Gâvur Mehmedin Yeni Maceraları İbo, koşarken, arada sırada başını çevirerek bakıyor; arkadan gelen zap- tiyeleri gördükçe sür'atini arttırıyor - du. Bazan da, bir iki kelime ile Gâvur Mehmede cevab yetiştiriyordu: — Evet, kaçalım... Ah, bir kere Fe- Orada; şeytan olsalar, izimizi bulamazlar... Dayanın... Bi - raz daha sıkı basın... Sakın, peşim - den ayrılmayın. Diye söyleniyordu. İbo; kurnaz davranıyordu. Cadde- ye çıkmıyarak, daima dar ve dolam - baçlı yollara dalıyor. ve böylece ilerli- yordu. (Balat) 1 geçmişlerdi. ner) 'e gelmişlerdi . Yorgunluktan nefesleri kesilen zap- tiyeler, bir hayli gerilemişlerdi. Sıkı takibde devam eden, Hakkı çavuşla, bir tek zaptiyeden ibaretti. Bir aralık Gâvur Mehmet, başını ge- ri çevirmiş; Hakkı çavuşa elile bir i- şaret vermiş: — Artık, siz de geri kalın, Demek istemişti. İşte o aralık, gene İbonun sesi işitil- mişti. — Yaklaşın.. bana, daha ziyade yak- laşın... Demişti... Kemancı Fernandezle, Gâvur Mehmet; İboya - tekarrüb et - mişlerdi. İbo; birdenbire sağ tarafda etrafı yüksek duvarlarla muhât, gayet dar bir sokağa sapmış.. elli adım kadar daha koştuktan sonra, yarısı topraklar içi- ne gömülmüş olan harap ve üstü taş kemerli bir kapıdan içeri dalmıştı. * Her tarafını örümcekler sarmış olan küçük bir bacadan hafifce ışık alan es- ki ve metrük bir ayazmanım kurumuş çeşmesi önünde toplanmışlardı. Üçü de, derin derin nefes alıyorlar.. geniş geniş soluyorlardı. Söze, en ev- vel Gâvur Mehmet başladı. Ellerile to- puklarını sıkarak, ağız dolusu bir kü - für savurduktan sonra: — Anamın karnından çıktım çıka- 4, böyla bir zora gelmemiştim. Taban: larım patladı... Bazı büyük yangınlar- da, beş saat tulumba koştuğumuzu bi- lirim. Fakat, bu kadar yarulduğumu aklıma getiremiyorum, Defci İbo, güçlükle cevap verdi: — Vallahi, ben de öyle... Ayağımı yere basacak değil; nefes alacak bile halim kalmadı. — Geldiğimiz yer, sanki pek o ka- dar uzak ta değil amma... — Uzak değil mi?.. Daha ne olsun, be arkadaş... Loncadan Fenere kadar soluk almadan koşmayı kolay mı zan- nediyorsun, — Bu, bir şey mi canım?.. Biz bazı yangınlarda, bizim semtten sandığı o- muzladık mı. bir solukta Beşiktaşa, Tatavlaya, Kasımpaşaya kadar gitmi- şizdir. — Sen, o gidişe bakma... Usul dai- resinde, kalabalık arkadaşlarla, mun- tazam koşmakla.. bizim bu koşuşu - mu zarasında o kadar fark var ki... — Canım, ben bu kadar kaşmaz * dim. Nasıl olsa, onları bir çıkmaz so - kağa tıkar.. Orada, birer birer patak- lJar.. Ondan sonra da, yakamı kurta - rırdım... Yahut; yakayı ele verir.. Bir kaç gün karakolda, zaptiye kapısında yatar; çıkardım. Amma.. aksilik ol - du. Boş bulundum. Ateş etmiye mec- bur oldum. Galiba da, zaptiye çavuşu- nu vurdum. — Ah, işte onu yapmıyacaktın. — Yapmıyacak mı idim?,. Herif; ne haltetti, biliyor musun?.. — Ne