6 Temmuz 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

6 Temmuz 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA _â;ş;k—lı_ bir h;ıvada İstanbulu bulutların arasından nasıl gördüm? x * & Evlerin kırmızı damları camekânlarda görülen min- yatür oyuncaklar gibi küçülüyor ve koca Haydarpaşa garı da ufala, ufala nerede ise gözden kayboluyordu Kara Çete Bir Genç Kadını Daha Boğdu Bir otel odasında geçen bu kor- kunç facianın biricik şahidi ka- dının yedi yaşında çocuğudur Amerika zabıtası son haftalarda «Kara çetev adını taşıyan gizli bir cemiyeti takibe ehemmiyet verdiği ve bir takım adamları tevkif ettiği halde *Kara çetev faaliyetine devam etmektedir. Sıhhi Yazılar İnsan karakterleri üzerin- de tütünün tesirleri * * X Ekmek ve su kadar, hatta bazan onun yerine kaim olabilecek derecede kuvvetli bir ihtiyaç olan tütün tiryakiliğini ortadan kaldıracak bir kuvvet var mıdır? Bilseniz insan tabiatleri ne çok gara - |betler içindedir.. ve nelere alışırlar: İnsan- lar; doğuştan evvel anadan, babadan ge çen ve doğuştan sonra muhitin ve ce - miyetin de hediye ettiği zehirli bir çok iti yatlann esiridirler. Bu zehirli itiyatlar mı « rasında gıda sayılmıyan, fakat tabil ihti » yaçlardan da bir türlü ayırt edilmiyen: | — Tütün, 2 - alkol, 3 - ve bir çok uy- rebiliriz.. Tütüne nasıl alışılır? 'Tütün ne için içilir? Londra gazetelerinin verdiği malümata göre bu çete son günlerde Şikagoda — bir cinayet daha işlemiştir. Ve Florens Kastel mdını taşıyan genç bir kadını boğarak öl- dürmüştür. İ gada 8l DÜi AM llli el Ve Londra gazetelerinin verdiği malümata göre hâdise şu şekilde vukubulmuştur: Florens ile yedi yaşındaki oğlu bir otelde Kkoyun koyuna yatıyorlardı. Odaya giren| , ve baştanbaşa siyah elbiseler içinde olan |* bir adam genç kadını boğmuş, daha sonra kadının dudak boyası ile odanın aynası üzerine «Kara çetev adımı yazarak çıkıp | gitmiştir. 'Tütün içenlerin tiryakiliğinden ne gibi| zararlar doğar? Bu itiyat terkedildiği zaman alınan ne- * |tice nedir? Bu bahis üerinde karilerimizi alâkadar Çocuk ertesi sabah şu ifadeyi vermişt — Cumartesi günleri annemi görmeğe Kanatlar ve güzel İstanbulun bir köşesi: Kadıköy ve Moda Küçükken beşikte fazla olduğumdan mıdır nedir? — Beni vesaiti nakliyenin ker çeşidi tutar. Bir gün ufak bir deniz seyahatinde, doktorlar enjeksiyon- larla beni bayılmaktan kurtarmışlardı. Safravi mizaç sahibi olmanın ne fena şey e- duğunu © zaman anlamıştım. Filhakika u- zanca herhangi bir seyahate katlanamıyor- dum, otomebil tutuyor, otobüs Araba tutuyor, sandal tutuyordu. Bu sefer de Yeşilköye ilk defa tayya- reye binmek Üzere giderken içimde ayni korku vardı. Üstelik hava elektrikli, kapa h, yağmurlu, rüzgârlı idi. Diğer arkadaşlardan utan fzhı edemiyordum, sallanmamış tatuyor, gazeteci ğum için endişelerimi ve zannediyorum ki ekserisi de benim gibi ilk defa binen o ar- kadaşlar da, benden ayni şekilde yorlardı. utan- Bardaktan boşanırcasına yağan dolulu bir sağnaktan sonra, topuklarımıza kadar çamura bataraktan tayyare meydanına ka- dar geldik. İçimizde semanın kapal bakarak: — Bu havada yıldırımların arasında do- laşmak, bulutlarla birdirbir oynamak, şim- şeklerle yarış etmek kimsenin harcı değil- dir. #özünü söyleyenler olduğu gibi: — Canım bu işi biz anlamayız gidelim Tayyare Fenceresinden İstanbul bakalım orada ne diyecekler vardı. diyenle de Meydanda nazikâne bir surette zarşı- landık. Hepimizin kafasında belire : istif- hamlar birdenbire çözülüverdi, çünkü o zanın çalışkan memurlarından bay Seyli: — Hhavada hiç bir şey yok, dedi, beş dakika