KAN KONUŞMAZi Son Postanın Edebi Tefrikası: 28 Selimle Nuri usta, mahallelerine sa- — pinciya kadar konuşmadılar. Kahve - — min önünde ayrılırlarken usta: — Selim, dedi, anam da hatırlatma- — dı, ben de unuttum. %yle temiz, at - O das bir yorgan dik.. — Baş üstüne usıaı— e NİNNİ o -0 —— Kapıyı anası açtı. Usta, anasının elini öptü. — Öteberi gönderdim. Geldi mi? | — diye sordu. — Geldi oğlum. Yalnız beşiği be - — genmedim. Bunlar yeni icad olacak. — Eski, rahat, müslüman beşikleri yok oldu ortadan. 'p. Y Usta, cumbalı odanın kapısını açtı- ğt zaman Gülizar sedirin üstüne otur- nımın evini hatırlattı. Usta: — Sonbahar, dedi. Artık yağmurla- rın ardı arası kesilmez. Öyle efendim. Yağmuru dinlediler. Usta: — Yağmur neden yağar bilir misi - niz? dedi. Gülizar, bir parça şaşkın, yüzüne baktı: — Cenabı hak yağdırır yağmuru e- fendim, dedi, ağaçları, otları yeşillen- sin diye. — Kim söyledi bunu size ? — Hocanım. Kim bu hocanım? izar birdenbire cevab. vermedi. Hocanımın kim olduğunu söylemek i- çin Göztepeden söz açmak lâzım. Hal- buki Gülizar, ustanın yanında Cözte- ustanın — muş çocuğa meme veriyordu. Ustanın |pe sözünü etmekten sıkılıyor, utanı - ' geldiğini görünce yaptığı ilk hareket | ' —sol omzunu eğerek, bir kanatla örter gibi, memesini gizlemek oldu. Sonra a- — yağa kalkmak istedi. Memeyi ağzın - — dan kaçıran çocuk ağlamağa başladı. ç Usta kıpkırmızı: — Rahataız ettim Gülizar hanım, /| dedi. Kapıyı örterek çekildi. Çocuk ıîcrde sustu Nuri usta, «A - nası memeyi ağzına verdi» diye dü - — şündü ve bir omuz hareketiyle, bir ka- natla örtülür gibi gizlenen yumuşak bir beyazlığı görür gibi oldu. — Usta kapıda yoğurtçudan yoğurt a- — hıp mutfağa dönerken Gülizar merdi- * venlerden aşağı iniyordu. Elinde ida- | re lâmbası var. Usta durdu. Gülizarın aşağı inme - “ini bekledi. (Gülizarın bugün ayağa kalkacağını 'hîliyoıdu Demin onu sedirin üstünde — görünce ayağa kalktığını anlamıştı. — Her nedense, sabahtanberi, Gülizarı bugün ayakta göreceğini düşünmüştü. — Gülizarın karnı erimiş. Birdenbire — zayıflamış sanki. Dal gibi ince bir vü - y cudu var. İdare lâmbasının ışığı göğ - düşüyor. Bu dal gibi endamda Ü göğüsler iri.. Gulıur son lıııımızı indi. Durdu. * Vatanin, elinde yoğurt kâsesi, dalgın dılaın kendine Baktığını sezdi. İdare Tâmbasını şaşkınlıkla üfledi. Alt ba - — samağın bir kıyısına koydu. ” Usta: — Uyudu mu? dedi; — Uyuttum efendim,, Mutfağa girdiler. » Yemekten sonra ustanın anası; Gü- lımn getirdiği kahveyi içince: -— Pek yorgunum, erkenden yata - — cağım, dedi ve geluııyl.: oğlunu cum- “Usta Gülizara sordu: — Sandığınızı getirdiler mi? — — Muhtar dün göndertmiş efen - dim. — — Bir eksiğiniz filân yok ya? — — Daha sandığı açıp bakmadım e- fendim. Bir de kâat getirdiler. Sandı - > ğan senediymiş. Parmak bastım. B Usta birdenbire, istemeksizin, sor- e du: — Okuma yazma bilmiyor musu - i 'ıu) — — Bilmiyorum efendim. Yalnız ke- B —ı kadim okuyabiliyorum biraz. — Usta cebinden, kâada sarılmış em- — ziği çıkardı. Gülizara uzattı: — —Emzik, dedi. Bilmem hemen lâ- zım olacak mı? Ama ihtiyatlı dav - K | iği ald. Kekeledir — Gönderdiğiniz şeylere çok teşek- Hİ ederim, dedi. yor, çekiniyor. — Bir bildikti efendim, dedi. Sofu Lir kadın. Beş vakit namazında. Haz- talıkları okur, Usta, meseleyi anladı. Hocanımım |. Göztepe hatıraları arasında olduğunu sezdi ve birdenbire bu koca karıya kar- şı hücuma geçmek ihtiyacını duydu: — Sizin hocanım sofuymuş, has - talıkları okurmuş ama cahilin biriymiş, dedi. Yağmur eğer otlar ağaçlar yeşil- lensin diye yağıyorsa, niçin denizle - rin üstüne de iniyor? Balıklara tatlı su| vermek için mi? Yağmur, şunu yapa- yım, gşuna buna iyilik olsun diye yağ- maz Gülizar hanım. Ve usta, uzu nuzadıya, dere veren sert bir mektebi iptidaf hocası gibi, Gü- lizara yağmurun hangi ııbeblerla yağ- dığını anlattı. Gülizar, ustanın bu sinirli konuşu - şu karşısında sıkıldı. Şaşırdı. Fakat gü- neşin denizleri, gölleri, nebirleri tence- re gibi kaynatmasına, buralardan çe kan buğuların gökte bulut olduktan sonra tekrar su biçimine girip dökül - mesine akıl erdiremedi. Hocanımin yağmur tarifine bağlı kaldı. Fakat us- taya da itiraz etmeği düşünmedi bile. Çünkü doğrudan doğruya, canı lüzu- mundan çok yakılmadan hiç bir şeye itiraz etmesini bilmiyordu, Ve usta: — Nasıl, yağmurun neden yağdı - ğını size anlatabildim mi? diye sordu- ğu vakit: — Evet efendim, dedi. Ustaya bi - |rinci zarurt yalanını söylemiş oldu. Usta ,yine birdenbire bağı kopan konuşmayı bağlamağa çalışırken be - şikte çocuk ağladı. Gülizar beşiği salliyor. Usta, beşiğin içinde çocuğu göre miyor. Sesini düyuyor yalnız. Gülizar beşiği sallarken öne arka ya eğilip kalkıyor: * — E,k, ee, &e - ehi. diye mırıldanı yor. Usta: — Nimni söylesenize Gülizar ha nım ,dedi. — Annenizi uyandırırım efendim. — Annem uyanmaz. Haydi söyle - yin kuzum. Gülizar utanıyor. Fakat usta, arka ıflııııohdıruıuoıııh.yıvıı.yu- muşak ve uykulu çıplak bi rsesle nin- ni söylemeğe başladı: Uyusun da büyüsün maşallah Paşa olur inşallah! Usta, birdenbire kıpkırmızı — oldu. «Paşa olur inçallah!» sözünü bir tokat gibi yüzünde hissetmişti. (Arkası var) Taksim bahçesinde Halk Opereti Bu akşam 21,45 de Maline 17,30 da TELLİ TURNA Program her hafta değişir Pek yakında Rahmat Efendi KAi "|Galataya geldim. Calatada şden el çekmiş Bir yankesici ile Şehri dolaştım ( Baş tarafı 6 inci sayfada) nİ canını ateşe almak.. buna, hırsızlık denir mi, Wamvayda, pazarda, şurada, burada bir adamın cebine elini koyamsan ne çı « kar, İhtiyar bir hanım teyzenin çantasın- da, bir efendi babanın yelek cebinde ne bulunur... Bir kere hayatımda bir vurgun oldu. Onü da ben yapmadım. Daha ben yan » kesiciliği beceremiyordum. Bir arkadaş be- nim yanımda iken durdu. Bir çok beş - (lik, onluk, ellilik bir arada, ben gördüm diye bir avuç ta çıkarıp bana verdi. O za- mana kadar hayatım açlık içinde geçmiş- ti. Bu parayı elime alınca deliye döndüm. Hemen ilk işim bir kilo leblebi satın al - mak oldu. Ondan sonra Alemdar sinema - sna gittim, yukarıya çıktım. Oyun başla- yınca leblebileri halkın üstüne fırlattım. Se- vinçten sarhot gibi olmuşum. Sonra çıktım ga köşedeki bakkaldan bir fırancala aldım. İki yüz elli gram peynir içine koydurdum. Herif hay- ret ediyor, ben: v#Koyn diyorum. Onu da aldım. Bir parça ısırdım. Şu dükkânın ya- mina biraktım. Velhasıl öyle delilikler yap- tım 'ki param olduğu görülmüş, vurgun ol- duğu anlaşıldı. Yakayı ele verdik. Sabı - kalı olduk işte... Şimdi yapsan da, yapmasan da hep zannaltındasın. Bizim için bayatta gülmek ihtimali yok. — Bu izdeki kadın resmi kimin? — Sevgilimin.. — Sevgiliniz mi),. Siz de âşık mısınız? — Genç olur da insan üşik olmaz mı?. Sevdiğim kız amma benim gibi değil.. |İNamuslu bir aile kızı, seyyar satıcılık eder. Kendisile tanıştık, seviştik. dolaştık. En son | mahpushaneye gitmem de onun yüzünden oldu. Bir akşgam Yavuz gelmişti. Biz de Dolmabahçerlin üstündeki tepeye çıkmış gemiyi seyrediyorduk. Kıza: «Sen azıcık burada beni bekle, dedim. Gidip para a- hp geleyim, Yüksekkaldırımdaki sinemaya giderize. Tabil kız parayı neteden getire- ceğimi bilmiyor: aPeki beklerim» dedi. Ben de karar verdim bir iş yapmağa.! Tram - vaya bindim. Elimi bir efendinin cebine at. tım. Atış o atış. Adâm duydü, bileğimi ya- kaladı. Cürmü meşhut oldu, hapse gittim. Kızcağız o zaman kim olduğumu öğren - miş, hapse bir arkadaşımla tütün yolla « miş. Çıktığım zaman da iki kere kahveye geldi, bana para verdi. «Sana birikmiş iki Kram var, onu vereyim, bu hırsızlığı yap- ma, Portakal filâa alır satarsın, dedi. Ka - din parasile işe başlanılır mı?.. Almadım. Bir iki gün sonra arkadaşlardan ödünç o- larak aldığım parayı iade ettim ve ban de ördüm ki benim böyle temiz bir — kızla işim yok. Onun hayatı ayrı, benim hayatım ayrı. Sabıkalı ile evlenilir mi?.. Sinabarın yüzünde hakiki —bir tecssür ifadesi gördüğümü zannediyorum: — «Kızım, bizim işimiz olmaza dedim, ondan ayrıldım. Galatada bir yerde gar- sonluk yapan yaşlı bir kadın varmış, arka- daşlar onu bana münasip görmüşler. O - nunla yaşıyordum. Fakat şümdi o da has- talanmış. Hastaneye gittim. Günde beş on kuruş verip bir kadının yanında pan- siyon gibiyim. Vallahi, billâhi şimdi artık yankesicilik etariyorum. Son hâpishaneden sonra gözüm yıldı. adamın hapis yatması ne belâ. Bir ben bi- lirim. Bir iş bulayım. Bana bir iş versin - ler namussuzum eğer bir daha elimi el ce- bine sokarsam. * * Şimdi Abdullah Efendi lakantasının hi- zasındayız.. Lokanta kapısının önünde üst. leri, başları yırtık bir sürü fakir insanlar arka arkaya dizilmişler. — Bunlar burada ne bekliyorlar. Diye sordum. Sinabar Recep: — Bu lokanta, artik yemekleri, gzece bu fakirlere bedava dağıtır. Diye cevap veriyor. Ellerinde eski bir konsorve kutusu ile bir sürü genç, ihtiyar biçare artık yemek bekleşiyorlar. Ve ben böyle bir hayır işlemeği düşün- müş olan lokanta sahibini içimden tak- dir ediyorum. Ön parasız, kimsesiz Suat Derviş Postacıların yardım sandığı Posta ve telgraf memurlarının tca- vün sandığı yeni idare heyeti toplana- rak yeni yıl faaliyeti hakkında görüş- veler. yapmıştır. Ebİ ARTIK YAZABİLİRİM! Gümleten mevaşiyiz! Yazan: Ermel Talu (Ercümend Ekrem ) Z £ L Abdülhamidin hal'ine kadar oturduğu Yıldız sarayı Abdülhamit — devrinin — kepazelikleri, maskaralıkları yazmakla tükenir şeyler de- gildir. Bunlardan bazıları kahkaha ile gü- lünecek, gene bazıları da hüngür hüngür ağlanacak muhiyettedir. Fakat içlerinde öylelerine ras gelinir ki birer melodram * eski tulâatçıların tabiri mahsoslarile: Gü- lünçlü dram! - dan başka, bunlara ad ve- Tilemez. İşte, bir tanesini şimdi size hikâye ede- yim de, bakın: Güya terakkipervdr olmak iddiasında bulunan bu, tarihin yüz karası padişaha kim söylemiş ise söylemiş; ileri devletler, her şeyin muntazam bir istatistiğini tular: lar, istatistik denilen işe çok ehemmiyet verirlermiş! Abdülhamit derbal bir irade isdar ey- lemiş: Kendi riyasetinde bir «istatistik en- cümeni âlisi» teşkilini ferman buyurmuş. Bu encümene şürayi devletten bir veisi sani - ki, rahmetli babamdı « ve hariciye ile dahiliyeden birer aza, bir kaç tane de kâtip tayin edilmiş. Bunlar, iradei seniye icabıhca derhal içe başlamışlar. Encümenin ilk toplantıla - n Yıldızda, mabeyinde olmuş, ve ağustos ayına tesadüf etmiş. Derken günün birinde, vilâyetlere şöyle bir telgraf çekmişler: #Cümlei tesisat terakkiperveranei cenabı padişahiden olan istatistik encümeni âli - since vilâyeti celileleri dahilinde ne mik- tar mevaşi bulunduğunun bilinmesine lü - züm olduğundan — serinn tahkik ve iş'arı mütemennadır, efendim. » Valiler bu telgrafı olduğu gibi muta - sarrıflara, mutasarrıflar da metni her ne- dense değiştirerek, kaymakamlara: Kaza dahilinde mevcut mevaşiyi âcilen - bildir - Mmeniz, mabeyni hümayun cenabı mülü - kâneden şimdi şerefvarit olan telgrafname iktizasındandır...» peklinde diğer bir tel - graf vermişler. Bu meyanda, bir telgraf ta, Manaatırın Debre sancağına tâbi. Mat kazasına git - miş, Ö esnada Mat kaymakamlığı mün - halmiş; ve belediye reisi vekâlet ediyor « muş. Telgrahı alır almaz, açmış, okumuş ve afallamış. Mevaşi.. Acaba bu, ne demek ola?! Naiple kanlı bıçaklı duı,ıııın alılu,_u için, belediye vol miş. Alayb jandarma mülâzimini, ve kara cahil malmüdürünü yanına çağımış, üçü başbaşa vermişler, telgrafı tekrar tekrar ekuyup mana çıkarmağa uğraşmışlar.. Kaymakam vekili, belediye teisi, öteki- lere, Arnavut şivesile sormuş: — Mevaşi ne dimek, bre? Alaylı mülâzim yüzünü çarpıtmış.. Mal- müdürü omuzlarını kaldırmış.. bu kelime, her ikisinin de meçhulü: Ömürlerinde işit -| memişler! Derken, başlamışlar metni tahlile.. Bir defa, telgraf mabeyinden, yani pa- dişahtan geliyor.. Saniyen istenilen malü « mat müstacel. Telgrafın tarihine bukmış - lar: 14 ağustos.. Evet ama, mevaşi ne demek acaba?, Aksi gibi naiple de dargınlar. Yüzlerini kızdırıp kendisine müracaat edecek olsa- lar dahi, herif inadına belki de söylemiye- cek, Kasabada, okumuş kimse de yok. Hem şayet olan da, umuru hükümete tanllük « - den bir meselede yabancılardan yardım ise temek, çok ayıp şey! Deli olacaklar! Hele belediye reisi, hepsinden üzüntülü. hepsindet muztârip, Ziza adamcağız, ay-| lardanberidir vekâlet ettiği hyıuhmlıiıı göz koymuş, asaletini inha ettirmiş, bekli- yor. Tam böyle bir sırnda cehlini, iktidar- sızlığını göstermek çok fena olacak. * Zavallı adam ©o gün ve o geceyi hep dü- şüince içerisinde, uykusuz, perişan geçir « miş. Sabah olmuş. Elinde « belki yüz defa tekrar tekrar okuduğu « mahut telgraf ol duğu halde gelmiş hükümet konağına. Tam makamına geçip yerleştiği anda, zihninde bir şimşek çakmış. Seslenmiş o0- dacıya: — Mori, çağar bana canderma mülüzi- mini! Çağar malmüdirinil Koj, brel. Mülâzimle müdür afal tafal gelmişleri — Hayrola, be beğim? Belediye reisi, helacandan boğuluyor gi: bi, kendilerini karşılamış: — Buldum, bret — Neyi buldun? — Bulmuşum vallâhi, © hangi bir me: yaşi ne demek oldiğini! — Ne demekmiş? — Mori, mudur! Kaç bu telerafın tâ rihi? — On dört ağustos! — Tamam! Bucun Havuztozun kaçi? — On altısı. — Dimek, huç gün söre, cilazi huma, Belediye reisi nerede ise tkanacakmış., malmüdürünün yakasına yapışmış, sarsı « yormuş: — Mori, ciluzi humayun şerefine ni « şan, rutbe, mesnet verecekleri. — Mevaşi dimek: hadam ariyorlar, bret. Değerli çime seleri soruyorlar.. Gene bu babacâni anla- mijdir bunil. Hay, aklimla yaşayim, brel, * Ve, ertesi gün mabeyni hümayuna Mat kazası kaymakam vekili N... imzasile çu garip telgraf gelmiş: «Kazamız dahilinde, — nsip — efendiden başka, sayei şahanede cümleten mevaşi ol duğumuz maruzdur, ferman!n Belediye reisi, zavallı naibi iskartaya çı- karmakla, kendisinden, aklı sıra intikam da almış!, (Arkası var) DOLAŞAMAZSINİZ FAKAT 3 ] BİR. İLANI Bürün Ürkeyi HER CÜN