haltetti. üRe kaçakın yazındaki. zapli » Aman bunları ka- neri tutsak... Aruk (Fe - yelere emir verdi çırmıyalım.. K bulamadığımız katiller: dedi. — Ne dedin.. ne dedin?.. Katiller mi. dedi. — Evet.. Katiller, dedi. Hattâ.. Un- denberi arayıp ta | CiBALİ ZİNDANLARI Son Posta'nın zabıta romanı: 76 kapanında, kayıkta yakalanan; filân diye, ağzında bir şeyler geveledi. Fa- kat iyi anlıyamadım, — Yok canım?.. — E, öyle olmasaydı, dumanı ba - sar mi idim?.. Amma, Allah biliyor ya?.. Tabancayı kıyasıya Aatmadım. Maksadım, ortalığı gürültüye boğ - mak.. Aptal zaptiyeleri korkutmaktı... Fakat, işte aksilik oldu. İçlerinden biri, vuruldu. Gâvur Mehmet, sustu. - Gözlerini, defçi İbodan ayırmıyordu, İbo, derin derin düşünüyordu. Bu muhavereyi anlamadığı halde, merakla dinliyen kemancı Fernandez, bu derin süküttan endişe ederek; İbo- ya sordu. İbo, ağır ağır başını kaldırdı. Gâvur Mehmedin anlıyamadığı o garip lisan ile ona bir şeyler anlatmıya — başladı. İbo anlattıkça Fernandezin de endişe ve heyecanı artmıştı. Gâvur Mehinet, onların bu konuş- malarına tamamile lâkayt olduğunu gösteren bir tavırla, kunduralarını, ço- raplarını çıkararak ayaklarının altını yokladı. Ve sonra, ıztırabını gösteren bir sesle: — Vay, canına.. Tabanlarımda, ye- re basacak hal kalmamış... Buradan Samatyaya kadar nasıl gideceğim?. Diye mırıldandı. ile Fernandez, konuşmalarını bitirmişler; şimdi ikisi de, derin bir düşünce içinde susuyorlardı. Gâvur Mehmet, gülerek İbonun yü- züne baktı. Tekrar konuşmıya başla - dı: — Nand. Galibi'nal srkadüş'e, şikâyet ediyor. — Şikâyet demek te, söz mü?.. Za- vallı, böyle şeylere alışık değildir. B TenealkÜn yülünke Gi lei bül- de, buralı değil. — Evet.. Yabancıdır. — Ne taraflı?.. — Romanya tarafından.. İstanbula, bir miras işi için geldi. Benim evimde misafirdi. (Arkası var) SON POSTA Son Posta'nın siyast tefrikası 1 halkın camilere v mescidlere koşarak (tâât ve ibâdât) ile meşgul olmaları lâzım gelirken; Di - reklerarasında ve sair yerlerde tiyat - rolar, gazinolar, çalgılı kahveler, ve sa- ir sefahat yerleri artmış.. camilerle mescidler, boş kalmıya başlamıştır. 4 — İslâm kadınlarının; hiç olmaz- 3 — Geceleri ——— (mestüre ve afife) bir halde sokağa çıkmaları lâzım gelirken; bilâkis ka- dınların açık saçıklığı artmış.. akşam- ları Direklerarasında, Divanyolunda ayak piyasaları ve alenen - (zendost - luk) lar artık (erbâbı ahlâk ve namus) için tahammülfersa bir hal almış.. (şe- riati garrâyi Muhammediye ile âdâbı celilei İslâmiye), ayaklar altında çiğ - nenmeye başlamıştır. 5 — (Hükümeti Osmaniye), (şer'i şerif) i siyanete memur bir (Hükü -| meti İslâmiye) olmak itibarile, bu gibi (ahvâli mezmume) yi men'e memur| olduğu halde, (meşrutiyeti ihlâl, ze -| hâbı batıli) ile bu hallere lâkayd kal - mamaktadır. Netice : — Bu hal, böylece devam edemez... Hemen Allah, encamını | hayır eyleye... Son cümle, herkesi düşündürüyor - Va düşüdenlerimi dölcdüde ga sır al dönüp dolaşıyordu: — Allah, bu işlerin encâmını nasıl hayır edecek?.. Bu suale karşı herkes; zihniyetine, ve kafasının içindeki cevhere göre ce- vap veriyordu. Fakat, basit düşünceli ve cevheri kıt olan kafalar, şu nokta et- rafında birleşiyordu: — Allah; bu işlerin encâmını ko - lay kolay hayır etmez. Meğer ki, artık (Mehdi) gele de.. düzelte.. Bu (Mehdi) nin zuhur ıdıvermuı İttihatçılar Devrinde MUHALEFET Nasıl doğdu, Nasıl yaşadı, Nasıl öldü? S0Bİ İttıhıtçılara muhalif olanlar, basit ve iptidaf düşünceli halkın ııhnıyehnden bol bol istifade ediyorlar, bütün ceryanları olgun bir hale getirmek için akla hayale gelmeyen yalanlar uyduruyorlardı ihtimali; iptidai düşünceli insanlara pek cözib geliyordu. Asırlardanberi beklenen bu (mevhum insan) gelirse, (mağribden maşrika kadar) bütün dünyanın yemyeşil bir Müslüman tar: lası kesileceği zannediliyordu. Kafala- rı ve ruhları hürâfelerle beslenen, bu zan ve imana hayallerinde gittikce ğine kanaatlerini arttırıyorlar.. mer - hamete şâyân bir safdillikle, bu işin ar» tık bir (gün ve saat meselesi) olduğu- nu söylüyorlardı. İttihatçılara muhalif olanlar, basit ve iptidai düşünceli halkın bu zihniye- tinden bol bol istifade ediyorlar.. bü - tün bu cereyanları o'gun bir hale ge- tirmök "içtü; “uklürve'buyüki gelisiyen yalanlar uyduruyorlardı... Cahili, mü- taassıbı, softası bol olan muhitler; â- deta birer (yalan borsası) haline: gel |mişti. Bu yalanları işidip de insan ha- yalinin ne derece kuvvetli olduğuna hayret etmemek mümkün değildi... Meselâ; ramazanın 13 üncü cuma gü - nü (Mehdfi âli rasül) un zuhur edece- ğine dâir; falan, falan ve falan türbe - darlara rüyalarında irşad vukua gel - mişti. Ve Mehdi'nin zuhur ettiği da - kikada, hakikt ve dindar Müslümanla. rin alnma - Cenabı Hak tarafından - yeşil bir hat ile (Mümini Billâh); din- sizlerin alnına da (Kâfiri Billâh) yazı- hverecekti. Bu suretle, müminler ile münafıklar, birbirinden — seçilecekti... Mehdi ceddi olan (İmam Ali) nin (Zülfikâr) ı eline alacak.. yeşil bay» rağını açacak.. (Selâtin Cami) lerinden birinden dışarı fırlıyacaktı. Müminler, derhal etrafına toplanacaktı ...Ondan sonra da zülfikâr şahlanacak, Bir ha- reketinde, yeımıı münafık'ın kafasını Eylal 21 X *l *7 ü Yazan: Ziya Şakir kesip atacak. Bu suretle bir - temizlik başlıyacak. Yedi günde, (mağribden maşrika) kadar bütün dünya piripâk olarak yeryüzünde bir tek kâfir kalmı- yacaktı. Buna, yüzlerce ve binlerce kişi i « nanmıştı. Ve bu inanış hududunu art- tırdıkça arttırmış; softa mahfellerin « sa şu mübarek ay hürmetine olsun,|KüvVet verenler; artık büyük bir cid-|den taşmış.. muhtelif şekillerde akisler diyetle (Mehdi) nin zuhur ediverece-| yapmıştı. İstanbul tarafında; münevverler ve yarım münevverler arasında: — Gizli bir ihtilâl huu-lınıyovmuq Diye korkunç bir şâyia Bu şâyia, derhal Galata köprüsünü mış; Karşıyakada da şöyle bir şekil ıl- mıişti:; — İslâmlar, Hiristiyanları kesmek için hazırlanmışlar. Müthiş bir katliğim olacakmış. Aklı başında olan Hiristiyanlar; dü- şünmüşler, taşınmışlar.. böyle durup dururken, Müslümanların Hirisli - yanları kesmek istemelerine bir sebeb bulamamışlardı. Onun için bunun bir yalan olduğunu anlamışlardı. Fakat bunu düşünemiyenlerde de bâriz bir telâş başlamıştı. Nihayet İttihadcıların gazeteleri, şöyle bir ilân dercine mec- bur kalmışlardı: — İhtari hâlisane — ( Bir takım bedhâhânın, akıl ve hayale gelmez erâcif neşrile evhâm ve tereddüde ve bükümeti de müşkülüta düşürmek gayreti hâinânesinde bu « lundukları, dün gece çıkarılan, ve bu- gün de bir kezbi sarih olduğu tahakkuk edenarâcifden anlaşılmaktadır. “Bu, memlekete ihanettir. Ahalimizin, böy- le alçakca şâyiaları muhakemâtı man tıkiye ile red ve men — ederek, İstanbul efkârıumumiyesinin, iğfalâtı bedhâ - hâneye kapılmıyacağını isbat etmeleri, er vakitten ziyade, bugün lâzımdır.) İttihadcılar; böyle bir (ihtarâtı hâ- lisane) de bulunmasalardı, çok iyi & derlerdi. Çünkü hâdisât, onların bu sözlerini tekzib etmiş.. (akla hayale gelmez erâcif) dedikleri, tam bir ha- kikat olarak tecelli eylemişti... Yani İttihadcıların tekzibleri hilâfına olarak, koca bir halk' zümresinin dözt gözle bekledikleri (Mehdi); nihayet, (Fatih camisi) nde zuhur edivermişti. Ancak, (Mehdi), insaflı hareket etmiş; kendi- sini sabırsızlıkla bekleyenleri ramaza - nın 13 üncü gününe kadar intizar a - teşleri içinde yakıp kavurmamak için biraz acele ederek bu tarihten iki gün evvel kendini izhar eylemişti. O gün, ramazanın 11 inci çarşanba günü idi. Öğle namazından sonra, Fa tih camisinin şurasında, burasında gü zel ve muhrik sadalı hâfızlar mukabele okumaya, gür sesli vâizler de vaaz ver- meğe başlamışlardı. Zayıf, soluk benizli, bir gözünün bebeği üzerinde fazlaca ak bulunan, sakal ve bıyıkları birbirine karışan, kirli sarıklı, perişan kıyafetli bir ho - canın başına da, kalabalıkca bir cema- at toplanmıştı. Bıı hoca; zâhiren miskin ve çelim« örünmesine rağmen, büyük bir e- nerji gösteriyor.. uzun ve siyah kaşları altında parlıyan tek gözünü halkın ü- zerinde ağır ağır çevirerek vakit vakil yerinden sıçtıyor.. dizlerinin üstünde dikiliyor.: sağ elinin parmaklarile ba zan tehditkâr işaretler ediyor; bazan da, öfke ve heyecanı daha ziyade va lebe ederek, önündeki tahte masanın ü: zerine avucünün içi ile şırak, şırak di* ye, tokatlar indiriyordu. Bu coşkun ve hararzetli hocanın ce * maati arttıkca artıyor; bu cemaatın artması da, hocanın heyecan ve işti * |basını kabartıyordu. ı (Arkası var)