sonra Ankara postasını kaldıraca- öz. Misafirperverliğiyle bize arkadaş olan bir tayyareci zabiti anlatıyordu. — Gök gürültülerinin, —şimşeklerin ve yıldırımların tayyarelere hiç bir tesiri o maz, yıldırım isabet etse dahi ufak bir sar- sıntıdan başka bir şey hissetmezsiniz. ka- za denilen şeyleri unuttuk, havalarda di yerden daha büyük bir emniyetle seya. hat edebiliriz, çünkü karşınıza denizlerde Olduğu gibi bur — dağları gp — batır- raydan çıkmak — behlikesi do yok- tur, hele tramvay ve otomobillerdeki dev- zilmek, çarpmak ve çarpılmak ih de milyonda bir bile değildir. Arkadaşlardan biri atıldı: Hava Boşlukları — Hava boşlukları varmış dedi. Mar, n alleri Taye yare birdenbire aşağıya düşermiş. Genç zabit güldü: — Güzel bir mevzua temas ettiniz de- Sizden rica ederim, şu söyliyeceklerimi, efkârı w- di. ve ilâve etti, iyi ki sordunuz... mumiyeye iyice anlatmak için ihmal etme. ve bizden vaad aldıkta anlatmaya başladı: den yazın, sonra — Hava boşlukları diye bir şey yoktur. Semalarda havanın bulunmadığı bir yer asavvur olunamaz. Halkın arasında yan- he bir şekilde yerleşen bir fikri şu süretle tashih edelim. Bazı hava cereyanları mev- kargı- rlerde anaforlar olursa, havalarda cuttur. Nasıl denizlerde akıntıların laş: da öyle ürlü cere yanları yerlere isabet ederseniz biraz sarsılır. ve bir kuç metre de aşağıya düşersiniz. Tayyarecilik- te bunun kadar tabil ve bunun kadar teh- likesiz bir şey yoktı Bay Seyfi: — Tayyare hazır buyrun dedi.. postayı teşkil ettik, bir kaç tahta basamaktan bir şimendifer kom- partmanı kadar rahat olan kabineye gir dik ve yerlerimize oturduk. Motör zaten işliyordu. Kapılar kapandı, ben bilmem hangi hatıradan kalma bir tesirin altında belime kayış... bağlayacaklar mı? diye ba- karken, biraz sarsıldık, ve yürümeğe baş- ladık. Kötü şöselerde otobüslerle seyahat ettiniz mi? İşte biz de topak topak çamur olmuş, Yeşilköy tayyare meydanında öy- lece gitmeğe başladık, — sür'atimiz — Arttı, yerdeki otlann yolumuzun sağ ve solunda sanki bize selâm durur gibi yerlere yas- landıklarını gördük. Birdenbire sarsıntı kesildi. Arkadaşlar, — Havalandık dediler. Ve helezonlar çizerek Yeşilköyün üzerinde — yükselmeğe başladık. Şimdi toprak ayağı: yıyor, alçalıyor ufkumuz ka- enişliyordu. Bu- lutların arasında dolaşıyor, — Çanakkal doğru yol alan vapurlurın, mavi duvar kâ- m altında Şatlarında bir tahta kurusu aczile yürüyen hallerina bakıyorduk. Evlerin kırmızı damlar, da görülen minyatür oyuncaklar gibi küçü- Jüyor ve dantellerden sahiller, nazlı inhina- camekânlar. larla uzuyordu. Şimdi Haydarpaşanın üzerine gelm tik, dalga kıran Yeşil çuhalar üzerinde v yah madeni bir metre gibi çizgileşmiş ve koca Haydarpaşa gan da ufala ufala nerdeyse gözden kay- boluyordu. Yağmurun yıkayarak tertemiz ettiği kiremitler ile, derenin denize döktü-| #ü çamur da bu tabloya ayrı bir hususiyet veriyordu Şimdi, Boğaziçine doğru döndük, Çıra- ğan aaraşı pastacı camekânlarında 3 len kâşânelere benzemiş, Kurkulesi gö ufak Şimdi hafif sola mey- lediyoruz. İşte kışlalar, Galatasaray bir nokta halinde. lisesi Taksim stadyomu, ve Taksim meydam.., hrin üzerinde alçakyor Beyi sinin bizasından geçiyoruz. Ü niversite meydanı çabucak arkamızda ka- kyor. Şimdi kaleleri, Yedikale surlarım, fab- |culuk tayyarenin çekinilecek bir şey ol geliyordum. Annem, uyumadan evvel bana kitap okudu. Ben de uyudum. Daha sonra odanın içinde bir hareket hissederek uyan- dım. Adamın biri annemin kafasına bir tuğla ile vuruyordu. Vurduktan sonra iki elini annemin bo; | ve adama dönerek: —e yapıyorsun? dedim. Bana: —Ben doktorum! dedi. Sonra annemin çantasımı açtı ve içindeki Florens Kastel paraları cebine attı.. Sardum: — Annemin adını biliyor musun? — Hayırl De Angelesden geldiğini a O da bana: — Yarın saat onda anneni yine oraya | götüreceğim! dedi. Daha sonra adını sordum ve yazmasını söyledim. O da dudak boyas ile aynanın üzerine bir şeyler yazdı. Ve pencei Okadar ko mıldayan den çıkıp gitti. muştum ki yerimden adım ve uykuya daldım. Uyandığı kan lekeleri gördüm ve hemen m zaman, yaslığı yataktı ayrılarak otelciye haber verdim. Geldiler. Kadımın çantası bomboş Arerika hükümeti Kara çetenin faaliyet- lerini şiddetle takibe devam etmel edir. rika bacalarını peşimize takıyoruz ve Mar- maranın ihtişamını seyrede ede meydana x on beş dakika sürdü. Bu müd- det zarfında otomobil seferlerinde bile mi- desi bulanan ben, en hafif bir rahatsızlık duymadım. Tayyare yokculuğunda ne sarsıntı ne de ulu dalgaların üzerinde inen çıkan gemide- ki tesir var. Koltuğunuza — rahatça Ve benim gibi altınızda renge, şekilden şekle giren panoramaları bütün güzelliğiyle seyrediyorsunuz... Bu kısa yol gömülüyorsunuz. renkten dığını, bilâkis, tayyare seferlerinin — üsabı- na geçirdi. Korktum Ânnemin adını söyliyerek — Los| kı- nın üzerinde bulunmuştur. edeceğiz. Tütünün tarihçesi Tütün Amerikada yetişmiş bir nebattır. Meşhur Kristof Kolomb Amerikayı keş * fettiği zaman tütün yapraklarını hediye ©- larak İspanyaya getirmiştir. İspanya top - zadelerinin dudakları — arasında çubuklarda tütünün dumanları uzanan tütmeğe başlamıştır. Bir dümanın keyfini süren a- mizade, bunu uşağına da tanıtmıştır. Ve nihayet Amerikadan sonra İspanyada tü - tün türyakiliği büyük salonların, sarayların, evlerin, gazinoların, ve en sonra da köy - Kilerin terkedemediği bir zevk haline gir- miştir. Ve nihayet bir gün İspanyanın Fran- sız konsolosu (Niko) tütün — yapraklarını da en kiymetli eşyaları arasında — Fransa toprağına götürmüz, getirdiği bu hediye kendi ismile Fransada tanınmış, onu: ndir ki tütüne ve zehi - tine Âvrapalı! ni veriyorlar. Tütün tiryakiliği 'Ticaret vasıtalarile deniz — kıyılarından iç topraklara ve nihayet şarka da intikal eden tütünü bizde de artık tanımıyan ve kokusunu koklamıyan bir köy — ve hattâ olmadığını tahmin edebiliriz. Yemek, iç - mek, ekmek ve su kadar, hattâ, bazan o - nun yerine kalm olabilecek derecede kuv- wetli bir ihtiyaç haline giren tütün tiryaki- liğini ortadan kaldıracak bir kuvvet, fikir kir ve irade kuvvetli mevcut olamıyaca - ğını tahmin ediyorum. Bununla beraber bu itiyadın zararlarını ve kullananların —ara- sıra hissettikleri neşeyi de bir sinir hekimi sfatile yazmağı faydalı görüyorum: Tütünü terkedenler Bizde tütün türyakilerinin bazan bir he- kim sözile, bazan da oruç vesilesile muvak- kat zamanlar içinde terkettikleri tütün için nasıl sinir. buhranları geçirdiklerini ve na- İsil kavgacı bir tabiate sahip olmağa baş - ladık! Ğ Tütün Uryakilarile görüştüğüm zaman kim Bir mütekaidin anlattıkları he masil alışığını anlatıyor: — Çocuktum... Babam selâmlıkta arka- daşlarile toplanır, konuşarlardı. Oda du- ağızda bir çubuk, büyük tütün kutusunda kehribar gibi sanı manla dolar, — her tel tel tötünden ince kâğıtlara sararlar dur- madan savururlardı. Onları saatlerce ko « nuşturan bu dumana ben de merak ettim. Bir gün ayni şeyi yapmak istedim, başım döndü, öksürükten boğuluyordum. Midem bulandı, iki gün yemek yiyemedim. Fakat başımdaki sersemlik geçince tuhaf bir ha- fiflik hissettim... O zaman altı yaşına yeni girmiştim. Şim- di-altmış senedenberi tütün içiyorum, boğu- luyorum. gene