Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
al sormasına bile imkân vermeyiniz. Vaktile bütü Parıse hükmeden, Krallarla yaşayan kadın dileniyor Nihayet otel ve gazino kapılarında kokain satarken yakalanarak hapishaneye atıldı Bundan bir kaç gün evvel Paris sokak- larında paçavralar içinde dolaşan ve bir yaralı hayvan gibi kendini sürükleyen yaş- h bir kadın tevkif olundu. Bu tevkife bep üzerinde kokain bulunmasiydi. se- Meğer bu kadın bir zamanlar «Paris Kraliçesi» diye şöhret bulan, bütün Pari- sin tanıdığı, kralların ve prenslerin prestiş | ettiği Jan Baldi imiş. Bu asrım başlarında bu kadın, güzel atların çektiği muhteşem arabasiyle sokak- larda göründü mü bütün gözler ona diki- Hr, herkes onu hayran hayran temaşa eder- di. Yarış atlariyle dolu bir ahırı, mükellef konakları vardı. Fotografları camekânları süslerdi. En büyük ressamlar onunla meş- gul olur, sözleri, nükteleri gazetelere ge- çerdi. Onun bir tek tebessümü için servetler harcanırdı. 15 yaşında evlenen Jan Baldinin ilk ko- cası kumarda 17,000 frank — kaybederek bu parayı memurlarından bülunduğu — de- miryol idaresi kasasından çalmış, Jan bu parayı ödemek için sağa sola tebessümle- rini ve lütuflarını saçmağa mecbur kalraış, fakat parayı toplamağa muvaffak olmadığı için kocası hapishaneyi, o da sefahat yerle- rini boylamıştı. Bir gece Barbenton markisi, Jan'ın eline düşmüş ve onun uğrunda mil- yonlar saçmıştı. Bu milyonlar — sayesinde Jan, bir saray sahibi olmuştu. Yalnız ara- bacısının kostümü 3000 frank değerinde idi. Janın cep harçlığı ayda 30,000 frank tutuyordu. Fakan Jan, bu Marki ile görüş- |. mekle iktifa etmemiş, arada bir sürü diğer zenginleri de sızdırmıştı. Jan, Markinin servetini imha ettikten sonra bir aralık kral Leopold ile dost ol- du. Daha sonra Portekiz kralı ile düşüp kalktı. Bunları bir İngiliz asılzadesi takip etti. Jan bunü müteakip Londraya gitti ve © zaman veliaht olan yedinci Edvard ile ,dans ettikten başka meşhur Oskarvayle tarafından davet olundu. Londradan Parise dönen Jan, — prens Poliakof'un dostu olmuş, ve prensten Sevmediğimi Nasıl Söyliyeyim? «26 yaşında güzel bir gençle karşı- laştım. Fakat kalplerimiz — anlaşmadı. Nedense onu sevmedim, — sevemedim. Ben 17 yaşındayım. Daha kimseyi sev- medim, Bu adamla sokakta bir defa bu- huştum, randevu verdi, gitmedim. İkin- ci bir randevu verdi yine gitmedim. Şimdi artık ona rastlıyacağım diye so- kağa çıkmağa cesaret edemiyorum. Ne yapayım ? Ankara Z. H. Gökşen Neden bu kadar iradesiz, bu kadar çekingen duruyorsunuz. Sevmiyorsanız, sevemiyorsanız bunu söylemeğe de lü- zum yok. Yanınıza sokulursa kendisine yüz vermez, ve sizinle meşgul olmama- sını söylersiniz. Onunla alâkadar olma- yınız, suallerine cevap vermek değil, su- 4o ok l «18 yaşındayım. Tesadüf beni bir CÖNÜL İSLERİ hafta bir kızla bir arada bulundurdu: Orada tanıdım ve sevdim. Şehre dön- dük, Burada da görüşüyoruz, fakat ar- kadaş gibi. O başka erkeklerle de görü- şüyor, fakat kendisine bir şey söyle - meğe cesaret edemiyorum. Ne yapa - yım? Yoksa anlaşmakta güçlük çekmezdiniz Acele 'etmeyiniz zaman bütün muşlııil- leri halleder, Er geç anlaşırsınız. , Nıfta idik. O tahsilini ikmal