e M OLUM MANGA “Son Posta ,, nın tefrikasıt: 128 Yazan A, R, Yamacın kenarında oldukça kalabalık bir takım gölgeleıiplanmıştı Lâkin, gündüz yapılan bu tahriba!l gece âsiler tarafından derhal tamir diliyor; kopan taşlar, yerli yerine yer- leştirilerek Zafir kalesi, yine bir yal - 'gın kaya mehabeti gösteriyordu. * Bu hareket, iki gün devam etmiş - ti... Üçüncü gün, kumandan mülâzım Cemili çağırtmış; aralarında şu muha- vere geçmişti: — Hazır mısın oğlum?.. — Hazırım, efendim. — Aradığın yeri buldun mu?.. — Buldum, efendim. — Ne taraftan.. —$eyh Muhsini Şerefi'nin tarif et- tiği gibi, tam kalenin garbında.. dere- nin üstündeki kayalar arasında. — Pek âlâ... Oraya ne zaman ge - çebileceksin?.. — Bu gece, — Nasıl geçeceksin?.. — Lâzım gelen tertibatı aldım, efen- dim. — Âlâ... Şu halde, yarın sabah şa- fakla beraber; ben şiddetli bir topçu a- teşi açtıracağım. Kalenin şarkından da iki tabur askere bir hücum nümayişi yaptıracağım. — Bu.. bizim için kâfi, efendim, — Pek âlâ, am na.. bir muvaffaki - yötsizlik halinde nasıl avdet edebilecek- siniz?.. — Avdet etmiyeceğiz, efendim. — Ya?.. Bu muhavereyi derin bir süküt ta- kip etti ...Kumandan, başını kaldıra- rak son defa olarak Cemilin yüzüne bakarken ,derin derin içini çekti. — Pekâlâ, evlâdım... Allah, senin ve arkadaşlarının yardımcısı olsun... Sek, ve arkadaşların.. ne arzunuz var- sa, yazınız. Tabur kumandanına tes - lim ediniz, Dedi, * Gece, henüz ay çıkmamişti. Her ta- raf, zifiri karanlıktı. Zafir kalesinin garp tarafının karşısına gelen dik ya- maçta, garip bir hareket başlamıştı. Yamacın kenarında oldukça kalaba- liık bir takım gölgeler toplanmıştı. Bun- ların başında, mülâzım Cemil vardı. Cemil, orada duran birkaç - zabitle vedalaştı. Sonra, emir vermeye başla- dı: — Hadi bakalım, iş başına!.. Evve- lâ, beni aşağıya indireceksiniz. Sonra da, Ölüm Mangası'nı sarkıtacaksınız. Mülâzım İhsan efendi, en sona kala - cak. Sandıklar indirildikten sonra, o da bize iltihak edecek... Sandıkları in- Girirken dikkat edin er bir yere çar- par veyahut düşürürseniz, hepimizi boşuboşuna mahvedersiniz... Ali on-« başı.. getir bakalım ipi... Mülâzım Cemil, ipin ucunu iki defa beline sardı. Sımsıkı bağladı. O dimdik uçurumun kenarına bastı: — Hadil. Sıkı tutun. Diye mıtrildandı... Ve sonra, o zifiri karanlıkta sonu olmayan bir mezara benzeyen uçuruma doğru kaydı. İlk sarsıntıdan, dizleri kayalara çarp- tı. Fena halde canı acıdı... Kaydığı boşluğun korkunçluğunu görmemek jçin gözlerini kapadı. Kayaların arasından baş döndürücü bir sür'atle akan ırmağın sesi gittikçe yaklaşıyor; yüzüne bir serinlik çarpı- yordu. Kayıyor.. mütemadiyen o derin boş- luk içinde kayıyordu. Vakit vakit; ©- muzları, dizleri taşlara çarpıyor.. göz- Jerinden yaş gelecek kadar ıztırap his- settiği halde, dişlerini sıkıyor; taham- mül gösteriyordu. Nihayet, birdenbire ayakları yere gürpmış.. dizlerinin üstüne kapanmış: BU Hat derhizi flayo #r6ğk kalk- miş.. belinden çözdüğü ipi, üç defa sa- ğa sola sallamıştı. O zamân ip, tekrar yukarı çekilmeye başlamıştı. Fakat, Cemili indirmekle, bu ipin i- $i bitmemişti. Sırasile şunlar indiril - mişti: Ölüm Mangası. İki sandık bomba. Cemilin bölüğünün takim zabitle - rinden mülâzım İhsan. Bölüğün en kuvvetli efradından se- gilmiş beğ nefar: Bunların indikleri yer, çıkıntılı bir kayanın dirsek noktasına tesadüf edi- yordu. Onun için kaleden görülmek ihtimali yoktu. Aşağı inenler, ırmağın kenarında toplanmışlardı. Mülâzım Cemil, üs - tündeki elbiseleri soyunmuş; — sadece don gömlekle kalmıştı. Ve sonra beli- ne ince bir ip bağlıyarak: — E, arkadaşlar!.. Allaha ısmarla- dık... Ben, karşıya geçmek için atılı- yorum. Şayet; ırmağı geçemez de bo- gulursam, söylediklerimi yapın. Son neferinize varıncaya kadar, benim programımı tatbike çalışın... Eğer ben karşıya geçmeye muvaffak — olursam, artık hiç biriniz için korkulmaz. Yal- nız ipi, ağır ağır koyuverin... Diye homurdanmış.. nefsine ve mu- vaffakiyetine karşı beslediği derin ve metin bir iman ile, derhal ırmağa dal- mıştı.* Yüzlerce kilometrelik yerlerden ve Gâvur Mehmedin Yeni Maceraları Dünkü kısmın hülâsası ÇAvusturya - Türkiye hududu olan Lülçeden hüyiyeti meçhul iki atlı, ka- rakol kumandanlarının «dur!» emri- ne itaat etmeden hududu geçiyorlar, Bir müddet sonra da Türkçe bilen bir Boşnak zabit, bizim karakol rabitleri- mize yaklaşarak hududu geçen kimse- lerin isimlerini söylemiyeceğini, fakat bunlari tevkif edip de iade ettiği tak- dirde yüz bin kron alacağını ve bunun yarısını seve seve bizim zabitlere vere- bileceğini söylüyor. Zabhıt varakası tutuluyor ve Lülçe bu- dut karakol kumandanı Halli, Taşlıca hudut tabur kumandanlığına ve Taşlı- ca ve havalisi hudut kumandanı mir- liva Şevki de meseleyi Yıldıza telgrafla bildiriyor, ve bu telgraf Abdülhamide henüz takdim editmişken Metroviçe Mutasarrıflığından da gene Yıldıza bir başka telgraf çekiliyar.) Mabeyni hümayunu cenabı mülükâne Bir saat mukaddem Taşlıca hudut ku- mandanlığından alınan şifreli telgrafname- de, hüviyeti meçhul iki atlının, nöbetçile. rin dur emrine itaat etmeden ve hudul nö- betçileri tarafından ihafe maksadile atılan silâhları isfa eylemeden hududu büma * yunu tecavüz ederek bir semti — meçhule doğru firar ederek izlerini kaybeyledikle- :ı-î bildirilmesi üzerine, bu bapta serian tah- | kika'a girişilerek icra kılınan ariz ve amik tetkikat ve tahkikat neticesinde merkum - ların Avrupada türiyen ve isimlerine anar. şist denilen güruha mensup eşhası lâineden dar geçitlerden gelen ırmak, korkunç | olup, mahza nefsi nefisi şahaneye suikast bir gürütlü ve baş döndürücü bir sür'-| maksadile hududu hakaniyi geçtikleri ve atle akıyordu. işbu maksadı Iâimaneyi mevkü — tatbike Cemil, ırmağa kayar kaymaz, o| Yazeylemek üzere Üsküpten trenle ve ya- üthiş akıntı derhal onu insafsız bir| et suveri saire ile Dersaadete gidecekleri e haber alınmış olmakla merkumların behe- dev gibi kapmış.. bir saman çö; âbi sürüklemeye başlamıştı... Cemil; ilk hızla bir kaç defa dalıp çıkmış.. ondan sonra kendini toparlamıştı. (Arkası var) Soldan sağa: | — Fırında pişen 'gıdamız, içki yemne- ği 2 — Nota, eşeklerin Üstündeki çey. 3 — Yayılmanın arapçası. 4 — Tutan aza- miız, intihap hakkı için kullandığımız şey. 5 — Aktörün sahnede yaptığı, —meb'uz. 6 — Körpenin aksi, ana baba ve çocuklar. dan müteşekkil heyet. 7 — Denizde bu « lunur, yaban değil, hayâ. 8 — Kör, sayt. 9 — Kaplarımızı kalaylıyan adam. 10 — Ezan okunan yer Yukarıdan aşağıya: — Az kara olan renk, beyaz değil. 2 — Rabıt edatı, şekercilerin sattığı yu - muşak şeker, 3 — Tibette oturan halkın ismi. 4 — Köle, rabıt edatı. 5 — Munta- zam bir halde kesilen odun, çağ. 6 — Ek- meğe katılan ekşi hamur, babamızın kız kardeşine verdiğimiz isim. 7 — İçkinin a- rapçası, yalvarmaktan emrihâzır. 8 — Ka radenizde bir limanımız, yemekten em hâzır. 9 — Bir renk. 10 — Hane, halk- tan ahnan Tüsum. »Dünkü Bulmacanın Halli: Soldan sağa: | — Dilenci, iç. 2 — Aşık, alık. 3 — Yirmi, re. 4 — Utan, ikmal, 5 — Lime. 6 — Harabe. 7 — Katar, mart. B — Un, Halep. 9 — Viran, kârzi, 10 — Amet, o, kek. Yukarıdan aşağıya: | — Davul, kova. 2 — İş, hanım. 3 — Liyakat, re. 4 — Ekin, rahat. $ — Taran. 6 — Cami, 0. 7 — İliklemek. & — Mi, ap - ak. 9 — İkram, re, 10 — Elektrik. İdahi dahil olmak üzere taharriyata kıyam olunarak her tarafa devriye kolları çıkarıl- dığı ve icap eden mevakie de malümat ve- rilerek lâzım gelen tedbirlerin ittihazında kusur edilmediği zatı hazreli padijahiye Miro_lbudîıd"udıh.liidu- nem dolayısile arzolunur, ferman. Mutasarrıf Bahaeddin Artık, telgrafların arkası kesilmi - yordu. Seniçe, İpek, Perşembe, muta- sarrıflarından, Kosova vali ve kuman- danından.. ertesi gün, Manastır, Selâ- nik valilerinden, polis müdürlerinden, memleket eşrafından, kadılardan, müf- tülerden, zaptiye tabur ağalarından.. hülâsa, Yıldız sarayına yatanmak iste- yen malüm gürühtan Yıldız telgrafha- nesine çekilen telgraflar fasılasız bir akışla devam ediyor; bütün telgraf makineleri fasılasız bir faaliyetle işli- yor; makinelerin başında bitap kalan memurlar bu mel'ün hâdiseye ağız doluları küfür ederken; koca Rumeli- de: — Aman.. geliyorlarmış... Sözleri, derin bir heyecanla dilden dile geziyordu. Ayni zamanda, Yıldız sarayı da bir- birine giriyordu. Mabeyn telgrafha - nesinden sızan bu havadisi yarım' ya - malak duyan hafiyeler, müthiş bir fa- aliyete başlamışlardı. Taşlıca hudutla- rile İstanbul arasındaki mesafeden ta- mamile gafil olan bu cahil adamlar şöy- lece jurnallar yağdırıyorlardı: (Bugün, benüz güneş tulü ederken hü- viyeti meçhul iki süvarinin Edirnekapısı ta- CİBALİ ZİNDANLARI Son Posta'nın zabıta romanı : 2 Abdülhamid iradesine hâkim olamamış Avuslturya sefirine: — Ne söylüyorsunuz ekselâns hududu mu geçmişler.. demişti. la, zatı akdesi hazreti mülükâneye derkâr olan sadakat ve ubudiyeti memlükânemiz hasebile arzolunur, olbapta...J (Gece gündüz nanı nimeti mülükâne ile mütena'im oldukları halde, mahza cibil- liyetlerinde meknuz olan mankörlük dola- yasile zatı akdesi hazreti padişahiye sui - kasttan başka bir şey düşünmiyen bazı eş- hası lâimenin; bilhassa bu maksadı mel'u- nanelerini mevkü fi'le isal için sureti mah- susada Arnavulluktan celbeyledikleri — iki fedai, bugln saat üç buçuk raddelerinde pürsilâh oldukları ve iki res kar ata rakip bulundukları halde Dersaadete muvasa -« latla Beşiktaş sematlerinde bir hanede ihti- fa eyledikleri sureti kat'iye ve mevsukada istihbar kılınmış olmağla ubudiyeti hâlisa- ne ve sadikane icabatından olarak — arza mücaseret olunur, olbapta...) Yildız sarayı bu telgraflar ve jur - nallarla allak bullak olurken; Avus - turya - Macaristan hükümeti - sefiri Margi Jan Pallaviçni de; sefarethane- deki yazı odaaında geniş bir koltuğa gömülmüş; yirmi dakika evvel Viyana ekspresi ile Sirkeci istasyonuna muva- salat etmiş olan hususf kurya (Mösyö Alfred Janoviç) in getirmiş olduğu şu mektubu okuyordu: ÇAzizim, Marki!.. Yazılarımdan da anlıyacaksınız ki, size bu mektuba hem pek müstacel bir şekilde ve hem de perişan bir fikirle yazıyorum. Bir haftadanberi Viyanayı altüst eden skandaldan tabildir ki; siz de haberdarsı - niz... Eğer bu skandalın sebebi, yalmız Hırvat asilzadesi Pronses Şima ile kemancı çingene Fernandez'in gizli kapalı bir seviş mesinden ibaret kalsaydı; bunu örtbas et. mek mümkün olacaktı. Ve çıkan dediko - dular da, hiç şüphesiz ki bir müddet sonra unutulacaktı. Fakat.. maalesef böyle olmadı. Prenses Şima; dört gün evvel kendisinin ve zevci- nin bütün kıymetli mücevberlerini toplı - yarak, bu çingene âşıkı ile kaçtı. Bütün zabı'a.. ve hattâ, asker kuvvetle- rini harekete getirdik. Kaçanların izlerini, pek güçlükle bulabildik. Şiddetli bir takip ile, ele geçirmek istedik. Lâkin, bunları tam yakalıyacağımız bir anda, Osmanlı hududunda kaybettik. Takip müfrezesi kumandanlarından biri- nin raporuna mazaran, firariler, Taşlıca ci- varlarında bir noktadan; pek cesurane bir şekilde hududu geçmişler; hattâ, arkala- rından atıları kurşunlara bile ehemmiyot vermemişlerdir. Bu meselede, her ne kadar Habsburg | “|rafından gelerek mezkür kapıdan bilmü - hanedanına temas eden bir cihet yok ise rur Boşiktaş semtine doğru süratle şitap (de, Prenses Şimanın çok muhterem zevci, ettikleri ve bunların maksatları her ne ka-| Prens Nikola Manoloviçin mevkünin e . dar nâmalüm ise de, hallerine nazaran svi- | hemmiyeti hasebile; bu Iııdjıod—_ gerek kast erbabına müşabih bulundukları has- | haşmetlâ imparator ve imparatoriçe haz - belsadaka maruzdur, olbapta...) retleri ve gerek memleketimizin bütün a- silzadeleri, son derecede müteeesir ve (Dün gece saat altı raddelerinde Kâ -| muztariptirler. githane civarında müşahede olunan ve mü-| — Diyebilirim ki; şu anda Viyananın bü- teaddit silâhlarla mücehhez oldukları an-|tün kibar mahafili çok detin bir matem laşılan biri açık kestane rengi ve diğeri de| içindedir. Nazır, Üç saat evvel saraya gitti- hurma durusu atlara rakip olan meçhul iki| ği halde, daha hâlâ avdet etmemiştir. Ve şahsın Maslak taraflarına geçerok, orada- | size şu mektubu yazarak, Hırvat asilza - ki Arnmavut çobanlar nezdinde ihtifa eyle- | delerinden ve nezaretimiz kalemi mahsus dikleri mevşukan istihbar kılınmış olmağ- | kâtiplerinden Kont Alfred Jovanoviç va - sıtasile müstacelen isal etmekliğim için ba- na haber göndermiştir. Şu anda, Osmanlı hudutları dakilinde bulundağuna kat'i kanaatimiz olan firari- lerin ele geçirilmesi için teşebbüs edilecek tedabir; kâmilen zabâlinizin asilâne — dira- yetine tevdi edilmiştir. Bu bapta; haşme'lü imparator hazretleri namına; icap eden şekil ve tarzda Osmanlı hükümdarile temasta bulunmuıya ve lâzım gelen şekilde lisan kullanmıya tamamen mezun olduğunuzu da - aldığım emre isti- maden - zatı asilânenize arzederim. Kiyaset ve fetanetiniz sayesinde, bu akandalın bir an evvel hitam — bulacağını kal'iyyen ümit eder; ve sonsuz bürmetleri- mi bir daha tekrar etmekle şeref kesbey - lerim, azizim Marki. Hariciye müsteşarı Kont Broteski Hamiş: Firarilerin derdesti halinde ya- pılacak muamele hakkında, Kont Alfred Juvanoviçe hususi talimat verilmiştir. Sefir, Marki Pallaviçni, mektubu katlamış.. ayağa kalkmış.. ellerini ar- kasına bağlıyarak odada gezinmeye başlamıştı. Çehresinde çok derin bir endişe ve teessür vardı. İstanbula geleli, aradan henüz bir kaç ay geçmişti. Memleketin ve hü - kümetin hususiyetleri hakkında henüz kâfi derecede malümat edinememişti. Hattâ; padişah Abdülhamid hakkın - da bile - işittiği sözlerle - bizzat vuku bulan mülâkatlarında hâsıl ettiği inti- ba' ve kanaat, henüz tebellür edeme - mişti. Onun için şimdi sefirin dima - ğında iki sual baş göstermişti: — Acaba.. doğruca saraya gitsem, meseleyi zati şâhâneye mi arzetsem... Yoksa; Babiâliye giderek resmen hü- kümete mi müracaat eylesem. Demişti. Zeki diplomat, beş on dakika bu su- allerin üzerinde durduktan sonra, ni- hayet kararını vermişti. Elini masanın yanımdaki ipin kordonuna — uzatmış; zili çekmişti. İçeri giren uşağa, araba- sının derhal hazırlanmasını emretmiş- ti. Arabaya biner binmez de: — Yildız Sarayına... Emrini vermişti. O gün, bir pazartesi günü idi. Yıl - dız sarayı derin bir sükünet içinde i- di. Sefir, Abdülhamid'den (sureti hu- susiye) de kabulünü rica eder etmez, kendisi derhal (Çit Köşkü) ne davet edilmiş; biraz sonra da köşkün arka- sındaki kış bahçesine açılan kapıdan içeri, Abdülhamid girmişti. Abdülhamid sâkin bir sefire ilerlemiş: — Ekselâns!.. Bu ziyaretiniz, beni çok memnun etti. Buyurunuz, oturu- tebessümle nuz, Demişti. Ve kendisi de, orta masa. sının yanında duran geniş bir koltuği yerleşmişti. (Arkası var) | ı I