30 Eylül Yngoslavya mektupları: Dubrovnik şehri Adriyatiğin pırlantasıdır | ©:7 #4 d Senelerce Osmanlı Devletine haraç veren Dobra Venedikte o vaziyeti hatırlatan kavuklu bir mezar taşıdır Yazan: E. Talu Vapurumuz da - racık bir boğaza gir- di. Bir yanımızda Upuzun bir ada.. Ö - bür tarafta girintili, çıkıntılı. Dalmaçya sahili. Fakat burada sa - hil biraz daha gü - zelleşiyor. Daracık ağızlı körfezler, ulu dağların arasında 0- lanca mavilikleri ile insanın yüzüne gü - lüyorlar. Bütün — yolcular güvertede. O bor - dadan ötekine ko - şup, ellerindeki dür- bünlerle, her lâhza değişen — manzarayı geyrediyorlar, Yanımızdan, içe - risi hayat ve neşe kaynağı, kadınlı er - kekli gençlerle do - lu bir kotra süzüle rek geçiyor; bin bir koydan bir tanesine sapıp derhal gözden kayboluveriyor. Dubrovniğe çıkacak olan yolcuların |bu belde, uzun seneler, istiklâlini ve eşyası güverteye dizilmeğe başladı. Yu- goslavyanın centilmen süvarisine te - şekkür ve veda ediyoruz. Vapurdan, kamaralarından, yemeğinden, hizme - tinden, her şeyinden cidden memnunuz. Bu memnuniyetimizi yüzümüzden an- ltyan süvari de vazifesini iyi ifa eden - lere mahsus bir hâz duyduğunu yanık yüzünde beliren geniş bir tebessümle izhat ediyor. Mihmandarımız ve dostumuz Luka- şeviç telâşta: Belki on beşinci defadır eşyamızın kaç parça olduğunu sayıyor. Herkes, en kıymetli malını kendi ya- nına almış: Asım Us şemsiyesini, Fa - Hih evrak çantasını, Ahmet Emin deniz mayosunu, Kâzım yağmurluğunu, ben de neşemi.. Vapur fazla oynamadan li- mana geldi ya? Keyfim yerinde! Derken, epey geniş bir körfezden içeriye giren vapurumuz şehri düdük- le selâmladıktan sonra rıhtıma yanaş - tı. Karşımıza çıkan memurlardan al - dığımız ilk malümat fena! Son gün!eıî- de buraya o kadar çok seyyah gelmiş ki, oteller tıklım tıklım dolu imiş.. Mihmandarlarımız yüzlerini ekşitti- ler. Ya, ineceğimiz otelin idaresi, yer peylemek için çektiğimiz telgrafi al - madı ise?, Hemen birer otomobile binip karar- laştırılan otele kadar gittik. Direktör: — Telgrafınızi aldık amma, dedi, e- sasen odamız yoktu ki ayıralım! — E, ne yapacağız? Baylar bizim mi- safirimiz.. Memleketin misafirleri.. — Bu gecelik, yalnız iki oda ve - rebilirim. — Olmaz! Yedi kişiyiz! — Odaların biri geniştir. O suretle üç kişi burada kalır. Ötekiler, liman - daki başka bir otele giderler. İhtiyaten © otele biz haber vermiştik.. Üç oda da orada ayıracaklardı. Kâzım Şinasi, Falih, bir de ben kal- dık. Asım, Emin ve mihmandarlarımız öteye gittiler. Ayağım karada olduk - tan sonra, geceyi bir şezlongun üzerin- de memnuniyetle Feçirecektim!, İdeal bir yol arkadâğı olan Kâzımla beraber geniş odayı biz âldık. Bunun nize nazır balkonu vardı. O- im kahve ve sigara bana se - izin 6 ane kadarki yorgunluk- nutturdü, zmeğe çıktık, hal biribirile iye anılan ve huzurunu muhafaza edebilmek için Osmanlı devletinin himayesine sığın - mış ve ona haraç verirdi. Bügün, o vaziyeli hatırlatan, eski | Avrupanın bilâistisna her SON POSTA nın mahkeme reisi bulunduğu Çanak- kalede doğmuştur. Elli bir yaşındadır. Tıp doktorudur. Tahsilini Fransada ik- mal etmiş, harp esnasında