etmek üze re ÂAvrupaya gitti. Birbirimizi bekleme- ge söz verdik. Fakat günden güne bir- birimizden uzaklaştığımızı Tahsilini bitirmesine üç sene var, Beklı- yeyim mi? ra sizi sevmekte devım etmesi ihtima- lıpelıızılır ; Bursa: A, Ş. Sevginiz daha olgun hale gelmemış. * o ikok «İki sene seviştik. İkimiz de ayni S- anlıyorum. Huriye Kısmetiniz çıkarsa fırsatı kaçırmayın, sevgilinizin Avrupadan döndükten son- * b AA « .P :SA —"“Son Posta,nın müsabakası: — 40 Tarihî Vak a 40 Tarılıı Tablo - Gönül — Eski Ege kavmlerinin inanışında, Etös — Aşk, güzellik ve garâm âlihesi Afroditinin oğlu idi. Anasının bütün güzelliğine sahip o* lan bu haşarı ve merhametsiz çocuk, elin- İde yay, omuzunda ök torbası gezip dolaşır, insanların — kalbini nişanlıyarak — eğlenir- di; en büyük zevki oklarının kalplerde aç- tığı sızıları seyretmek idi. Eski Yunan artistleri «Eros» u yedi se - kiz yaşında bir çocuk olarak tasavvur e - derlerdi. Güzel yüzüne merhametsizliğini gösteren bir eda verirlerdi: Elinde bir altın yay ile ateş gibi yakan altın oklar bulunur- du, saçlarını zevk ve safayı temsil eden bir gül çelengi süslerdi. Bu güzel çocuk bir gün kendi okları ile kendi kalbini yaraladı: Gü« zel ve alımlı bir prensese vuruldu. Anası Afroditi onun Psihe — gönül adıni taşıyan bu kızla evlenmesine engel olmak istedi, kızcağıza yapılması zor ve hattâ imkânsız bir takım şartlar koştü. Fakat muvaffak a- lamadı. Aşk'tan yardım gören Gönül bu işlerin hepsini başardı. Nihayet Aşk, sabah rüzgârlarının perilerini toplıyarak Gönül'- ü kaçırdı ve evlendi. Yukarıda ressam Al- fred de Curzon'un tablosunda Gönül'ü gö- rüyoruz: Afroditi tarafından cehennemlere inerek yer altlarının âlihesi Persefon'u gör- meğe memur edilmiştir. Yer altlarının ka- pısını üç başlı müthiş bir köpek, Kerber (beklemektedir. Bu canavarın pençesinden parçalanmadan kurtulmak çok zordur. Ker- beri aldatarak Persefon'u gören ve görüş- tüğünün bir nişanı olarak ondan Afroditi için bir hediye almış olan Gönül, bir rüz - gâr gibi, sevinç içinde dönmektedir. Reşad Ekrem KOÇU sonra, meşhur Fransız siyasisi — Bartunun sevgilisi olarak tanınmıştı. Jan bu kadar tanınmış adamlarla dü- şüp kalktığı halde kibarlaşamamıştı. Onun en hoşlandığı yer ayak takımının devam ettikleri meyhanelerdi. Jan buralara gider, kulhanbeylenyle dans eder ve — bunların kaba, ve vahşi aşklarından hoşlanırdı. Janın yegâne meziyeti fakirlere karşı saygısı idi. Zenginlerden alır, ve fakirlere | verirdi. sız âyanından birinin oğlu ile tanışmış, se- (vişmiş, bu genç ona her ayl10,000 /İrank vermeğe başlamıştı. Fakat bu tanışma Ja- nın hem servetine, hem sıhhatine mal aol- du. Çunku morfine, kokaine dadandı. Bu yuzdcn çabuk çöktü. Güzelliği ile geçinemiyeceğini anlayın- ca elmaslarını, eşyalarını satmağa, — rehin koymağa başladı ve şunu bunu dolandira- rak geçinmeğe uğraştı. Nihayet bu yüzden 18 ay hapse mahküm oldu. Hapisten çıktığı zaman elinde avucunda bir - şey ka_lmamıştı. Sokağa düştü — ve bir 'gün de maziye karışan âşıklafı avlamakla geçinmeğe uğraştı, bu da para etmeyince ,öte beri satarak ve dilenerek maişetini ka: zanmak istedi. En nihayet kokain satarak ekmek pa- ,yası bulmağa uğraşirken (düştü ve hapse atıldı. ; Bügün kirışik, sapsarı yuzlu. dişsiz bır zabıtanın — eline cadı halinde hıpııhınede yaunıkı.du_ H zz İ-ama”z &.. B — Gti Büyük harbin kopacağı sıralarda Ftan- | | İşden el çekmış bir sabıkalı ile şohrı nasıl gezdfm? vardır, diyor. zen... Bu mahzende yukselen bir ses: u yerleri süpüren ihtiyar vaktinde otuz kuruştan günde 150 kaba doldurur, faytonunun beygirlerine yoğurt yedirirmiş,, İSTANBUL « ALTINDA KİMLER YAŞIYOR ? * * * Bır demir kapı... Bir demir kapı daha... Bir demir kapı daha... Nihayet Cinevizliler zamanından kalma, karanlık, ıslak bir mah- “ İçimizde ne gün görmüşler Yazan: Sinebar Recebin —. Eski çinkolardan yapılmış bir kapının önünde bekliyorum. Bulunduğum yer kap- karanlık.. yalnız ilerde —bir *fener var bulunduğum yerden Fransıh rtevü yıl- dızı. meşhur — mistingüette'in kendisi kâdar meşhür Mon Homme numarasını ha- tırlatan bir dekor görüyorum. Yüksek bir duvar bir sökak feneri ve şimdi' sanki nu- maraya başlamak istiyen artist te sahneye giriyor... Fenerin ışığına doğru bir sokak kadını yaklaşıyor ağzında bir sigara var bir eli kalçasında, kadın benim görüş sa- hama geldikten sonra ancak iki üç adım atabiliyor birden karşıdan bir erkek çıkıyor ve onun yolunu kesiyor. Mon Homme'un ilk notası başlıyacak hissi bana gelmişken acı bir feryat duyuyorum.. —— Kesme yolumu git işine.. Bir hâdise-mi çıkıyor? Bir cinayete mi şahit olacağım, Yanımdaki erkekler bana: «Biraz şu- rada dur» deyip uzaklaştılar... Nereye git- tiler? Erkek kadının sözüne ehemmiyet ver - medi. Duvara kolunu dayadı ve kadının tam karşısında, kadın, içkilerin, hastalık- ların bozduğu müstekre bir sesle: — Birak beni be git işine diye tekrarlı- yor. Fakat erkeğin onun yanından ayrılma- ğa hiç te niyeti yok.. her halde görülecek bir hesapları olmalı... Şimdi döğüş mü edecekler? Yüksek sesle konuşuyorlar her halde bir hâdisenin başlangıcındayız fakat onlar beni ne diye burada bıraktılar ve ben hangi ak- la uyarak gece yarısı tek başıma Galata - nin bir sokağında durup onları beklemeğe razı oldum. İlerde fenerin ateşinde sesleri perde perde alçaldı. Şimdi hırçın bir kadın gülüşü işitiyorum. Ve bir el kolüumu tutuyor, irkiliyorum: — Ne oldun korkma benim.. — Nerede kaldın Allah aşkına ? Arkadaşım' kolumuü tutüyor: ae — 'Gel içeri gel., | — Neteye gıcîıyomz. t — Görürün | : Temiz giyinmiş bir delikanlı karşımızda hem de pek sevimli bir çocuk: — Buyurunuz Bayan buyurunuz! konuşanların Kapıdan içeri gırdık bir başkâ kapı a - çıldı koskoca 'bir âemır kapı daha açılıyor. — İşte Bayan gel bakayım içeri. Burası bir mum- ışığile aydınlanan garip bir mahzen, bir de ot minder var otları dışariya fırlamış bir minder. Minderin ü- zerinde iki delikanlı oturmuş.. ayakta se- kiz on kişi var. ' — Merhaba di_v_oı'un!ı.' — Merhaba diye cevap veriyorlar. — Keyfinize bakınız arkadaşlar diyo - rum biz sizi şöyle bir ziyaret ettik maksa- dımiz sizi rahatsız etmek değil. — Evet bizi görmek istemişsiniz işte gö- rünüz biz 'de sizin gibi insanlarız. — ÖOna ne şüphe? — Bizi talimiz bu hale koymuş. — Elbette.; — İçimizde ne gün görmüşler var şu kenarda yerleri süpüren ihtiyarı görüyor musunuz.. Hayır göremiyorum. Çünkü arkasını bize dönmüş yerleri süpürüyor. — © vaktinde günde otuz kuruştan ka- bak doldururmuş yüz elli kabak doldur - düğu gün olı.ırmuş öyle para kazamırmiş ki... | H B . hi O kadar para kazanıyormuş ki faytonun-| -dt di Tamam şimdi | Suat Derviş bir başka resmi daki beygirlere yoğurt yedirirmiş. Amma elinden bir kaza çıkmış hapishaneyi boy- ladı. Ondan sonrâ iflâh olmadı çöktü... |Allah insanın üstüne sabıkalı damgasının vurulmasından — muhafaza etsin... Eğer gençliğinde “çocukluğunda bir halt edersen ömrünün sonuna kadar o damgadan kür« tulamazsın. Şimdiden sonra namuslu ola « yım, herkesin içine karışayım dersin amma iş işten geçmiştir, insanlar senden vebadan kaçar gibi kaçarlar. İş bulmayınca ne yapâ- caksın aç kalmaksızın ya tabii aç kaldıkça çalacaksın çaldıkça da bir sabıka daha ilâ- ve olacak. Kurtulabilirsen kurtul bu zenci- rin içinden.. — Buradaki arkadaşların hepsi de sax bıkalı mı? — Aşağı yukarı öyle, bizden korkuyor musun Bayan? Sizden neden koörkayım zavallı genç a- damlar.. insan insandan korkar mı?.. Siz de benim bir eşim değil misiniz vücudumuz ayni şekilde çalışmaz mı?.. Teneffüs, Ka- zim, deveran hepimizin vücudunda ayni şekilde değil midir? Siz de benim gibi bir anaya ıztırap vererek dünyaya gelmediniz mi?..* Ve siz de benim gibi bir gün ölüp yok olmıyacak misiniz?... İnsan insandan korkar mı hiç... Ben sizleri böyle ve beni, bizleri de yetiştiren cemiyetten korkuya- rum sizden değil... Fakat onlara bu sözleri söylemedim bu sözleri yalnız içimden düşündüm ve on « lara sadece: — Sizden korksam aranıza gelirmiy - dim sizin öteki erkeklerden farkınız nedir. Onlar gibi siz de yeni kostümler giyiniz on« ları da sizin kılığınıza sokalım o zaman siz« lerin onlara ve onları sizlere ne kadar çok benzediğinizi anlarsınız siz burada ne yapı- yorsuhnuz.. burası neresidir?. — Burası Cenevizlilerin zamanında Frenk papaslarının ibadetgâhı imiş, şimdi biz burada geceleri yersiz, yurtsuzlar, topla nır konuşuruz. — Kumar oynar mısınız? — Hayır.. hayır.. — Belki esrar içersiniz? — Yok canim.. — Peki o halde neden bu gizli yerde toplanırsınız? — Gizli yer değil burası baş bir mah * |zen de yağmurdan barındık o kadar. Mumun titrek ışığında eski zaman zin- danlarından korkunç olan bu yere bir ke- re daha bakıyorum. Evet minderin üzerindeki gençler yor- gun gözlerle sağa sola bakıyorlar: — Cahnim benden saklamayınız diyoa - rum. Ben biliyorum burada esrar da içi - yormuşsunuz, zar da oynuyor muüuşsunuz oynayın yine oyununuzu, ben kimseye söy- İeml.'.—m. — Oynasak oynarız be Bayan amma oy- namıyoruz.. burada- birleşip bir iki çift lâf ediyoruz, hepsi bu... Ben de aralarında dertleşip iki çift lâf etmek isteyen bu dostları rahatsız etme - mek için oradan ayrılırken içlerinden bi - ri: — Bayan şuraya bak diyor küf ve rütu- bet kokusunu ciğerimize çeke, çeke bura- larda yaşıyoruz sabıkalı deyince hemen lâ- net etmeyiniz bizim hayatımız en çekilmez hayattır vallahi.. Neden bu çekilmez hayattan kurtulamı- yorlar. Acaba dünyanin en zahmetli işi her halde en kolay vurgunla büyük bir pa- ra kazandıktan sonra buralarda ıumnmek ten daha'kölay değil midirp ——— — — n ._,..t_....ı..._...ı:—'