Ka San Posta'nın tarihi tefrikası “Çopur İsmail ve Mehmet de hayret- İ kalmışlardı. Gardiyatılar Ayşeyi de dövülmek © Te yere yatırmak istediler. Fakat arki dö Comar ona doağru yürürken: | — Biırakın onu... Kaldırın! Diye emretti, Ayşenin bütün heyecanı, tçmişti. Çünkü artık olan olmuştu . Bu haber halk arasında yayilıp gidi- Jordu : 4 — Türk esirlerinden 'birisi kaz imiş. kek kıyafetine girmiş... — Kadınları bile bize karşı silâhlanı” 'Orlar. — Vay canına, rüyamda görsem i- Sanmazdım... İlyas Reis de bu sözlere inanamı - Yordu. Fakat herkes ayni şeyi söylü - Yordu. Arkadaşına döndü: — Çabuk yere çömel... Mansur onun- gibi yaptı. İlyas arkadaşının omuzlarına çıktı ve neydanın ortasına baktı.. Yalan değildi. Orada Küçük Ali vardı. Parça par- ta olan gömleğile bir türlü göğsünü büsbütün örtemiyordu. Marki dö Gomar en yakındaki za - bitlerden birine bir işaret yaptı. Zabit omuzlarındaki pelerini gardi- Yanlardan birine verdi, o da Aysşenin *muzlarına attı. Marki dö Gomar bir emir daha ver- di ve Ayşe iki gardiyanla sekiz asker Ve bir zabitin muhafazasında tersane kışlasının kapısından girdi. Marki dö Gomar da o tarafa gider ken Kardinal Merkando — ve askerler dağılıyorlar, halkı da dağitiyorlardı. Jan Portondonun gemisindeki as - kerler ve gönüllü kürekçiler — rıhtıma tıkarak henüz oradan ayrılmıyan hal- kın arasına karışıyorlardı. Şurada bu tada kümeler hâsıl oluyor, harbe dair haberler soruyorlardı. * — SON PLÂN... İlyas Reis arkadaşının amuzundan hdiği zaman onun hayreti bütün bu halkın hayretinden daha büyüktü, sura: — Bir kız ...Vallahi kız... Olur şey ğil... İnsanın aklına gelir mi?- Hiç Diyordu. Kardinal Merkandonun gittiği ta - tafa bakan Mansur arkadaşının sözle- Ti üzerine ona dönmüş ve sormuştu: — Hangisi imiş bu... Az daha: — Mehmet mi? Yoksa Küçük Ali| mi> Diyecekti. Lâkin İlyas onun ağzını tuttu: — Sus... Sonra kulağına doğru eğilerek onun Merakını giderdi: — Küçük Ali... Mansur bakakalmıştı. Yakup ise bunlardan hiç bir şey an- humıyordu. Daha geride kaldığı ve bo- Yü uzun olmadığı — için bir şeyler de Rörmemişti. İlyas şimdi üzerine aldığı işe daha tok ehemmiyet veriyordu. O nisbette | 'liriz, Biz de girelim. korkusu | |. Halbbuki gemideki askerlerden İlyas birdenbire durdu — Bunlardan bir şeyler öğrenebi - . Dedi, Ayni zamanda genç kızın kışladan bir yere götürülüp götürülmediğini de | bilmek — ve izini kaybetmemek — ge -[ rekti. | Yakuba döndü. Küçük Alinin * bir| kiz olduğunu söyledikten sontra ten - bih etti: | — Sön köşede dur ve gözetle... Biz| şuraya giriyoruz: Görüyorsun ya, ka- pısınin üstünde küuru kafa resmi var. — Gördüm. — Unütma. Başın sıkılırsa, yahut kızı kışladan çıkarırlarsa hemen haber ver. Zaten çok durmiyacağız. — Peki, reis... İlyasla Mansur meyhaneye