda herhangi bir hâdise, vak'a olduysa-ki bu harekâtınızdan oku nuyor - bana onu anlatmanız lâzımdır. Belki müşküllerinizi başka suretle hal« ledebilirim. ' Patron, beyhüde yere birşeyler Oğ- renmeğe çalıştı. Veznedar kızarıp liyerek şapkasını parmakları arasındal evirdi, çevirdi ve sesini çıkarmadan 0- dadan çıktı. a — Bana söre hepsi bir. Çocuk tama- < — (Lüilen sahileyi çeviriz....) — a