sıhhiye u - mumi mülettişliğinde bulunmuştur. Kendisinde içtimai ve siyast hayata karşı idealci bir incizap duygusu ol - duğu için daha Abdülhamit devrinde siyasi hayata ve Selânikteki İttihat ve Terakki hareketine karışmıştır. İttihat ve Terakkinin ilk merkezi umumisin: bulunmuş, fakat, sonraları, fikir ayrı - lığı hasebile, İttihat ve Terakki teşki- lâtından uzakta kalmış ve passif bir muhalefet rolü oynamıştır. Atatürke karşı çok eskidenberi duy- duğu bağlılık onu milli mücadelan: muhtelif safhalarında muhtelif hiz - metlere çok faal bir surette iştirake sevketmiştir. Bugün hükümetimizin muvaffak bir Hariciye Vekili sıfatile tarafında darphane binasının damı üstünde di -|kendisini sevdirmiş ve saydırmış olan kili duran kavuklu bir mezar taşıdır. Doktor Aras, şimdi İskenderun mese- Şehir Sergius dağının eteğinde, ma- | 1esinin bizim görüşümüze muvalık bir vi atlastan bir mahfaza gibi duran de - nizin kenarına yerleştirilmiş bir dizi inciyi andırır. Osmanlı gemicilerinin akınlarına hail olamıyan kalesi, burçları ve bedenle rile hâlâ yerli yerindedir. Rektör ün - Muharririmiz Dubrovnik'te Palmiyelerin altında vanını taşımış olan Ragusa cumhurre- islerinin sarayı da olduğu gibi duru - yor. Keza şekli değişmemiş dümdüz ve dapdaracık sokaklardan Kralje Petro meydanma sapıyorsunuz. Bu meydan fevkalâde enteresandır. Bir tarafta şa- dırvan şeklinde €ski bir çeşme.. Önün- de güvercinler dolaşıyor. Solda, mahut haraç dükalarını kesen darphane, 'Tâ nihayette, deniz kıyısında, Dub - rovniğin yerli, yabancı en kibar hal - kını bir araya toplıyan şehir gazino - suna varmazdan önce, orta çağda ku - rulup, istiklâlini tâ 1808 tarihine ka - dar muhafaza etmiş olan Ragusa cum- huriyetinin on beşinci asırda yapılmış hükümet sarayı var. Bunun mahzenlerindeki zengin ev - rak hazinesinde, tarihçilerimiz, Os - manlı tarihinin bazı fasıllarını aydın - latacak, kim bilir ne kadar vesaike te- sadüf edebilirler! Meşhur Yugoslavyalı şair Gundu - liçin heykeli de bu civardadır. O Gun- duliç ki, «İsmail ağanın ölümüs adlı şaheserinde epik şiir nev'inin en yük- şekilde ballini temin ile meşguldür. | Gören bilen var mı?l Anamı, babamı ve kardeşlerimi arıyorum 18 sene evvel, yani selerberlik es - İnasında 3 yaşımda idim. Bir vapurla İstanbula geldik. Ailem beni vapurda bir bohçacı kadına evlâtlık verdi. Fa- kat bohçacı beni vapurda unuttu. Za - bıta tarafından bulundum. Mütekait bahriye zabitlerinden taralın - dan evlât alındım, bi ldüm. Şimdi evliyim. Yalnız köyümün Ovalıdam, ya hut Ovalıköyü olduğunu hatırlıyorum. Babamın ismi Mustafa, annemin Ay - şedir. Benden dört beş yaş büyük Mehmet isminde bir ağabeyim ve e dört beş yaş küçük Abdullah ismin- de bir erkek kardeşim vardı. Kendile - rinin nerede, hangi vilâyette, bu ko - yün de Türkiyenin ne tarafında aldu- ğunu bilmiyorum, Bana bu hususta iza- hat vereceklere minnettar kalacağım. Fatih Hırkaişerif Fırın sokak No. 45 de bahriye mütekaidi Hasan vasıtasile Fatma GnerenbevaNe veneean öncesA KA e KK ArANe ALAY AAA srermeAnAnAn sek bir nümunesini göstermiştir. Şehrin modern kısmında, sıcak ik - limlerin en nadide nebatları harikulâ- de bir hayatiyetle yerden fışkırmış, bü- yümüş, ekzotik bir manzara vermek- tedir. men aynıdır, dediler. Görülüyor: Bu yüksek dağların durukları karla hiç bir zaman örtülmemiş. Şehri gezmekle doyamadık. Dal - maçya ahalisinin rengârenk kıyafetleri de bizi hayran ediyordu. Fakat en çok bizi alâkadar ede uzun ve zengin bir tarihin canlı, dip - diri şahitleri olarak duran ve adım ba- şında karşımıza çıkan âbideler oldu. Bunların üzerinde, selere çıkan Dobra Venedik asılzadelerinin dönüşünü bek- liyen ceylân gözlü Dalmat kızlarının nemli bakışlarından birer iz arıyor - duk... Yaz, kış buranın havası hemen he -| Sayfa ? İcra dairesinde bir saat İhtiyar bir kadın icra memuruna söylüyor: — Evlâdım abesili ağzımla sana dua ederim. Buluver şu besmelesizi de paramı al... YA — Huu! evlâdım, Akşemsettinde sa-|kememiz vardı. Yetişemedik, müvekkil kin, Hocanımın damadı olacak insafsız |sorup duruyor. geldi mi? Hüsnü niyet sahibi bir icra memuru, yeldirmeli bir hatuna harıl harıl anla- — Sa.na söylüyorum memur oğlum, | tıyor : hanı Hocanımın hayırsız damadı? Nasıl), — Bak, şuraya kaydiye işareti çek « bilemezsin. Burası icra dalresi değil mi? Hafta yedi, gün sekiz buradadır. Kapalı çarşıda dükkâm var ! — Valde no diyorsun! Allahınısever- sen. — A, a, üstüme iyilik sağlık, demin- den beri taşlara mı dert yanıyorum? da kulak ver, gelinim 0- Ş la, Hocanım olacak cehen- bir oldular. Aklıma girdiler, m döndü. Kofenlik paramdan, ö - lümlük dirimlik yongamdan tam on beş kayme verdim. Gitti gider dâhi gi- der, | — fİcraya müracaat ettin mi? — Yok... İşte ediyorum ya, sordum, soruşturdum. O zaten dolandırıcının dikâlâsıdır. İcradan çıkmaz dediler de geldim. Haydi oğlum, abdestli ağzımla sana dua ederim, buluver şu besmelesi- zi de paramı al. İcra mukayyidi defterden kaldırdığı başını «lâhavle»r mânasına iki yana sal- lıyarak nihayet cevap verdi : — Valde hiç icraya böyle müracaat edilir mi? Sen avukata git, danış. — Abukata ne demeye danışayım, koca kadın 15 lira için yalan mı söy- liyeceğim. Siyah — çarşaflı ihtiyar — kadın - cağız söylene söylene öteki icra memu- runa doğru yürüdü. İstanbul icra daireleri bir tek salon- da toplanmışlar. Soldan birinci, ıkinci, üçüncü ilâh.. yedi iera yanyana, karşı karşıya. İcra daireleri eshabı mesalih- le aralarına bir buçuk metrelik tahta- perdeler çekmişler. Alacaklı, borçlu, gahsı salis, vekil, müvekkil, kefil hep içiçe, hep üstüste. Parmağında yüksüğü, belli ki bir ter- zi : — Bay mübaşir, şu bizim dosyayı bir|* gçıkar bakalım. Para yatırdılar mı? İhtiyar bir kadıncağız : Mübaşir Efendi birader, şu bizim dosya nerede? Sabahtan beri bulamı- yoruz. Kızın içine fenalık geldi, dışarı- iyor. Damat olacak, bakalım na- fakayı yalırmış mı? Omuzlar son moda, elde baston ve güderi eldivenler, şık bir Bay: — Kardeşim nâsıl olur. Haeiz sıra - sında biz zaten itiraz ettik. Borcumuz borç ve iâkin vaziyetler malüm. Kriz mondiyal. Cümle mobilyamız bizim re- fikanın emvali sarihi. Kayinpeder mer- humdan cihaz olarak getirdiğini bilmi- yen yok. Çocuğu kucağında bir taze : — Gene mi yatırmamış ! Vay alçak y. Haydi ben hakkımı istemiyorum, bari evlâdımın parasını versin. Melon şapkası kulaklarında bir mu- (sevi vatandaş : asıl olur efendim, o şirkete ça- 4 Bursadaki sağır sultan bilir. Ş H deberide caka yapıyormuş. Bir avukat kâtibi : pılmamış, bir avukat. kaldı. Zayede neden geri |riyete Vay demekle yüzde yetmiş beşi bulmadı. Malümatı- mız olsun da.: O gün Üsküdarda mah- mişler. Ben de yüzde yarım harcını yaz dim. Vezneye götür, kaydiye pullarını yapıştır. Alacağının yüzde yarımı nis- betinde harçı da yatır, makbuzu al gel Deftere kaydedeyim. Mübaşiriyesini verir, gönderirsin. İtiraz müddeti an beş gündür. Yani on beş gün bekliye « ceksin. İtiraz edince, iki istida ile icra m hâkimliğine müracaat edecek - Gün tayin ettirip davetiye gönde- rirsin. İtirazın ref'ine karar alırsın. O zaman haczi yaparız, Kadının hiç birşey anlamadığı, iza - hatı, biribirine karıştırdığı meydanda, Yumuşak yüzlü birine sormak İçim geçti gitti. — Telâş etme Hemşire para gelmiş. İcra memuru bunu söyler söylemez, dosya sevk defterine kaydediliyor. Mü- başir muhasebeye götürecek. Haftada iki gün para alınır, Pazartesi, çarşam- ba. O günlerde muhasebe ana baba gü- nüdür. Defterle muhasebeye gelen ev. rak, bir de orada varideye kaydolunuz Arkasından, muhasebeye — götürülür. Hesabı çıkar, bordrosu doldurulur. Vez neye yanaşmak, mührü veyahut imza- yı basıp parayı almak meseledir, İşi gücü, icrada alacak takip etmok o- lan bir arkadaşa bu kadar müşkülâtın sebebini sordum. — Ne diyeyim, dedi, ne söylersem et rafile kavrıyamazsın, Gel arkamdan. Bi rinci ieranın esas defterine bakalım. Bu sene, yani | Kânunusani 936 dan beri eylül gayesine kadr 6000 küsür dosya kayıtlı, sonra sırasile bütün icralrı do- laşalım; 3200, 2900, 3300, 2700, 2500, 3600. Dokuz ayda yedi adet icra dai- irsine asgari 24500 dosya kaydedilmiş Eski senelerin müdevverleri de hesabı, kat. Al ağzının payını. Bu kadar dos - yaya küçük kadrolu tek bir muhasebe ile tek bir vezne neylesin! Hem bu sade İstanbul Adliye sara - yındaki yedi icranın yekünu Bir de her semtin icra dairesini düşün. İstan- bulün keenne yarısı alacaklı, yarısı borg lu çıkar alimallah. Muhasebede sordum. Ayda aşağı yu- karı on bin dosya devrederlermiş. İcra veznesinin, gerek almak, gerek vermek suretile elden geçirdiği para vasati o- larak ayda 250,000 - 300,000 lirayı bu- hurmuş. E lera itiraz merci hâkimliğine yılda 2000 - 2500 dava gelir. Bunlardan va- sati 800 - 1000 tanesi karara raptolu. nabilirmiş. İcra kanununda bazı madde tadilâtı- nn mevzuu bahsolduğunu ve bu tadi- lâtın bilhassa iera muamelâtının serian halli çarelerini arayacağını gazetemiz yazmıştı. Bir avukatla bu meseleye dair şöyle | konuştuk : — Üstadım, tadilât hakkındaki fik- em maaşım 120 liraya çıklı diye öte-|riniz ? — Vallahi vaziyeti görüyorsun. Mu- hakkak ve kökten bir tadilât ister. Ka- ica ederim memur bey geçen haf | nunun değişmesi, herhalde daha iki se- £ yaptırdık. Hâlâ müzayede ilân-|nelik bir işti: Müsande et te iki sene 5i , Deşri tarihinden 6 ay geçince me ulacak bir kanunu münaka- edeceğime muhasebeye gönderilen arkasından koşayırn ah cübbesini savura savur: u- Kemal TAHİR zaklaştı.