daldı - lar. Burasi basık, fakat geniş bir sulon- dan ibaretti. Kapıdan giren askerlere, bele ça - vuşlara meyhaneci pek hürmet edi - yordu. Fakat İlyasla Mansurun köylü kıyafetinde olduklarını gördüğü — için aldırmadı. Onlar da şöyle göze görün- miyecek bir yere, bir kenara oturdular. Uzun boylu, pala biyıklı bir çavuş baş tarafa geçerek bağırdı: — Pinto, çabük sarap getir. - Biz bundan sonra bedavadan yasıyoruz. Şaraplar dolup boşalıyor. ve içili - yordu. Bir aralık meyhanenin kapısında gevrek bir kadm- e0i düyuldü: — Kabiyatto... Sevgili Kabiyatto... O kadar korktum ha göremem diye o kadar... Genç ve güzel bir kadındı bu... Sarmaş dolaş oldular. Çavuş yarı sarhoş mırıldanıyordu: — Ben senden daha çok korktüm | | vallahi... Bir Türk gemisi burayâa ka-| Jdar arkâmızı bırakmadı. - Kurtulduk amma, doağrusu biz de bittik. Diğer askerler de kadının etrafını aldılar. O şimdi çavuşun göğsüne yas- lanarak bir korsan sarkısı tutturmuş - tu ve hep birden söylüyorlardı: Üç gemi ile çıktık.. On beş gemi aldık... Tamam beş bin Türkü... Zincirlere vurduk... Türklerin önlerinden kaçarak an - cak canlatını kurtardıklarını unutmuş- lardı: Sanki sahiden çok büyük bir za: ferden dönmüşlerdi. İlyas gülmemek için dudaklarını ısırıyordu. İlyasla Mansur orada büsbütün yak miz kalmışlardı. Üstlerine — başlarına baktılar ve bu kılıkla hiç kimseden say- gi göremiyeceklerini, böyle kalabalı - ğin arasına girerek onların ağızların- dan bir şey koparmak, dostluk kazan- mak mümkün olamıyacağını kabul e- “diyorlardı. bir kaçı ile tanışmak istiyorlardı. Yükup' ceki yerinde dürüyordu: — Ne haber? — Kimse çıkmadı. İlyas Yakuba: — Sen burada bekle ve gözetle, Gi- dip kılığımızı düzeltelim. Biz dönün- ce de sen gidersin. - Yarım saat kadar sonra İlyasla Man- e canı akalıyordu, çünkü Uzun Veli | sur- birer silâhşor kılığına. girmişlerdi. ile arkadasları tekrar gemiye almmış- lardı ve onların oradan kurtarılmaları için şimdilik hiç bir çare“bulamıyor - du. O zamana kadar Küçük Ali deni- genç kız ise kışlaya götürülmüş - kü, Orada ona ne yapacaklardı? Kur - tarılacak Türk esirlerile - birlikte Ürk kızının ve kadınının namusunu da düşünmek lâzım geliyordu. Daracık yollardan, giden gelen bir kalabalığın arasından düşünceli dü - Yünceli yürüyorlardı. Gemiden çıkan İspanyol askerlerinin bir kısmı yolun iki tarafındaki mey - —- Takantalara Adalıvarlardı jgörülen irili ufaklı bir |larından farksız idiler. 'biı şey öğrenilemiyordu. Yakup ta uşak olmuştu. Üçü de kaha- rtık omuzlu dar ceketleri, dar ve kısa |pantalonları, çizmeleri ve buşlarında- i|ki geniş kenarlı kara ve tüylü şapka - larile İspanyanın her tarafında sık sık övalyelerle usak- Yaktbu gönö köçe 'başınız bekçi b raktılar. | Bu sefer biraz ötedeki daha büyük İbir lokantaya girdiler. Yemek yediler. Orada da bir kaç asker vardı, fakat hiç Böylelikle kapı kapı dolaşıyorlardı. Mansur ikide bir: SON POSTA hramanlık, aşk, heyecan ve macera KIZI Numara : 79 — Bari ben şu Metkanda işini bitir- sem... Diyordu. İlyas: — Her işin mrası var. Acele etme! Bevibimi' veriyordu. Akşama doğru Yakubun bulundu - ğu yere geldikleri zaman onu da Man- surla İlyası ararken buldular. © Yakup hemen haber verdi: — Küçük Aliyi götürdüler.. — Nereye? ğ — Gemiye... İlyas buna sevindi, Ne de olsa onların hepsinin bir ara- da olması iyi idi. Bir kısmını kurtar - dıktan sonra diğerlerile de ayrıca uğ - raşmak istemiyordu. Toptan bitirmek daha kolaydı. BULM 3 e. KI 10 iya | — Harp seferi gibi tayyarecilerinİre kıvrılıyor -ve « Ah, seni bir da-'toplu bir halde yaptıkları. 2 — Ava - danlık, bir oyun. 3 — Dadının ben -İnun zeri, av, 4 — Yayın eşi, demiryolu. 5 — Çanak, bir M ilâvesile aleyh olur. 6 — Beyaz perdede oynatılan, âr. 7 Göz kapaklarına biriken kir, ekmeğin | hafif bir sesle fı- erapçası, © — Cihan, çat - 9 — Bisikle- tin ayaklığı, Baltık hükümetlerinden birinin payitahtı. 10 — Beygir; tavla â- letlerinden biri, Fransada bir sayfiye şehri, Yukarıdan aşağıya: | — Vapurları rıhtıma bağlıyan ip, tarlayı kazmak için kullanılır. 2 Mükemmel, asillik. 3. — Bisikletin fransızca başka bir. ismi; 4 —— Olur ol- maz işe atılan; camide kılınır. 5 — Ban- kaya gösterilince para alınır; — nota, 6 — Edebiyatla uğraşıp- yazı — yazan. 7 — Cezayirin yanında bir memleket, iki denizin birleştirilmesi ile açılan bo- ğaz. 8 — Buyurmak, duadan sonra söylenir. 9 — Bayramdan evvel gelir, nota, 10 — Mahal, futbolda topu bir - birine verme, Ocak kongreleri Dün Bakırköy kazasında; Çifitburgaz; Kü- çükçekmece, Firuzağa. Yalova kazasında; Çengiler. Kurtköy, Kocadere, Lâledere. Fatih kazasında; Ayvansaray, Bski Alipaşa, Yedi- kule. Beşiktaşta; Muradiye. Şile'de; İsa. Ça- takada; Akalan, Bozdar, 'Terkos. Silivride; Fener, Sinekli. Eminönünde; Hocapaşa, Di- rekleraramı Ocaklarının kongraları yapılmış, Partili Yurddaşların dilekleri dinlenmiş, yenl idare heyetleri seçilmiştir. TAKVI © EYLÜL Rıı;r sene ! 23 Resinl sene, 1936 ÇARŞAMBA Ş Arabi sene Mar 4I Eylal 10 BAH | | LİMSAK TD. | Recep g |x a mazL — mermeaemn | Hikâye —2— Dünkü kısmın hülâsası: Bir gece yarısı ihtiyar ve fma Ha- san Çavuşum kapısı çalınıyor. Açı- yor. Karşısında oğlu olduğunu söy- liyen Remini buluyor. ruş oğlunu uzun” senelerdir. görme- Sarılıyorlar. Delikan - gayet telâşhdır. — Biraz s*uzak- tan nal sesleri duyuluyor: Delikan- h korkuyor. İhtiyar dikkat - edince oğlunün yaralı olduğunu — görüyor. Delikanlı jandarmalar - taralından takip edildiğini, eşkiya olduğunu; bütün bunlara sebep bit kadın ol - duğunu, onun yüzünden işinden a- tıldığını, nihayet bir gün bir başka erkekle bir arada yakaladığım ve ikisini de öldürdüğünü anlatıyor. Arasından sarı bir kordelâlar geç - |miş fistolu karyola etekliği benek, be- nek kan olmuştu. Aklım başıma gelin- ce yaptığım şeyin ne olduğumu anla - dım. Polis, hükümet. Darağaemı dü- şündüm. Sonta kâçtım baha, şehrin dı- şiha kaçtım. Günlerce kırlarda, koru- larda, dağlarda dolaştım. Haftalarca aç, açık gezdim ve kim bilir kaç ay sonra idi. Bir gün bizim çocukları - buldum. Bir dağ başında. Bana acıdılar. Kar - nımı doyurdülar, yaralarımı, bereleri - mi sardılar... Sonra onlarla birleştim, Beraber dağları tuttuk... Baba sus.. Sus ağlama yelter Allah aşkıma — Atlılar yaklaşıyor Osman atlılar.. indeki jandarmal, Sesinde öyle büyük bir telâş, büyük bir korku var ki.. — Senin peşindeki jandarmalar.. Ya seni bulurlarsa oğlum... - Süs baba yavaş konuş. Bütün köy at nallarının sesile u- yandı... Köyü bastı jandarmalar.. Kıv- rıl şuraya... Gir şu samanların altına, Geriçş adam ye - | | öyle ihtiyar adam o - üstüne boş çuvalları ve bir kaç kucak saman- ları yığıyor, ve o -PREN Yazan: Fa sıldıyor. Geliyorlar mı?.. Seslerini işitiyordum. Bir yere vurdular, Muhtarı soruyorlar. — Ya buraya gelirlerse, İhtiyar düşünüyor. Ya buraya gelir- se ve eşkiyanın kendi oğlu olduğumu görürlerse... İhtiyar armdan ölecek. * — Baba ne oluyor? Muhtarı uyandırdılar galiba. — Baba kapinın altında-bir ışık sız- dı. Buraya mi geliyorlar:.. Bir şey du- yüyor musun? — Yaklaşan ayak sesleri duüyüyo » rum, Sus... Dinliyelim.. En yakın bir kulübenin kapısına vurdular... Gecenin içinde yüksek ko- nuşan gür bir ses duyuldu. — Çok uzun boylu, kumral sakallı bir adam... Galiba yaralıdır da. Nasıl gördünüz mü. Akşamüstü mü?.. Gör - mediniz mi?.. Peki.. Evet.. Evet.. Ey - vallah.. Kulübeden konuşan adamın cevabı duyulmuyor. Acaba Osmanı görmüş . Osmanı buraya girerken görmüş Çivili asker sunduraları şıkırdıyan mahmuzlar kapıya yaklaşıyor. — Baba söyle geliyorlar mm?.. — Bvet... Geliyorlar sus. Kapımın ö- nündeler, kapının önünde durdular.. Ne uzun bir an... Kapıya vuracak - iar mı? Acaba onu buraya girerken gö- ren olmuş mu”.. — Ne cevap verdi komşumuz.. — Baba.. — Sus, Dışarısını dinliyorlar, Bir an ne u - zun ve ne çok endişe, ıztıraba münka- sim olabiliyor., ©O kapıya nafile vurmayınız? Bu muhtarın sesi. — Neden?. — Burada Hasan Çavuş isminde ih- tiyar bir âmâ oturur. Dışarı bile çık - maz. Ondan bir şey öğrenemezsiniz., — Ne oluyor baba? — Sus... — Gidiyorlar mı? — Köyde herkese seni soruyorlar, ba bir şey duymuyorum, eğil, dnhıesür Yarınki nushamızda : Sayfa —— aa Hasan Çavuşun oğlu | K SS İW SO U EARIDI. İ aa l Yazan: Suat Derviş Söyle gittiler mi? H gitmediler. Mubhtarır apısı k Hasan Ça-|y ve samanların altından çıkardığı : ellerile onun buz gibi ellerini tut — Atlılar uzaklaştı, öteki köve laştı, gidiyorlar. Genç adam üstüne yığılmış olan şey lerin üstünden sıyrılıp çıktı. — Ya seni bulsaydılar, Ya ele çeydin, Osmanım. Viran bağımın bir bire ihtiyarın kendi « sine sarılmak istiyen kollarını şiddetle itiyar. — Hasan Çavuş beni dinle. — Bu ne çeşit baba çağırış oğul. — Haâsan çavuş dinle beni., Ben se « nin Osmanın değilim. — Yalan söylüyorsun. Ben seni <e- nelerce hasretini çektiğim, — senelerce burnumda tüten gül kokundan tanı « dim. — Ben-Osman değilim. — Yalan... Osmanım olmasaydın ya ranın kânı ağu gibi avuçlarımı büyle yakar mıydı?. — Ben senin oğlum değilim diyo « rum.. İnan.. Ben jandarmalardan ko- runmak için, senin kulübene saklan - mak için bu yalanı söyledim. Jandar- ı. Ben de gidiyorum. Yalnız şunu bil; ben senin oğlur de - ğilim, Beni oğlun zannederek boç vet etme.. Neler söylüyorsun evlâdım, sıt - man yar, ateş gibi yanıyorsun. Nasıl gidersin, seni yakalarlar, Ben onların geldiği tarafa gide « vim. — Çildırdın mı?.. Ben seni kaç se nedir. bekledim. Ben seni sakla rım, onlara> tes tim etmem. — Baksana bu na bir parmağım eksik.. Ben Os - man değilim - Kazaya u SES.. ik Berçmen ramışsın. — Sesim Osmanın sesine ben: yor diyen sen değil misin?, — İçki, tütün kullanmışsın. — Ya boyum bosum. Osman ufak te- fek bir delikanlı imiş demedin mi?. — Bir süt kuzusu idin.. Er oldun, er- kek oldun... Büyüdün aslanım.. — Derim sert, sakalım var, ellerim taş gibi. — Dağ, taş, orman, hava, sıcak. ğuk seni bu hale getirmiş. > — Osman kız gibi utangaç bir « kanlı idi diyen sen değil misin”. Ben bir katil, ben bir eşkiyayım. — Sen benim Osmanımsın. Yüreğim böyle diyor. Elim eline değdi. Gülüm, Osmanım benim.., — Hasan çavüş, inan bana.. Ben se- nin oğlun değilim, Doğru mu söylüyor?.. Yalan mı-söv- lüyor?. İki kaşı arasında kördüğüm ,ol- muş bir kırışık, ateşli gözlerinde yaş - lar var — Yalan söylüyorsun. — Doğru söylüyorum. Oğlum olmasaydın. Nasıl kork - madan beni ocağın önüne çekerdin ve yüzünü gösterirdin bana, Bahçende bütün gün gizlenmiş - tim. Amâ olduğunu öğrenmiştim. — Bir oğlum olduğu neden malümun oldu?. — Fon de bu köyün yabancısı deği- lim. — Yalan söylüyorsun. — Hayır doğru söylüyorum. Yalamı ben demin söyledim. Jandarmalar <; Birken kulübene saklanıp canımı kur- tarmak için. Kapıya doğru bir adım atacak olu - yor, fakat sendeliyor ve düşmemek için ihtiyarın kolunu tutuyor. — Sendeliyorsun, hastazın, kuvvetin tükenmiş, Osman değilsen bile e Deli misin ihtiyar. Benim gi damı nasıl damında saklarsın?, — Nöbetin var im. Hem belki de yollarda pusu kurmuşlardır. Yazık de- gil mi senin gibi bir civana. Ben rım, Kimseye göster em bi a- —- U n. Kapıya cuğru ilerliyor. İhtiyarın ba-