içiyorum. İştihasızım, gene içiyorum. Kalbim bazan duruyor gibi oluyor, son- yeniden işlemeğe başlıyor, gene bu du- manı birakamıyorum. Aç kaldığım günler oldu. Su bulamadı » ğım zamanlar oldu. O kadar üzülmedim. Fakat bu tü gibi oluyorum. Sokakta kavga, evde ga, dostla kavga, düşmanla kavga ediyo - mzı bozan — şimendiferlerden, — otobüsler- den daha keyifli ve rahat olduğunu bana anlattı C. B. Bir gün, bana bir sigara vermediği için kırk senelik bir ahbabımla darıldım. «Aman doktorum görmesin» bir dağ kulübesindeki çoban dahi mevcut | rağı bunu yetiştirmiş, evvelâ İspanya asıl- |" konsolos (Niko) nun| ” topladığım bazı müşahedeleri söyliyece -| maz. Şöyle bir savur gitsin, diye Muayene ettiğim bu hastada göğüs tn tanıklığı ve kalp bozukl Astık tütün kullanırsa öleceğini söyledim. mevcutt! Hattâ bir nöbet esnasında bütün gayretle- zle kalbini çalıştırabildik. O söz verdi. Tiryaki bu.. hiç bırakır m?. Bir gün trende rastladım. Bir muzip ar, kadaşı sigara veriyordü. Etrafına bakındı? «Aman doktorum görmesin ve düym sınp diye sigaraya elini uzattı. ÖO zaman te sadüfen beni görünce elinde yanan siga * rasını yere attı. — Bir nefes aldım, içime çekmemiştim. Boğazım kurudu da, yoksa kat'iyyen kuk lanmam diye özür diledi. Bu hastayı nihayet bir sene içinde, bu yüzünden yeni bir nöbet ölmüş gördüm. Tiryakilik nasıl başlar? Tütün eve diğet keyif veren zehirle sonunda bi gizli gizli girmez. Babası çocuğunu bakkala gönderir, tür tün aldırır, çocuk bu tiryakiliği bir baba. ık ve adamlık vazifesi sayar. Annesi kızını çarşıya gönderir. Bir (ha, nimeli) aldırır. Küçük kız annesinin bu türş yakiliğini bir (moda) hevesi gibi kabul e, der ve çocuklar da bu süretle tiryakiliği bir taklitle başlarlar. Taklit ve moda en gencini, en ihtiyar mı tütün işinde birleştiriyor. Şair şürini bir duman içinde yazmaktan hoşlanır. Hekim kafa yorgunluğunu sizar ranın nikotin zehiri ile geçiştirmeğe çalı : gar.. Kana girdiği zaman ufak bir tembih yapan bir sigara paketler değiştikçe, si « gara adedi arttıkça, boğucu ve damarları vertleştirici kuvvetli bir zehir haline inkm lâp eder. İçmiyenler içenlerin daima teklifi kan gsındadır. Tiryakiler: — Adam sen de bir sigara bir şey yap- tütünün boş ve hoş bir duman savurmasından iba- vet bir şeymiş gibi ehemmiyetsizliğinden Altmış beş yaşında bir mütekait hastam | ve zararı olmadığından behsederler. Tütün tiryakilerinden bazıları biz he « kimlerin kuvvetli sözlerine itimat göste « rirler ve sigarayı terkederler. O zaman iş İtihaları artar, zayıflıkları geçer, toplamrç kuvvetlenirler. Renklerindeki sanlık kay« bolur, güzel bir pembelik, temiz bir kan, yüzlerini güzelleştirir. Bu tiryakilikten kurtulduklarına sevğtit ve bize teşekkür ederler. Fakat bu mu « vakkattir. Gene eski arkadaşlar itiyadı tek« rarlatır. Dünyada tütün içmiyen o kadar az in- ün olmadığı zaman çıldıracak kav- san var ki toplu yerlerde tütün içenler iç- miyenleri rahatsız ettiklerini hiç düşün - mezler. Devamlı kullananlarda, tiryaki - lerde tütün hafıza üzerine tesir eder, u « atkanlık yapar, dimağ hücrelerini uyur turur. Asabi hastaların çoğunda tütün yü- zünden gelen baş dönmeleri, baş ağrı- ları ve daimi kabızlık vardır. Şu halde bu itiyadı terketmenin sıhhat için, sinir cümlesi için büyük faydaları ol- duğunu kabul etmeliyiz. Başlıyanların ter- ketmesi biraz güç olur. Fakat henüz başla» mıyan genç nesil bu dumana el uzatmasa » lar kanlarını zehirlemeseler daha rahat ve hastalıksız daha uzun bir ömre sahip ola « caklarına hic şüphe yoktur. İ Doktor: Etem Vassaf

Bu sayıdan diğer sayfalar: